İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.204
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.204
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 18 Kas 2016 17:17:52
ŞEHİT
Aynı köyde büyüyen iki asker, Tendürek Dağları'ndaki mevzilerinde sohbet ediyorlarmış. Uzun boylu olanı, elindeki dürbünle çevresini tarayıp teröristlerin sığınabilecekleri yerleri kontrol ettikten sonra, arkadaşına yanaşıp:
- Şu rüyanı bi daha anlatsana? demiş. Geçen akşam iyi dinlememiştim.
Diğer asker, bir gün önce gördüğü rüyayı en az on kere anlatmasına rağmen hiç itiraz etmemiş ve:
- Rüyamda şehit olmuşum!.. diye söze başlamış. Allah beni cennetine almış ve beş tane huri vermiş.
- Aklın fikrin hurilerde!.. diye gülmüş diğeri. Üstelik de beş tane.
Rüyayı gören asker, arkadaşının sözlerine aldırmamış ve daha öncekiler gibi, uzun uzun konuşmaya başlamış. Köylerindeki dereden de berrak akan Cennet ırmaklarını, onun kenarındaki sohbet eden peygamberleri, aralarındaki aynı birlikten arkadaşlarının da bulunduğu şehit ve gazileri anlatırken, gözleri dalıyormuş.
Yanındaki asker, rüyanın sonuna doğru iyice sokulmuş ve yapacağı teklifin sıkıntısıyla kıvranıp:
- Şu rüyanı bana satsana!.. demiş. Ne istersen veririm.
- Rüya da satılır mı? diye gülmüş diğeri. Beş huriyi duyunca, aklın uçtu herhalde?
Arkadaşı, onu duymamış gibi yapıp:
- Rüyana karşılık postallarımı veririm!..demiş. Seninkiler ayağına biraz dar geliyordu.
Rüya ile birlikte, postalların sahibi de değişmiş.
Ve bir gün sonraki çatışmadan, Erzurum'un ücra bir köyündeki ailesine, rüyayı satın alan askerin şehit olduğu haberi ulaşmış. Yanı başlarına düşen bir roketatar mermisi, iki arkadaştan birine hiç dokunmazken, ötekini hasret duyduğu bir diyara uçurmuş.
Bu olayı anlatanlar derler ki, şehidin sağ avucu daha sonra açılıp, parmaklarıyla "beş" işareti yapmış.
22 Haziran 1993 günü Tendürek dağlarında şehit edilen genç kardeşimiz Üsteğmen Cengiz Çıkrık ve onun Cennet arkadaşları olan bütün şehitlerimizin aziz ruhlarına binler fatihalarla.
Cüneyd Suavi

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 18 Kas 2016 19:48:30
 :'( :'(
Peygamberimiz'in cömertliği

Kerem ve cömertlik Peygamberimiz'in tabii özelliğiydi. Bilhassa ramazan aylarında O'nun kerem ve cömertliğine sınır olmazdı.
Bir gün, bir adam, Rasûl-i Ekrem (S.A.V.) mer'ada otlayan keçilerini sayarken gelmiş ve bir kaç keçi istemişti. Rasûl-i Ekrem'de ona bütün sürüyü vermişti. Adam sürüyü kabilesine götürdüğünde:
-Hepiniz müslüman olunuz Muhammed (s.A.V) o kadar cömert ki, fakirlikten hiç korkmuyor, demişti.
Rasûl-i Ekrem (S.A.V) bazen birinden bir şey satın alır, sonra onu yine ona hediye ederdi. Kendilerine bir şey geldimi, derhal onu, başkalarına hediye ederdi. yanlarında bir şey, bir gece kalacak olsa ondan üzüntü duyardı.
Rasûl-i Ekram (S.A.V)'in Hanımı Ümmü Seleme (Radıyallahu anha validemiz anlatıyor:
Rasûlüllah'ın yüzünde bir değişiklik hissettim. Sebebini sorunca:
"Dün aldığım yedi dinarı veremedim yanımda kaldı.", buyurdu.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 19 Kas 2016 19:10:33
 Adamın çok zengin olduğu belliydi.

Göbek taşının üzerinde yatan adam, gelen kişinin kendisine bu kadar benzediğini fark etti. Gelen zengin kişinin kim olduğunu merak etti.


Adamın odasına girdi. Fakat adamın öldüğünü anladı. Fırsat bu fırsattır. Nasıl olsa adam bana tamamen benziyor. Onun cesedini benim yerime yatırayım. Ben de onun yerine geçeyim diye düşündü. Düşündüğü gibi yaptı. Ölen adamı kendi yattığı yere koydu. Kendisi de onun odasına geçti.

Biraz sonra düşündüğü gibi oldu. Tellaklar geldiler kendisini güzelce yıkadılar. Giyinme odasında üstünü başını kuruladılar, giydirdiler. Hizmetçiler etrafında dört dönüyordu. Dışarıda kendisini bekleyen arabasına bindi ve muhteşem konağına vardı. Yerine geçtiği zengin adama çok benzediği için kimse şüphelenmedi. İçeri girdi. Etrafında hizmetçiler emrini bekliyorlardı. Fakir adam, birdenbire çok zengin oluvermişti.

Fakat kendisi de hiç açık vermiyordu doğrusu. Şunu şöyle yapın, bunu böyle yapın diye etrafa emirler yağdırıyor, zenginliğin tadını çıkarıyordu. Hayatı çok güzel geçiyorken suratına “şak” diye bir tokat yedi. Gözünü açtı. Kendisini hamamda göbek taşının üzerinde yatarken buldu.

Hamamın temizlik işçileri hamamı temizliyor ve kendisine: Kalk be adam, sabahtan beri yatıyorsun. Yeter artık yattığın, temizlen de çık artık. Biz de burayı temizleyelim, diyorlardı.

Adamcağız neye uğradığını şaşırdı. Çünkü biraz önce yaşadığını zannettiği olaylar meğer rüya idi. “Eyvah” diye bağırdı ama elden ne gelirdi ki! İşte dünya hayatı da böyle bir rüyadan ibarettir. Bir gün yattığın uykudan uyanırsın ama neye yarar ki.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.774
  • 227.206
  • 28.774
  • 227.206
# 19 Kas 2016 19:58:36
Mucize :

Küçük bir kız yatak odasına gitti ve gömme dolaptaki gizli yerinden camdan bir... reçel kavanozu çıkardı. Tüm bozuk paraları yere döktü ve onları dikkatle saydı. Üç kere saydı. Toplam, tam olarak mükemmel olmalıydı. Hata yapma şansı yoktu. Madeni paraları kavanoza dikkatle geri koydu ve kapağı kapattı, arka kapıdan gizlice çıktı ve 6 blok ilerdeki kapısının üzerinde Yerli Şefin büyük kırmızı işareti olan Rexall eczanesine doğru yola koyuldu. Eczacının dikkatini ona vermesi için sabırla bekledi, ama eczacı o anda çok meşguldü. Tess bir sürtme gürültüsü yapmak için ayağını döndürdü. Hiçbir şey olmadı. Yapabileceği en gürültülü ses ile boğazını temizledi. Faydası olmadı.

Sonunda kavanozdan bir çeyreklik çıkardı ve onu cam tezgahın üzerine çarptı. İşe yaramıştı !

"Ne istiyorsun?" diye sordu eczacı, kızgın bir ses tonu ile.

"Şikago'dan gelen, uzun zamandır görmediğim erkek kardeşim ile konuşuyorum" dedi sorusunun yanıtını beklemeden.

"Evet, size erkek kardeşimden bahsetmek istiyorum" diye yanıtladı Tess, aynı kızgın ses tonu ile. "O gerçekten, gerçekten çok hasta ve ben bir mucize satın almak istiyorum".

"Pardon ?" dedi eczacı.

"Onun adı Andrew ve başının içinde giderek büyüyen kötü bir şey var ve babam sadece bir mucizenin onu kurtarabileceğini söylüyor. Bir mucizenin fiyatı ne kadar?"

"Burada mucize satmıyoruz, küçük kız. Üzgünüm, ama sana yardım edemem" dedi eczacı, biraz yumuşayarak.

"Dinleyin, onu ödeyecek param var. Eğer yetmezse, kalanını getiririm. Sadece bana fiyatını söyleyin."

Eczacının kardeşi iyi giyimli bir adamdı. Öne doğru eğildi ve küçük kıza sordu, "Kardeşinin ne tür bir mucizeye ihtiyacı var?"

"Bilmiyorum," diye yanıtladı Tess, gözleri sulanarak. "Sadece onun gerçekten hasta olduğunu biliyorum ve annem onun bir ameliyata ihtiyacı olduğunu söylüyor. Ama babamın bunu ödeyecek parası yok, onun için paramı kullanmak istiyorum."

"Ne kadar paran var?" diye sordu Şikago'dan gelen adam.

"Bir dolar ve on bir sent" diye yanıtladı Tess, ancak duyulabilir bir sesle. "Ve bu sahip olduğum tüm para, ama eğer daha lazımsa biraz daha getirebilirim."

"Evet, ne tesadüf" diye gülümsedi adam. " Bir dolar ve on bir sent - küçük kardeşin için bir mucizenin tam ücreti. Bir eli ile parayı aldı, diğer eli ile kızın elinden tuttu ve "Beni yaşadığın yere götür" dedi. "Kardeşini görmek ve anne baban ile tanışmak istiyorum. Gereksinim duyduğunuz mucizeye sahip olup olmadığımıza bir bakalım."

Bu iyi giyimli adam Dr. Carlton Armstrong idi, nöro - cerrahide uzman bir cerrah. Ameliyat ücretsiz yapıldı ve Andrew'in eve dönmesi ve iyileşmesi uzun sürmedi. Anne ve baba onları buraya kadar getiren olaylar zinciri ile ilgili mutlu şekilde konuşuyordu. "Bu ameliyat gerçek bir mucize" diye fısıldadı annesi. "Ameliyatın maliyetini merak ediyorum".

Tess gülümsedi. O, bir mucizenin fiyatının ne olduğunu tam olarak biliyordu bir dolar ve on bir sent.

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.204
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.204
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 20 Kas 2016 12:30:21
ANADOLU İNSANI
Genç adam, antika merakı sebebiyle Anadolu'nun en ücra köşelerini dolaşıyor ve gözüne kestirdiği malları yok pahasına satın alarak yolunu buluyordu. Kış kıyamet demeden sürdürdüğü seyahatler sırasında başına gelmeyen kalmamış gibiydi. Fakat, bu seferki hepsinden farklı görünüyordu. Yolları kapatan kar yüzünden arabasını terk etmiş ve yoğun tipi altında donmak üzereyken, bir ihtiyar tarafından bulunup onun kulübesine davet edilmişti. Yaşlı adam, antikacının yürümesine yardım ederken:
- Günlerdir hasta olduğumdan, odun kesmek için ilk defa dışarıya çıktım, dedi. Meğer seni bulmak için iyileşmişim. Diz boyuna varan karla boğuşup kulübeye geldiklerinde, antikacının beyaz göre göre donuklaşan gözleri faltaşı gibi açıldı. Odanın orta yerindeki kuzinenin etrafını saran üç-dört iskemle, onun şimdiye kadar gördüğü en güzel antikalar olmalıydı. Saatlerdir kar içinde kalan vücudu bir anda ısınmış, buzları bir türlü çözülmeyen patlıcan moru suratını ateşler kaplamıştı. Yaşlı adam, misafirini yatırmak için acele ediyordu. Ona birkaç lokma ikram edip sedirdeki yatağını hazırlarken:
- Bugün soba yakamadım evladım, dedi. Ama bu yorganlar seni ısıtacaktır.
Ev sahibi, yıllar önce vefat eden eşiyle paylaştıkları odaya geçerken, antikacı da tiftikten örülen battaniyelerin arasına gömüldü. Ancak bütün yorgunluğuna rağmen bir türlü uyuyamıyordu. Ertesi gün gitmeden önce ne yapıp yapıp o iskemleleri almalı, bunun için de iyi bir senaryo uydurmalıydı. Mesela, hayatını kurtarmasına karşılık ihtiyara birkaç koltuk satın alabilir ve eskimiş olduğu bahanesiyle dışarıya çıkarttığı iskemleleri, çaktırmadan minibüsün arkasına atabilirdi. Hatta onları kaptığı gibi kaçmak bile mümkündü. Yürümeye dahi mecali olmayan ihtiyar, sanki onun peşinden koşacak mıydı?
Genç adam, kafasındaki fikirleri olgunlaştırmaya çalışırken dalıp dalıp gidiyor ve rüzgarın sesiyle uyandığı zamanlar, kaldığı yerden devam ediyordu. Bu arada yaşlı adamın sabah namazına kalktığını farketmiş, hatta hayal meyal olsa bile odun parçaladığını duymuştu. Gözlerini açtığında, onun kuzine üzerinde yemek pişirdiğini gördü ve etrafına bakınırken, birden iskemleleri hatırladı. Hafifçe doğrulup çevresine baktı: Aman Allahım..! Antikalardan hiçbiri ortada yoktu.
İhtiyar kurt, herhalde planını hissetmiş ve belki de uykudaki konuşmasını duyarak onları emin bir yere kaldırmıştı. Sakin görünmeye çalışarak:
- İliğim kemiğim ısınmış, dedi. Çorbanız da güzel koktu doğrusu. Ama akşamki iskemleleri göremiyorum.
Yaşlı adam, odanın köşesine yığdığı iskemle parçalarından birini daha sobaya atarken:
- İskemle dediğin, dünya malı be evladım, dedi. Biz misafirimizi üşütür müyüz?

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 20 Kas 2016 15:21:52
ÖDENMEYEN GÜN
Güzeller güzeli bir prensese, 22 yaşındayken
bir beyefendi sürpriz bir teklifle gelir.
Hasta kızı için gençlik yılları aradığını söyler ve
"Bana gençliğinizden bir yıl ödünç verirseniz, ömrünüz
sona ermeden onu gün gün size geri ödeyeceğim" der.

Prenses henüz o kadar gençtir ki, cömertçe
gözden çıkarır bir yılı; ödünç verir beyefendiye...
23 yerine 24 yaşına basar o yıl yaş gününde...

Yıllar yılı hatırlamaz verdiği borcu... Ancak;
ne zaman ki 40 yaşını aşar ve o dillere destan güzelliği
bozulmaya yüz tutar; arar beyefendiyi ve 365 günlük
alacağını tek tek tahsil etmeye başlar.
Özellikle balo günleri, bütün çizgileri yok olmuş bir yüzle
ve körpe bir bedenle girer salonlara...

Gece, odasına sızmayı başaran aşıkları,
gece yarısından sonra yüzünün nasıl kırıştığını hayretle gözlerler...
Her gençleşmenin ardından uyanış anı daha acı verici olur.
Çünkü yaşı ilerledikçe, o hali ile 23 yaşı arasındaki fark
daha da açılır. Fark açıldıkça "bir gün, bir saat, bir an olsun"
gençlik aşısını tatmak daha güzel gelir.

Ancak sayılı gün çabuk geçer... Kalan günlerini
hoyratça harcayan prenses, geri isteyebileceği
sadece bir günü kaldığını fark eder:
"Bir günlük ışık, sonra sonsuza dek karanlık...!"

Ateşli bir sevgilinin bütün bedenini okşaması için
o tek günü özenle saklar. Bu son yaşam parasını harcamak için
çılgınca bir istek duysa da kıyamaz bir türlü...

Nihayet evine gelip, öyküsünü dinleyen ve
dizlerine kapanarak gençliğinin son gününü kendisiyle
geçirmesi için yalvaran bir adamın teklifini kabul eder.

"O gün" geldiğinde adam, en şık elbisesi ve
titreyen yüreğiyle açar bahçe kapısını...
Kadının villasına girer, iki kişilik hazırlanmış masada
mumların yandığını görür. Bir süre bekledikten sonra
meraklanıp prensesin kapısını tıklatır.
Yanıt gelmeyince açıp girer.
Dört bir yana savrulmuş görkemli giysilerle dolu odada
prenses, aynanın karşısında bir kanepeye uzanmıştır.
Yüzü bembeyazdır. Gençliğinin dönmesini beklerken
son nefesini vermiştir prenses....

Adam, bu ani ölümün nedenini yerde bulduğu mektupta okur.
Satırlar, borçlu beyefendiye aittir:
"Soylu prenses...! Size borçlu olduğum son gençlik gününü
geri veremeyeceğim için çok üzgünüm.
En derin bağlılığımla..."
Jorge Luis Borges'in derlediği Babil kitaplığında
Papini'nin "Ödenmeyen Gün" adlı bir öyküsü...

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 21 Kas 2016 18:11:33
NEDEN? NEDEN? NEDEN?
Yüzmek zayıflatıyorsa balinalar neyi yanlış yapıyorlar?
Mısır yağı mısırdan, ayçiçek yağı ayçiçeğinden elde ediliyorsa; bebek yağı nereden elde edilmektedir?
Süper yapıştırıcı herşeyi yapıştırdığı halde niçin içinde bulunduğu tüpün iç cidarlarını yapıştırmamaktadır?
Niçin yanlış çevrilen telefon numarası hiçbir zaman meşgul çalmaz?
Niçin falcıya gitmeden evvel randevu almak gereklidir? Geleceğimizi bilemez mi?
Eğer bugün hava sıcaklığı 0 derece ise ve yarın iki kat daha soğuk olacaksa, yarın hava kaç derece olacaktır?
Niçin "tek heceli" kelimesi diyebilmek için dört hece kullanmaktayız?
Neden insanlar "gökyüzünde 400 milyon yıldız var" denildiğinde inandıkları halde, "yeni boyalı" yazan yüzeyi elleriyle yoklarlar?
Niçin limonlu gazozların içerisinde bir sürü suni tatlandırıcı varken bulaşık deterjanında gerçek limon suyu kullanılmaktadır?
Evli insanlar gerçekten daha mı uzun yaşamaktadırlar yoksa öyle mi hissetmektedirler?
Işık 300.000 km/sn hızla yayıldığına göre karanlık hangi hızla çökmektedir? Işık hızında giden bir arabada oturduğumuzu varsayarsak, farları yakınca ne olur?
Bir şizofren intihar etmekle tehdit ediyorsa, rehin alma suçundan yargılanabilir mi?
Niçin fare kokulu kedi maması yok?
Teflona hiçbir şey yapışmadığı halde teflon denen nevale tavaya nasıl yapışmıştır?
Niçin uçaklarda paraşüt yerine can yeleği vardır?
Eğer uçağın karakutusu kaza anında parçalanmıyorsa neden bütün uçak bu kuutunun üretildiği maddeden yapılmamaktadır?

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.774
  • 227.206
  • 28.774
  • 227.206
# 22 Kas 2016 07:03:50
OKUNMAYA DEĞER BİR HİKAYE.. Bir yolcu gemisi yolculuk esnasında kopan bir fırtınada batar ve içindekilerden sadece iki adam küçük ve ıssız bir adaya yüzmeyi başarırlar. Ne yapacaklarını bilemeyen bu iki kazazede Allah'a yalvarmaktan başka çarelerinin olmadığına karar verirler. Fakat kimin duasının daha güçlü olduğunu anlamak için adayı ikiye bölmeye karar verirler ve adada karşılıklı olarak yaşamaya başlarlar. İlk diledikleri şey yiyecektir. Ertesi sabah, birinci adam kendi tarafında dalları meyve dolu bir ağaç bulur ve ağacın meyvelerinden yer. Diğer adamın alanı ise hala çoraktır! Bir hafta sonra, birinci adam yalnız olduğu için kendisine bir eş diler. Ertesi gün bir kadın yüzerek birinci adamın tarafına gelir. Diğer tarafta yine hiçbir şey yoktur! Hemen sonra birinci adam bir ev, giysiler ve daha fazla yiyecek diler. Sihirli bir değnek değmişçesine tüm istedikleri kendisine verilir. Fakat ikinci adam hala hiçbir şeye sahip olamamıştır! En sonunda birinci adam bir gemi diler böylece karısıyla birlikte adayı terk edebilecektir. Sabahleyin kendi tarafına demirlenmiş bir gemi bulur. Birinci adam karısıyla birlikte gemiye biner ve ikinci adamı adada bırakmaya karar verir. Onun hiç bir dileği gerçekleşmediği için Allah'ın nimetlerine layık biri olmadığını düşünür. Gemi kalkmak üzereyken birinci adam cennetten yankılanan bir ses duyar, "Neden arkadaşını adada bırakıyorsun?" "Bana gönderilen nimetler sadece bana aittir çünkü onlar için ben dua ettim," diye cevap verir birinci adam. "Onun duaları kabul edilmedi o yüzden o hiçbir şeyi hak etmiyor." "Yanılıyorsun!" diye azarlar ses birinci adamı. "Onun sadece tek bir dileği vardı ve kabul ettim. Eğer etmeseydim sen gönderdiğim nimetlerin hiç birine sahip olamazdın." "Allah'ım ne olur söyle bana" dedi birinci adam, "Ne diledi de ona minnettar olmam gerekiyor?" "Senin tüm dileklerinin gerçek olmasını diledi." Hepimizin bilmesi gerekir ki; Bize gönderilen nimetler sadece bizim dualarımızın sonucunda değil bizim için dua edenler sayesinde de gerçekleşir. Bu göz ardı edilemeyecek kadar güzel bir hikâye... Benim bugün sizin için duam, tüm dualarınızın gerçekleşmesidir. "Başkası için yaptığınız şeyler kendiniz için yaptıklarınızdan daha önemlidir."

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 23 Kas 2016 18:25:33
SEVEN ADAMLA PAPATYA
Sevgisiz insan, bir gün şans eseri bir çiçek
bahçesinde bulmuş kendini, bahçedeki
çiçekleri hiç düşünmeden ilerlemiş bir süre.
Bir düzlüğün ortasında mola vermiş bir ara.
Etrafına bakmış bir süre, hiç bir çiçek
bir şey ifade etmemiş ona. Sonradan yıkılan
bir ağaç görmüş ve onun yanında bir papatya.
Papatya kendinden emin, o köşede yıkılan
ağacın yanında çıkan rüzgara göğüs geriyormuş.
Papatya o kadar güzelmiş ki...Sevgisiz insan
sevgiyi tanımış. Buna şaşırmış. Alışamamış,
ne yapması gerektiğini bilememiş. Pek tabii
bildiğini sanmış... Papatyayı sevmiş, okşamış,
rüzgar ona zarar vermesin diye araya girmiş
oturmuş... Papatya bir süre tekrar dikleşmiş.
Papatyanın zarar görmesinden öylesine
korkuyormuş ki, böylesi bir güzelliğin sonsuza
dek sürmesini, o kadar çok istiyormuş ki...
Papatyanın, ellerine dokunduğu her an, onu
hissettiği her an kendini dünyanın en mutlu
insanı hissediyormuş... Sevgiyi öğrenen adam,
gerek papatyayı korumak için gerekse ona olan
doyumsuzluğundan dolayı papatyayı koparmayı
ve yanına almayı istemiş. Onu bu bahçeden
koparmak ona çok doğru gelmiş çünkü, onu
yanında hep koruyabilecek, sevebilecekmiş.
Papatyayı hiç düşünmeden çekmiş,
koparmaya çalışmış, papatya buna direnmiş,
direnmiş. Seven adam anlayamamış
bu direnci, daha da güçle yüklenmiş papatyaya.
Aklı o zaman neredeymiş, kim bilir...
Papatya gün geçtikçe solmuş, solmuş...
Adamın gölgesi onu öyle bir kapıyormuş ki,
soluk almasını engelliyormuş. İşin garibi
adam bunu görsede anlayamıyormuş,
papatya soldukça üzerine daha çok titriyor,
iyice kapıyormuş güneşini. Sevmeyi yanlış
öğrenen adam, en sonunda dayanamamış
ve papatyayı tüm gücüyle kendine çekmiş.
Tüm dünyaya ne mutlu.. Ve o salak adama
ne mutlu ki, papatya herşeye rağmen
direnebilmiş gücü kalmasa da. Ama bu
direniş o kadar büyük bir güç gerektirmiş ki,
o herşeyden çok sevdiği papatya boynu bükük
kalmış... Seven adam işte o noktada her şeyi
görmüş ve anlamış, yaptığının acısı ona
öyle bir koymuş ki, sendeleyip yere düşmüş.
Hayatında tanımadığı acıyı çekmiş adam.
Hayatta kendini ilk defa haksız, ilk defa
bencil, ilk defa küçük hissetmiş. Ağlamak
para etmezmiş, üzülmekte. Güneş de
hemen fayda etmezmiş papatyaya.
Sevmiş adam, bir çiçeğe nasıl davranması
gerektiğini görmüş gözündeki perdeler
kalkınca... Ağlayarak çiçeğin yanında durmuş,
rüzgara karşı kendini siper etmiş yine ama
çiçeği ne koparmaya çalışmış bir daha, ne de
üzerinde gölge etmeye... Papatya, tekrar mutlu
bir şekilde bütün asilliğiyle ve gücüyle dimdik
ayakta durana kadar bekleyecekmiş öylece,
yakınında olacakmış çünkü, çiçeğin ona ihtiyacı
olacağı bir zaman olursa o da o anda çiçeğinin,
papatyasının yanında olacakmış. Seven adam,
papatya onu bir daha hiç sevmese bile, onu
sonsuza dek sevecekmiş, çiçek isterse uzakta,
çiçek isterse yakında... Çünkü seven adam için
değerli olan tek şey varmış, o da çayırda
tek başına ayakta durmaya çalışan eşi benzeri
olmayan güzellikteki o tek papatya.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 24 Kas 2016 08:25:14
KURABİYE HIRSIZI
   Bir gece genç bir kadın havaalanında uçağının kalkmasını bekliyordu. Daha epeyce zaman vardı. Havaalanındaki dükkandan bir kitap ve bir paket de kurabiye alıp, kendisine oturacak bir yer buldu ve kitabını okumaya başladı.
   Kendisini okumaya öyle kaptırmıştı ki, yanında oturan adamın aralarındaki paketten birer birer kurabiye aldığını paket yarıya geldiğinde fark edebildi. Görmezden gelmeye karar verdi. Gözü bir yandan da saatteydi, "kurabiye hırsızı" yavaş yavaş kurabiyelerini tüketirken. Her kurabiyeye uzandığında adam da uzatıyordu elini.  Sonunda pakette tek bir kurabiye kalınca " Bakalım şimdi ne yapacak?" dedi kendi kendine. Adam yüzünde bir gülümsemeyle son kurabiyeyi aldı, ikiye böldü. Yarısını ağzına atıp, diğer yarısını kadına uzattı. "Aman Allah'ım , ne cüretkar ve kaba bir adam" diye düşündü kadın. Hayatında bu kadar sinirlendiğini hatırlamıyordu.
   Uçağının kalkacağı anons edildiğinde eşyalarını topladı ve dönüp "kurabiye hırsızı"na bir kere bile bakmadan, çıkış kapısına yürüdü. Uçağa bindi, koltuğuna oturdu. Bitmek üzere olan kitabını almak için çantasını açtı ve çantanın içinde duran bir paket kurabiyeyi gördü. Adamın onunla kurabiyelerini paylaştığını, özür dilemek için çok geç olduğunu anladı üzüntüyle. Kaba ve cüretkar olan "kurabiye hırsızı" asıl kendisiydi.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 25 Kas 2016 18:02:59
San Francisco'dan ailesini aradı:
   -Anne baba, eve dönüyorum, ama sizden bir şey rica ediyorum. Yanımda bir arkadaşımı da getirmek istiyorum.
   -Memnuniyetle, onunla tanışmak isteriz, diye cevapladılar..
Oğulları,
   -Bilmeniz gereken bir şey var diye devam etti.
   -Arkadaşım savaşta ağır yaralandı. Bir mayına bastı ve bir koluyla ayağını kaybetti. Gidecek hiçbir yeri yok, ve onun gelip bizimle kalmasını istiyorum.
   -Bunu duyduğuma üzüldüm oğlum. Belki onun başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz.
   -Hayır. Anne, baba, onun bizimle yaşamasını istiyorum.
   -Oğlum, dedi babası,
   -Bizden ne istediğini bilmiyorsun. Onun gibi özürlü biri bize korkunç bir yük olur. Bizim kendi hayatımız var, ve bunun gibi bir şeyin hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz. Bence bu arkadaşını unutup eve dönmelisin. O kendi başının çaresine bakacaktır.
   Oğlu o anda telefonu kapattı. Ailesi ondan bir süre haber alamadı. Ama birkaç gün sonra, San Francisco polisinden bir telefon geldi. Oğullarının yüksek bir binadan düşüp öldüğünü öğrendiler. Polis bunun intihar olduğuna inanıyordu.
   Üzüntü dolu anne-baba hemen San Francisco'ya uçtular ve Oğullarının cesedini tespit etmek için şehir morguna götürüldüler. Onu tanıdılar, ve bilmedikleri bir şey daha öğrenince dehşete düştüler:
   Oğullarının sadece bir kolu ve bir bacağı vardı.
   Bir çoğumuz bu hikayedeki aile gibiyiz;
   Güzel olan ya da birlikte olmaktan zevk aldığımız insanları sevmek bizim için çok kolay, ama bize rahatsızlık veren ya da yanlarında kendimizi rahatsız hissettiğimiz insanları sevemiyoruz. Bizim kadar sağlıklı, güzel ya da akıllı olmayan insanların yanından uzak durmayı tercih ediyoruz. Arkadaşlar çok nadide mücevherlerdir. Bizi gülümsetip başarılı olmamız için çoğu zaman bizi cesaretlendirirler. Bizi dinlerler ve kalplerini bize açmak isterler.    BUGÜN ARKADAŞLARINIZA ONLARLA NE KADAR İLGİLENDİĞİNİZİ GÖSTERİN.

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.204
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.204
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 26 Kas 2016 10:35:24
DEDEMDEN GÖRDÜKLERİM
*Dedem özellikle öğle yemeğine anası/babası araziye gitmiş köyün çocuklarını toplardı.
*Dedem daha çok yaşadıklarını ve gördüklerini anlatır, yediklerinden fazla söz etmezdi.
*Dedem buğdayının bir kısmını ekmek unu için mutlaka ayırırdı.
*Dedem inek ve koyun sütünden yoğurdu kendisi mayalar, bu yoğurdu çok severdi.
*Dedem tarhanasını hep doğal sebzelerden
yapar, güneşin altına bırakırdı.
*Dedem yazlık sebzeler için ilkbaharda bahçesinde küçük düzenlemeler yapardı.
*Dedem yağmur başladığında gökyüzüne bakar, “Rahmet başladı” derdi.
*Dedem her yıl mutlaka ağaç diker, ağaçların meyvelerini uzun süre seyrederdi.
*Dedem ağaçları budarken üzerinde yuva bulunan dalları hiç kesmezdi.
*Dedem çocuklara telden oyuncak, yeni sürgün söğütten ve yeşil arpa sapından da düdük yapardı.
*Dedem balını bahçesindeki kovanlarından alır, arıların oğul çıkarmalarını takip ederdi.
*Dedem suyunu köy çeşmesinden alır, dağda gördüğü iyi bir pınardan su içmeden geçmezdi.
*Dedem tarlada/harmanda çalışanları gördüğünde mutlaka “Kolay gelsin” diye seslenirdi.
*Dedem atları yorulduğunda mola verir, onlarla insan gibi konuşurdu.
*Dedem ‘Nuh’ gibi evde at, kedi, köpek, tavuk, inek, koyun beslerdi.
*Dedem evden bir hafta uzaklaşıp sonrasında avluya girdiğinde başta kedi, köpek hepsi onu karşılardı.
*Dedem doğadan topladıkları bitkileri kurutur, bunlardan kışın güzel çaylar yapardı.
*Dedem soğuk günlerde kuşlara yiyecek olması için atın arpasının bir kısmını çatıya serperdi.
*Dedem hasta ziyaretlerine ve taziyelere mutlaka zaman ayırırdı.
*Dedem pazar için kese kağıdı ve pazar filesi kullanırdı.
*Dedem yaşamında sürekli sabun kullanırdı.
*Dedem yazın sebze tohumlarını toplar, baharda tekrar onları toprağa ekerdi.
*Dedem buğdayı kaynatır, kaynamış buğdayları dibeğe koyarak bulgura dönüştürürdü.
*Dedem ninemin ördüğü yün çorap ve kazakları giydiğinde daha çok mutlu olurdu.
*Dedem basit giyinir, basit beslenirdi.
*Dedem yaşamı ile Dünya’ya yük olmadı, çoğu kez de Dünya’nın yükünü aldı.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 26 Kas 2016 11:58:58
 DENEYİM

   60'lık ünlü ressam, bir lokantaya girer. Gerçi cebinde parası yoktur ama aldırmaz. Lokantacıya yapacağı portresine karşılık yemek yemek istediğini söyler. Güzelce karnını doyurur. Sonra bir çırpıda lokantacının portresini çizerek masaya bırakır.
   Kalkarken adam gelir, resme bakar, beğenir. "Güzel ama" der lokantacı "Bir dakikada yaptınız bunu, oysa bir saattir yiyorsunuz".
   Ressam "Bir dakika değil, 60 yıl ve bir dakika" diye karşılık verir.

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.204
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.204
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 26 Kas 2016 16:50:48
Bir zaman çok zengin bir adam, çocuklarına şöyle vasiyette bulunur:
- " Ben ölüp yıkanınca, şu eski çoraplarımı ayağıma geçirin, ben bunlarla gömülmek istiyorum."
Vakit gelir bu zengin vefat eder.
Cenaze yıkandıktan sonra oğulları çorapları alıp getirirler:
Babamızın vasiyeti var, şu eski çorapları ona giydireceğiz. derler.
Cenazeyi yıkayan hoca efendi bunu katiyyen kabul etmez.
Bu sefer müftüye çıkarlar. O da dinimizde böyle bir şey yok, deyip reddeder. İster istemez, babalarının vasiyetinden vazgeçmek mecburiyetinde kalırlar. Cenazeyi defnedip kabirden evlerine dönünce komşularından biri elinde bir mektupla gelir :
- " Babanız çok önceleri bu mektubu, bana vererek, benim cenazem gömülüp oğullarım eve dönünce kendilerine ver demişti." der. Mektubu açıp okuyunca, babalarının en son ibretli dersini şu ifadelerle verdiğini görürler:
- " Evlatlarım, işte gördünüz; eski çoraplarımı bile kabrime götüremedim. Aklınızı başınıza alınız. Ne yapacaksanız hayatta yapıp öbür aleme gönderiniz. Aldanmakta fayda yok."

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 26 Kas 2016 19:36:21
    

"Ne düşünürsek oyuz. Biz her neysek, düşüncelerimizden doğar. Düşüncelerimizle biz, dünyamızı yaparız. Bu da % 100 Düşünce gücü iddiası ile değil bir adım daha ötesine giderek "Ne düşünürsek oyuz." diyorum. Bunu görmek aslında çok da zor değil, zihninizi serbest bırakın ve anımsayın. Ne düşürseniz o olduğunuzu apaçık görebileceksiniz. Bunu başarabildiyseniz önemli bir adım attınız demektir.

Alman düşünür Arthur Schopenhauer'in dediği gibi, tüm gerçekler üç adımda gelirler:
1.   Önce alay edilir.
2.   Şiddetle karşı çıkılır.
3.   Son olarak "Zaten belli olan bir şey" denir ve kabul edilir.
Hayattaki başarı tecrübelerimizin düzeyi, "Sürekli ve Sonu Gelmez İyileştirmeler"e adanmışlık düzeyimizle doğru orantılıdır. "Sürekli ve Sonu Gelmez iyileştirmeler" gerçek bir disiplindir. Arada sırada canınız isteyince uygulanabilecek birşey değildir. Eylemle desteklenmiş sürekli bir adanmışlık olmak zorundadır.

"Sürekli ve Sonu Gelmez İyileştirmeler"in esası, adım adımdır, ufacık ve sürekli iyileştirmelerdir, uzun dönemde bunlar inanılmaz büyüklükte bir şaheser yaratırlar. Çoğu insanlar kendilerini hiç güvende hissetmezler, çünkü sürekli olarak işlerini kaybetmekten, ellerindeki parayı kaybetmekten, eşlerini kaybetmekten, sağlıklarını kaybetmekten falan korkarlar. Hayattaki en gerçek güvenlik duygusu, her gün kendinizi bir yönde iyileştirdiğinizi bilmekten, kim olduğunuzun kalibresini yükselttiğinizi, şirketiniz için, dostlarınız ve aileniz için değerli olduğunuzu bilmekten ileri gelir.

"Sürekli ve Sonu Gelmez İyileştirmeler" demek, hiç bir zaman karşınıza zorluklar çıkmayacak demek değildir. Aslında bir şeyi daha iyileştirebilmek, onun tam istediğiniz gibi olmadığını anlamakla mümkündür. O şey henüz sizin istediğiniz düzeyde değildir.

"Sürekli ve Sonu Gelmez İyileştirmeler"in amacı, sorunları daha olurken görüp, kriz haline gelmeden çaresine bakmaktır. "Sürekli ve Sonu Gelmez İyileştirmeler"e kişisel adanmışlığımın bir parçası olarak, hergünün sonunda kendime şu soruları sorarım: Ben bugün ne öğrendim? Ne gibi bir katkıda bulundum ya da neyi iyileştirdim? Neden zevk aldım? Eğer hayattan zevk alma yeteneğinizi her gün ve sürekli olarak yükseltirseniz, o zaman pekçok insanın hayal bile edemeyeceği bir zenginlik düzeyine ulaşırsınız. Unutmayın ki başarının sırrı bir emin olma duygusu yaratmaktır. Sizi kişi olarak büyütecek, gerekli eyleme geçirip kendi hayatınızı ve çevrenizdekilerin hayatını daha güzelleştirmenizi sağlayacak türden inançlardır. Ek referanslar edindikçe inançlarınızın değişebileceğini anlamanız şarttır. Şu an için önemli olan, şimdiki inançlarınızın sizi güçlendiren türden mi yoksa zayıflatan türden mi olduğudur. Hemen şimdi tüm inançlarınızın getirdiği sonuçlara odaklanma alışkanlığını geliştirmeye başlayın. Acaba bunlar sizi arzuladığınız yönde eyleme geçirerek güçlendiren şeyler mi yoksa sizi geri mi tutuyorlar? İnançlar hakkında pekçok şeyi keşfettik, ama hayatımızın kontrolünü gerçek anlamda elimize alabilmek için, şu anda bizi hangi inançlarımızın güttüğünü bilmemiz gerekir. Bu nedenle şu anda ne yapıyorsanız bırakın, on dakika boyunca biraz eğlenmeye kendinizi hazırlayın. Sizi güçlendiren ya da güçsüzleştiren tüm inançlarınızı, aklınıza geldiği gibi, liste halinde yazın. Bu liste, önemi yokmuş gibi gözüken küçük inançlardan büyük fark yaratan global inançlara kadar hepsini kapsamalıdır.
•   Eğer şöyle olursa-böyle olur türünden inançlara bir örnek: "Sürekli olarak elimden geleni yaparsam, başarılı olurum. " Ya da "Bu kişiye tüm arzumu gösterirsem beni terkeder" gibi şeylerdir.
•   Global inançlar'a gelince, onlara da şöyle örnekler verilebilir: "İnsanlar esas olarak iyidir." "Bütün kadınlar/erkekler kötüdür" gibi.
Yazacağınız inançlar kendinizle ilgili, fırsatlarla ilgili, zamanla ilgili, kıtlık ve bollukla ilgili inançlar olabilir. On dakika boyunca bunlardan aklınıza geldiği kadarını yazın. Lütfen kendinize, bunu hemen yapma armağanını sunun. Bu iş bitince, güçlendirici inançlarınızı nasıl daha sağlamlaştıracağınızı, güçsüzleştiricileri nasıl ortadan kaldıracağınızı size göstereceğim. Haydi, yapın!! Her iki listeyi yazabilecek kadar zamanınız oldu mu? Olmadıysa geri dönün ve şimdi bitirin! Bunu yapmakla neler öğrendiniz? Şimdi bir an durun, inançlarınızı gözden geçirin. Listenizdeki en güçlendirici üç inancın hangileri olduğuna karar verip bunları yuvarlak içine alın. Bunlar sizi nasıl güçlendiriyor? Bunların sizin üzerinizdeki olumlu süreç etkisini düşünün. Birkaç ay önce ben böyle bir liste yaptım. Sonra o listenin çok değerli olduğunu gördüm, çünkü yeterince kullanmadığım bir inancım olduğunu keşfettim. "Kendimi adarsam, olayları tersine çevirmenin bir yolu mutlaka vardır", şeklinde bir inançtı. Listemi okurken düşündüm. "Bu güçlendirilmesi, imana çevrilmesi gereken bir inanç" dedim kendi kendime. Bunu yaptığıma öyle memnunum ki! Çünkü çok fazla bir zaman bile olmadan o iman benim hayatımı kurtardı, en zor dönemimin içinden beni çekip çıkardı. Çünkü o zaman etrafımdaki her şey bana çok kötü ve anlamsız görünüyordu. Bu iman; yalnız ruhuma canlılık vermekle kalmadı, karşıma çıkan birçok kişisel zorluğu da yenmemi sağladı. Bu bir tek inanç, bu emin olma duygusu, herkesin birşey yapılamaz dediği durumda, gidişi tersine çevirme gücünü bana verdi. Bunu siz de yapabilirsiniz!! Listenizi gözden geçirin, duygusal yoğunluğunuzu güçlendirin, emin olma duygunuzu arttırın, bu inançların doğru ve gerçek olduğuna, size gelecekteki davranışlarda rehberlik edeceğine güvenin. Şimdi biraz sınırlayıcı inançlara bakalım. Bunları gözden geçirirken, bu inançların getirdiği bazı sonuçların neler olduğunu düşünün. En çok güçsüzleştiren iki inancı seçip yuvarlak içine alın. Bu inançların hayatınıza yüklediği maliyeti artık taşımak istemediğinize hemen şimdi karar verin. Unutmayın ki bu inançlardan kuşku duymaya başlar, geçerli olup olmadıklarını sorgularsanız, bunların referans ayaklarını sallamaya başlarsınız, artık o inanç sizi etkilemez olur.

Güçsüzleştiren inançların altındaki emin olma ayaklarını bir tekmede atmak için kendinize şu soruları sorun:
•   Bu inanç neden gülünç ya da saçma?
•   Bu inancı öğrendiğim insan, bu alanda model olarak alınmaya değer miydi?
•   Bu inançtan kurtulmazsam, sonunda bana duygusal olarak, ilişkilerim açısından, fiziksel açıdan, parasal açıdan, ailem ve sevdiklerim açısından nelere mal olur?
Bu sorulara cevap vermek için zaman ayırdıysanız, inançlarınızın bu sorular karşısında büyük ölçüde zayıfladığını göreceksiniz.

Şimdi bu inançların size nelere mal olmuş olduğunu ve değişmezlerse, gelecekte getirecekleri maliyetleri düşünüp o konuya tam anlamıyla bağlanın. Buna öyle yoğun duygular bağlayın ki, bu inançlardan ebediyen kurtulmanızı sağlasın, üstelikte bunu hemen yapmaya karar verin.

Son olarak bir modeli bırakmak için yerine mutlaka bir yenisini koymak gerektiğini de hatırlamak gerekir. Şimdi hemen, seçtiğiniz iki sınırlayıcı inanç yerine koyabileceğiniz yeni inançları yazın. Örnek: "Kadın olduğum için asla başarıya ulaşamam" biçiminde bir inancınız varsa, yeni inancınız, "Kadın olduğum için, hiçbir erkeğin aklına bile gelmeyecek kaynaklarım var!!" biçiminde olabilir. Bu fikirden emin olmak için onu referanslarla destekleyin. Hayatınızda istediğiniz sonuçları elde edemiyorsanız, kendinize şu soruyu sormanızı öneririm: "Bu noktada başarılı olmak için neye inanmam gerekirdi?" Ya da şöyle bir soru: "Bu alanda şu anda başarı gösteren kimler var? Herşeyin mümkün olduğu konusunda onların benden farklı inançları neler?" O zaman sizin gözden kaçırdığınız kilit inancı keşfedebilirsiniz.

Eğer acı çekiyorsanız, kendinizi zorlukla yüz yüze, çaresiz ve öfkeli hissediyorsanız, kendinize şunu sormalısınız: "Böyle hissetmek için neye inanıyor olmam gerek?" Bu basit sürecin mucizesi, sahip olduğunuzun farkına bile varmadığınız bazı inançları su yüzüne çıkarmasıdır. Örneğin kendinizi sıkkın ve üzgün hissediyorsanız, şöyle sorarsınız: "Bu depresyonu hissetmek için benim neye inanmış olmam gerek?" Herhalde şöyle birşey bulursunuz: "İşler hiç düzelmeyecek" Ya da "Umut yok" Bu inançları kelimelendirilmiş halde duyunca, belki de "Ben buna inanmıyorum! Şu anda kötü hissediyorum ama bunun ebediyen sürmeyeceğini biliyorum. Bu da geçecektir." Diyebilirsiniz. Ya da belki, sorunların kalıcı olduğu inancının tümüyle yıkıcı bir şey olduğuna bunu bir daha asla düşünmek istemediğinize karar verebilirsiniz. Bu sınırlayıcı inançları incelerken, duygularınızın nasıl değişmekte olduğuna dikkat edin. Anlayın, inanın ve güvenin ki, zihninizdeki herhangi bir olayın anlamını değiştirdiğiniz zaman, neler hissettiğiniz ve neler yaptığınızda hemen değişsin, böylelikle eylemlerinizi değiştirip kaderinizi farklılaştırmaya doğru gidebilesiniz. Birşeyin ne anlama geldiğini değiştirmek, vereceğiniz kararları değiştirecektir. Unutmayın ki hayatta hiç birşeyin, sizin verdiğiniz anlamdan başka bir anlamı yoktur. Bu yüzden, bilinçli olarak, kendinize seçtiğiniz kaderle uyumlu olan anlamları seçip yükleyin. İnançların yaratma ve yıkma potansiyeli korkunçtur. Ta yüreğinizde, yapabileceğinizin en fazlasından daha azına razı olmamaya karar verdiğiniz için bu satırları okuyorsunuz. Rüyalarınızı boşa çıkarmak yerine, istediğiniz vizyonu yaratacak gücü koşumlandırmayı gerçekten istiyor musunuz? O zaman sizi güçlendirecek inançları seçin, içinizdeki en yüksek niteliklere seslenen bir kadere doğru yürütecek inançlar yaratın. Aileniz, işiniz, çevreniz ve dünya, bundan azına layık değildir.


 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK