İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
# 18 Eki 2016 14:32:54
Bir gün bir genç yolda atının üzerinde ilerlerken yaşlı bir adam yanına gelir ve
- Oğlum ben yaşlıyım bineğim de yok, izin ver de atına ben bineyim sen yaya yürü der.
Genç:
- Tamam amca gel bin .. diyerek attan iner ve yaşlı adam ata biner.
Genç adam, amcanın yüzüne tebessüm ederek yanında yürür.
Yaşlı adam bir iki adımdan sonra atı hızlandırır ve kaçmaya başlar.
Maksadı atı çalmaktır.
Atının çalındığını gören genç adam ise arkasından şöyle seslenir:
- Amca, sen benim atımı değil huyumu çaldın. Benim evde bir tane daha atım var, ben ona da binerim. Ama bundan sonra her kim benden atımı isterse asla vermem.. der.
Bir insanın güzel bir huyunu çalmak,
* Onun kalbini bozmak,
* Vicdanını fesada uğratmak ,
* Kişinin güzel cevherlerle donatılmış kalbini alıp pisliğe bulamak.
* Bu davranışlar aynı zamanda dünyaya fesat tohumları serpmek demektir. Elbette ki o tohumlar gün gelip filizlenecek, ağaç olacak ve zehirli meyvelerini verecektir.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 18 Eki 2016 18:13:15
MAVİ KURDELE
New York'ta yaşayan bir öğretmen, Lise son sınıftaki öğrencilerinin "diğer insanlardan farklı özelliklerini" vurgulayarak onurlandırmaya karar vermiştir. California'dan, Helice Bridges tarafından geliştirilmiş süreci kullanarak, her bir öğrencisini teker teker tahtaya kaldırır.  İlk önce öğrencilere sınıf ve kendisi için ne kadar özel ne kadar özel olduklarını belirtir. Sonra her birine üzerinde altın harflerle "Siz çok  önemlisiniz" yazılı birer mavi kurdele verir.Daha sonra kabul görmenin toplum üzerinde ne gibi etkileri olacağını anlayabilmek amacıyla sınıfına bir proje yaptırmaya karar verir.Her bir öğrencisine üçer tane daha kurdele verip, onlardan bu töreni gerçek dünyada devam ettirmelerini ister. Öğrenciler, daha sonra sonuçları takip edecek, kimin kimi onurlandırdığını tespit edecek ve bir hafta boyunca sınıfa bilgi vereceklerdir.
 Çocuklardan biri, gelecekteki kariyer çalışmaları için kendisine yardımcı olan yakınlarındaki bir şirketin üst düzey görevlisini onurlandırmış, adamın yakasına mavi kurdeleyi iliştirmişti. Ardından, iki tane daha kurdele vermiş ve;
"Sınıfça bu konuda bir projemiz var. Sizden onurlandırmanız için birini bulmanızı istiyoruz. Onurlandırdığınız insanlara ekstra kurdele de verin. Böylece onlar da bu projenin devam etmesi için  başkalarını bulabilirler. Daha sonra, lütfen bana ne olduğu konusunda bilgi verin" diye rica etti. O gün üst yönetici, suratsız biri olarak bilinen patronunun yanına gitmeye karar verdi. Patronun odasına girdi ve onun "iş dünyasında bir deha olduğundan ötürü" onu takdir edip örnek aldığını söyledi. Bu mavi kurdeleyi yakasına takması için izin verip vermeyeceğini sordu? Şaşkına dönen patron;
" Tabi ki " şeklinde cevap verdi.Yönetici mavi kurdeleyi, patronun tam kalbinin üstüne, ceketine iliştirdi. Ekstra kurdeleyi verirken de;
"Bana bir iyilik yapar mısınız?... Siz de bu kurdeleyi onurlandırmak istediğiniz birine verir misiniz?...Bunu bana veren çocuk, okulda bir proje yaptıklarını söyledi. Bu kabul görme töreninin devam etmesi gerekiyormuş. Böylece "bunun, insanları nasıl etkilediğini belirleyeceklermiş..." dedi...
O gece patron evine geldiğinde, on dört yaşındaki oğlunun yanına oturdu. "Bugün inanılmaz bir şey oldu" dedi. "Ofisteydim. Üst düzey yöneticilerimden biri içeri geldi, bana hayran olduğunu söyleyip, "iş dünyasında bu kadar başarılı olduğum için" göğsüme bu kurdeleyi iliştirdi... Bir hayal etmeye çalış... Benim bir dahi olduğumu düşünüyor... "Siz çok önemlisiniz" yazılı bu kurdeleyi tam göğsümün üstüne taktı. Bana ekstra bir kurdele verdi ve  onurlandıracak başka birini bulmamı istedi. Arabayla eve gelirken, bu mavi kurdeleyle kimi onurlandırabileceğimi düşündüm ve aklıma sen geldin... Ben "seni" onurlandırmak istiyorum. Günlerim aşırı yorucu geçiyor. Eve gelince sana pek ilgi gösteremiyorum. Bazen derslerden aldığın notları beğenmeyince veya odanı toparlamayınca sana bağırıp çağırıyorum... Oysa bu gece bir şekilde buraya oturup, sana benim için ne kadar farklı ve özel olduğunu söylemek istedim. Annen gibi sen de benim hayatımdaki en önemli insansın. Sen mükemmel bir çocuksun. "Seni seviyorum" diye devam etti...
Şaşkına dönen çocuk ağlamaya başlamıştı... Bütün vücudu titriyordu... Başını kaldırdı, gözleri yaş içinde babasına baktı, ve:
"Yarın intihar edecektim baba" dedi... "Baba, ben senin... çünkü ben senin... beni hiç sevmediğini... beni hiç önemsemediğini düşünüyordum... Ama artık her şey çok farklı. Sen baba, şu an... oğlunun hayatını kurtardın!..."
Sizin de sevginizi duymak, hissetmek isteyen insanların var olduğunu sakın unutmayın...

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 18 Eki 2016 18:13:49
        MUM

   Mumun söndüğü an.. Benzetme yapmak isterdim şu an. Yaşamım mı muma, mum mu yaşamıma benzemeli. Bulamıyorum.. Gözünün önüne bir mum getir, o zaman beni daha iyi anlarsın..
   Elinde tuttuğun mum herhangi bir mum. Hiçbir özelliği olmayan, kimse için bir şey ifade etmeyen...
   Sade, basit, işine yaramadıkça bir köşede durmaya, unutulmaya mahkum.. O, senin elinde hayat bulur. Sen O’nun yaşamasına izin verirsin. Öyle bir şey ki bu; yaşamının son bulması bile senin elindedir. Ufak bir kıvılcımla başlar hayatı. Dimdik ayaktadır. Sonra zaman geçer. Hala karanlıktır. Sen ve O yalnızsınızdır o karanlıkta.. birden şiddetli bir rüzgar; söner gibi olur ama tutunur zamana.. Sönmez... Gün hiç ağarmasın diye yakarır tanrıya. Hep yanmalıyım der sessizce. Eğer, eğer istersem, çok istersem AY kadar parlak olabilirim bir gün der içinden... Zamanla erir mum. Önüne geçemez istese de.
   Artık geçtir hayalleri için; artık geçtir yarından beklediği için.. Yarın olmayacak. Bu günün doğuşu O’nun batışıdır..
   Yavaşça söner sonsuza dek. Son bulur her şey O’nun için. Hayat devam eder. Bir iz bile bırakamadan gitmiştir. Arkasında keskin bir koku ve günün ışıklarında kaybolan ince bir duman...

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 20 Eki 2016 20:06:09
Martı,Çikolata,Kitap.......

Fırtınalı bir günde aşağı doğru süzülmekteydi, çook yükseklerden bir martı tüyü, bir kitap yaprağı ve bir çikolata kağıdı. Her biri ömürlerinin emeklilikleri denilecek günlerinde "bugün benim son günüm olmalı" istekleriyle uçmaktaydılar havada amaçsız o fırtınalı günde. Martı tüyü artık yaşını almış bir martının kanadından kopmuştu. Çünkü vazifesini yapmıştı, martıyı taşımıştı özgürlük uçurtmasının kuyruğundaki küçük kağıtlar gibi. Vazifesi sona ermişti. Her sona erenin sonu gibi o da koptu kanadından. Şimdi sürünmekteydi yerlerde yaşlılığın keyfini mi yoksa acısını mı yaşamaktaydı tartışılırdı. Sonra bir çikolata kağıdı vardı. Bir çocuk dedesinin cüzdanına kondurduğu sihirli deyneğiyle bir anda çikolatasına sahip oluvermişti. Hemen ambalajını açtı ve bir güzel afiyetle yedikten sonra bilmiyordu ki çikolatanın sadece içindekinden oluşmadığını,ve yere attı onu. Kağıdın da akibeti aynı martı tüyü gibi, sadece sürünmekti. Amaçsız ve yargısız sürgüne mahkum edilmek. Bunlardan başka bir de kitap yaprağı vardı ki binlerce insan onu okşardı bir zamanlar şehir kütüphanesindeki günlerinde. Her okuyan koklardı kendisini uzuuun uzun bakardı birşeyler görmeye çalışırlardı o yaprakta. Ta ki bir sorumsuzun kitabı geri teslim etmeyip onu yırtarak ödevinde kullanmasına kadar. Kullanmasına kullandı ev ödevinde ama,sonra? Evvet sonra çikolata kağıdı ve tüyün kaderindeki benzerlik oldu sonu.Adam o yaprağı ödevini hazırlarkenki gibi kullanmadı. Fırlattı gitti bir sokak kaldırımdan caddeye bir tekmede.
İşte bu fırtınalı gün onları bir araya getirmişti. Bu üç Tanrı oyuncusunu. Fırtına kaldırdı yükseklere kaldırdı, daha da yükseğe. Onlar alışkındılar bu duruma bu ilk olmuyordu. Başladılar aralarında sohbete. Her parça kendi hayat hikayesini anlattı. Ve birden ne görsünler? Tam aşağıda, şehir kanalizasyonuna doğru hızla akan bir kanal. Hepsi de bütün yaşlı insanlar gibi ölümün ne demek olduğunu hiç bu kadar ciddi ele almamışlardı beyinlerinde. Her birisi bu kısa tanışmanın ardından bir kanalizsyondan dipsiz bataklık derinliklerinde ölmenin acısını dile getirdi. Çare yoktu herbiri bıkmıştı hayatta kalma yarışından ve gereksizdi çabalamak çünkü her biri kaybetmişti eski günlerini ve bir işe yaramıyorlardı artık. Fakat birden martı tüyü eski günlerinden aldığı bir cesaretle son bir umut olduğunu anlattı arkadaşlarına. Bir plan yaptılar hemencecik. Çikolata kağıdı ıslanmama görevini,kitap yaprağı yumuşak yapısıyla tüyü taşıma görevini,ve martı tüyü oluşturulan teknenin yelkeni olmayı yapacaktı.Çikolata kağıdı ıslanmazdı, onun üstüne binen kitap yaprağı yumuşaktı ve çikolata kağıdı sayesinde ıslanmazdı.Böylece martı tüyü kağıda kolayca girip dik tutabilirdi kendisini.Kendilerini öyle bir umutla ayarladılar ki planları tam olarak işe yaradı ve martı tüyünün bir anlık umutlarıyla ve yönlendirmesiyle kanalda akıntıya kapılmadan karşı kıyıya geçmeyi başardılar.Böylece dünya resminde her rengin ama her rengin bir yeri olduğunu kabul ettiler ve umutla yaşadılar.
Şimdi nerde mi kahramanlar? Martı tüyü bir gencin sevgilisine özgurlüğü hatırlatması için armağan edildi, kitap yaprağı çevreci bir örgütün kağıt toplama kampanyasında tekrar yeni bir kitaba dönüştürüldü, çikolata kağıdı ise yıllar sonra bir çocuğun koleksiyonunda.

Belki birgün o koleksiyonda rastlarsınız ona.
İyi ki de o fırtınadan kurtulmuşlar öyle değil mi?

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 20 Eki 2016 20:06:36
        MAZİYE VEFA

   Yelkovan kaçı vurmuş, akrep hangi rakamdan alıyor öcünü bilmek mümkün değildi o Temmuz sıcağında. İnsanın gözlerini kapattığında unutulmuş bir kasabanın mavi verandalı bir evinde hissettiği günlerden biriydi. Çıt yok. Gözlerimi kapatmış sadece kendimi dinliyor, saç tellerimden ayak parmaklarıma inen bir yorgunlukla baş etmeye çalışıyordum. Hayal gücünü zaptetmek zor, hele de yalnızlığı seviyorum diyerek kendini avutmanın yaşla orantılı olduğu gerçeği insanı daha da yıpratıyor. Kurulan hayallerle, içine gömüldüğünüz yalnızlığı dengelemeye çalışıyorsunuz.
   Canavar kesilmiş kabuslardan kendini kurtarabilseydi insan. Ya da sabah ezanında titremeyecek kadar güçlü hissedebilseydi kendisini, ne ölüm ne de yaşam korkusu görürdük gözlerinin ferinde.
   Kavak yapraklarından süzülen çiğ tanelerini gözyaşına, kedilerin gururunu efsane kahramanlarının cahil cesaretine benzeterek hayatın özünde bir romantizm yakalamaya çalışıyoruz. Oysa ki bundan ne çiğ damlasının, ne de kedinin haberi var. Kendi kendine yeteyim derken iyice kaptırıp, ruhunu bir Tibet keşişine çevirmek işten değil.
   İsteksizce ayağa kalktım. Bira bardağına doldurduğum musluk suyuna bir avuç dolusu buz atıp rehavet köşeme döndüm. Dünya üzerinde yaşamını bir saniye daha uzatmak için çırpınan insanları düşündüm, ben buzlu bardağımı vücudumda gezdirirken... Aynı anda bir annenin çocuğu başında yaktığı ağıtlar geldi kulağıma. "Haksızlığın böylesi" dedirten reality show spikerleri havasına girip biraz ağlamak istiyordum aslında. "Gözyaşlarımız yüreğimizin parçalarıysa eğer, hiç bitmeyecek. Çünkü dağlar kadar büyük bir yüreğimiz var bizim".
   Okunmamış kitap sayfalarının baştan çıkarıcı kokusu var sende. Bir an önce bitirmek ve katilin uşak olduğunu anlamak istiyorum. Öte yandan da her harfi aklımda tutmak, kelimeler arasındaki uyum içinde kaybolmak, saatlerce bu gizem kokusu içinde sarhoş olmak. Keşke sen de beni, ıssız bir adaya giderken götüreceğin 3 şeyden biri gibi sevseydin!
   "Seversen alırsın, alamazsan aşık olursun" diyordu rahmetli dedem.    Güzel tanımlama! Şimdi nektarin ağaçlarının altında bizleri bekliyor olmalı o güzel köyde. Taş plaktan çalınan içli ayrılık şarkılarını söylüyorum ben ona kimi zaman. Koroda öğrendiğim ilk Nihavendi (o zamanki arkadaşların deyimiyle "sızlayan mitolojik nağmeler(!)) ellerini tutarak söylediğimde ağlamaya başlamıştı. İşte o zaman hissettim ki, insan ancak mazisine tutunarak ayakta kalır, ruhunu satmaz Şeytana. O zaman bir bebeğin tebessümünden keyif alırsınız, ya da yalnız başına dahi ıslık çalarak tempo tutarsınız yürek atışlarınıza. Maziniz, sadece ruhsuz insan siluetlerinden, ya da tozlu raflarda okşanmayı bekleyen fotoğraf yığınından oluşuyorsa; bir adamı/kadını çok sevmiş de alamamışsanız (ve aşık olmuşsanız); ona, gözlerini kapattırırıp yazdığınız şiiri okumamışsanız, ya da üşüdüğü zaman kollarınız ona dolanmamamışsa; korkarım siz sadece nefes almışsınız!
   "İstikbale taltif, ancak maziye vefayla imkan dahilidir."
   Akşam serinliğinde çok oyalandığımı hissederek sandalyemden kalktım. Pikaba, sevdiğin plağı koyduğumda ellerim titredi birden.
   Üşüyordum...

Çevrimdışı iclalela

  • Üye
  • *
  • 7
  • 13
  • 7
  • 13
# 21 Eki 2016 16:19:51
Su anda tm hatirlamamakla beraber bir hikayede ben soyliyeyim
Gecmis yillarda bir aile varmis aile bir anne bir baba vede bir cocuk tan olusmaktaymis baba nin annesi olunce babanin babasi da bu aileye dahil olmus .O dede cok yasli ve elleri tutmedigi icin ustune yemek doker etrafi batirir vede tabak kasik elinden dustugu icin kirarmis bu yuzden adami sofraya oturtturmaz mis ozelllikle bir misafir gelince odaya kitlermis .Evin en kucuk bireyide bunu gormus ve eline bir kac tahta ve civi almis ise koyulmus  annesi gorunce ogum ne yapiyorsun demis oda size tabak kasik yapiyorum sizin dedeme yaptiginiz icin anne ve bab a hatayi anlar ve bir daha yapmaz mis.(BİRAZ YAZİM HATASİ OLMUS OLABİLİR 😦😀☺😀

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 21 Eki 2016 21:36:57
SON DAKİKA NAMAZI
Anneannesinin sözleri yankılandı kulaklarında: ''Oğlum
namaz hiç bu vakte bırakılır mı?'' Anneannesinin yaşı
yetmişe dayanmış, ama ezan
okunduğu vakit yerinden sıçrar, yaşından beklenmeyecek
bir hızla abdestini alır ve namazını kılardı.

Kendisi ise,nefsini bir türlü yenemiyordu. Ne
oluyorsa, hep... namaz son dakikalara kalıyor, bu
sebeple namazını alelacele eda ediyordu. Bunu
düşünerek kalktı yerinden, gözü saate kaydı. Yatsı
ezanının okunmasına on beş dakika kalmıştı. Başını her
iki yöne pişmanlıkla sallayarak, "Yine geciktirdim
namazı." dedi kendi kendine.

Kıvrak hareketlerle abdestini aldı ve daha elini
yüzünü tam kurulamadan kendisini odasına attı.
Mecburen, hızlı hareketlerle namazı eda
etti. Tesbihatını yaparken anneannesini düşünmeden
edemedi. "Bu halimi görse, tatlı-sert kızardı yine
bana." dedi. Çok seviyordu onu ...Hele öyle bir namaz
kılışı vardı ki, onu hep bir gökkuşağı hayranlığıyla
seyrederdi. Namazda öyle bir mahviyeti vardı ki...
hicabından renkten renge girerdi.

O gün akşama kadar derse girmişti. Müthiş bir ağırlık
vardı üzerinde. Duasını yaparken, başını ellerinin
arasına alıp secdeye durdu. Namazdan sonra bir süre bu
şekil tefekkür etmeyi severdi. Gözleri kapanır gibi
oldu. "Ne kadar da yorulmuşum." dedi. Daldı gitti
öylece....

Kıyamet kopmuştu. Mahşeri bir kalabalık vardı. Her yön
insanlarla doluydu. Kimi dona kalmış, hareketsiz bir
şekilde etrafı izliyor; Kimi sağa sola koşturuyor,
kimisi de diz çökmüş, başı ellerinin arasında
bekliyordu. Yüreği yerinden fırlayacak gibi atıyor,
adeta kafesinden kurtulmaya çalışıyor,soğuk soğuk
terler döküyordu. Hayattayken kıyamet, sorgu sual ve
mizan hakkında çok şey duymuş ve ahiret hayatı adına
bu kavramlar kendisi için köşe taşı olmuşlardı. Ama
mahşer meydanında ki ürperti, korku ve bekleyişin bu
denli dehşet vereceğini düşünmemişti.

Hesap ve sorgu devam ediyordu. Bu arada onun ismini de
okudular. Hayretle bir sağa, bir sola baktı. "Benim
ismimi mi okudunuz?" dedi dudakları titreyerek.....

Kalabalık birden yarılmış, bir yol olmuştu önünde. İki
kişi kollarına girdi. Mahşer meydanının vazifelileri
oldukları belliydi. Kalabalık arasından şaşkın
bakışlarla yürüdü. Merkezi bir yere gelmişlerdi.
Melekler her iki yanından uzaklaştılar. Başı
önündeydi. Bütün hayatı, bir film şeridi gibi
geçiyordu gözlerinin önünden...." Şükürler olsun "
dedi, kendi kendine ve devam etti; " Gözlerimi dünyaya
açtım,Hep hizmet eden insanları gördüm. Babam
sohbetlerden sohbetlere koşuyor, malını islam yolunda
harcıyordu. Annem eve gelen misafirleri ağırlıyor,
yemek sofralarının biri kalkıp, bir yenisi
kuruluyordu. Ben ise, hep bu yolda oldum. İnsanlara
hizmete çalıştım. Onlara Allah'ı anlattım. Namazımı
kıldım. Orucumu tuttum. Farz olan ne varsa yerine
getirdim. Haramlardan kaçındım. "Kirpiklerinden aşağı
gözyaşları
dökülürken, "Rabbimi seviyorum, en azından sevdiğimi
zannediyorum." Diyordu. Ama bir yandan da "O'nun için
ne yapsam az, Cennet'i kazanmama yetmez." Diye
düşünüyordu.Tek sığınağı Allah'ın rahmetiydi.

Hesap sürdükçe sürdü. Boncuk boncuk terliyordu.
Sırılsıklam olmuş, zangır zangır titriyordu. Gözleri
terazinin ibresindeki neticeyi
bekliyordu. Sonunda hüküm verilecekti. Vazifeli
melekler ellerinde bir kağıt, mahşer meydanında ki
kalabalığa döndüler. Önce ismi okundu. Artık ayakları
tutmaz olmuştu. Neredeyse yığılıp kalacaktı.
Heyecandan gözlerini kapamış, okunacak hükme kulak
kesilmişti.

Mahşeri kalabalıktan bir uğultu yükseldi. Kulakları
yanlış mı duyuyordu? İsmi cehennemlikler
listesindeydi. Dizlerinin üstüne yığıldı. Hayretten
dona kalmıştı." Olamaaaazzzz " diye bağırdı. Sağa sola
koşturdu. "Ben nasıl Cehennemlik olurum? Hayatım
boyunca hizmet eden insanlarla birlikte oldum. Onlarla
beraber koşturdum. Hep rabbimi anlattım." Diyordu.

Gözleri sağanak olmuş, titrek vücudunu ıslatıyordu.
Vazifeli iki melek kollarından tuttu. Ayaklarını
sürüyerek ve kalabalığı yararak
alevleri göklere yükselen Cehennem'e doğru yürümeye
başladılar. Çırpınıyordu. Medet yok muydu? Bir yardım
eden çıkmayacak mıydı?

Dudaklarından kelimeler kırık dökük, yalvarmayla
karışık döküldü.."Hizmetlerim... Oruçlarım....
Okuduğum Kur'anlar......Namazım....Hiçbiri beni
kurtarmayacakmı?" diyordu. Bağıra bağıra yalvarıyordu.
Cehennem melekleri onu hiç sürüklemeye devam ettiler.
Alevlere çok yaklaşmışlardı. Başını geriye çevirdi.
Son çırpınışlarıydı.

Resülullah, "Evinin önünde akan bir ırmak içinde günde
beş defa yıkanan bir insanı o ırmak nasıl temizler,
günde beş vakit namazda insanı günahlardan öyle
temizler." Buyuruyordu. "Oysa ki benim namazlarım da
mı beni kurtarmayacak?" diye düşünüyordu.

" Namazlarım.....Namazlarım.... Namazlarım." diye diye
hıçkırdı. Vazifeli melekler hiç durmadılar. Yürümeye
devam ettiler; Cehennem çukurunun başına geldiler.
Alevlerin harareti yüzünü yakıyordu. Son bir defa
dönüp geriye baktı. Artık gözleri de kurumuştu.
Ümitleri sönmüştü. Başını öne eğdi. İki büklüm oldu.

Kollarını sıkan parmaklar çözüldü. Cehennem
meleklerinden birisi onu itiverdi. Vücudunu birden
bire havada buldu. Alevlere doğru düşüyordu. Tam bir
iki metre düşmüştü ki, bir el kolundan tuttu.

Başını kaldırdı. Yukarıya baktı. Uzun beyaz sakallı
bir ihtiyar onu düşmekten kurtarmıştı. kendisini
yukarıya çekti. Üstündeki başındaki tozu silkerek
ihtiyarın yüzüne baktı.

"Siz de kimsiniz ?" dedi.
İhtiyar gülümsedi: " Ben senin namazlarınım."

"Neden bu kadar geç kaldınız ?Son anda yetiştiniz.
Neredeyse düşüyordum."dedi....

İhtiyar yüzünü gererek, tekrar güldü; Başını salladı;

" Sen beni hep son anda yetiştirirdin, ...hatırladın
mı?


Secdeye kapandığı yerden başını kaldırdı. Kan-ter
içinde kalmıştı. Dışarıdan gelen sese kulak kabarttı.
Yatsı ezanı okunuyordu.Bir ok gibi yerinden fırladı.
Abdest almaya gidiyordu.






Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 21 Eki 2016 21:37:26
SEVGILI ANNECIGIM
Bugün anneler günü...
Mayısta anneler günü olur ana, sen de bilesin diye yazıyorum bunu, utana utana...

Büyük kentlerde anneler günü, hediyeler, Beyaz karanfiller sunulur,
Kutsal emeklerin Yüce sevgilerin ödülü.

Bilirim, Yine elinde çapa ile geldi bahar sana, Yine iki büklümsün.
Bir zaman bana verdiğini,  Şimdide veriyorsun,
O uzak köyümüzdeki,el kadar toprağına...

Mayısta anneler günü olur ana Sen de bilesin diye yazıyorum bunu, Utana utana...
Sırtında gezdim bir zaman,
Ahırda ,tarlada ,dağda. Benim ayağıma diken
Senin yüreğine hancerdi batan.

Sen
Çatlamış körpe dudaklarıma ağlayan.
Gözlerin varya gözlerin...
En güçlü kötülüklere kalkan.
'Seni okutacagım 'diye,
Ant içen kahraman.
Ve öküzünü satıp,
Kente ilk gelirken ardımdan,
sabahlara dek dualar okuyan.

Sağol ANAM,
Büyüdüm şimdi
son 'kurtul evladım git buralardan'demiştin ya,
Gittim uzağa,
Bugün anneler günü,
Bağısla yine elini öpemedim.
Ana gibi yar olmazmış, vatan gibi diyar,

Ağlamak hafifletir yüregini belki,
Ağla ki olasın bahtiyar.
BUGÜN ANNELER GÜNÜ ANA,
Bir iyilik daha yap evladına;

Bir karanfil tohumu at,
o çapaladığın eski toprağa..

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 21 Eki 2016 21:38:14
        SEVGİ ADACIKLARI

                  Eski İspanyol haritacıların sevgilileri harita
            çizilirken,"Benim için de bir ada çiz " derlermiş. İspanyol
            haritacısı da sevgilisi için gerçekte olmayan bir ada çizermiş .
            Eski İspanyol haritalarında böyle "Sevgiliye armağan adacıklar"
            olurmuş .
                  Kristof Kolomb bir deniz seferinde,haritadan anlayan bir
            İspanyol'a gemide suların azaldığını, haritada görülen şu adacıkta
            içme suyu bulunup bulunmadığını sorunca İspanyol gülümsemiş
            "Efendim, o adanın var olduğunu sanmıyorum. Onu çizen haritacı
            sevgilisine çizmiştir" demiş ve gerçek ortaya çıkmış.
                  Akşit Göktürk' ün "Edebiyatta Ada" yapıtını okuduğumda çok
            gülmüştüm. Sevgilisinden"Haritada bir ada" isteyen İspanyol kadını
            da, ona adayı armağan eden İspanyol haritacısı da ne güzel bir şey
            yapmışlar. İngiliz Kralı Edward da sevdiği kadına bir "Krallık"
            armağan etmiştir de nice kadını heyecandan titretmiştir. Bayan
            Simpson için krallığından vazgeçmesi zamanının Leyla-Mecnun öyküsünü
            yaşatmıştır .
                  Çizecek haritası olmayanlar, vazgeçecek krallığı olmayanlar ne
            yapsın ? Bütün bunlar sembol değil mi ? Haftalardır görmediğimiz bir
            dosta bir kart göndermek aklımızdan bile geçmez. "Aynı kentteyiz,
            nasıl olsa yakınız" diye düşünürüz ... Oysa değilizdir. İnsan insanı
            kaybediyor. Ve bulamıyor. Aynı kentte olsa da .Aynı semtte olsa
            da... Aynı evde olsa da ... Sonra da soruyoruz ... "Neyim var, ne
            oluyor, eksiklik ne ?" Eksilen insan. Ve kendimiz. Bir haritaya bir
            ada çizip de "Bu senin adan" demeyi unutuyoruz. Oysa herkesin bir
            adası olabilir. Denizler öyle büyük ki. Duyguları unutuyoruz ...
            Düşünceleri, sevgiyi, sözleri, dokunuşları, davranışları, dostluğu
            unutuyoruz... Kendimizi beklemeye alıştırıyoruz .... Sonra da neyi
            beklediğimizi unutuyoruz... Eksiliyoruz. Neden eksildiğimizi
            bilmeden...

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 22 Eki 2016 19:04:33
KÜÇÜK İSTAVRİTİN ÖYKÜSÜ
 
Küçük istavrit, yiyecek bir şey sanıp
hızla atıldı çapariye
önce müthiş bir acı duydu dudağında
gümbür gümbür oldu yüreği
sonra hızla çekildi yukarıya...

Aslında hep merak etmişti
denizlerin üstünü
neye benzerdi acep gökyüzü.
Bir yanda büyük bir merak
biryanda ölüm korkusu.

"Dudağı yarıklar " denir,
şanslıdır onlar, hani
görüpte gökyüzünü , insanı
oltadan son anda kurtulanlar.

Ne çare balıkçının parmakları
hoyratça kavradı onu
küçük istavrit anladı yolun sonu.
Koca denizlere sığmazdı yüreği.
Oysa, şimdi yüzerken
küçücük yeşil leğende,
ansız uzanıvermiş dostlarına
değiyordu minik yüzgeci.

İnsanlar gelip geçtiler önünden
bir kedi yalanarak baktı gözünün içine
yavaşça karardı dünya,
başı da dönüyordu.
Son bir kez düşündü derin maviyi,
beyaz mercanı bir de yeşil yosunu.

İşte tam o anda eğilip aldım onu.
Yürüdüm deniz kenarına
bir öpücük kondurdum başına,
iki damla gözyaşından ibaret sade
bir törenle, saldım denizin sularına.

Bir an öylece baka-kaldı
Sonra sevinçle dibe daldı.
Gitti tüm kederimi söküp atarak,
teşekkürü de ihmal etmemişti.
Bir kaç değerli pulunu
Elime, avuçlarıma bırakarak.

Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme.
Sorar gibiydiler, neden yaptın bunu niye?
" Bir gün dedim, bulursam kendimi
yeşil leğendeki
küçük istavrit kadar çaresiz,
Son ana kadar
hep bir umudum olsun diye... "

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 22 Eki 2016 19:05:09
        KÜÇÜK KIZ

   Evvel zaman içinde düşlerinin kadınıyla evlenmiş iri yarı bir adam varmış. Aralarındaki büyük sevgiden güzel küçük bir kız meydana gelmiş.
   Küçük kız büyürken iri yarı adam ona sarılıp
   "Seni seviyorum küçük kız" dermiş.
   Küçük kız hemen öfkelenir ve
   "Ben artık küçük bir kız değilim" diye yanıt verirmiş . O zaman iri adam güler ve
   "Ama sen hep benim güzel küçük kızım olarak kalacaksın" şeklinde konuşurmuş . Artık küçük kız olmayan küçük kız günün birinde evden ayrılmış ve kendisini bekleyen dünyaya adım atmış. Kendisiyle birlikte
   "İri yarı adamı da daha yakından tanımaya başlamış. O adamın en güçlü yönlerinden biri ailesine olan sevgisini dile getirirmiş. Küçük kız dünyanın neresine giderse gitsin, iri yarı adam onu telefonla arar ve
   "Seni seviyorum küçük kız" dermiş. Bir gün artık küçük olmayan küçük kız bir telefon almış. İri yarı adam hastaymış. Bir kalp krizi geçirmiş. Konuşamıyor, gülümseyemiyor, yürüyemiyor sarılamıyor ve artık küçük kız olmayan kızına "Seni seviyorum diyemiyormuş"
   Koşmuş babasının yanına ve küçük kız yapacağı tek şeyi yapmış. İriyarı adamın yattığı yatağa oturmuş ve babasının artık hiçbir işe yaramayan omuzlarına sarılmış. Başını babasının göğsüne yaslayıp düşünmeye başlamış. İri yarı adamın her zaman kendisini nasıl koruduğunu, nasıl şefkat gösterdiğini düşünmüş. Kendisini rahatlatan sevgi sözcüklerini artık hiçbir zaman işitmeyeceğini anlamış. Sonra iri yarı adamın yüreğinin sesini duymuş.
   İri yarı adamın kalbi aralıksız atıyormuş, tüm bedeni artık işe yaramasa da. Ve o an sihirli bir şey olmuş işitmek istediği sesi duymuş. Ta derinden babasının kalbinden gelen.
   "Seni seviyorum küçük kız, seni seviyorum".

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.774
  • 227.206
  • 28.774
  • 227.206
# 22 Eki 2016 19:25:30
Kanuni Hazretleri'nin müthiş rüyası!

Rivayet olunur ki bir kutlu gecede, Kanuni Sultan Süleyman, rüyasında Resulullah efendimizi görür.

Sultan Süleyman, peygamber efendimizi takip ederek bugün Süleymaniye'nin inşa edilmiş olduğu yaklaşık yetmiş dönümlük arazinin bulunduğu çok güzel manzaralı tepeye gelirler. Bu tepe, hem Haliç'i hem de Boğaziçi'ni mükemmel bir açıdan görür.

Peygamber Efendimiz, Sultan Süleyman'a; “Mihrabı buraya, minberi buraya olsun” der.

Kanuni Sultan Süleyman kutlu rüyadan uyanır, şükürler eder. Mimar Sinan'ı çağırtır. Hiçbir açıklama yapmadan büyük bir heyecan ile rüyada gördüğü yere götürür:

“Buraya bir cami bir de külliye yapacağız.” diye sözlerine başladığında, Mimar Sinan söze karışır:

“Sultanım, mihrabı burada, minberi burada olsun…”

Sultan Süleyman şaşırır: “ Sinan sen bu işten haberli gibisin.” der. Mimar Sinan cevap verir: “ Sultanım dünkü rüyanızda ben de bir adım gerinizde geliyor idim…”

Temele İlk Taşı Şeyhülislam Ebussuud Efendi Koydu…

Yüzyılın tam ortasında, 13 Haziran 1550 günü padişahın isteğiyle Şeyhülislam Ebussuud Efendi'nin mihrab duvarına ilk temel taşını koymasıyla inşaat başladı. Cami o günlerin en büyük külliyesiyle birlikte tasarlanmış, Fatih Külliyesi'nden sonra bir bakıma devrin en büyük üniversitesinin merkezi olarak planlanmıştır.

Etrafındaki binalar camiyi örtmediği gibi, araziye uygun yayılan küçük bir şehir görünümündeydi.

Türklerin en büyük hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman'ın adıyla anılan “Süleymaniye Camii” ihtişam ve zarâfet yönünden yalnız Türk mimarîsinin değil, bütün dünya mimarîsinin de en seçkin eserlerinden biridir.

Pek çok mimarlık tarihçisi de bu kanaattedir. Ayrıca Mimar Sinan, caminin ve külliyenin inşaatında bugün bilinendepremmühendisliği tekniklerini yerine getirmiştir.

Klasik Osmanlı mimarîsinin en önemli eserlerinden biri olan Süleymaniye Camii, her şeyden önce İstanbul'un siluetine yeni yükseltiler getiren ve bu siluetiyle şehrin değişik semtlerinden fark edilen bir yapıdır.

Mimar Sinan, bu caminin yerini tespit ederken büyük bir şehirci olduğunu da göstermiştir. Cami yapıldığında, Sultan Ahmed Camii, Bayezıd Kulesi, Eminönü Yeni Camii ve Nuruosmaniye Camii mevcut değildi.

Bu durumda, Pera, Galata, Haliç'ten bakıldığında siluete en hâkim yapı o idi. Boğaziçi, Tophane, Üsküdar ve Adalar'dan bakan bir kimse Ayasofya'nın tek rakibi olarak onu görüyordu.

Bugünkü ölçülere göre bile oldukça hızlı ilerleyen inşaat, gerek projenin büyüklüğü, gerekse Mimar Sinan'ın başka inşaatlarla da ilgilenmek mecburiyetinde olmasından dolayı, inşaatı takip edenlerce zaman zaman duraklıyor gibi anlaşılıyordu. Mimar Sinan'ın rakipleri ve her devirde rastlanan entrikacı tipler yüzünden, padişahta da böyle bir intiba uyandırılmıştı.

İki Ayda Biter Padişahım!

Nihayet bir gün Mimar Sinan'ın inşaatla meşgul olduğu bir sırada padişah çıkageldi. Mimar Sinan bu olayı şöyle anlatır:

Bir gün , caminin minber ve mihrabının yapılmasıyla meşgul olurken, padişah geldi. Binanın süratli yapılmadığına hiddetlendiler. Ben de:

“ İki ayda tamam olur.” dedim.

Padişah, orada hazır olan ağaları şahit tutup: “ Hele iki ayda tamam olmaz ise seninle görüşürüz!” dedi. Saraya gidince de Haznedar başı ve sâir ağalara buyurmuşlar ki:

“ Mimarın aklını kaçırdığı belli oldu. Hiç iki ayda bu kadar iş yapılır mı? Herif, başı korkusundan aklını kaçırdı, çağırıp siz de sual ediniz.” demiş. Beni çağırdılar, doğruca saraya gittim, sordular, orada da iki ayda biteceğini söyledim. Gece gündüz durmadan çalışıldı. Yine bir gün padişah gelerek:

“ Sözünde kararlı mısın?” dedi. “ Evet ” dedim.

Açılışı Sinan yaptı… Cami 15 Ekim 1557 günü tamamlandı. İnşaat yedi yıl sürdü. Mimar Sinan bu olayı şöyle anlatıyor:

“İki ay tamam olunca bina da tamam oldu. Anahtarını padişahın mübarek ellerine verdim ve dua edip el kavuşturup durdum.” Padişah da: “ Bu bina eylediğin beytullahı yine senin açman evlâdır.” dedi, dua ve senâ edip anahtarı verince: “ Ya Fettah!..” deyip açtım.

Mücevherat Harca Karıştırıldı!

İnşaat sırasında özellikle temel hazırlığı gibi teknik sebeplerden dolayı, uzun bir süre, bir türlü göze görünür ve herkesin anlayacağı duruma gelemeyen Süleymaniye için, İran'da da dedikodular çıkmıştır.

Bu durumu, parasızlıktan iş gecikiyor intibası vererek kaşımak isteyen İranşahı Tahmasb, Kanuni Sultan Süleyman'a -özellikle sultanı incitecek şekilde- para yardımı niyetiyle bir sandık mücevher gönderir.

Koca Sultan Süleyman durur mu? Tabii olarak hediyeyi iâde etmek nezaketsizliği göstermez. Tahmasb'tan gelen bütün mücevherleri kırdırıp ezdirir ve o sırada yapımı devam etmekte olan kıble istikametindeki sol uzun minarenin harcına kattırır. Güneşi arkadan aldığı zaman pırıl pırıl parlayan bu minareye bunun için “cevahir (mücevher) minaresi” denilmiştir.

Haç da Hak Ettiği Yerde!

Yine Süleymaniye Külliyesi'nin yapımı sırasında “İslam dünyası yine bir şaheseri ortaya çıkarıyor” haberleri ile telaş içine düşen Vatikan bir mermer blok içerisine dışarıdan belli olmayacak şekilde “Haç” döktürür ve Sultan Süleyman'a “Mâbedinizin minberi için hediyemizdir.” diye gönderir.

Sultan Süleyman bu hediyenin istihbaratını almış ve Mimar Sinan'a bloku ortadan kestirip “Haç”ı ortaya çıkartmıştır. İki parça olan mermer ve haçlar yine iki adet olan ve dış avludan iç avluya geçen kapıların girişinde yere yerleştirilmiştir. Böylelikle bundan böyle avluya girecek olanlar “Haç”ı çiğneyip girecektir. Daha sonra Vatikan'a haber yollanmıştır:

“Hediyenizi aldık, kabul ettik, doğru yere yerleştirdik.” Bugün yerlerdeki haç, iyice aşındığı için çok zor ve ancak çok yakından seçilebiliyor, ama blok hala yerinde...
...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.774
  • 227.206
  • 28.774
  • 227.206
# 22 Eki 2016 19:45:33
Bağdat'ı kıtlık kırıp geçiriyordu. Herkesten önce de hamallar açlık çekiyordu. İçinde ekmek piştiği, sokağa kadar yayılan kokudan belli olan bir evin kapısından seslendi hamalın biri:
- Allah rızası için birazcık ekmek. Günlerdir lokma girmedi ağzımdan.
Tandırın başındaki kadın taze ekmekleri kızına uzattı. "Ver şu adama" dedi. Kızcağız ekmekleri güzelce katlayıp verdi aç hamala.
Hamalın sevincine sınır yoktu. Evine doğru hızlandı. Kim bilir kaç günlük açlığını giderecekti? Tam bu sırada karşıdan gelen birinin sert ikazı durdurdu onu:
- Çabuk söyle, bu ekmeği hangi evden aldın?
Geriye bakıp eliyle işaret etti:
Adam kızgın şekilde salladı başını:
- Yanılmamışım, böyle zamanda başka kimin evinden alınabilir ekmek? diyerek eve doğru ilerledi.
Kapıyı açar açmaz da sordu:
- Kim verdi ekmeği hamala?
Hanım korkudan kızını gösterdi. Güya kızına acır, bir şey yapmaz diye düşünmüştü. Halbuki adamın şükürsüzlük ve cimrilik içine işlemişti. Elindeki sopayı hızla havaya kaldırdı, kızının ekmek veren eline öyle bir indirdi ki bilek zedelenip burkuldu, el çarpık kaldı. Söyleniyordu kendi kendine:
- Ben herkese ekmek versem bu evde ekmek kalır mı? diye.
Halbuki nimet şükür isterdi. Şükürsüzlük nimetin gitmesine sebepti. Nitekim bu şükürsüzlüğün akibeti de öyle olacaktı. Olmaya başladı bile. Kısa zamanda işleri bozuldu, çarşının en işlek yerindeki dükkanını satması da onun bozulan işlerini. Bir ara o hale geldi ki, evine ekmek alamaz duruma bile düştü. Nitekim bir akşam eve gelmiş, kızcağızına da acı sözü söylemişti;
- Artık benden ümidinizi kesin. Çünkü bu akşam ekmek alacak kadar da olsa elime para geçmedi. Çarşıya in, ekmek parası iste.
Kızcağız çarşıya inmiş, utana sıkıla sattıkları dükkanın karşısına geçerek bir tanıdık görürüm diye beklemeye başlamıştı. Kendisini gören dükkandaki adam hemen yanına gelerek:
- Sen masum birine benziyorsun, ne bekliyorsun burada? diye sormuştu. O da anlatmıştı gerçek durumu:
- Ekmek alacak paramız kalmadı, bir tanıdıktan ekmek parası istemek üzere bekliyorum burada.
Hemen elini cebine attı adam. Hatırı sayılır bir miktar parayı uzatarak "Al" dedi. "Bununla istediğin kadar ekmek alabilirsin. Ben de nimetin şükrünü eda etmiş olurum böylece."
Kızcağız elinin birini arkasına saklamış, ötekiyle parayı alırken adamın dikkatin çekti bu saklayış;
- Elinde bir yara bere varsa tedavi ettireyim, niçin saklıyorsun? Allah bana nimet verdi, şükrünü eda etmek için iyilik yapmam gerek, dedi.
Kızcağız önce açıklamak istememişse de adamın ısrarı üzerine anlattı elinin durumunu:
- Ben bir yoksula ekmek vermiştim. Babam yolda rastlayıp sormuş, o da evi gösterip 'İşte oradan aldım' demiş, bizi haber vermiş. Babam eve gelince elindeki sopayla ekmek veren elime öylesine bir darbe indirdi ki, elim böylece çarpık kaldı. Göstermekten utanır oldum. Bu yüzden de evde kaldım.
Bu açıklamayı dinleyen adam bağırmaya başlar:
- Komşular! Çabuk buraya gelin, ben hayalimdeki altın kalpli kızı buldum, hayat arkadaşım işte karşımda, siz de şahit olun... diyerek başlar anlatmaya:
- Ekmeği isteyen fakir bendim. Ben o gün bir hamaldım. Demek ki elinin çarpık kalmasına ben sebep olmuşum. Hem sebep olayım hem de seni bu halinle baş başa bırakayım. Buna Allah razı olmaz. Seni görünce içimden bir sevgi selinin koptuğunu anladım, bana ekmek veren kıza ne kadar da benziyor diye düşünmüştüm. Yanılmamışım. Baban şükürsüzlük ettiğinden Allah onun dükkanını elinden alıp bana nasip eyledi. Şimdi ise imtihan sırası bana geldi, ben de aynı şükürsüzlüğe düşmek istemem. Haydi gel, nikahımızı yaptırıp birlikte babanı sıkıntıdan kurtaralım.
Yola koyulurlar, ekmek veren eli sakatlayan şükürsüz babaya doğru...
"Şükrederseniz çoğaltırım, etmezseniz elinizden alır şükredene veririm. Şükürsüze de azabım şiddetli olur..." (Kur'an-ı Kerim, 14/7)

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
# 24 Eki 2016 13:16:07
HZ. MUSA (A.S.)’IN CENNETTEKİ KOMŞUSU


— Ya Rabbi! Bana Cennetteki komşumu bildir, diye ilticada bulunmuştu.

Hak Teâlâ Musa Aleyhisselâma:

— Falan yere git! Senin komşun falan yerdeki kasaptır, diye talimatta bulundu.

Hazreti Musa tarif edilen yere gitti, kasabı buldu ve evine misafir oldu.

Kasap akşam eve gelirken yanında bir miktar et getirmişti. Eve geldikleri zaman misafirden izin istedi ve onları pişirdi, bir zembil içinde tavanda asılı olan annesini indirdi, altını kuruladı ve eti parçalara bölerek onun ağzına vermeye başladı. Musa Aleyhisselâm Cennet komşusunun kim olduğunu öğrenmeye başlamıştı, sinek vızıltısı gibi bir sesin geldiğini farkedip:

— Ne diyor? diye sordu.

Kasap annesini yerine astıktan sonra misafire:

— Bu benim annemdir. Ben bunu senelerden beri bu şekilde yedirir, içirir ve bütün ihtiyaçlarını temin ederim. O da bana her zaman: «Oğlum Allah seni Cennette Musa (a.s.)’ya komşu eylesin», diye duâ eder, dedi.

O zamana kadar kendisinin kim olduğunu gizleyen Musa Peygamber, kendisinin Musa (a.s.) olduğunu söyledi ve Cennet komşusunu müjdeledi.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 24 Eki 2016 17:11:43
SEVGİ , ZENGİNLİK , BAŞARI

Alışverişe gitmek üzere evden çıkan bir kadın, kapısının karşısındaki kaldırımda oturan bembeyaz sakallı üç yaşlıyı görünce önce duraksadı, sonra onları, tüm içtenliğiyle evine davet etti:
"Burada böyle oturduğunuza göre, üçünüz de kesinlikle acıkmış olmalısınız" dedi. "Lütfen içeri gelin, size yiyecek bir şeyler hazırlayayım."
Üç yaşlıdan biri, kadına, eşinin evde olup olmadığını sordu.
Kadın, eşinin biraz önce çıktığını, şu anda evde olmadığını söyledi. Yaşlı adam, başını iki yana salladı: "Eşiniz evde değilse, biz de davetinizi kabul edemeyiz" dedi.
Aksam eşi geldiğinde kadın, karşı kaldırımdaki yaşlı adamlarla arasında geçen konuşmayı anlattı. "Senin evde olmadığını öğrenince, içeri girmek istemediler" dedi. Yaşlı adamların bu davranışlarını öğrenince, kadının eşi üzüldü. "Bir bakıversene dışarı" dedi. "Hâlâ oradalarsa, şimdi davet edebilirsin eve." Kadın kapıyı açar açmaz, karşı kaldırımdaki bembeyaz sakallı üç yaşlıyla yeniden karşılaştı.
"Eşim geldi, şimdi evde" dedi ve onlara davetini yineledi:
"Yemeğimizi birlikte yemek için sizi şimdi davet edebilir miyim evimize?" Kadının davetine, yaşlılardan biri yanıt verdi: "Biz hiçbir eve üçümüz birlikte gitmeyiz" dedi. Ve kısa bir duraksamadan sonra, bir açıklama yaptı:
"Sağ yanımdaki bu arkadaşımın adı, Zenginliktir" dedi. "Bu yanımda oturan arkadaşımın adı Başarı, benim adım ise Sevgidir.
Kendini ve arkadaşlarını tanıttıktan sonra Sevgi, kadına ilginç bir öneride bulundu: "Şimdi evinize gidin ve eşinizle baş başa verip, bir karara varın dedi. "İçimizden yalnızca birimizi davet edebilirsiniz evinize. Hangimizi davet etmek istediğinize karar verin, sonra gelin, kararınızı bize bildirin."
Kadın, Sevgi’nin önerisini eşine anlattığında adam, sevinçten göklere fırladı.
"Aman ne güzel, ne güzel" dedi.
"Hangisini davet edeceğimizi bize bıraktıklarına göre, biz de içlerinden Zenginlik'i davet ederiz ve evimiz de bir anda Zenginlik'e kavuşmuş olur. Eşinin kararı, kadının hiç de hoşuna gitmedi. "Başarıyı davet etsek, daha mantıklı bir karar vermiş olmaz mıyız, kocacığım?" dedi.
Kayınvalidesiyle, kayınpederinin bu konuşmasına, içerideki odada bulunan gelinleri de kulak misafiri olmuştu. Koşarak içeri girdi ve o da kendi önerisini söyledi: "En doğru karar, Sevgi'yi davet etmek değil midir?" dedi. "Düşünsenize, evimiz bir anda Sevgi'ye kavuşacak.' Gelinin bu önerisi, kayınpederinin de, kayınvalidesinin de çok hoşlarına gitti.
"Tamam, en doğru karar bu olacak dediler. "Sevgi'yi davet edelim..."
Kadın kapıyı açtı ve üç yaşlıya birden sordu: "İçinizde hanginiz Sevgi'ydi?" dedi. "Onu davet etmeye karar verdik. Lütfen buyursun..." Sevgi ayağa kalktı, eve doğru yürümeye başladı.
Arkadaşları da ayağa kalktılar ve Sevgi’nin arkasından, onlar da eve doğru yürümeye başladılar. Kadın, büyük bir şaşkınlık ve heyecan içinde, Zenginlik'le Başarı'ya sordu: "Siz niçin geliyorsunuz?" dedi.
"Ben yalnızca Sevgi'yi davet etmiştim. Kadının bu sorusuna, üç yaşlı birlikte yanıt verdiler: "Eğer içimizden yalnızca Zenginlik'i ya da Başarı'yı davet etmiş olsaydınız, davet edilmeyen ikimiz dışarıda bekleyecektik" dediler. "Fakat siz Sevgi'yi davet ettiniz. Bu durumda üçümüz birden gelmek zorundayız evinize." Ve kadının "Niçin?" diye sormasını beklemeden, Zenginlik ve Başarı sözlerini şöyle sürdürdüler:
"Çünkü Sevgi'nin olduğu her yerde, biz Zenginlik ve Başarı da her zaman, onun yanında oluruz."

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK