Sevgili dostlarım,
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.] öğretmenime sözümü tutmak için bölümün düzeltmeleri biraz aceleye geldi.
Hatalarım olduysa ki, muhtemelen epey vardır. Hepsi için özür dilerim. Affola.
KİMLİK 42. BÖLÜM
"Erkan ne yapıyorsun?"
"Lütfen güven bana. Buradan ikimiz de sağ kurtulacağız. Mehmet abi bize yardım edecektir. O bizi bulur."
"Erkan saçmalama! Hadi eve dönelim. Hem evde yapmam gereken bir şey var."
"Tamam, tehlike geçsin sonra uğrar yaparsın."
Erkan asansörü beklemek yerine merdivenlerden koşarak inerken, Neva'yı da peşinden çekiştirmeye devam ediyordu. Oysa Neva buradan çıkmadan bu işi çözmeliydi. Hızla düşündü. Erkan'ı durdurabilmek için bir şey yapmalıydı. Birden yüksek sesle çıkıştı.
"Erkan! Lütfen durur musun!"
Erkan Neva'nın sert tepkisiyle olduğu yerde durdu. Neva'nın yüzüne dikkatle baktı.
"Ve lütfen elimi bırakır mısın!"
Yavaşça elini bıraktı. Her zamanki hareketiyle ona güvende olduğunu hissettirmek ister gibi bir adım geri çekilirken ellerini arkasında bağladı. Apartmandan çıkmak üzerelerdi ama Neva hala problem çıkarıyordu.
"Neva, sorun nedir? Benim yanımda güvende hissettiğini söylemiştin. Bak yanımdasın. Korktuğunu biliyorum ama inan bana beni öldürmeden sana zarar vermelerine izin vermem."
Sonra Neva'nın cevap vermesine fırsat tanımadan elini yeniden tuttu. Sitenin bahçesinden koşar adımlarla çıkarken etrafa şöyle bir göz attı. Galiba henüz peşindeki adamlar gelmemişti. Gerçi onları tanımıyordu. Üstelik adamlar gözünün önünde bile olsa görecek halde değildi. Şu an sadece Neva'nın başına bir şey gelmemesi için uğraşıyordu. Yola doğru yürüdüler. Erkan geçen ilk dolmuşa elini kaldırdı.
"Erkan nereye gidiyor bu dolmuş? Nereye gidiyoruz?"
Erkan sağa sola baktı.
"Bilmiyorum."
Sonra dolmuş şoförüne doğru seslendi.
"Pardon. Bu dolmuş nereye gidiyor acaba?"
"Siz nereye gidecektiniz? Ben acelenizi görünce durdum. Yenge hasta falansa hastaneye kadar bırakalım."
"Yenge mi? Haaa, yok hasta değil ama biz buraları pek bilmiyoruz, gezmekte istiyoruz. Acelemiz o yüzden."
"Anladım, buraların yabancısısınız. Madem öyle size yardımcı olalım. Ben Tekkeköy tarafına gidiyorum. Eğer oraları gezmediyseniz sizi benim gittiğim tarafa götüreyim. Oralarda da gezilecek yerler var. Hem Tekkeköy'ü de tanımış olursunuz."
Erkan duruma hemen atladı.
"Olur olur. Öyle değil mi sevgilim?"
Neva, Erkan'ın kendisine hitap şekline baktı. Dişlerini biraz da sıkarak,
"Ne diyorsun hayatım, bizim orada ne işimiz var?"
Erkan Neva'nın kulağına eğildi.
"Daha iyi bir fikir var mı?"
"Hayır ama, bence burada kalmalıyız. Hadi eve çıkalım. Mustafa abiyi bekleyelim."
"Olmaz. Madem daha iyi bir fikrin yok, gidiyoruz."
"Ama,"
Erkan, Neva'nın itirazını dinlemeden dolmuşa atladığı gibi elinden tutup onu da dolmuşa çıkardı. Arabada başka yolcu yoktu. Şoför,
"Aslında bugün çalışmıyorum. Minibüse bakım yaptırmaya gitmiştim. Şimdi de eve dönüyorum. Dediğim gibi daha önce gezmediyseniz bizim evin yukarısında Tekkeköy Mağaraları var. Biraz yürürsünüz ama görmek isterseniz güzel yerlerdir."
Erkan gülümsedi.
"Ya, tabi. Hem bizi orada kimse de bulamaz."
Dolmuş şoförü bıyık altından gülümseyip kendi kendine mırıldandı.
"Gençlik işte."
"Efendim."
"Yok bir şey. Çok uzun sürmez diyordum."
"Tamam, teşekkür ederiz."
Şehir merkezinden uzaklaşıp, Tekkeköy'e geldiklerinde hava biraz değişir gibi olmuş, güneş yerini koşuşturmaca oynayan yaramaz ve hain gri bulutlara bırakmıştı. Yukarıya doğru ilerledikçe etraftaki tenhalık dikkat çekiyordu. Bir süre sonra minibüs durunca birlikte aşağı indiler. Şoför,
"Benim ev şu yokuşun dibinde. Buradan yukarı doğru yürürseniz mağaraları görürsünüz. Yalnız dikkatli olun, hava epey bozdu. Siz bilmezsiniz ama bizim buralar meşhurdur. Samsun'da hava güllük gülistanlık bile olsa Tekkeköy-Dikbıyık arasında her vakit yağmur olabilir. Eğer gidemezseniz aynı yoldan buraya inin. Mutlaka bir dolmuş geçer."
"Peki, sağ olun."
Dolmuş şoförüyle vedalaşan Erkan ve Neva, şoförün sözünü ettiği yöne doğru yürümeye başladılar. Erkan Neva'nın elinden tutmuş, düşmesin diye sıkıca kavramıştı. Uzakta da olsa etrafta bir iki insan vardı. Biraz ilerleyince Erkan, yüzüne düşen bir yağmur taneciği hissetti. Arkasından bir diğeri derken bir anda tam bir aptal ıslatanın altında kalmışlardı. Bir süre sonra da göz gözü görmez olana dek yağan yağmura teslim olmak zorunda kaldılar. O kadar ıslandılar ki artık kaçmalarına gerek kalmamıştı. Yine de koşar adımlarla yukarıya doğru çıktılar. Neyse ki şoförün sözünü ettiği mağaralar görünüyordu. Ulaşması en kolay görünen kapıya doğru ilerlediler. Ta ki kapıdaki uyarı levhasını görene kadar.
"Erkan, yazıya bak. Kapalı burası."
"Evet. Çalışma varmış."
Erkan bir an çaresiz kalmıştı. Neva,
"Dönelim o zaman."
"Dönelim mi, ama,"
"Dönelim lütfen. Aşağıya doğru yürürsek, minibüsten indiğimiz yerden tekrar binebilirsiniz demişti şoför. Hem benim yapmam gereken,"
"Neva, yapman gereken her neyse biraz bekleyecek ya da yapabiliyorsan şimdi yap o zaman."
"Ne! Şimdi mi?"
"Evet şimdi. Ne yapacak olabilirsin ki? Napıcaksın, birini mi arayacaksın, haber mi vereceksin, aileni mi özledin ya da her ne yapacaksan şimdi yap. Geri dönemeyiz. Eğer beni izlemişlerse seni de biliyorlardır. Bunu göze alamayız. O yüzden ne yapman gerekiyorsa şimdi yapmalısın."
Neva, bir an düşündü. Erkan haklıydı. Ortalıkta hiç kimse yoktu. Bundan daha savunmasız olamazdı. Hem Neva'ya da öylesine güveniyordu ki. Yine de açık alanda silahla görülme tehlikesine girmek istemedi. Hem ailesini arıyormuş gibi Hikmet'e de haber verebilirdi. Belki de Hikmet bu fırsatı kaçırmak istemezdi. Belki konuşturma babında önceden dediği gibi biraz hesap sorardı. Hem Erkan'ı paket servis gibi onlara teslim etmek belki yerini de sağlamlaştırırdı. Erkan etrafa bakınırken ona arkasını dönmüş, mağaraya bir giriş bulup bulamayacağına bakıyordu. Gayet kolay bir hedefti. Neva biraz mantıklı düşünüp, Erkan'ın haklı olduğuna karar vermiş gibi ses tonunu ayarladı.
"Erkan!"
"Efendim."
"Galiba sen haklısın. Geri dönmek tehlikeli olabilir. En azından bir süre burada kalıp yağmurun dinmesini bekleyelim. Aslında gerçekten ailemi çok özledim. En son birkaç ay önce görüşmüştüm ve buradan ayrılmadan bu işi halletmek, onlara iyi olduğumu haber vermek istiyordum ama bir türlü kendimi buna hazır hissetmemiştim."
Erkan, Neva'nın durumuna üzülmüştü.
"Tahmin etmiştim zaten. Seni anlıyorum. Bence aç telefonu konuş. En azından seslerini duymak sana iyi gelecektir."
Neva, Erkan'ın bu üzgün tavrını görünce kendini sormaktan alıkoyamadı.
"Ya sen, senin ailen nerede? Özlemiyor musun onları?"
Erkan düşünceli görünüyordu. Cevap vermek istemedi. Hala etrafa bakınıyordu. O sırada bir yer fark etti.
"Neva, baksana buradan içeri girebiliriz."
Neva, Erkan'ın gösterdiği yere baktı. Mağara girişinin önüne çakılan tahtalardan bazıları kırıktı. Erkan devam etti.
"Hadi gel. Hem yağmurdan da korunmuş oluruz."
Neva, üstelemedi.
"Tamam, aileme bir mesaj atıp geliyorum."
"Mesaj mı? Bence arasan daha iyi olur ama sen bilirsin."
Neva, Erkan'ın iyi niyetinden üzüntü duydu. Hemen mesajını yazıp yolladıktan sonra,
"Yok. Bu kadarı yeterli. Konuşmakta zorlanırım şimdi. Hem senin yanında ağlamak istemem. Bunu sen de istemezsin öyle değil mi? Zaten telefon da iyi çekmiyor. Mesajı bile zor gönderebildim."
Erkan, ortamın havasını dağıtmak istedi.
"Peki. Nasıl istersen ama dert etme, zaten ağladığını görsem de bu yağmurda belli olmazdı."
"Çok kötüsün."
"Beeen, ben mi kötüyüm? Resmen buraya gelene kadar kök söktürdün bana?"
Neva da alttan almıyordu.
"Bu seni haklı çıkarmaz. Gerçekten kötüsün biliyor musun?"
"Peki, öyle olsun. Beni öldürmek isteyen sen, kötü olan ben mi oluyorum?"
Erkan'ın sözleri ortalığa buz kürecikleri gibi serpilecekti.
"Seni öldürmek mi? Ben, yani sen bunu biliyor muydun?"
"Neyi?"
"Yani seni öldürmek için,"
Erkan gülümsedi.
"Bu konudan ne zaman konuşsak yüzünde bu garip ifade beliriyor. Tamam, amacın o değildi. Beni korkutmak istemiştin. Üstelik bunu da başardın. Bunu sadece mutlu ol diye söylüyorum. Gerçekten korktum. Kuvvetle muhtemel kalbimin sesini duymuşsundur." deyip oldukça yumuşak bir ses tonuyla ve gülümseyerek devam etti.
"Bu kadar bozulma, şaka yapıyordum."
Neva'nın yüz ifadesinin değişmediğini görünce yaptığı şakaya da pişman olmuştu.
"Bak, özür dilerim. Sadece karşılaştığımız ilk günden bahsediyordum. O gün seni tabancayla karşımda gördüğümde, hele dizlerimin üzerindeyken gerçekten beni öldüreceğini düşündüm ve gerçekten korkmuştum ama inan bana şu an sadece espri olsun diye söyledim. Aslında gülümsemen için söylemiştim ama seni incittim galiba. Tekrar özür dilerim."
Neva, Erkan'ın neyi kastettiğini anladığında toparlanmakta gecikmişti. Erkan,
"Bak, gerçekten pişmanım. Özür dilerim. Bir daha bu konuda sana asla şaka yapmayacağım. Söz."
Bu defa Neva, Erkan'ın mahcup gözlerinin içine baktı. Erkan'ın sandığından da ciddiydi.
"Bir daha ben de silahı elime aldığımda şaka yapmayacağım Erkan. Yapıyorsam gerçektir. Böyle şeylerin şakası olmaz değil mi?"
Erkan duraksadı. Neva'yı ciddiye almamıştı. İçinden,
"Nasıl, şaka değil miydi yani?" deyip gülümsedi.
Yine de konuyu daha fazla uzatmak istemedi. Bu kadar sert tepkisine anlam veremese de alttan almayı tercih edecekti.
"Tamam, tamam. Bu konuyu sonsuza dek kapatıyorum. Anlaştık mı?"
Neva cevap vermek yerine başıyla onayladı. Bir süre sustular. Erkan, aralarında oluşan gerginliğe rağmen Neva'nın ailesine gönderdiği mesajdan sonra onun adına rahat bir nefes almış, bilmeden eceline gönderilen davetiye kendini daha iyi ve huzurlu hissetmesine neden olmuştu. Başını kaldırıp deli gibi yağan yağmura baktı. O bile ne kadar huzurluydu. Yarı gülümseyen bir ifadeyle derin bir nefes aldı. Sonra mağaranın ileri doğru uzanan çıkıntısının altından geçip kapıya yöneldiler.
Yavaş ve küçük adımlarla tahtaların üzerinden geçip içeri girdiler.
"Ooo, şuraya bak."
"Ne var ki?"
"İyi göremiyorum ama sanırım meşale gibi bir şey var. Hava iyice kapattı. Burası giderek kararıyor."
"Işık yok mu acaba?"
"Bilmiyorum. Varsa da elektrik olmayabilir. Şuradaki düğmeye bastım ama yanmadı.Tadilat ya da yağmur yüzünden kesilmiş olabilir."
Neva biraz tedirgin olmuştu.
"Bu mağara sence de biraz ürkütücü değil mi? Baksana içeri doğru uzanan bir yer daha var."
Erkan Neva'nın ses tonundan korktuğunu anlamıştı.
"Rahatla biraz. Eminim burada bir çakmak ya da kibrit bulabiliriz."
"Nasıl? Burada kimse yok ki."
"Sen burada bekle. Ben bir etrafa bakayım."
"Erkan! Dur!"
"Ne oldu?"
"Beni burada bırakma!"
"Seni burada bırakmıyorum. Sadece şu meşaleyi yakacak bir şey bulmaya çalışıyorum."
Neva hızlıca Erkan'ın yanına gelip kolundan tuttu.
"Olsun, sen yine de bırakma."
İnsanın kurbanından medet umması ne garipti. Az sonra öldüreceği ya da en azından ölümüne sebep olacağı adamdan onu yalnız bırakmaması için yardım istiyordu. Daha da garibi Erkan kendi ölüm meleğine yardımcı olmaya yürekten hazırdı.
"Tamam, bırakmıyorum ama karanlık demiştin."
"Biliyorum öyle demiştim ve evet karanlık ama ben tek başıma kalamam burada."
"Tamam. Tamam o zaman ben senin görebildiğin mesafede bir şeyler arayayım. Bulamazsak daha ileriye beraber gideriz. Olur mu?"
"Tamam, ama çok uzaklaşma." Erkan,
"Lütfen korkma. Buralardayım bak. Endişelenmene gerek yok."
Sonra etrafı daha iyi görmek ister gibi gözlerini kısıp sağa sola bakındı.
"Hah, bak şu duvarın önünde bir yükselti var. Oraya oturup beni bekle, ben de kibrit ya da çakmak benzeri bir şey bulmaya çalışayım.
O sırada Samsun Emniyet Müdürlüğünde işler iyiden iyiye sarpa sarmaya başlamıştı.
"Ne demek doktorun yerini bulamıyoruz!"
"Başkomiserim, belli bir yere kadar takipteydik ama şu an bulunduğu yeri tespit edemiyoruz."
"Bu nasıl olur! Vericiyi kendi ellerimle yerleştirdim! Haberi de yok ki, çıkardı desem."
"Başkomiserim, en son Tekkeköy civarından sinyal aldık."
"Tekkeköy nereden aklına gelmiş? Nereden bilecek oraları? Bu çocuk beni öldürecek! Çık git dediysek, Tekkeköy'e mi git dedik yahu! Yer yarıldı da içine girmedi ya bu çocuk! Sitenin önünde bekleyen sivillerden haber yok mu? "
"Efendim, Samsun çıkışında aniden önlerine çıkan bir araba yüzünden kaza yapmışlar."
"Kaza mı? Kasıtlı mı bir şey mi? Yoksa takip eden başkaları mı var?"
"Bilmiyoruz efendim."
"Bir şeyi de bilseniz, şu dişi kıracağım! Çocuklar iyi mi bari?"
"Birkaç sıyrık baş komiserim."
"En azından onlar iyi."
"Napalım başkomiserim?"
"Sinyal kesileli ne kadar oldu?"
"Kırk beş dakika kadar."
"Çok uzun bir zaman bu. Daha fazla vakit kaybedemeyiz. Saat kaç?"
"On buçuk efendim."
"Demek on buçuk. Pekala, bir ekip burada kalıp saniye saniye izlemeye devam etsin. En ufak bir harekette mutlaka haber ulaştırın. Üç dört ekip benimle gelsin. Gerekirse yerin altını üstüne getireceğiz. Öğle olmadan o çocuk bulunacak. Bulunamazsa ya da Allah korusun o çocuğun başına bir şey gelirse önce sizi sonra kendimi vuracağım! Anlaşıldı mı!"
"Baş üstüne başkomiserim."
42. Bölüm Sonu