İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 09 Oca 2017 19:49:49
Gelin ve Kız Arasındaki Fark
Yaşını başını almış iki eski arkadaş kadın yolda karşılaşmışlar. Hal hatır sormuşlar.Sıra çocuklarına gelmiş.“Senin oğlan nasıl,evlendi mi?” diye sormuş biri,“Evlendi” demiş öteki,“evlendi ama ah,sorma,öyle bir gelin çıktı ki,felâket!..

“Sabahtan akşama çalışıyor,evde doğru dürüst yemek pişmiyor,yorgun olduğu zaman oğluma yemek pişirttiriyor.Bazen sabah kahvaltısını bile oğlum hazırlıyor. Ne dikiş var, ne ütü. Bir kadın bulmuş, bütün işi ona yaptırtıyor. Evde prensesler gibi oturuyor, oğlum için özel hiçbir şey yapmıyor, çok üzgünüm, çok…”

“Vah vah” demiş arkadaşı, “peki kızın nasıl, o da evlendi mi?” diye sormuş.
“O da evlendi” demiş  ve ardından eklemiş “ama o çok mutlu, öyle iyi bir damadım var ki, kızımın elini sıcak sudan soğuk suya sokturmuyor. Kızım çalıştığı için çok yoruluyor, çoğu akşam, yemekleri beraber pişiriyorlar, hatta bazen damadım hazırlıyor. İnanır mısın öyle iyi bir çocuk ki tatil günlerinde kahvaltısını kızımın yatağına götürüyor.Bir kadın bulmuşlar, evin bütün işlerini o yapıyor, kızım evde hiç yorulmuyor, prensesler gibi oturuyor, kocası da ondan iş beklemiyor, çok memnunum, çok…

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.795
  • 227.350
  • 28.795
  • 227.350
# 09 Oca 2017 22:26:47
MEZAR

    Bir zamanlar çok zengin bir adam, ölmeden önce şöyle bir nasihatta bulunmuş : "Öldüğümde mezardaki ilk gecemi bemimle birlikte geçirecek olana servetimin yarısı verilsin."
    O çok zengin adam bir gün ölmüş. Vasiyetini bilenler, cesetle birlikte bir gece kalabilecek birisini aramaya başlamışlar. Sonunda bu iş için, sırtındaki küfesinden ve ipinden başka hiçbir şeyi olmayan fakir bir hamal bulmuşlar.
    Genişçe bir mezara, iyice kefenlenen zengini ve hamalı yatırmışlar.
    Az sonra melekler gelmiş ; "İkisi de bize emanet," diye konuşmuşlar. "Zengin nasıl olsa kalacak, şu hamaldan başlayalım." Sormuşlar; "Dünyada malın mülkün var mıydı?"
    "Alay etmeyin," demiş hamal. "Sırtımadaki küfeden ve ipten başka hiçbir şeyim olmadığını siz de bilirsiniz.."
    "Peki!" diye eklemiş melekler. "O ipi ne karşılığında aldın... Küfeyi nasıl elde ettin?"
    Anlatmış hamalcağız; "İşe başladığımda, beş kişinin malını onbin liraya taşıdım.. İkisini yedim, sekizini sakladım. Ertesi gün de aynı işleri yaptım. Yemedim içmedim, ucuza taşıdım ve bunları aldım..."
    Melekler; "Cık!" demişler. "Cık... Olmadı... Hasan Efendi'den aldığın para hak ettiğinden çok düşük. Biz ondan bunun hesabını soracağız elbet. Mehmet Efendi'yle de ucuza anlaşmışsın.."
    "İyi ama," diye cevaplamış hamal. "Hak ettiğim parayı isteseydim bana taşıtmazlardı. Taşıtmayınca da aç kalırdım..."
    "O da bizim işimiz," demiş melekler. "Nasıl olsa buraya o da gelecek. Biz senin adına ona sorarız."
    Meleklerden birisi demiş ki; "Söyle bakalım, aldığın paranın kaçını yedin, kaçını sakladın?"
    "Bin lira aldı isem yarısını, iki bin lira aldı isem bin lirasını biriktirdim..." demiş hamal. "Cık," demiş melekler.. "Olmadı, hem ucuza taşımışsın hem de gıdandan kesmişsin... Yani, sen kendi nefsine zulmetmişsin.. Nefsine zulmetmek de günahtır, bilmez misin?..."
    Hamalcağız ne cevap vereceğini düşünürken bir gürültü işitmiş. Meğer sabah olmuş. Açılan mezardan yukarıya bir bakmış ki herkes orada.. Vali efendi, şehrin bando takımı.. Bir kıyamet ki sormayın. "Kutlu olsun" demişler.. "Bu gece, hiç kimsenin yapamayacağını başardın ve zengin oldun."
    "Yooo," diye bağırmış hamal. "İstemem o serveti, hepsi sizin olsun... Ben, bir iple bir küfenin hesabını sabaha kadar veremedim. Ya o kadar servetim olsaydı, ne yapardım? İstemem!... İstemem!..."

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 12 Oca 2017 20:25:22
Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu izlemekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama, küçük bir dükkan için yeterliydi. Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle..

Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti.Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp:

– Küçükk!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!.

Çocuk, ona dönerek:

– Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.

– Bence önemli değil!. diye, atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı.

Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:

– Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi.

Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:

– Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?

– Çok basit!. dedi, adam. Eğer vicadının yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükafat görecekler…

Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işaret ederek:

– Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi. Denemek ister misin?

Çocuk, başını yanlara sallayıp:

– Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!.

-İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam. Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder. Çocuk biraz düşünüp:

– Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki?

– Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım.

Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:

– Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.

– İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır.

– Tamam işte!. dedi adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!.

Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek

– Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun olurum.
– Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?
– Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş.. dedi, adam. Antika eşyalardan haberin yok her halde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30- 40 lira eder.

Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları, üzerinden atabilmiş
değildi.Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:
– Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..
Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu.

Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:
– Babam haklıymış!. dedi. ‘Sakat olduğum için, üzülmeme hiç gerek yok!’ demişti.

* Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur,

* Her Hayat Yaşanacak Bir Can Bulur,

* Her Umut Gerçekleşecek Bir Düş Bulur

* Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.795
  • 227.350
  • 28.795
  • 227.350
# 12 Oca 2017 20:44:10
ÇOBANIN AŞKI...
Âşıktı delikanlı. Sevgilisinin isminden başka bir şey bilmediğinden mi, konuşmaya mecali olmadığından mı bilinmez, arkadaşı anlatıyordu onun halini:
— Gözleri günlerdir uyku görmedi efendim, diyordu, yemiyor, içmiyor, işi gücü, gecesi gündüzü havası suyu o kız oldu sanki. Ne desem kar etmiyor, son bir çare diye geldik size. Hâlbuki sen bir garip çobansın, o padişahın kızı, davul bile dengi dengine dedim ya, dinlemiyor efendim, ama herhalde aşkın gözü kördür diye de buna diyorlar, değil mi efendim…
     
     İhtiyar adam bu esnada gözlerini dikmiş, iskeletinin üstüne deriden bir zırh giydirilmişçesine zayıf, çelimsiz, saçı sakalına karışmış, uzaklara dalıp dalıp giden, gözlerinde aşktan gayrısı kalmayan diğer çobanı süzüyordu. Sonra bir ah çekti, yüzünü nefes almadan konuşmasını sürdüren delikanlıya çevirip tebessüm etti.

— Kolay evlat kolay, dedi, çaresizseniz çare sizsiniz. Ve tane tane anlatmaya başladı.
     
     İki genç çobanın, çökmek üzere olan bu dağ kulübesinde dertlerine derman aradıkları ihtiyar adam, aslında padişahın bütün dertlerini paylaştığı, her meselesini danıştığı bir bilge idi. Yıllar önce padişah kendisini tanıyıp sevdiğinde bir tek şey istemişti ondan; burada yaşamaya  devam edecekti ve kimsecikler bilmeyecekti kim olduğunu. O günden beri de bu kulübede yaşıyor, gelen geçene ikram edip, gül alıp gül satıyordu. Padişahın kızının aşkıyla eriyip muma dönen genç çoban ve yanındaki kadim dostu nereden bilsindi bu garip ihtiyarın padişahın gönlüne sultan olduğunu.
   
     Âşık genç, ihtiyar adamın anlattıklarını dinledikten sonra, her şeyin bittiği  anda başlayan son ümide sımsıkı sarılanların o saf ve tertemiz teslimiyetiyle:

— Sahiden bu kadar kolay mı efendim, dedi, yani o mağarada elimde tesbih, kırk gün Allah dersem sevdiğime kavuşabilir miyim, onunla evlenebilir miyim?

— Evet, dedi bilge, kırk gün o mağarada gece gündüz Allah diyeceksin, kırk gün sonra padişahın kızı senindir.
   
    İki dost hemen yola çıktılar, aşık çobanın yüzüne kan, dizlerine derman, yüreğine yeniden can gelmişti. Arkadaşına sarılıp, elinde tespih, gönlünde aşk, yüzünde ümit çiçeklerinden örülme bir tebessüm, mağaranın yolunu tuttu. Gelir gelmez hiç vakit kaybetmeden diz çöktü, dualar etti, gözlerini kapattı, kalbini padişahın kızına bağladı, eline tespihini aldı ve dudakları kıpırdamaya başladı: Allah, Allah, Allah…
   
     Günler günleri padişahın kızının hayaliyle tespih taneleri gibi kovalayadursun, mağaranın yakınındaki köyleri bir söylenti çoktan sarmıştı. Herkes birbirine karşı dağdaki mağarada gece gündüz Allah diyen gençten bahsediyordu. Cami çıkışında ihtiyarlar, çeşme başında kadınlar, tarlada işçiler, top oynarken çocuklar, herkes onu konuşuyordu:

— Şu karşı mağarada bir genç varmış, kendini Allah’a adamış, gece gündüz durmadan Allah diyormuş, Allah Allah…
     
     Âşık dostunun ne halde olduğunu merak eden genç çoban, mağaraya geldiğinde üç hafta geride kalmıştı bile. Bizimkinin gözleri kapalıydı, dudaklarının da kıpırdamadığını görünce, uyuyakaldı herhalde diye düşündü. Tespih tanelerinin parmaklarının arasında dolaşmaya devam ettiğini görünce de, bu nasıl uyku diye sordu kendine. Bu sırada gözlerini açan genç adam, karşısında arkadaşını görünce, günlerdir yalnızlığıyla paylaştıklarını birbiri ardınca anlatmaya başladı: Kırk günün yarıdan fazlası geçmişti, o durmadan Allah diyordu, ama ne padişahın kızı vardı, ne bir haber, ne bir ümit kırıntısı… Acaba, diyecek oluyor, yutkunuyor, hayır diyor, tespihine bakıyor, bir kalp gibi atan sağ el işaret parmağını sabitlemeye çalışıyor, avuçlarını sıkıyor, gözleri doluyordu. Vedalaştılar. Ay ışığında dostunun gözlerine yayılan başkalık dikkatini çekmişti genç çobanın.
   
     Âşık çoban yeniden eline tespihini aldı, gözlerini kapattı, boynunu neye bağlayacağını bilemediği kalbine doğru büktü, dudakları kıpırdamıyordu artık, sustu gece, mağaranın duvarları sustu, tükendi her şey, hiç tükendi, an bitti, sadece bir söz kaldı: Allah…
   
     Kırk günün dolmasına üç-beş gün kala, mağaradaki dervişin namı bütün ülkeyi sarmış, nihayet sarayın koridorlarında konuşulur olmuştu. Meselenin aslını merak eden padişaha, bu insanların bir yerde sürekli kalmadıklarından, bulundukları mekâna bereket getirdiklerinden, ne yapıp-edip bu dervişi ülkelerinde yaşamaya ikna etmeleri gerektiğinden uzun uzun bahsetti baş veziri. Ne yapması gerektiğini artık bilen padişah, nasıl yapması gerektiğini bilemediği bütün zamanlarda yaptığı gibi, dağ kulübesinin yolunu tuttu. Hürmetle diz çöktü bilge ihtiyarın önünde.      Derdini anlattı, derman diledi. Sarayının yanına bir saray yaptırmaktan, o dervişi veziri yapmaya, sancak-tuğ vermeye kadar saydığı her şey, bilgenin:

— Hünkârım, gönül erleri mala-mülke, makama-mansıba itibar etmezler, demesiyle son buldu.
   
     Kaderdi bu, padişahlarla köleleri aynı eteğin önünde diz çöktürür, birinin derdini diğerine derman eyler, ikisini de aynı tebessümle bahtiyar ederdi. Güldü ihtiyar:

— Neden kerimenizin nikâhını teklif etmiyorsunuz sultanım, dedi. Şaşırma sırası padişaha gelmişti.

— Nasıl yani, diyebildi, bu şerefi bize lütfederler mi, kabul ederler mi?
   
    Kırkıncı günün güneşi batmak üzereydi genç aşığın mağarasının üstünden… Padişah ve ihtiyar bilge en önde, arkalarında vezirler, onların arkasında halktan meraklı bir kalabalık ve en arkada da olup bitenlere bir mana vermeye çalışan âşık çobanın arkadaşı, mağaraya doğru yürümeye başladılar. Bu arada bizim âşık kendinden öylesine geçmiş, tespihiyle öylesine bir olmuştu ki, gelenler içeri girseler ve bir tespihten başka bir şey bulamasalar şaşırmazlardı.
   
    Padişah edepte kusur etmemeye çalışarak içeri girdi, ellerini birbirine bağladı, duyulması güç bir sesle;

— Efendim, dedi, sizi ziyarete geldik.
     
    Yavaşça başını çevirdi âşık, sonra bütün vücuduyla döndü, gözlerinde en ufak bir şaşkınlık emaresi yoktu, sapsarı bir heykel gibiydi. Herkes heyecan içinde. Vezirler, halk, genç çoban, mağara, tespih, sessizlik, duvar… Hatta güneş bile batmaktan vazgeçmiş, kafasını mağaranın içine doğru uzatarak olan biteni görme telaşındaydı.
   
     Padişah meramını anlattı, türlü tekliflerde bulundu. Ne saray, ne vezirlik, ne tuğ ne de sancak, hiç birinde gözü yoktu dervişin.

— Efendim, diyebildi en son, sessizce, benim bir kızım var efendim, zat-ı âlinize layık değil belki, ama lütfeder nikâhınıza alırsanız bizi bahtiyar edersiniz…
   
    Kırk günlük çile nihayet bitmiş, olmaz denilen olmuştu. İşte âşık maşukuna kavuşacak, murat hâsıl olacaktı. Bizimkinin arkadaşı sevinçten ağlıyordu. Soru ve cevap sanki bu soru sorulsun, cevabı verilsin diye yaratılmıştı. Sessizlik ilk defa bağırmak, haykırmak istiyordu ve bütün gözler genç adamdaydı.
    Usulca doğruldu oturduğu yerden, etrafını şöyle bir süzdükten sonra, gözlerini padişahın gözlerine dikti, sarhoş gibiydi. Kendinden emin bir ifadeyle:
— Hayır, dedi, kızınızı istemiyorum.
      Birden ortalığı bir sessizlik kaplayıverdi. Padişah mahzundu, halk hayret içindeydi, vezirler şaşkınlıkla birbirine bakıyor, bilge tebessüm ediyordu. Âşık çobanın genç arkadaşı yaşlı gözlerini silip, birden ileri atılarak bozdu sessizliği. Dostunun yanına geldi, kulağına eğilip:

— Sen ne yapıyorsun, dedi, kırk gündür bu çileyi ne diye çektin sen, neyi reddettiğinin farkında mısın?

Güldü âşık çoban gözleriyle ihtiyar bilgeyi arayarak:
 — A dostum, dedi, ben kırk gün padişahın kızı için Allah dedim, Allah padişahla vezirlerini ayağıma getirdi. Ya bir de Allah için Allah deseydim…
 

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 13 Oca 2017 20:28:03
İş adamının işleri bozulmuştu. Ne yaptıysa olmuyordu. Bir zamanlar çok başarılı bir insan olmasına rağmen şimdi büyük olan sadece borçlarıydı. Bir taraftan kredi verenler onu sıkıştırırken, diğer taraftan da bir sürü insan ödeme bekliyordu.

Çok bunalmıştı ve hiçbir çıkış yolu bulamıyordu. Nefes almak için parka gitti. Bir banka oturdu, başını ellerinin arasına aldı ve bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı.

Tam bu sırada birden, önünde yaşlı bir adam durdu. ‘Çok üzgün görünüyorsun. Seni rahatsız eden bir şey olduğu belli… Benimle Paylaşmak ister misin?’ diye sordu yaşlı adam. İşadamının yakınmalarını dinledikten sonra da, ‘Sana yardım edebilirim’ dedi. Çek defterini çıkardı.


İşadamının adını sordu ve ona bir çek yazdı. Çeki ona verirken de şöyle dedi: ‘Bu para senin. Bir yıl sonra seninle burada buluştuğumuzda bana olan borcunu ödersin. Hadi al’ dedi. Ve yaşlı adam geldiği gibi hızla gözden kayboldu.

başarı sırrıİşadamı elindeki çeke baktı. Çekte 500 bin dolar yazıyordu ve imza ise John Rockefeller’ e aitti, yani o gün için dünyanın en zengin adamına. ‘Tüm borçlarımı hemen ödeyebilirim’ diye düşündü. John Rockefeller’ e ait bu çekle her şeyi çözebilirdi.
Ama çeki bozdurmaktan vazgeçti. Bu değerli çeki kasasına koydu. Onun kasasında olduğunu bilmenin güveniyle yepyeni bir iyimserlikle işine tekrar dört elle sarıldı.

Büyük küçük demeden tüm işleri değerlendirmeye başladı. Ödeme planlarını yeniden yapılandırdı. İyi yapılan işler yeni işleri doğurdu. Birkaç ay sonra tekrar işlerini yoluna koyabilmişti.

Takip eden aylarda ise borçlarından tümüyle kurtulup hatta para kazanmaya başlamıştı. Tüm bir yıl boyunca çalıştı durdu. Tam bir yıl sonra, elinde bozulmamış çek ile parka gitti. Kararlaştırılmış saatin gelmesini bekledi. Tam zamanında yaşlı adamın hızla ona doğru geldiğini gördü.

Tam ona çekini geri verip başarı öyküsünü paylaşacakken bir hemşire koşarak geldi ve adamı yakaladı. Hemşire ‘Onu bulduğuma çok sevindim, umarım sizi rahatsız etmemiştir’ dedi. ‘Çünkü bu bey sürekli olarak huzur evinden kaçıp, bu parka geliyor. Herkese kendisinin John Rockfeller olduğunu söylüyor’ diye ekledi. Hemşire adamın koluna girip onunla birlikte uzaklaştı.

İşadamı şaşkın bir şekilde öylece durdu kaldı. Sanki donmuştu. Tüm yıl boyunca arkasında yarım milyon dolar olduğuna inanarak işler almış, yapmış ve satmıştı.

Birden, hayatının akışının değiştiren şeyin para olmadığını fark etti.
Hayatını değiştirenin yeniden kendinde bulduğu kendine güven ve inançtı.

Başarının sırrı, kasamızda duran değil, kendi kalbimizde ve kafamızda olanlardır. Başka yerde aramaya gerek yok.

Çevrimdışı Gülirem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 26 Oca 2017 08:06:47
1950 lerin başı  . Koreye işgalci koministlerle çarpışmaya giden Türk Tugayı Singapur limanına uğruyor. Müslüman Singapurlular geminin direğinde Türk bayrağını görünce sevinçten çılgına dönmüş. Müftü efendi o hızla gemiye askerlerimizi ziyarete gelmiş. Der ki:
" biz istiklalimize sahip değiliz. Bu yüzden cuma namazı kılamıyoruz. Bugün cumadır. Bu bayrağın gölgesinde Kıbleye  dönmek isteriz."

İstek karşılık görüyor,  binlerce müslüman limana toplanıyor. Bir Mehmetçik gemi direğine çıkıp ezan okuyor. Askerlerimiz Güvertede Singapurlular limanda unutulmaz bir cuma namazı kılıyor.             

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.795
  • 227.350
  • 28.795
  • 227.350
# 26 Oca 2017 10:02:57
"
MİSAFİR'İN BEREKETİ

Bir gün Peygamber Efendimize bir Sahabi eşinden şikayete gelir. "Benim eşim misafiri sevmiyor. Bana ne gibi tavsiyede bulunursunuz?" der.
Efendimiz ( sav ) ; "Yarın size misafir olacağım. Eşin, ben içeri girerken de baksın ,çıkarken de baksın der."
Sahabi eşine efendimizin geleceğini müjdeler. Eşi çok sevinir . Yalnız dışarıdan içeri girerkende çıkarkende bakmasını söyler ve hazırlıklarını yapar . Ertesi gün olur. Efendimiz ( sav )
gelirken Pencereden bakınca ne görsün ki! Efendimiz gümüşten tepsi içinde, cennetten çeşit çeşit yiyecekleri de beraberinde getirmiş.
Efendimiz'i bir sevinç içinde ağırladıktan, sonra Efendimiz yola koyulmuş. Sahabenin eşi tekrar pencereden bakmış. Birde ne görsün ki! Getirdiği tepsinin içinde yılanlar çıyanlar akrepler böcekler doldurmuş geri gidiyor. Hemen eşine seslenmiş. Korku içinde anlatmış. Eşi koşarak Efendimizin yanına sormaya gitmiş. Peygamber ( sav) bu durum karşısında;
" Eşine anlat. Misafirin güzelliği, yiyeceklerle ikramlarla bereketle gelir ve evden giderken bütün kötülükleri alır ve götürür .
Tepside gördüğü kötülükler, günahlar kavgalar dövüşler böcekler yılanlar çiyanlar misafir ile çıkar ve gider eve huzur ve bereket gelir.
Misafir gelmeyen eve kavga, dövüş ,huzursuzluk ve bereketsizlik , fakirlik baş gösterir."
KAYNAK ;( Efendimizin getirdiği hayat prensiplerinden örnekler)

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.795
  • 227.350
  • 28.795
  • 227.350
# 31 Oca 2017 23:48:27

BOŞANMAKTAN VAZGEÇİREN OLAY

“Eşimle 6 yıllık evliyiz. 2 yavrumuz var. Aramızda belli bir problem yoktu. Sadece soğukluk vardı. Yıllardır eşimin sevgisini hiç hissedemedim. Ben onu çok seviyordum ama karşılık bulamıyordum. Çok uğraştım ama bir türlü düzelmedi.
Bir gün eşim artık boşanmak istediğini söyledi. “Neden diye sordum. Sorun ne? Beğenmediğin yanım nedir? Bilmek istiyorum”
“Bilmiyorum” dedi. “İçimde anlam veremediğim bir soğukluk var sanki. Isınamıyorum bir türlü”
Tamam dedim ve o gün boşanmaya karar verdik. Sonra düşününce bunun şeytandan olabileceği aklıma geldi. Allah Rasulü (s.a.v) Bakara suresi okunan eve şeytanın giremeyeceğini haber vermişti.
‘Evlerinizi kabirlere çevirmeyiniz! Muhakkak şeytan, içinde Bakara Suresi okunan evden kaçar!’ Müslim 780/212, Tirmizi 3036
Ertesi günden itibaren 3 gün boyunca Bakara suresini sesli olarak açıp dinledim ama eşime bir şey demedim. Bu arada boşanma sonrasını konuşmaya devam ediyoruz.
3. gün eşimi işe yolladım ve yine Bakara suresini açtım. Saat 11 gibi sure bitti. 12 civarı eşim aradı ve: “Akşam boşanma işini yeniden konuşalım” dedi.
Akşam oldu. Yemeğimizi yedik. Eşim bana dedi ki; “Bugün bana bir şey oldu. Sanki karanlık bir kuyudaydım ve o kuyudan çıktım. Bir düğüm çözemediğim ve o düğüm çözüldü” Beni çok sevdiğini söyledi. Af diledi. Sanki o gitmiş yerine bambaşka biri gelmişti.”
Allahu ekber!
Nasıl ağlamayalım, kalbimiz nasıl coşmasın kardeşlerim. Bu Kur’an bir şifa kitabı. Her ne sıkıntınız varsa ona deva. Yeterki hakkıyla iman edelim. Yeter ki ihmal etmeyelim, unutmayalım Rabbimizi.
Ve düşündüm; Bir evde sürekli haram görüntüler izleniyorsa, sık sık klipler, çirkin sözlü müzikler dinleniyorsa, o evde Allah’a secde edilmiyor, Allah’ın zikri geçmiyorsa, Kur’an tozlu raflarda kalmışsa, o evi şeytanlar mesken tutmaz mı? Bir evde huzursuzluk varsa, çocuklar çok hırçınsa lütfen kapatın o çirkin kanalları. Klipleri, müzikleri kapatın. Evinize huzur veren bir şeyler yapın. Namaz kılın, Allah’ı sık sık zikredin. Sesli Kur’an dinleyin.
Fe firrû ilâllâh! Allah’a koşun, Allah’a sığının!

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.795
  • 227.350
  • 28.795
  • 227.350
# 02 Şub 2017 00:27:11
"
ASLINDA HEPİMİZİN DÖRT  EŞİ VAR

Bir zamanlar büyük ve güçlü bir ülkeyi yöneten bir kral ve dört eşi varmış.
Kral en çok dördüncü eşini sever, bir dediğini iki etmez, herşeyin en güzelini ve en iyisini ona verirmiş.
Kral üçüncü eşini de çok severmiş. Bu güzelliğin bir gün kendisini terk edebileceğinden korktuğu için onu çok kıskanır ve üzerine titrermiş.
Kral ikinci eşini de çok severmiş. Kendisine karşı her zaman iyi ve sabırlı davranan eşi, ne zaman bir derdi olsa daima onu yanında bulunur, sorunun çözümünde ona destek verirmiş.
Kraliçe olan birinci eşiymiş kralın. Onu en çok ve karşılık beklemeden seven, sağlığında ve hükümdarlığında büyük katkı sağlayan bu eşi olmasına rağmen, kral bu eşini hiç sevmez ve onunla hiç ilgilenmezmiş.
Bir gün kral ölümcül bir hastalığa yakalanmış. Yatağında öleceğini anladığında ve öldükten sonra yalnız kalmaktan çok korktuğu için, eşlerinden hangisinin yalnızlığını kendisi ile paylaşmak isteyeceğini öğrenmek istemiş.
En çok sevdiği dördüncü eşine ´Ölüm yolculuğunda bana eşlik edermisin?´ diye sorduğunda aldığı yanıt kalbine bir bıçak gibi saplanan, kısa ve net ´Mümkün değil´ olmuş.
´Hayatım boyunca seni sevdim,sen benimle birlikte ölmeyi kabul edermisin?´ sorusuna kralın üçüncü eşi ´Hayat çok güzel, sen ölünce ben yeniden evleneceğim´ diye yanıtlamış. Kral bir kez daha yıkılmış.
´Her sorunumda, her zaman yanı başımda olan, bana yardım eden sendin. Bu sorununda da bana yardımcı olurmusun?´ sorusuna karşı kralın ikinci eşi ´Bu sorunun için sana birşey yapamam, olsa olsa sana mezara kadar eşlik eder, güzel bir cenaze töreni yaptırırım ve yasını tutarım´ demiş.
´Ah´ diye inlemiş kral ´Keşke bir şansım daha olsaydı.´ demiş.
Büyük bir hayal kırıklığı yaşamakta olan kral, birinci eşinin sesiyle irkilmiş ´Nereye gidersen git, seninle olurum, seni takip ederim.´
***
YAŞAMDA HEPİMİZ DÖRT EŞLİYİZDİR.
DÖRDÜNCÜ EŞİMİZ VÜCUDUMUZDUR. ONUN GÜZEL GÖRÜNMESİ İÇİN NE KADAR ZAMAN HARCARSAK HARCAYALIM ÖLÜNCE BİZİ TERK EDER.

ÜÇÜNCÜ EŞİMİZ SAHİP OLDUĞUMUZ SERVET VE STATÜMÜZDÜR. ÖLÜR ÖLMEZ BAŞKALARINA YAR OLACAKTIR.

İKİNCİ EŞİMİZ AİLEMİZ VE DOSTLARIMIZDIR. TÜM SORUNLARIMIZI PAYLAŞTIĞIMIZ BU KİŞİLERİN EN SON YAPABİLECEKLERİ ŞEY DÜNYADAN GÖZLERİ YAŞLI BİZİ UĞURLAMAKTIR.

VE BİRİNCİ EŞİMİZ RUHUMUZDUR. O BİZİMLE HER YERDE BERABERDİR...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.795
  • 227.350
  • 28.795
  • 227.350
# 05 Şub 2017 13:55:48
Şems-i Tebrizi, Makalat’ında anlatır:
Hz. Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde, “Her kim kırk gün samimi bir kalple ibadet ederse onun hâl ve sözlerinden nice hikmet pınarları coşar” diye buyurur. 🌿
Bu hadis-i şerifi duyan bir sahabi, kırk gün hulus-u kalple ibadet eder. Kırk gün
sonra Efendimiz’in buyurduğu hâller üzerinde tecelli eder, yeni bir insan olur.
Bunu gören başka bir sahabi özenir. O da kırk gün halvete girer, orada kalır, ibadet eder. 🌿
Kırk gün sonra halvetten çıkar.
Hâlinde bir değişiklik görülmez, halvete girdiği hâl üzere kalır.
Şaşırır buna. Peygamber Efendimiz’e koşar, bu durumun sebebini sorar: 🍀
“Ya Resulullah, ‘kim kırk gün hulus-u kalple ibadet ederse onun hâl ve dilinden nice hikmet pınarları coşar’ diye buyurdunuz. Şu arkadaşımız bunu yaptı, buyurduğunuz hâller üzerinde
tecelli etti. Ben de aynısını yaptım ama bende değişen bir şey olmadı. Nedir bunun hikmeti?” 🍀
Peygamber Efendimiz bunun hikmetini şöyle açıklar: “Senin de ifade ettiğin gibi, ‘kim ki hulus-u kalple ibadet ederse…’ dedim. Bu, sadece Cenâb-ı Hak için ibadet etmek demektir. 🌿
Sen bunu yapmadın, arkadaşına özendin, onun hâllerine sahip olmak için ibadet ettin, halvete girdin. Bu sebeple o hâller üzerinde tecelli etmedi.”

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.205
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.205
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 05 Şub 2017 16:31:21
"Bir gün ölüm adamın karşısına çıktı ve dedi:
- Bugün, senin son günün.
Adam dedi:
- Ama ben hazır değilim.
Ölüm dedi:
- Bugünkü listemde, senin ismin ilk sıradadır.
Adam dedi:
- Peki o zaman… gitmeden önce,gel oturalım beraber bir kahve içelim.
Ölüm dedi:
- Tabi ki.
Adam, ölüme kahve ikram etti. Ve onun kahvesine bir kaç uyku hapı attı...
Ölüm kahveyi içti ve derin bir uykuya daldı...
Adam, ölümün listesini aldı ve ismini ilk sıradan silip listenin sonuna koydu.
Ölüm uyandıktan sonra şöyle dedi:
- Sen, bugün bana çok şefkatli davrandın. Şefkatinin karşılığında işime listenin sonundan başlayacağım."
Bazen bazı şeyler kaderinde yazılıdır. Onları değiştirmek için ne kadar çabalarsan çabala, onlar hiç bir zaman değişmezler...
Karga ve papağanın her ikisi de çirkin yaratılmıştır. Papağan itiraz eder ve güzelleşir. Ama karga Yaradan'ın rızasından memnun kalır.Bugün papağan kafeste, karga ise özgür...
Her hadisenin arkasında öyle bir hikmet vardır ki belki sen hiç bir zaman anlayamazsın.
O halde…
Hiç bir zaman Yaradan'a deme "Neden!!!?"

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 06 Şub 2017 19:21:38
Yaşlı bir marangozun emeklilik zamanı gelmişti. Patronu olan mutahit'de, artık işten ayrılmak istediğinden bahsetti. Mutahait bu iyi adamın ayrılmasına çok üzüldü. Ve ondan son bir ev daha inşa ettikten sonra işi bırakmasını rica etti.
Marangoz kabul etti ve işe başladı ama çok isteksizdi. Baştan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzemeler kullandı. Evi bitirdikten sonra eve bakmaya gelen patronu dış kapının anahtarını marangoza uzattı. Ve “Artık bu ev senin” dedi. “sana benden hediye”
Marangoz öylesine şaşırmış ve utanmıştı ki….
İçinden, “ keşke yaptığım evin kendi evim olduğunu bilseydim... ! Diye geçiriyordu.
“ Hayat bir kendin yap tasarımıdır ” demiş biri.
Bu günkü davranış ve seçimlerimiz yarın yaşayacağımız evi kurar.
Görüntünün olası içeriği: oturan insanlar

Çevrimdışı fatihcan0284

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 474
  • 426
  • 474
  • 426
# 10 Şub 2017 21:38:35
.....


Günlerden bir gün şeytanın yolu bir köye düşmüş.
Keyfi yerinde olan şeytan sırtını bir ağaca dayamış ve buzağısı kazığa bağlı
olan ineğini sağan genç bir kadını uzaktan izlemiş.

Şeytan kadını epeyce izledikten sonra yerinden kalkıp kazığa bağlı buzağının
ipini biraz gevşetmiş.

Buzağı bu az ötede annesinin sütünün kovaya sağılmasını aç karnına izlemeye
daha fazla dayanamamış debelenmiş ve boynundaki ip çözülmüş.

Koşarak annesini emmeye giden buzağı süt kovasını devirmiş.

Sağdığı süt ziyan olunca sinirlenen genç kadın eline geçirdiği odunu
buzağıya vurunca yavru yere yığılmış.

Yavrusuna saldırılan inek kayıtsız kalamayıp bir tekmede kadını yere serip öldürmüş.

Uzaktan geçmekte olan kadının kayın pederi, ineğin ´gelinini öldürdüğünü görüp ineği tüfekle vurmuş.

Silah sesini duyan koca , karısını yerde cansız yatar babasını da elinde tüfekle görünce silahını çekip babasını öldürmüş.

Kısa bir süre sonra gerçeği öğrenen genç adam , bu kadar acıya dayanamayıp intihar etmiş.

Bütün bu olayları bir kenardan izleyen şeytan;

"BU FELAKETİ DE BANA YÜKLERLER, BUZAĞININ İPİNİ GEVŞETMEKTEN BAŞKA BEN NE YAPTIM ŞİMDİ" demiş.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.795
  • 227.350
  • 28.795
  • 227.350
# 13 Şub 2017 17:31:05
"
NAMAZ'ı BIRAKMAK İSTEYEN ADAM

Bütün ibadetlerine yerine getirmeye çalışan bir adam varmış. Orucunu tutar, zekatını verir, insanlara yardım elini uzatmaktan hiç geri kalmazmış.
Yalnız bu adamın bir kusuru varmış: Namaz kılmak ona çok ağır gelirmiş, üşenirmiş.
Bir gün varmış gitmiş çok büyük bir hocanın yanına.
Demiş ki:Hocam ne yap et beni şu namazdan kurtar. Namaz kılmamak için ne yapmam gerekse söyle yapayım. Yeter ki şu namazdan kurtulayım demiş.
Hoca:Ya evlat ben hiçbir yerde ne duydum ne işittim bu namazdan kurtuluş yok, borcun kılacaksın demiş.
Adam yalvarmış bul hocam diye. Hoca müddet istemiş adam gitmiş. Aradan haftalar geçmiş, adam gelmiş.
Buldun mu hocam demiş,kurtulacak mıyım?
Hoca:Buldum evladım eğer şu 5 şarttan biri sana uyuyorsa NAMAZ dan mesul değilsin:
1: ÖLÜ İSEN
2: DELİ İSEN
3: ÇOCUK İSEN
4: HAYVAN İSEN
5: KAFİR İSEN
tercih senin...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.795
  • 227.350
  • 28.795
  • 227.350
# 15 Şub 2017 13:11:13
(ALLAH'a KÜSMEK)
Serçe Allah’a küsmüştü.
Günler geçiyordu ve serçe hiçbir şey söylemiyordu.
İçine kapanmış derin bir hüzne boğulmuştu.
Artık Rabbine bir şey demiyor ve onunla konuşmuyordu!
Melekler merakla Allah’a serçeyi soruyorlardı ve her defasında Allah, meleklere “o gelecek” diye cevap veriyordu.
“Çünkü onun sesini duyacak tek kulak benim ve onun minik kalbindeki derdini anlayacak olan da tek benim” diyordu.
Bir zaman sonra serçe, kalbi hüzün, gözü yaşla dolu bir halde bir ağacın dalına kondu. Hiçbir şey söylemiyordu öyle sessiz sessiz bekliyordu.
Allah, serçeye seslendi.
Söyle bana! Canını sıkan ve kalbini hüzne boğan derdin nedir senin?
Melekler serçe ne söyleyecek diye ona bakıyordu.
Serçe mahzun biraz da sitemli ses tonuyla;
“Küçük bir yuvam vardı. Yorulduğumda dinlendiğim üşüdüğümde sığındığım. Kimseyi rahatsız etmiyordum ve kocaman Dünya’da ufacık bir yerdi kimsenin yerini dar etmiyordu. Sen onu da bana çok gördün neydi o zamansız fırtına? Esip yıktı yuvamı ve beni yuvasız bıraktı.”
Artık konuşamadı serçe sözleri boğazında düğümlendi. Sessizlik Arş-ı Rahmânda yankılanıyordu ve melekler başlarını eğmiş Allah’ın vereceği cevabı bekliyordu.
Allah; “ sen, o yuvanda dinlenirken seni avlamak isteyen bir yılan yuvana doğru geliyordu, seni yılandan korumak için fırtınaya emrettim yuvanı yıksın diye böylece sen oradan uzaklaşarak yılandan kurtuldun.
Nice belâlar var ki muhabbetimle senden uzaklaştırdım ve sen kuşatıcı muhabbetimi görmüyor geçici belâlardan dolayı bana düşman oluyorsun. “ Serçenin gözleri doldu ve hüngür hüngür ağlamaya başladı ve onu çok seven Allah’ın şefkat ve merhametine hayran kaldı.
Utangaç bir sesle “ affet Allah’ım “ diyebildi sadece.
Ve gönül sözü Arş-ı İlahi’de yankılandı “Affet Allahım”
* Başımıza gelen her musibbette, elbette ki nice hayırlar gizlidir. Rabbimize isyan etmek yerine, olanda hayır vardır diyerek rıza göstermek gerekir.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK