İbretlik Hikayeler

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.946
  • 28.885
  • 227.946
# 14 Mar 2017 22:14:53
Adamın biri, ilk defa gittiği küçük bir kasabada
şaşkın şaşkın gezinirken

yol kenarında duran bir arabanın yanına sokulmuş
ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa :

- Buraların yabancısıyım...
...Parkın hemen yanıbaşındaki fırını arıyorum,
çok yakın olduğunu söylediler...?

Çocuk, arabanın penceresini iyice açtıktan sonra :
- Ben de buraya ilk defa geliyorum demiş.
Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde.

Adam, çocuğun da yabancı olmasına rağmen
bunu nasıl anladığını sormuş.

Çocuk:
- Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz?
diye gülümsemiş.
Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten.

- İyi ama, demiş adam, bunların parktan değil de
tek bir ağaçtan gelmediği nerden
biliyorsun?

- Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez, diye atılmış çocuk.
Üstelik, manolyalar da katılıyor onlara. Hem biraz derin nefes alırsanız,
fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyacaksınız.

Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra,
teşekkür etmek için döndüğünde farketmiş çocuğun kör olduğunu.

Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış, adamın kendisini farkettiğini...

Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken:
- Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş, görmeyi o kadar çok özledim ki.
Sizinkiler sağlam öyle değil mi?

Adam, çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken:
- Artık emin değilim, demiş. Emin olduğum tek şey, senin benden iyi gördüğündür.

-Gösterdim... gördü anlamına gelmez
- Söyledim... duydu anlamına gelmez
- Duydu... doğru anladı anlamına gelmez
- Anladı... hak verdi anlamına gelmez
- Hak verdi... inandı anlamına gelmez
- İnandı... uyguladı anlamına gelmez
- Uyguladı... sürdürecek anlamına gelmez...

Çevrimdışı YILMAZ55

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 18
  • 866
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 18
  • 866
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 14 Mar 2017 22:44:01
Işığı Yanan Evler

Tıp fakültesini yeni bitirmiş, pratisyen hekim olarak ilk görev yaptığım yere, Konya’ya bağlı bir beldenin sağlık ocağına gitmiştim. Gençtim, bekardım. Küçük bir beldeydi gittiğim yer. İlk gece bir eve misafir olmuştum.

Tren istasyonunun hemen yanında bir evdi.  Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler edilmişti. Üzerimde yol yorgunluğu, geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı. Saatler ilerliyor, ağır bir uyku beni içine çekiyordu. Ev sahibine bir şey de diyemiyordum.

Bir müddet daha geçti; yine bir hareket yoktu. Evin büyüğü olan Hacıanneye sıkılarak: “Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor?” dedim. Hacıanne: ” Evladım treni bekliyoruz. Az sonra tren gelecek, onu bekliyoruz” dedi.
Merak ettim, tekrar sordum: “Trenden sizin bir yakınınız mı inecek ?”
Hacıanne: “Hayır evladım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok. Ancak burası uzak bir yer. Trenden buraların yabancısı birileri inebilir. Bu saatte, yakınlarda, ışığı yanan bir ev bulmazsa, sokakta kalır. Buraların yabancısı biri geldiğinde, ışığı yanan bir ev bulsun diye bekliyoruz.”


Konya Ovası’nda, ya da bir başka yerinde Türkiye’nin, trenden inen yabancılar için “Işığı yanan evler yerinde hala duruyor mudur?”

Çevrimdışı YILMAZ55

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 18
  • 866
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 18
  • 866
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 14 Mar 2017 22:51:03
TÜM ÖĞRETMENLER BU YAZIYI OKUMALI

2000 yılının aralık ayıydı. Üniversiteden yeni mezun olmuştum. Bir devlet okulunda heyecanla derslere giriyordum. Sınıflardan birinde, şartlı cümleleri anlatırken tahtaya İngilizce bir cümle yazdım.

“Evet çocuklar, tahtada ‘Eğer çok zengin olsaydım anneme... alırdım.’ yazıyor. Cümledeki boşluğu, hayal gücünüzü de kullanarak doldurun. Anlaşıldı mı?” dedim.
Anlaşılmış olmalı ki herkes sessiz bir şekilde dağıttığım küçük kâğıtları aldı ve gözlerini tavana dikip düşünmeye başladı. Beş dakika sonra sınıfı dolaşıp kâğıtları topladım ve tek tek okudum. Uzay gemisi, Ferrari, Miami’de yazlık, Maldivler’de ada... Ben okuyorum, sınıf gülüyordu. Son kâğıdı içimden okudum. “If I were rich, I would buy flowers for my mom.”

Cümlenin sahibi, o sene sınıfa yeni gelen çelimsiz, içine kapanık bir çocuktu. “Aramızda çok duygusal bir arkadaşımız var!” dedim. “Selim, kalk bakalım. Ne yazdığını arkadaşlarına söyleyebilir misin?”

“Çiçek alırım, yazdım öğretmenim.”

Sınıfta hafif bir kahkaha koptu. “Ben çok zengin olduğunuzu düşünün, hayal gücünüzü kullanın demiştim. Buna rağmen çiçek alırım yazdığına göre önemli bir sebebin olmalı” dedim.
Bir süre sessizce bekledi, sonra ayağa kalkıp “Aklıma başka bir şey gelmedi öğretmenim” dedi usulca. Yüzünde Mona Lisa tablosunu andıran gülmekle ağlamak arası garip bir ifade vardı.
“Oğlum, dalga mı geçiyorsun?” dedim sertçe. “Aklınıza bir şey gelmesi için illa not mu vermemiz gerekiyor?”

Hiç cevap vermedi. Kâğıtları geri dağıttım. Sınıf, çalan zille birlikte kovanı kurcalanmış arı sürüsü gibi bahçeye aktı. Dışarıda ince bir yağmur yağıyordu.

Ertesi sabah okula geldiğimde Selim’in babasını lobide beni beklerken buldum. Önündeki sehpada bir gün önce sınıfta dağıttığım buruşuk kâğıt parçası duruyordu. Oturup biraz konuştuk. Kısa bir görüşmeden sonra ayrıldı. Zorlukla zümre odasına doğru yürüdüm. Başım dönüyordu. Hıçkırığa benzer garip bir şey diyaframdan gırtlağıma kadar tırmanmış, patlamaya hazır bekliyordu.

2000 yılının aralık ayıydı ve ben, kâğıttaki küçük boşluğu çiçekle dolduran Selim’in, hayatındaki en büyük boşluğu da çiçekle doldurmaya çalıştığını öğrendim.
Üç ay önce bir trafik kazasında annesini kaybettiğini ve o günden beri, babasıyla, hiç aksatmadan her cuma günü annesinin mezarını ziyaret edip mezarlığa çiçek diktiklerini...
Önceki gece babası duymasın diye yüzünü yastığa gömerek sabaha kadar hıçkırdığını...

Ve üniversiteden alınan diplomayla öğretmen olunamayacağını...
Hepsini, hayatımın o en serin aralık sabahında öğrendim .
"Öğretmenlik sabah gidip öğlen geldiğin, cumartesi, pazar, sömestır ve yazın tatil yaptığın bir meslek değildir. Öğretmenlik Anne olmaktır. Baba olmaktır. Abi olmaktır.. Kısacası İnsan olmaktır.

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.908
  • 46.144
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 5.908
  • 46.144
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 15 Mar 2017 19:18:59
     Günün birinde güzel bir genç kız sevdiği adamla evlenir ve aynı evde kocası ve kaynanası ile birlikte yaşamaya başlar.
Çok mutludur, fakat kaynanası ile geçinememeye başlar.
 Kuşak farkı nedeniyle kişilikleri tamamen farklıdır.
Bu nedenle ve daha birçok küçük sebeple her gün kavga edip tartışırlar.
Kocası da annesi ve karısı arasında kalmaktan sıkılmış, mutsuz olmuştur.
Genç kız, bu böyle gitmez, bir şeyler yapmak gerek diye düşünür, eski bir tanıdığı olan baharatçıya gider ve derdini ona anlatır.
Yaşlı adam baharatlardan bir karışım hazırlar, kaynanasını zehirlediği belli olmasın diye der ki:
– Bu karışımı 3 ay boyunca her gün kaynanan için yaptığın yemeklerin içine az bir miktar koyacaksın.
Kimsenin şüphelenmemesi için ona çok iyi davranmalı, onun en sevdiği, güzel yemekleri yapmalısın.
Sevinç içinde eve dönen genç kız yaşlı adamın dediklerini aynen uygular.
Her gün kaynanasının sevdiği en güzel yemekleri yapar.
Kaynanasının yemeğine az miktarda zehri damlatır.
Kimse şüphelenmesin diye de ona çok iyi davranır.
Bir süre sonra kaynanası da çok değişir ve ona kendi kızı gibi davranır.
Evde artık herkes mutludur.
Genç kız suçluluk duymaya başlar.
Pişman bir vaziyette baharatçı dükkanının yolunu tutar ve yaşlı adama şu ana kadar kaynanasına verdiği zehrin etkisini yok edecek panzehir için yalvarır.
Kaynanasının ölmesini artık istememektedir.
Yaşlı adam yaşlı gözlerle karşısında konuşup duran genç kıza bakar, gülmeye başlar ve der ki:
– Merak etme sana verdiğim karışım çeşitli vitaminler içeriyordu. Olsa olsa kaynananı sadece daha da güçlendirdin. Gerçek zehir ise senin ile kaynanan arasındaydı. Sen ona iyi davrandıkça o da değişti ve aranızdaki zehir yerini sevgiye bıraktı, böylece siz gelin kayna değil, gerçek bir ana kız oldunuz.

Eski bir Çin atasözü; “Sevilen insan sevgisini insanlara veren insandır.”   Kendi içimizdeki zehirlerin panzehri birbirimize daha çok sevgiyle yaklaşmaktır.

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.946
  • 28.885
  • 227.946
# 18 Mar 2017 20:23:16
Kadının biri, cömert olduğu söylenen yaşlı bir bilgeye gidip:
- Bu şehirde benden fakir insan yok!. demiş. Bana biraz yardım eder misiniz?
Bilge adam, kadının kucağındaki bebeğin bir ipeği andıran yanaklarını okşayıp öptükten sonra:
- Demek fakirsin!. demiş. Hem de çok fakir. Ama karşılıksız yardım yapmak, âdetim değil!. Eğer yardım istiyorsan, çocuğunun parmağını satman gerekir..
Kadın, önce deli olduğunu sanmış bilgenin. Daha sonra da, kötü bir şaka yaptığını... Ama adam ciddî görünüyormuş.
Kadına bir kese altın uzatıp:
- Ayak parmağına da razıyım!. demiş. Zaten cerrah olduğumdan, ona acı çektirmem
Kadın, bütün kanını donduran bu teklif üzerine kaçmayı düşünürken, adam:
- Sadece tırnağını söksem de olur! diye devam etmiş. Biliyorsun zamanla yenisi çıkar.
Kadın, bu ruh hastasına daha fazla dayanamamış. Ve kapıyı çarpıp uzaklaşırken, adam onun arkasından:
- Nasıl bir fakir olduğunu anlayamadım!. diye bağırmış. Kucağındaki hazinenin tırnak kadar bir parçasını, bir kese altına değişmiyorsun!
Bazen o kadar başka şeylere yoğunlaşır ,kafamızdan sürekli olarak o düşünceleri geçiririz ki,elimizde var olan zenginliklerin farkında bile olmayız.
Sağlık gibi.. Evlat gibi. .Ana baba,kardeş gibi...

Çevrimdışı el_se

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.102
  • 29.347
  • 3.102
  • 29.347
# 19 Mar 2017 11:40:33
— Ya Musa sana acaibattan bir sır bildireyim mi? buyurdu. Musa Kelimullah:
— Göster ya Rabbi! diye iltica etti. Allah tarafından:
— Ya Musa! Git filân yerdeki çeşmenin başına, kimse görmeyecek şekilde bir yere gizlen ve bekle!, emri geldi.
Musa Aleyhisselâm gitti, tarif edilen çeşmeyi buldu ve beklemeye başladı.
Biraz sonra atlı bir adam geldi, atından indi, kendisi su içip atını suladı ve zarurî ihtiyaçlarını tamamlayıp atına bindi gitti. Fakat giderken para kesesini çeşmenin başında unutup da gitti. Çok geçmeden bir çocuk geldi, o da su içti ve yolcunun unuttuğu altın kesesi bağlı olan kemeri alıp gitti. Aradan çok zaman geçmeden bu sefer bir âmâ geldi, abdest aldı ve bir kenara çekilip ibadete başladı. Hazreti Musa gizlendiği yerden manzarayı buraya kadar takip etti.

Biraz sonra altın keseli kemeri unutan atlı adam geri geldi. Kemerini çıkarıp bıraktığı yere baktı ki, orada yok. Doğru âmânın yanına vardı ve ona kemerini unuttuğunu, bulduysa vermesini söyledi.

Âmâ:

— Görüyorsun ki, iki gözüm de görmüyor. Hem ben keseyi almış olsam yanımda olması lâzım. Bende böyle bir şey olmadığına göre almış olmam imkânsız, diyerek adamı iknaya çalıştı ise de, adam bir türlü inanmadı ve:

— Bu altını sen aldın, vermiyorsun, diyerek âmâyı vurup öldürdü. Adam keseyi bulamamıştı ama, âmâyı da öldürmüştü.

Hazreti Musa, sırrına vakıf olamadığı bu hâdisenin mahiyetini öğrenmek için Cenab-ı Hakka ilticada bulundu. Allah-ü Teâlâ meseleyi şöyle izah buyurdu:

— Ey kelimim Musa! Kemeri alan çocuğun babası daha evvel o atlı ağanın hizmetinde çalıştı ve ağa da onun hakkını vermemişti. Şimdi hakkını almış oldu.

Âmâ ise, daha evvel o ağanın babasını öldürmüştü. Sonra gözleri kör olduğu için onu tanıyan çıkmadı ve unutuldu gitti idi. Ama ben unutmadım ve âmânın ölümünü o adam vasıtasiyle yaparak kısası yerine getirmiş oldum.

Bu hâdise karşısında Musa Aleyhisselâm secde-i Rahman’a vardı ve Allah’a şükürler etti.

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.946
  • 28.885
  • 227.946
# 20 Mar 2017 23:00:26
'Bir sarhoşun duası' yaşlı bir sarhoş şarabın verdiği hararetle mescidin bir odasına sığınmıştı ve şöyle dua ediyordu.Allah'ım beni cennetin en yüce tabakasına götür. müezzin yetişip adamın yakasına yapıştı .'bana bak ey gafil adam .'Sen Rabbine layık Ne iş gördün ki cenneti istiyorsun .Bir de üstüne üstlük gelmişsin Camii kirletiyor sun. müezzin böyle söyleyince sarhoş ağlamaya başladı .'Doğru söylüyorsun ancak bir günahkarın .Allah'tan lütuf beklememi Çok mu çirkin buluyorsun? Tövbe kapısı açık değil mi? Rabbimden bana zenginlik vermesini değil günahlarını bağışlamasını istiyorum .Ey Rabbim Sen  yüceliğinle elimden tut .Ey benim Kadir Mevlam dostlarımdan biri minicik bir kusurunu görse akılsızlığımı dillere destan eder. Sen her kusurumu görüyorken beni yine de rezil rüsva etmekten kurtarırsın.ama arkadaşlarımla birbirimizden korkarız.hep  bir kalleşlik bekleriz birbirimizden. Çünkü sen günahlarımızı perde çeker ,Biz ise perdeyi yırtarız .Ey Allah'ım sen yardım edersen ben de bir makama erişirim ,fakat huzurundan atarsan beni kimse kaldıramaz. senin kurtardığını kim atabilir ki. Aziz Rabb'im sen bu sermayesiz kulunu Affeyle Kimse benden daha günahkarını görmemiştir. bilmiyorum Allah'ım ben Ümit'ten başka bir sermaye getirmedim affına bağlandığım ümidimi kırma Allah'ım hayattaki bütün sevinçlerim için sana şükürler mi sunuyorum kabul eyle Allah'ım senden sürpriz hayırlar diler beklenmedik şerlerden Sana sığınırım .Ey Rabbim üzerime sabır Yağdır. ayaklarımı sağlam bastır ve sen bana yardım eyle.işte böyle Ben de diyorum ki yarabbim sen Gönlünüzden geçenleri hakkımızda hayırlı eyle hakkımızda hayırlı olanlarıda bizlere nasip eyle nasip eyle dediklerinde senin rızana kavuşacak güzel işler güzel ameller yapabilmeyi ve senin yolunda adımlarımızın sabit olmasını sen bizlere lütfeyle..

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.946
  • 28.885
  • 227.946
# 21 Mar 2017 16:53:17
ßİR KESE ALTIN

Süfyân-ı Sevrî hazretleri son anlarını yaşıyordu. Yastığının altından bir kese çıkardı. İçinde altınlar vardı. Yanındaki dostlarına, 'Bunu sadâka olarak dağıtın' buyurdu.

Dostları bu hâli hayretle karşıladılar ve:'Allah Allah!Süfyân-ı Sevrî dünya malına ehemmiyet vermez, yanında dünyalık bulundurmazdı. Bu kadar parayı saklamanın sebebi ne ola ki?'diye birbirlerine sordular.

Süfyân-ı Sevrî hazretleri onların şaşkınlığını görünce, durumu şöyle izah etti:

'Bu para ile, ben, dinimi korudum. Şeytanımı ve nefsimi susturdum. Nefis ve şeytan ne zaman bana,'Giyecek bir şeyin yok. Bunlar için dünyaya çalış, dünyalık kazan diye vesvese vermeye çalışsalar onlara bu altınları gösterir, başımdan kovardım, Bu altınları onlara karşı silah olarak kullanırdım.'

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.946
  • 28.885
  • 227.946
# 21 Mar 2017 21:06:49
Hz. Ali’nin Rüyası

ruya)Ashabtan (Peygamberimizin arkadaşları) Abdullah oğlu Cabir bir rüyasında, büyük ineklerin küçük inekleri sağdığını, hastaların sağları ziyaret ettiğini, kuru bir çay kenarında yemyeşil bahçeler bulunduğunu, minberde (camilerde imamın hutbe okuduğu yer) koca koca putlar durduğunu gördü. Bu, sıradan bir rüyaya benzemiyordu. Bunun önemli bir mesajı olmalıydı. Bu rüyayı yoracak kişi olarak ilk defa Hz. Ali aklına geldi. Hz. Peygamberin “İlim beldesinin kapısı” diye nitelediği Hz. Ali ancak güvenilir bir açıklama getirebilirdi. Bu düşüncelerle rüyasını yordurmak üzere Hz. Ali’ye müracaat etti.

Rüyasını tane tane anlattı ve ne anlama geldiğini yormasını rica etti.

Hz. Ali “Yanlış yorumdan Allah korusun” diyerek söze başladı ve şöyle devam etti.

– “Büyük ineklerin küçük inekleri sağması, yetki ve mevkilerini halkı soymak için kullanan görevlileri (amir ve memurları); hastaların sağları ziyaret etmesi, yoksulların hallerini arz etmek için zenginlerin peşinde koşmasını; kuru çay kenarında bulunan yemyeşil bahçeler, uzaktan veya dışardan bakıldığında çok büyük sanılan ve öyle ünlenmiş ama aslında içleri kupkuru çölden ibaret olan ilim adamlarını; minberde duran koca koca putlar ise, layık olmadığı halde ilmin, dinin ve devletin yüce makamlarına yükselmiş kimseleri ifade eder.”

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.946
  • 28.885
  • 227.946
# 22 Mar 2017 11:59:51
           
  NİMETE ŞÜKÜR  NİMETTEN HOŞTUR.
     Kış geldi mi köpek bir yana büzülür kışın soğuğu onu öyle Ezer büzer ki 'sığınabileceği bir taş ev kurmam gerek 'der. .'yaz gelsinde der, dişimle tırnağımla çalışayım kış için bir taş ev kurayım ,fakat Yaz geldi mi; gelişir, kemikleri canlanır ,derisi tavlanır, kendisini iri yarı görünce," Ey Ulu varlık, Sen hangi eve sığabilirsin der" irileşir, ayağını bir gölgeye çeker, tembelliğe devam eder.karnı tok, sırtı pek ,Yatar uyur.
 "gönlü ve vicdanı" kendine bir Evkur der. Fakat o; iyi ama böyle söyle bakalım ben eve nasıl sığarım? Sendeki kemik misali; hırs ve Tamah, bir derde düştüğün zaman incelir, bitişik, büzülür kalır .Bu esnada, tövbe edip bir ev kurayım da kışın orada barınayım dersin ;fakat derdin geçti mi hırsın tekrar artınca köpekler gibi ev kurma sevdanın ortadan kaybolur. nimete şükretmek, nimetten hoştur. şükretmek nimetin canıdır .Nimet ise deridir ,kabuktur .çünkü seni dostun kapısına kadar ancak şükür götürür. Nimet gaflet verir ;şükür ise uyanıklık .Sen ilk fırsatta şükür tuzağı ile nimeti avlamaya bak. şükür nimeti gözünü duyurur ,seni Bey yapar da yüzlerce nimeti yoksullara muhtaçlara Dağıtırsın.( Mevlana)

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.946
  • 28.885
  • 227.946
# 23 Mar 2017 09:36:39
Bir Babadan Çocuklarına Mutluluk Reçetesi...

Baba ve iki küçük çocuğu ormanda gezintiye çıkmışlardı. Bir süre yürüdükten sonra çocuklardan biri, “Baba, çok yoruldum” dedi. “Beni kucağına alır mısın?”
Baba yürümeyi sürdürerek yanıtladı oğlunu:
“Üzgünüm, seni kucağıma alamam” dedi. “Ben de çok yorgunum.”

Çocuk aldığı yanıttan hoşlanmamıştı, bu kez ağlamaya başladı.
Baba tek sözcük söylemeden durdu ve ağaçtan bir dal kesti.
Dalı bıçakla düzeltti ve oğluna verdi.
“Al oğlum, sana güzel bir at” dedi.

Çocuğun gözleri mutlulukla ışıldadı. Büyük bir coşkuyla sıçrayarak ata bindi ve atına vurarak evine doğru yürümeye başladı.

Baba kendilerini şaşkınlıkla izleyen kızına döndü bu kez:
“İşte yaşam budur kızım” dedi. “Kimi zaman sen de ruhsal ya da bedensel açıdan yorgun olduğunu duyumsayabilirsin. İşte o zaman sen de kendine ağaç dalından bir at bul ve mutluluk içinde sürdür yolunda ilerlemeni...”

Sonra da tane tane açıkladı sözlerini:
“Bu at bir arkadaş, bir şarkı, bir şiir, bir çiçek, belki de bir çocuğun gülümsemesi olabilir. Çevresine bakınıp böyle bir atı arayan herkes onu bulabilir” dedi ve bir de öğüt verdi kızına:
“Yaşamın ne denli zor olduğunu düşünürsen, senin için yaşam o denli zorlaşır.”

Çevrimdışı el_se

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.102
  • 29.347
  • 3.102
  • 29.347
# 23 Mar 2017 10:02:21
İKİ DERVİŞ

İki derviş, yolculukları sırasında bir dere kenarına varmışlar. Genç bir kadın dere kenarında karşıya nasıl geçeceğini bilemez halde ağlamaktaymış. Dervişlerden biri, genç kadını kucaklayıp suyun öteki tarafına bırakmış. Öteki derviş, arkadaşının bu davranışını hiç hoş karşılamamış ancak sesini de çıkarmamış. Dervişler dere kenarından bir kilometre kadar uzaklaştıklarında; diğer derviş daha fazla dayanamamış ve arkadaşına hışımla dönmüş:
- Sen, böyle bir şeyi nasıl yaparsın? Biz dervişiz! Bırak bir kadını kucaklayıp karşıya geçirmeyi, onlara bakmamız bile yasaktır! Hatta seni baştan çıkarabilirdi.
Öteki derviş oldukça sakin karşılık vermiş:
- Dostum ben o kadını bir kilometre geride bıraktım. Sen? Sen ise hala onu taşıyorsun.

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.946
  • 28.885
  • 227.946
# 23 Mar 2017 20:39:04
Benim gibi Anne hasretiyle yananların Gönlünü biraz olsun ferahlatan bir yazı.

Mitokondrisi bende kaldı

Annem  vefat etti, onu yıkadık, pakladık, demir tabuta koyup Türkiye’ye uçakla getirdik. Oğlunun üstüne, eşinin yanına, toprağın içine sanki bir tohum eker gibi nazikçe, dualarla bıraktık. Bir ömür bitti, annem gitti...

Ama annemin mitokondrisi bende kaldı. Benim hücremde, benim her hücremde annemin mitokondrisi var. Her nefes alışımda, her kalp atışımda, her elimi uzatışımda, her düşüncemin başlangıcında, ne için enerji harcıyorsa bu vücudum işte orda annemin mitokondrisi var. Annem gitti belki ama mitokondrisi bende kaldı...

Enerji santrali, kaynağı anne

İnsanın başlangıcı olan o ilk iki hücrenin yumurta olanı büyük ve zengindir. İçinde bir hücrenin yaşaması, çoğalması, değişmesi için gerekli olan her şeye ve bir ömür gerekli olacak enerjiyi üretecek mitokondriye de sahiptir.

Mitokondri, hücreye enerji veren, canlı olmasının temelini sağlayan organeldir ve babadan değil, anneden gelir. Anne her çocuğuna enerjisini verir, enerji üretme mekanizmasını verir. Harcanan her enerji annenin çocuğuna verdiği mitokondriden gelir.

Dolayısıyla anneler vefat edebilir ama anneler ölmez!!! Biz farkında olmadan annelerimizi gizli bir şifre gibi her hücremizin içinde taşırız. Annemiz vefat etse de bize enerji vermeye devam eder. Ben bunu yazarken ve siz bunu okurken annelerimizin bizlere miras bıraktıkları mitokondrinin ürettiği enerjiyi kullandık farkında mısınız...

En karmaşık yapı

Mitokondri hücre içindeki organellerin en karmaşık ve ilginç olanlarından biri. Kendine has DNAsı var, kendine özgü kişiliği var, kendisine has proteinleri var, çalışma mekanizması ve prensibi var. Hem enerji üretir hem hücreyi ölümlerden korur, bölünür, çoğalır, hücre içinde dolaşır, nerede enerji lazım oraya gider.

Hücre içinde sanki annemizmiş gibi çalışmaya biz ölünceye kadar devam eder. Ve her kadın mitokondrisini çocuğuna armağan eder, dolayısıyla hayat enerjisi anneden anneye geçer.

Bu yüzdendir ki kim nerden gelmiş, kim kimin atası diye insanlık tarihi araştırması yapıldığında erkeğe değil, kadına bakarlar. Analarımızın mitokondri DNA’sına, o DNA’nın nerelere gittiğine, kimlerden kimlere geçtiğine bakarak yaşam enerjisinin haritasını çıkararak bilirler kimiz ve nereden geldik...

Ben bugün laboratuvarımda mikroskopumun başında annemi düşünüyorum. 15 Ağustos sabahı vefat etti annem, elimden bir su tanesi gibi kayıp gitti...

Annem benim vefat etti ama ölmesi mümkün değil, çünkü mitokondrisi bende kaldı...

Doç.Dr. Hande Özdinler
Kaynak: herkesebilimteknoloji.com

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.908
  • 46.144
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 5.908
  • 46.144
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 23 Mar 2017 20:43:50
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Benim gibi Anne hasretiyle yananların Gönlünü biraz olsun ferahlatan bir yazı.

Mitokondrisi bende kaldı

Annem  vefat etti, onu yıkadık, pakladık, demir tabuta koyup Türkiye’ye uçakla getirdik. Oğlunun üstüne, eşinin yanına, toprağın içine sanki bir tohum eker gibi nazikçe, dualarla bıraktık. Bir ömür bitti, annem gitti...

Ama annemin mitokondrisi bende kaldı. Benim hücremde, benim her hücremde annemin mitokondrisi var. Her nefes alışımda, her kalp atışımda, her elimi uzatışımda, her düşüncemin başlangıcında, ne için enerji harcıyorsa bu vücudum işte orda annemin mitokondrisi var. Annem gitti belki ama mitokondrisi bende kaldı...

Enerji santrali, kaynağı anne

İnsanın başlangıcı olan o ilk iki hücrenin yumurta olanı büyük ve zengindir. İçinde bir hücrenin yaşaması, çoğalması, değişmesi için gerekli olan her şeye ve bir ömür gerekli olacak enerjiyi üretecek mitokondriye de sahiptir.

Mitokondri, hücreye enerji veren, canlı olmasının temelini sağlayan organeldir ve babadan değil, anneden gelir. Anne her çocuğuna enerjisini verir, enerji üretme mekanizmasını verir. Harcanan her enerji annenin çocuğuna verdiği mitokondriden gelir.

Dolayısıyla anneler vefat edebilir ama anneler ölmez!!! Biz farkında olmadan annelerimizi gizli bir şifre gibi her hücremizin içinde taşırız. Annemiz vefat etse de bize enerji vermeye devam eder. Ben bunu yazarken ve siz bunu okurken annelerimizin bizlere miras bıraktıkları mitokondrinin ürettiği enerjiyi kullandık farkında mısınız...

En karmaşık yapı

Mitokondri hücre içindeki organellerin en karmaşık ve ilginç olanlarından biri. Kendine has DNAsı var, kendine özgü kişiliği var, kendisine has proteinleri var, çalışma mekanizması ve prensibi var. Hem enerji üretir hem hücreyi ölümlerden korur, bölünür, çoğalır, hücre içinde dolaşır, nerede enerji lazım oraya gider.

Hücre içinde sanki annemizmiş gibi çalışmaya biz ölünceye kadar devam eder. Ve her kadın mitokondrisini çocuğuna armağan eder, dolayısıyla hayat enerjisi anneden anneye geçer.

Bu yüzdendir ki kim nerden gelmiş, kim kimin atası diye insanlık tarihi araştırması yapıldığında erkeğe değil, kadına bakarlar. Analarımızın mitokondri DNA’sına, o DNA’nın nerelere gittiğine, kimlerden kimlere geçtiğine bakarak yaşam enerjisinin haritasını çıkararak bilirler kimiz ve nereden geldik...

Ben bugün laboratuvarımda mikroskopumun başında annemi düşünüyorum. 15 Ağustos sabahı vefat etti annem, elimden bir su tanesi gibi kayıp gitti...

Annem benim vefat etti ama ölmesi mümkün değil, çünkü mitokondrisi bende kaldı...

Doç.Dr. Hande Özdinler
Kaynak: herkesebilimteknoloji.com
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.] öğretmenim, tam da bu yazıyı okumuştum ki, siz paylaştınız.. ben de çok etkilendim..

 hayatta olan/olmayan bütün enerjik annelere selam olsun... evet, anneler vefat edebilir ama asla ölmez...

Çevrimdışı helhel

  • Uzman Üye
  • *****
  • 776
  • 441
  • 776
  • 441
# 28 Mar 2017 13:39:32
hocam merak ediyorum gerçekten de bu tür şeylere inanıyor musunuz? yoksa ilginç olduğu için mi paylaşıyorsunuz.. mesela bende inançlıyım inancım gereği yaşamaya çalışırım ama bu tür rivayetlere pek inanmıyorum.. örneğin  ''''Daha çocuk, anne karnındayken, Cebrail aleyhisselam ona der ki:
(Sen hiç endişe etme! Allahü teâlâ yiyeceğin rızıkların hepsinin üstüne senin ismini yazdı. Rızık, ezelde takdir edilmiştir. Senin ne zaman, nerede öleceğin bildirilmiştir. O bir an ileri gitmez, geri de kalmaz.)''''' bunu kim biliyor kuran da var mı  nasıl inanıyorsunuz gerçektende merak ettiğim için soruyorum...

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK