İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 28 Mar 2017 18:38:49
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
hocam merak ediyorum gerçekten de bu tür şeylere inanıyor musunuz? yoksa ilginç olduğu için mi paylaşıyorsunuz..
mesela bende inançlıyım inancım gereği yaşamaya çalışırım ama bu tür rivayetlere pek inanmıyorum.. örneğin 
''''Daha çocuk, anne karnındayken, Cebrail aleyhisselam ona der ki:
(Sen hiç endişe etme! Allahü teâlâ yiyeceğin rızıkların hepsinin üstüne senin ismini yazdı.
Rızık, ezelde takdir edilmiştir. Senin ne zaman, nerede öleceğin bildirilmiştir.
O bir an ileri gitmez, geri de kalmaz.)''''' bunu kim biliyor kuran da var mı  nasıl inanıyorsunuz gerçektende merak ettiğim için soruyorum...
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerimize olsun.

Güzel sorunuz için teşekkür ederim.
hacile forumdaşımın cevabını merak ediyorum :)
Bir hatırlatma yapmak ihtiyacı hissediyorum.
AL-İ İMRAN suresi 7. ayette :
Sana Kitabı indiren O'dur.
O'ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir.
Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar.
Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez.
İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.
buyrulmaktadır.

Rızık ve ölüm hakkındaki ayetleri bu ayetin ışığında değerlendirmek gerekir.
Rızık ve ölüm hakkındaki hadisleri de açıklamalarıyla birlikte okumak faydalı olacaktır.

Rızık ve ölüm konularının anlaşılabilmesi için kader konusununda bilinmesi gerekmektedir.

Bu konuda
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
linkindeki açıklamalarım faydalı olabilir.

Çevrimdışı helhel

  • Uzman Üye
  • *****
  • 776
  • 441
  • 776
  • 441
# 29 Mar 2017 15:12:53
Al-i İmran s. 7. Ayeti: Kur'an'daki Ayetlerin Tamamı Muhkemdir Müteşabih Ayetler Kur'an'da Değildir
Al-i İmran s. 7. ayetinde geçen Muhkem ve Müteşabih terimleri, Kur'an'ın en fazla konuşulan konularından bir tanesidir. Bu ayet ile ilgili tefsirlere bakıldığında, Kur'an ayetlerinin Muhkem ve Müteşabih olmak üzere 2 kısma ayrıldığı şeklindeki görüşlerin ağırlıkta olduğu görülecektir. Müteşabih ayetlere getirilen tarifin ise, bu ayetlerin anlaşılmaz ve kapalı yönünde olduğu görüşleri yine bilinen bir konudur.
Müteşabih ayet tarifinin problem arz etmesi bir tarafa, Muhkem ve Müteşabih olarak ikiye ayrılan Kur'an ayetlerinin, hangilerinin Müteşabih Ayet gurubuna dahil olacağı konusunda fikir birliğinin olmaması da ayrı bir konudur. 1000 kişinin eline birer tane Kur'an verilse ve onlara, Bu kitap içindeki ayetlerin hangisinin muhkem, hangisinin müteşabih olduğu yönünde bir çalışma yapın denilse, 1000 kişinin hiç birinin yaptığı tasnif birbirini tutmayacak, kuvvetli bir ihtimalle hepsinin yaptığı muhkem ayet- müteşabih ayet ayrımı farklı olacaktır.
Bizim asıl üzerinde durmaya çalışacağımız konu, bu ayette geçen Müteşabih terimi ile kast edilen ayet gurubunun Kur'an içinde olmadığı noktasındadır. Kanaatimiz, Kur'an içindeki bütün ayetlerin Muhkem Ayetler kategorisine dahil olduğu, Müteşabih Ayetler olarak bildirilen ayet gurubunun ise Kur'an dışında olduğu, bu ayetlerin nerede olduğu konusunun ise, aynı ayet içindeki EL KİTAP terimi ile neyin ifade edilmiş olabileceği dikkate alındığında anlaşılabileceği yönündedir.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.795
  • 227.350
  • 28.795
  • 227.350
# 30 Mar 2017 15:13:05
Annenin hizmete ihtiyacı var
İki kardeş vardı. Yatalak annelerine bir gece biri, diğer gece öteki bakacaktı. Öyle anlaşmışlardı. Abid olan nafile ibadete çok düşkündü, sabaha kadar ibadet ederdi.
Bunun için, kardeşine, (Bugün de anneme sen
hizmete devam et, ben de yine ibadet edeyim) derdi. Annesine bakma sırası hiç ona gelmezdi. Kardeşi, onun da sevap kazanması için abid olan kardeşine, bazen (Bugün sıra sende) derdi. Bu abid genç, rica eder, sabaha kadar ibadetle meşgul olurdu.
Yine bir gece sabaha kadar yaptığı ibadetten duyduğu hazdan dolayı kardeşine, her zaman olduğu gibi sırayı bozarak, (Bu gece de bana izin ver ibadet edeyim) dedi.
Kardeşi kabul edip annesine hizmete gidince, bu ibadet etmeye koyuldu.
Bir ara uyuya kaldı ve bir rüya gördü. Rüyasında nurani yüzlü bir zat buna dedi ki:
- Kardeşin affedildi.
Genç merakla sordu:
- Ben niye affedilmedim?
- Sen de affedildin ama, kardeşinin yüzünden affedildin.
- Ben Allahü teâlâya ibadet ediyorum. Kardeşim ise anneme hizmet ediyor.
Fakat benim onun yüzünden affedilmemin hikmeti nedir?
O zat dedi ki:
- Allahü teâlâ size nafile ibadeti farz kılmadı, ama ana babaya iyiliği hizmeti farz kıldı.
Üstelik annenin hizmete ihtiyacı var.
Kardeşin emre uyduğu için kazandı ve yükseldi. Onun sayesinde sen de affedildin.
............................. ......................
Hazret-i Musa, Cennetteki komşusunun kim olduğunu Hak teâlâdan sorup öğrendikten sonra yanına gider. Bu bir kasaptır. Kasap, bir parça et pişirir. Asılı zenbili aşağı alır, çok zayıf bir kadına et ve su verir. Üstünü başını temizleyip, zenbile koyar. Kasap, (Bu annemdir. Yaşlanıp bu hale girdi; sabah-akşam böyle bakarım) der. Kasabın annesinin, (Ya Rabbi oğlumu Cennette Musa aleyhisselama komşu eyle) dediğini Hazret-i Musa da işitir. Kasaba,"Müjde,Allahü teâlâ, seni Musa aleyhisselama komşu etti"'(annenin duası kabul oldu') buyurur.
(Hadis-i şerif,Şir’a)
İyilik etmek. Ana-babaya iyilik ve ihsan, evlada farzdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ana-babasına iyilik eden evlat, Peygamberlerle beraber Cennete girer.)
[Hadis-i Şerif,İ. Rafii]
(Ana-babasına iyilik edenin ömrü uzun, rızkı bereketli olur.)
[Hadis-i Şerif,İ. Ahmed]
(Ana-babanıza ihsan ederseniz, çocuklarınız da size ihsan eder.)
[Hadis-i Şerif,Taberani]

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.795
  • 227.350
  • 28.795
  • 227.350
# 01 Nis 2017 10:36:29
DUAYLA GELEN MÜŞTERİ....
Bir yaz günü, yetiştirdiği hayvanların arasına birkaç
tane de kaz ilave etmeyi düşünerek, karşı yakadaki
kaz çiftliğine gitmek üzere yola çıkan Yüksel Bey,
saatlerini çok iyi bildiği ve hiçbir zaman kaçırmadığı
feribotu kaçırır. O sıcakta bir sonraki feribotu beklemeyi göze
alamayınca da kaz alma planını bir sonraki güne
erteleyerek geri dönmeye karar verir. Dönüş yolunda otomobiliyle ilerlerk...en, bir kaz
sürüsüyle karşılaşır. Kazları takip ederse kendisini mutlaka ait oldukları
yere götüreceklerini düşünerek peşlerinden gitmeye
başlar. Sürü önde, Yüksel Bey arkada, tozlu topraklı köy
yollarında ilerlemeye başlarlar. Derken bir yol
ayrımında sürü ikiye ayrılır. Bir grup kaz sağa
giderken diğer grup düz devam eder. Yüksel Bey bir an tereddüt ettikten sonra, sağa sapan
kazları izlemeye karar verir. Kazlar yalpalaya
yalpalaya bir süre daha gider ve sonunda ağaçların
arasına gömülmüş küçücük bir evin önündeki tahta
çitlerin arasından geçerek içeri girerler. O sırada evin kapısı açılır ve yaşlı bir kadın dışarıya
çıkarak kazları karşılar. Yüksel Bey, bir süre kadını izledikten sonra
otomobilden iner, onun yanına gider ve şayet kabul
ederse kazlarını satın almak istediğini söyler. Yaşlı kadın sesi soluğu çıkmadan bakar bakar ve
ardından gözlerinden akan yaşlara hakim olamayarak
"Ben taa ne zamandır bu kazları satmaya niyetliyim.
Tek derdim, onları satıp içeride aylardır hasta yatan
kocama ilaç almak. Ama ne bir yere gidecek halim ne
de onları satacak birini bulacak gücüm var. Dün gece sabaha kadar ağlayarak yakardım. Dualarımın duyulacağını biliyordum. Seni bana
Rabbim yolladı oğlum" der.
Yüksel Bey, kazlara yaşlı kadının hayal bile
edemeyeceği bir fiyat ödediği gibi ertesi gün oraya bir
doktor götürüp kocasını muayene ettirir, ilaçlarını alır
ve yaşlı kadının hayır dualarıyla oradan ayrılır.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.795
  • 227.350
  • 28.795
  • 227.350
# 03 Nis 2017 15:27:41
14 yaşında bir delikanlı dedesiyle muayeneye gelir,kusma,ateş vs...İlaçlar verilir ve annen sana sıcacık yoğurtlu çorba yapsın,midene iyi gelir demek de ihmal edilmez...Annem yok ki,o zaman baban, o da yok ki ,nenem de hasta deyince kelimeler boğazına düğümlenir...O zaman dedesi bu genç delikanlıya sıcacık bir çorba yapacaksın,evlat sana emanet denir,yüreğindeki martılar göçederken hayat birkez daha seni darmaduman eder de yine de yaşamaya devam edersin...

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 09 Nis 2017 18:45:09
Hz. Ebubekir vefat etmiş Hz.Ömer hilafeti teslim almış, devlet emanetlerini inceliyor bir akşam vakti Sandıklar açılıyor, evraklar ve mali hazineye ait altınlar, dirhemler tasnif edilip devir teslim yapılıyor.

Evrakları tek tek inceleyen Hz. Ömer sandıklardan birinde bir kavanozla karşılaşıyor. İçi dirhemlerle dolu kavanozu merak ederek açıyor. İçinden şu not çıkıyor: “Ben ki; ALLAH Rasülü’nün Halifesi Ebubekir Hilafetim süresince devlet hazinesinden bana bağlanan maaşı almaya haya ettim ve hiç kullanmadım. Çünkü bulunduğum makam; tebliğini ücretsiz, Hak Rızası için yapan Rasül makamı idi.

Tamamen kendi gayretimle geçindim. Benden sonra gelecek halifeye teslim edilmek üzere tüm maaşım bu kavanozdadır. Devlet hazinesine kaydedilsin!”

Hayatı Hz. Ebubekir’le hayır yarışına dönüşen Hz. Ömer olduğu yere öylece çöker Ağlamaklı vaziyette şunları söyleyecektir:

-Ne kadar büyüksün Ya Ebubekir! Hayatında seni geçmeme fırsat vermedin, vefatın sonrasında da buna imkan tanımıyorsun Ne kadar büyüksün Ya Sıddık!

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.795
  • 227.350
  • 28.795
  • 227.350
# 17 Nis 2017 17:42:42


Nurgül, yoksul bir ailenin çocuğuydu ve okul giderlerini karşılamak için kapı kapı dolaşarak eşyalar satıyordu.
O gün, hiçbir şey satamamıştı ve karnı da çok açtı.
Bundan sonra çalacağı ilk kapıdan yiyecek bir şeyler istemeye karar verdi.
Kapıyı açan sevimli genç bayanı görünce utandı.
Yiyecek bir şeyler yerine:
“Affedersiniz, bir bardak su rica edebilir miyim?” diyebildi yalnızca.
Genç bayan, çocuğun aç olabileceğini düşünerek kocaman bir bardak süt getirdi ona. Çocuk, sütü yavaş yavaş içine sindirerek içtikten sonra :
“Çok teşekkür ederim, borcum ne kadar?” diye sordu genç bayana.
Genç Bayan, “Borcunuz yok” diyerek, yüzünde sıcak bir gülümsemeyle devam etti;
“Annem, gösterdiğimiz şefkat ve nezaket karşılığı olarak asla bir bedel ödenmesini beklemememizi öğretti bize” dedi.
Çocuk :
“O halde çok teşekkürler, yürekten teşekkür ederim size” dedi.
Nurgül, evin önünden ayrıldığı zaman kendisini yalnızca bedensel olarak değil, ruhsal olarak da güçlü hissediyordu.
Yıllar sonra genç bayan çok ender rastlanan bir hastalığa yakalanmıştı. Yöredeki doktorlar çaresiz kalınca, hastalığı ile ilgili araştırmalar yapılması için onu büyük kente gönderdiler.
Dr. Nurgül, görüş alışverişi yapması için çağrıldığı hastanın hangi kasabadan geldiğini duyunca heyecanlandı. Artık genç olmasa da yıllar önce kendisine sevgiyle yaklaşan bayanı ilk gördüğü anda tanımıştı ve onun yaşamını kurtarmak için elinden geleni yaptı.
Uzun süren tedaviden sonra bayan sağlığına kavuştu. Dr. Nurgül, denetlemesi için önüne getirilen faturaya şöyle bir baktı ve üstüne bir şeyler yazarak zarfın içine koydu ve hasta bayanın odasına gönderdi.
Kadın elleri titreyerek aldı zarfı eline.
Açmaya korkuyordu ...
Hastane faturasını asla ödeyemeyeceğini ve geri kalan yaşamı boyunca bu faturayı ödemek için çalışacağını biliyordu. Sonunda zarfı açtı ve faturaya iliştirilmiş bir not dikkatini çekti.
Kâğıtta şunlar yazılıydı:
“Hastane giderlerinin tamamı bir bardak süt karşılığı ödenmiştir.”

EsraRengiz Sözler. ..... Güller Sofrası

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.795
  • 227.350
  • 28.795
  • 227.350
# 18 Nis 2017 21:00:20
Rivayete göre Bursa’da yaşayan bir adam, bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve çeşmenin başına şöyle yazmış; “Her kula helâl, Müslüman’a haram!”

Bursa başkent, tabii Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye…

*Gitmişler kadıya şikâyete, adam yakalanıp yaka-paça huzura getirilmiş. “Bu nasıl fitnedir, dini İslâm, ahalisi Müslüman olan koca devlette sen kalk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman’a yasakla! Olacak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin?” diye çıkışmışlaradama. Adam:

– “Müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ister, delil şarttır…” dedikçe kadı kızmış:

– “Ne delili, ne ispatı? Sen fitne çıkardın, Müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın, katlin vaciptir!” demiş. Demiş ama bir yandan da merak edermiş:

– “Nedir gerekçen?” diye sormuş. Adam:

– “Bir tek Sultan’a derim…” diye cevap verince, ortalık yine karışmış. Söz Sultan’a gitmiş, adam yaka paça saraya götürülmüş. Padişah da sinirlenmiş ama diğer yandan o da meraklanırmış:

– “De bakalım ne diyeceksen. Bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın, hem de her kula helâl, Müslüman’a haram yazarsın?” Adam, başı önünde konuşur:

– “Delilim vardır, lâkin ispat ister.”

– “Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?”

– “O zaman boynum, hükme kıldan incedir Sultanım…”

– “Eeee!”

– “Sultanım, herhangi bir havradan (sinagog) rasgele bir hahamı izahsız yaka-paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak…” Dediği yapılmış adamın. Bütün azınlıklar bir olmuş, başlarında Museviler, “Ne oluyor, bu ne zulüm? Bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim…” Çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş. Bir hafta dolunca, adam:

– “Sultanım, artık bırakmak zamanıdır” demiş. Haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer Sultan’a teşekkürler, hediyeler.

– “Aynı işi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız Sultanım” demiş. Aynı şekilde bir papaz derdest edilip yaka-paça alınmış Pazar ayininden ve aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar… Din adamlarına kavuşmanın mutluluğuyla daha bir sarılmışlar birbirlerine… Sultan:

– “Bitti mi?” demiş adama.

– “Sultanım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle” demiş.

– “Şimdi nedir isteğin?”

– “Efendim, payitahtımız Bursa’nın en sevilen, âlimini alınız minberinden…” Adamın dediğini yapmışlar, Ulucami imamını Cuma hutbesinin ortasında almışlar, yaka-paça götürmüşler.

Bir Allah’ın kulu çıkıp da, “ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz? Hiç olmazsa vaazı bitene kadar bekleseydiniz”, gibi tek bir kelâm etmemiş, imamın peşinden giden, arayan-soran olmamış… Geçmiş bir hafta, “Nerde imam” diye gelen-giden yok! Halk hâlinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta tutuklanan koca âlim için:

– “Biz de onu adam bilmiş, hoca bellemiştik…”

– “Kim bilir ne suç etti de tevkif edildi!”

– “Vah vah! Acırım arkasında kıldığım namazlara…”

– “Sorma, sorma…”

Padişah, kadı ve adam izliyorlarmış olup-bitenleri. Sonunda Padişah çeşmeyi yaptırana sormuş:

– “Eee, ne olacak şimdi? Adam:

– “Bırakma zamanıdır. Bir de özür dileyip helâllik almak lâzımdır hocadan.” “Haklısın” demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş. Adam başı önünde konuşmuş:

– “Ey büyük Sultanım, siz irade buyurunuz lütfen, böyle Müslümanlara su helâl edilir mi?”

Sultan acı acı tebessüm etmiş:

– “Hava bile haram, hava bile!” demiş.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.795
  • 227.350
  • 28.795
  • 227.350
# 26 Nis 2017 18:33:03
AFFET BABACIĞIM [İBRETLİK BİR KISSA]

Evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu.
Yine böyle bir tartışma anında; eşi, bütün bağları kopardı ve "Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak" diyerek rest çekti... Eşini kaybetmeyi göze alamazdı.
Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası, sevdiği ve kendini seven bir eşi ve birde çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı.
Hâlâ onu ölürcesine seviyordu.
Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu.
Babasını yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti . Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak, böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı.
Babasına lâzım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu; "Baba bende seninle gelmek istiyorum" diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular.
Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Oğlu sürekli babasına "Baba nereye gidiyoruz ?" diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan; nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve
torununa belli etmemeye çalışıyordu.
Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi. Sonra diğer malzemeleri taşıdı en son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi.
Tipi, adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı. Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü.
Öyle üzgündü ki, dünya başına göçüyor gibiydi. O, bu duygular içindeyken babası, yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti,
içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu.Oğlu ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın
vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu.
Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi, yanaklarını ve ellerini defalarca öptü. Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de
kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve oğlunun elini tutup hızla barakayı terk etti. Arabaya bindiler.
Oğlunu yola çıktıklarında ağlamaya başladı, neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu. Bir süre sonra Oğlu: "Baba, sen yaşlandığında ben de seni buraya mı getireceğim?" diye sorunca dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya ulaştığında "Beni affet baba." diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Oğlu: "Baba beni affet! Sana bu muameleyi yaptığım için beni affet!" diye hatasını belli ediyordu...
Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu...
"Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın... Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum."
............

Çevrimdışı TugraÖzyıldız

  • Bilge Üye
  • *****
  • 10.264
  • 16.906
  • Birleştirilmiş Sınıf
  • 10.264
  • 16.906
  • Birleştirilmiş Sınıf
# 29 Nis 2017 22:21:19
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
AFFET BABACIĞIM [İBRETLİK BİR KISSA]

Evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu.
Yine böyle bir tartışma anında; eşi, bütün bağları kopardı ve "Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak" diyerek rest çekti... Eşini kaybetmeyi göze alamazdı.
Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası, sevdiği ve kendini seven bir eşi ve birde çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı.
Hâlâ onu ölürcesine seviyordu.
Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu.
Babasını yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti . Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak, böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı.
Babasına lâzım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu; "Baba bende seninle gelmek istiyorum" diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular.
Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Oğlu sürekli babasına "Baba nereye gidiyoruz ?" diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan; nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve
torununa belli etmemeye çalışıyordu.
Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi. Sonra diğer malzemeleri taşıdı en son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi.
Tipi, adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı. Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü.
Öyle üzgündü ki, dünya başına göçüyor gibiydi. O, bu duygular içindeyken babası, yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti,
içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu.Oğlu ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın
vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu.
Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi, yanaklarını ve ellerini defalarca öptü. Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de
kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve oğlunun elini tutup hızla barakayı terk etti. Arabaya bindiler.
Oğlunu yola çıktıklarında ağlamaya başladı, neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu. Bir süre sonra Oğlu: "Baba, sen yaşlandığında ben de seni buraya mı getireceğim?" diye sorunca dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya ulaştığında "Beni affet baba." diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Oğlu: "Baba beni affet! Sana bu muameleyi yaptığım için beni affet!" diye hatasını belli ediyordu...
Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu...
"Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın... Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum."
............
Bunu ilk babamdan dinlemiştim,sonra geçenlerde ben de öğrencilerime anlatmıştım.. çok hüzünlenirim bu hikayeyi hatırladıkça..

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 30 Nis 2017 16:40:08
Bursa’da zamanında Müslüman bir zat bir çeşme yaptırmış. Eski adı yahudilik yol ağzı, bugün ki adı Arap Şükrü muhitinde, ve başına bir kitabe eklemiş, “Her kula helâl, Müslümana haram“… Tabii başkent, Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye…Efendime söyleyeyim, gitmişler kadıya şikâyete, yaka paça yakalanmış adam huzura getirilmiş, bu nasıl fitnedir, dini islam ahalisi müslüman olan koca devlette, sen kalk hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu müslümana yasakla… Olcak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin? diye çıkışmışlar adama…

Adam müsade buyrun sebebi vardır, lakin ispat ister, delil şarttır der… Kadı kızar: “Ne delili, ne ispatı, sen fitne çıkardın müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın katlin vaciptir!” der. Ama bir yandan da merak eder, nedir gerekçen diye sorar, adam bir tek Sultan´a derim diye cevap verince, karışır yine ortalık. Söz Sultan´a gider, adam saraya yaka paça götürülür…

Padişah sinirlenir ama diğer yandan da meraklanır : “De bakalım ne diyeceksen, bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın, hem de her kula helâl, bir tek müslümana haram yazarsın…”

– Adam başı önünde delilim vardır, lâkin ispat ister

– Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?

– O zaman hükme kıldan incedir boynum sultanım

– Eeee

– Sultanım her hangi bir havradan (sinagog´dan) bir rastgele haham ı izahsız yaka paça tutuklayın, bir hafta bakın neler olacak..
Dediği yapılmış adamın, tüm azınlıklar bir olmuş, başlarında museviler, “Ne oluyor, bu ne zulüm, bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim…” efendim çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş,

Bir hafta dolunca: Sultan´ım artık bırakmak zamanıdır demiş adam, haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer sultana teşekkürler, hediyeler, az zaman geçmiş ki adam Aynı işi herhangi bir kiliseden bir papaz için yaptırınız sultanım demiş.

Aynı işlemle, aynı usulle bir papaz derbest edilmiş, yaka paça alınmış pazar ayininden, aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar… Levantenler din adamlarına kavuşmanın mutluluğu ile daha bir sarılmışlar birbirlerine.


 
Sultan: “Bitti mi?” demiş adama.

– “Sultanım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle” demiş.

– Şimde nedir isteğin?

– Efendim başkentimiz Bursa’nın en sevilen, en sözü dinlenilen, itimad edilen Alimini alınız mimberinden,

dedikleri gibi olmuş, Ulucamiinin imamını, cuma hutbesinin ortasında almışlar… Yaka paça götürmüşler…

Ve ne olmuş bilin bakalım ?

Bir Allah’ın kulu, tek bir olumlu kelâm etmemiş, ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz hiç olmasa vaazı bitene kadar bekleyeydiniz, dememiş. Peşinden giden olmamış, arayan soran olmamış…

Geçmiş bir hafta, nerde imam diye gelen giden olmamış… Aptal ve cahil bir imam atanmış yerine, ne konuştuğunu kulağının duymadığı yobaz cinsinden, halk halinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta derbest edilen koca âlim için;

- Biz de onu adam, hoca bellemiştik,
– kimbilir ne haltlar etti de tutuklandı…
– vah vah acırım arkasında kıldığım namazlar…
– sorma sorma…
Padişah, kadı ve adam izlemişler olanı biteni, padişah;
– eee ne olacak şimdi adam.
– bırakma zamanıdır, bide özür dileyip helallik almak lazımdır hocadan.
– “haklısın” demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş, adam başı önünde;
– Ey büyük Sultanım, siz irade buyurunuz lütfen, böylesi Müslümanlara SU HELÂL edilir mi?
Sultan acı acı tebessüm etmiş;
– “Hava bile haram, hava bile…” demiş

Çevrimdışı fatihcan0284

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 474
  • 426
  • 474
  • 426
# 02 May 2017 10:15:55
Bir acelesi olduğunu, onu görür görmez anlamıştım. Sağanak halinde yağan yağmura aldırış bile etmiyor ve bükülmüş haline rağmen sağa sola koşuyordu. Yanına sokularak:

– Hayrola teyzeciğim, dedim. Bir derdiniz mi var?

Sıcak bir tebessümle:

– Buraların yabancısıyım evladım, dedi. Hastane tarafına gidecek bir araba arıyorum.

– Biraz beklerseniz aynı dolmuşa binebiliriz, dedim. Oraya geldiğimizde size haber veririm.

Teşekkür ederek yanıma yaklaştı ve küçük bir çocuk gibi şemsiyenin altına girdi. Nurlu yüzü yağmur damlacıklarıyla ıslanmış ve yanakları pembe pembe olmuştu.

– Torunlarımdan biri menenjit geçirdi, diye devam etti. Ziyaret saati bitmeden dolaşmak istemiştim.”

– 20 dakikanız var, dedim. Hastaneye yakın ama, bu havada pek araba bulunmuyor.

Durağa herkesten önce geldiğimiz için, dolmuşa da rahatça bineceğimizi zannediyordum. Ancak araba yanaştığında, arkamızda duran 4-5 kişinin bir anda hücum ettiğini gördüm. İçeriye doluşan ve arkadaş olduğu anlaşılan adamlara:

– İlk önce biz gelmiştik, dedim. Sırayı bozmaya hakkınız var mı?

Ön koltukta oturanı:

– Hak istiyorsan Hakkari’ye gideceksin arkadaşım, dedi. Hem oradaki haklardan KDV’de alınmıyormuş.

Bu laf üzerine attıkları kahkahalarla bindikleri araba sarsılmış ve sinirlerim allak bullak olmuştu. Sakinleşmeye çalışarak:

– Ben biraz daha bekleyebilirim, dedim. Ama şu ihtiyar teyzenin hastaneye yetişmesi gerekiyor.

Bu defa şoför lafa karışıp:

– Teyzenin arabaya falan ihtiyacı yok be kardeşim, dedi. Okuyup üfledi mi, hastaneye uçuverir.

Tekrar kopan kahkahalarla birlikte araba uzaklaşıp gitti. Yaşlı kadına baktım, tevekkülle susuyordu.

5-10 dakika sonra gelen bir başka dolmuşa onunla beraber bindim ve şoföre “teyzeyi hastanede indirmesini” söyledim. Yaşlı kadın, yapacağı ziyaretten ümitsiz görünmesine rağmen şikayet etmiyordu. Üstelik trafik de, yarı yolda tıkanıp kalmıştı. Şoför:

– Yolun bu durumu, hayra alamet değil, dedi. Sebebini anlasam iyi olacak.

Arabayı çalışır vaziyette bırakıp ileri doğru yürüdü ve biraz sonra döndüğünde:

– Kısmete bak yahu, dedi. Bizden önce kalkan dolmuşa kamyon çarpmış. Heyecanla:

– Bir şey olmuş mu? diye atıldım. Yani yaralı falan var mı?

– Herhalde, diye cevap verdi. Dolmuşta bulunanları, teyzenin gideceği hastaneye kaldırmışlar.

Göz ucuyla yaşlı kadına baktım. Solgun dudaklarıyla bir şeyler mırıldanıyor ve sanki onlar için dua ediyordu. Şoför, koltuğuna yavaşça otururken:

– Kısmet işte, diye tekrarlayıp, duruyordu. Sen kalk koca bir kamyonla çarpış, hem de Türkiye’nin öbür ucundan gelen Hakkari plakalı bir kamyonla…

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 02 May 2017 23:38:02
Musa Aleyhisselâmın ümmeti:
- Ya Musa! Rabbimizi yemeğe davet ediyoruz. Buyursun bir gün misafirimiz olsun. Nemiz varsa ikram etmeye hazırız, dediklerinde Musa Aleyhisselâm, onları azarladı. «Nasıl olur, Allah (haşa) yemekten, içmekten ve mekândan münezzehtir» diyerek bir daha böyle bir şeyi akıllarından bile geçirmemelerini tenbihledi. Fakat Musa Kelîmullah Turu Sina'ya çıkıp, bazı münasaatta bulunmak istediğinde, Allah tarafından şöyle nida olundu:

- «Ya Musa neden kullarımın davetini bana getirip söylemiyorsun?»

Musa Aleyhisselâm:
«Ya Rabbi, böyle daveti size gelip söylemekten haya ederim. Nasıl olur, Zatı Ulûhiyetiniz onların söylediklerinden beridir» dedi.

Allah (c.c.):
«Söyle kullarıma, onların davetine Cuma akşamı geleceğim» buyurdu.

Musa Aleyhisselâm gelip kavmini durumdan haberdar etti, hazırlığa başlandı, koyunlar, sığırlar kesildi. Mümkün olduğu kadar mükellef bir yemek sofrası hazırlandı. Çünkü misafir gelecek olan ne bir vali, ne bir padişah, ne bir başka yaratıktı. Kâinatın yaratıcısı misafir olarak gelecekti. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra, akşam üstü uzak yollardan geldiği belli; yorgun argın, üstü-başı birbirine karışmış bir ihtiyar gelip:
«Ya Musa! Uzak yollardan geldim, acım, bana bir miktar yemek verin de karnımı doyurayım» dedi.
Hz. Musa:
- Acele etme, hele şu testiyi al da biraz su getir bakalım. Senin de bir katkın bulunsun. Biraz sonra Allah (c.c.) gelecek, dedi.

Tabii adam daha fazla diretmeden çekip gitti. Yatsı vakti oldu, beklenen misafir halâ gelmedi. Sabah oluncaya kadar beklediler, halâ gelen giden yoktu. Neyse ümidi kestiler. Hz. Musa taaccüp içinde idi.

İkinci gün Hz. Musa Tur'a gidip:

- Ya Rabbi, mahcup oldum, ümmetim: «Ya Sen bizi kandırdın, ya Allah sözünde durmadı» diyorlar dediğinde, şöyle hitap olundu:

- Geldim ya Musa, geldim. Açım dedim, beni suya gönderdin, bir lokma ekmek bile vermedin. Beni ne sen, ne kavmin ağırladı.» Bunun üzerine Hazreti Musa Kelîmullah:

- Ya Rabbi bir ihtiyar geldi sadece, o da bir kuldu, Allah değildi. Bu nasıl olur? dediğinde Cenabı Allah:

- «İşte ben o kulum ile beraberdim. Onu doyursa idiniz, beni doyurmuş olacaktınız. Çünkü ben ne semalara, ne yerlere sığarım, ben ancak aciz bir kulumun kalbine sığarım. Ben o kulumla beraber gelmiştim. Onu aç olarak geri göndermekle, beni geri göndermiş oldunuz» buyurdu.

Demek ki, Allah için yapılan her şey, bizzat Allah'ın kendisine yapılmış gibi olmakta, Allah o kimseden razı olmaktadır.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.795
  • 227.350
  • 28.795
  • 227.350
# 03 May 2017 17:50:37
Kadının biri, cömert olduğu söylenen yaşlı bir bilgeye gidip:
- Bu şehirde benden fakir insan yok!. demiş. Bana biraz yardım eder misiniz?
Bilge adam, kadının kucağındaki bebeğin bir ipeği andıran yanaklarını okşayıp öptükten sonra:
- Demek fakirsin!. demiş. Hem de çok fakir. Ama karşılıksız yardım yapmak, âdetim değil!. Eğer yardım istiyorsan, çocuğunun parmağını satman gerekir..
Kadın, önce deli olduğunu sanmış bilgenin. Daha sonra da, kötü bir şaka yaptığını... Ama adam ciddî görünüyormuş.
Kadına bir kese altın uzatıp:
- Ayak parmağına da razıyım!. demiş. Zaten cerrah olduğumdan, ona acı çektirmem
Kadın, bütün kanını donduran bu teklif üzerine kaçmayı düşünürken, adam:
- Sadece tırnağını söksem de olur! diye devam etmiş. Biliyorsun zamanla yenisi çıkar.
Kadın, bu ruh hastasına daha fazla dayanamamış. Ve kapıyı çarpıp uzaklaşırken, adam onun arkasından:
- Nasıl bir fakir olduğunu anlayamadım!. diye bağırmış. Kucağındaki hazinenin tırnak kadar bir parçasını, bir kese altına değişmiyorsun!
Bazen o kadar başka şeylere yoğunlaşır ,kafamızdan sürekli olarak o düşünceleri geçiririz ki,elimizde var olan zenginliklerin farkında bile olmayız.
Sağlık gibi.. Evlat gibi. .Ana baba,kardeş gibi...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.795
  • 227.350
  • 28.795
  • 227.350
# 05 May 2017 16:35:16
Çok eski zamanlarda kervancılık yapan, çok zengin bir adam varmış. Ülkenin bütün taşıma işlerini tekelinde tutar, onun sağladığı güçle ihtişam ve zenginlik içinde yaşarmış. Bu kervancı, günün birinde o civarın manevi dinamiği olan imamın yanına gitmiş ve ‘bir maruzatım var’ deyip kapısını çalmış.


Ardından sıkıntılarını anlatmaya başlamış. “Ülkenin en zengin adamıyım ama hiç huzurum yok. Her gece kâbuslarla uyanıyorum. Çok şiddetli baş ağrıları çekiyorum. Ülkenin bütün kervan işlerini ben yapıyorum ama para işlerim de bir türlü düzene girmiyor.” diye dert yanmış.

Bunları dinleyen imam hemen cevabını vermiş: “Kervancı ben senin şöhretini bilirim, söylediklerimi yapmazsın, o nedenle beni boş yere uğraştırma...” Kervancı çok kötü durumda olduğunu söyleyerek yeminler etmiş, öğüdünü dinleyeceğine dair söz vermiş. İkna olan imam, ona hal çaresi sunmuş, “Yaptığın işleri yüzde 20 daha ucuza yapacaksın.” diye tembihte bulunmuş. Kervancı isyan etmiş, “Ya nasıl olur, ben bu haliyle para kazanamıyorum, sen daha da ucuzlatmamı istiyorsun.” İmam da, “Ben sana beni dinlemezsin demiştim, git o zaman.” deyince kervancı mecburen kabul etmiş. Yaptığı işleri yüzde 20 daha ucuza yapmaya başlamış. Birkaç ay sonra kervancı tekrar imamın yanına gitmiş. “Söylediğini yaptım, kâbuslarımdan biraz kurtuldum, baş ağrım biraz hafifledi, işlerim de biraz düzeldi ama tam rayına oturmadı hâlâ.” demiş. İmam, “O zaman fiyatlarda yüzde 25 daha indirim yap.” karşılığını vermiş. Kervancı, yine ahlar vahlar etmiş ama mecburen kabul etmek zorunda kalmış. İflas etme pahasına imamı dinleyeceğine söz vermiş.

Birkaç ay sonra kervancı yine imamın yanına gitmiş demiş ki; “Söylediklerini yaptım, iç sıkıntılarım neredeyse düzeldi, baş ağrım geçti, işlerim de düzelmek üzere ama tam yoluna girmedi...” Bunu duyan imam, yüzde 10 daha indirim yapmasını istemiş ve bu indirimi de halka tellallar aracılığıyla duyurmasını söylemiş.

Kervancı ahlar vahlar etse de gereğini yapmış. Birkaç hafta sonra imamın yanına gidip, “Kâbuslarım tamamen bitti, baş ağrılarım ortadan kalktı, malımız mülkümüz artmaya başladı. İmam efendi nedir bu işin sırrı?” diye sormuş. İmam açıklamış: “Yük taşıtmak isteyenler,  başka bir alternatifleri olmadığı için mecburen sana geliyor ama fiyatların çok yüksek, hizmetin kötü olduğu için parayı veriyor, arkandan ‘canından çıksın, paranın hayrını görmeyesin’ diye beddua ediyorlardı. Hakkında hayırla konuşmuyorlardı. Ahalinin mal taşımada başka seçeneğinin olmaması adalet ve hakka değil şımarıklığa sevk etmişti seni. Fiyatları ucuzlatıp hizmet kalitesini artırınca halkın memnuniyeti de arttı. Senin için yeniden hayır konuşmaya başladılar. Allah eksikliğini göstermesin demeye başladılar. İşlerinin iyi gitmesini istiyorsan ahalinin bedduasını değil duasını alacaksın.”

  yaptıklarınızın vicdanda nasıl yansıdığı tahmin edilenden çok daha önemlidir. Hakikati incitirseniz, bütün sebepler sizin lehinize olsa da işler ters yüz olur. Bazen bütün imkânlar elinizdedir ama başınız beladan kurtulmaz. Vicdanlı insanlar dönüp kendisine bakmalıdır. Nerede hangi hakikati incitiyor ve hakla hemdem olmuş hangi yüreği tarumar ediyoruz diye düşünmelidir. Yoksa kâbuslar bizi bırakmayacak.
................

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK