İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 10 Eki 2016 20:10:03
İKİ KARDEŞ
Erkek kardeşlerin ikisi de babalarından kalma çiftlikte çalışırlardı. Kardeşlerden biri evliydi ve çok çocuğu vardı. Diğeri ise bekardı. Her günün sonunda iki erkek kardeş ürünlerini ve kârlarını eşit olarak bölüşürlerdi.
Günün birinde bekar kardeş kendi kendine:
"Ürünümüzü ve kârımızı eşit olarak bölüşmemiz hiç de hakça değil" dedi, "Ben yalnızım ve pek fazla ihtiyacım yok." Böylelikle, her gece evinden çıkıp, bir çuval tahılı gizlice erkek kardeşinin evindeki tahıl deposuna götürmeye başladı. Bu arada evli olan kardeş, kendi kendine:
"Ürünümüzü ve kârımızı eşit olarak bölüşmemiz hiç de hakça değil, üstelik ben evliyim, bir eşim ve çocuklarım var ve yaşlandığım zaman onlar bana bakabilirler. Oysa kardeşimin kimsesi yok, yaşlandığı zaman hiç kimsesi yok bakacak" diyordu.
Böylece evli olan kardeş her gece evinden çıkıp, bir çuval tahılı gizlice erkek kardeşinin tahıl deposuna götürmeye başladı. İki kardeş de yıllarca ne olup bittiğini bir türlü anlayamadılar, çünkü her ikisinin de deposundaki tahılın miktarı değişmiyordu. Sonra, bir gece iki kardeş gizlice birbirlerinin deposuna tahıl taşırken çarpışıverdiler. O anda olan biteni anladılar.
Çuvallarını yere bırakıp birbirlerini kucakladılar. Hayattaki en yüce mutluluk, sevildiğimize inanmaktır.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 10 Eki 2016 20:10:22
        SEÇİM

                  Çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi. Keyfi her
            zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek olumlu bir şey bulurdu. Hatta
            bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile. Bu adam, bu halde nasıl bu
            kadar iyimser olabiliyor diye.Birisi nasıl olduğunu sorarsa "Bomba
            gibiyim" diye yanıt verirdi hep, "Bomba gibiyim".
                  Jerry, bir doğal motivasyoncuydu.Yanında çalışanlardan biri o
            gün kötü bir günündeyse, Jerry yanına koşar, duruma nasıl olumlu
            bakılacağının anlatırdı. Bu tarzı fena halde düşündürüyordu beni.
            Bir gün Jerry'e gittim. -"Anlayamıyorum" dedim; "nasıl oluyor da her
            zaman, her koşulda bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun, nasıl
            başarıyorsun bunu?"
                  -" Her sabah kalktığımda kendi kendime, Jerry, bugün iki
            seçimin var.Havan ya iyi olacak ya kötü" derim "Havamın iyi olmasını
            seçerim.Kötü bir şey olduğunda, yine iki seçimim var. Kurban olmak
            ya da ders almak. Ben başıma gelen kötü şeylerden ders almayı
            seçerim. Birisi bana bir şeylerden şikayete geldiğinde yine iki
            seçimim var. Şikayetini kabul etmek ya da ona hayatin olumlu
            yanlarını göstermek. Ben hayatin olumlu yanını seçerim. -"Yok
            yahu"diye protesto ettim. " Bu kadar kolay yani" dedim. - "Evet
            kolay" dedi Jerry. "Hayat seçimlerden ibarettir. Her durumda bir
            seçim var. Sen her durumda nasıl davranacağını seçersin. Yani
            sen,hayati nasıl yaşayacağını seçersin."
                  Jerry'nin sözleri beni oldukça etkiledi. Onu uzun yıllar
            göremedim. Ama hayatımdaki talihsiz olaylara dövünmek yerine, seçim
            yapmayı tercih ettiğimde hep onu hatırladım. Yıllar sonra Jerry'nin
            basına çok tatsız bir olay geldi. Soygun için gelen hırsızlar,
            paniğe kapılıp Jerry'i delik deşik etmişler.Ameliyatı 18 saat
            sürmüş, haftalarca yoğun bakımda kalmış. Taburcu edildiğinde
            kurşunların bazıları hala vücudundaymış. Ben Onu olaydan 6 ay sonra
            gördüm.
                  -Nasılsın diye sorduğumda "bomba gibiyim" dedi. Bomba
            gibi...-"Olay sırasında neler düşündün Jerry?" dedim.
                  -"Yerde yatarken iki seçimim var diye düşündüm; ya yaşamayı
            seçecektim ya da ölümü. Ben yaşamayı seçtim" dedi.
                  -"Korkmadın mi, şuurunu kaybetmedin mi?"
                  -"Ambulansla gelen sağlık görevlileri harika insanlardı, bana
            hep iyileşeceksin, merak etme dediler. Ama acil servisin
            koridorlarında sedyemi hızla sürerlerken doktorların ve hemşirelerin
            yüzündeki ifadeyi görünce ilk defa korktum. Bu gözler bana "Bu adam
            ölmüş" diyordu. Bir şeyler yapmazsam biraz sonra ölü bir adam
            olacaktım gerçekten."
                  -"Ne yaptın?" diye merakla sordum Jerry'e
                  -"Kocaman bir hemşire yanıma yaklaştı ve herhangi bir şeye
            alerjim olup,olmadığını sordu. Evet diye yanıt verdim.
            Var..Doktorlar ve hemşireler merakla sustular. Derin bir nefes
            alarak kendimi toparladım ve bağırdım. "Benim kurşunlara alerjim
            vaaar!" Doktorlar ve hemşireler gülmeye başladılar,tekrar
            bağırdım... Ben yaşamayı seçtim. Beni bir canlı gibi ameliyat
            edin,otopsi yapar gibi değil..."
                  Jerry sadece doktorların büyük ustalıkları sayesinde değil,
            kendi olumlu tavrının büyük katkısı ile yaşadı. Yaşaması bana iyi
            bir ders oldu. Her gün hayatimizi dolu dolu yaşamayı seçme şansımız
            ve hakkimiz olduğunu ondan öğrendim ve her şeyin kendi seçimimize
            bağlı olduğunu..

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 10 Eki 2016 20:12:06
İLAN-I AŞK

   Genç bir delikanlı saatlerdir genç kızın peşinden geliyordu. Genç kız dayanamayıp arkasını döndü:
   - Neden saatlerdir beni takip ediyorsunuz? diye sordu.
   Genç erkek :
   -Sizi seviyorum hem de canımdan çok seviyorum!
   Genç kız :
   -Bak benim arkamdan ablam geliyor, o benden daha güzel benden iş çıkmaz sen ona git..
   Delikanlı arkasını dönüp bakınca çok çirkin bir kızın geldiğini görüp sinirlenmiş ve genç kıza dönmüş :
   -Neden bana yalan söylediniz?
   -Asil siz bana neden yalan söylediniz?
   Eğer beni gerçekten seviyor olsaydınız dönüp arkanıza bakmazdınız çünkü gözünüz benden başkasını görmezdi.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 10 Eki 2016 20:12:52

   Bir lisansüstü öğrencisi bir yaz mevsimi süresince her gün üzerine siyah-beyaz çizgili bir tişört giyerek Harvard futbol sahasına gider. 15 dakika boyunca sahayı bir baştan diğer uca yürüyerek yerlere kuş yemi serper. Bu arada cebinden bir hakem düdüğü çıkartıp öttürür. Yağmur, çamur demeden her gün aynı saatte aynı hareketleri törensel bir ciddiyetle yapar.
   Derken sonbahar gelir, futbol mevsimi baslar. Harvard futbol takımının ilk maçı oynanacaktır. Siyah-beyaz tişörtlü hakem başlama düdüğünü çalar ve o anda olanlar olur. Yüzlerce kus sahaya hücum eder ve doğal olarak maç ertelenir.
   Bu arada öğrenci tezini vermiş ve mezun olmuştur.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 10 Eki 2016 20:13:33
İNSANLIK DERSİ

   Ünlü İtalyan sinema sanatçısı Vittorio de Sica bir TV röportajında anlatıyor :
   İtalya' da Napoli'nin kenar mahallelerinden birinde, bir Cafe-Barda, espressolarımızı içiyoruz. İçeri giren müşterilerden biri, barmene "due caffee, un sospeso" (iki kahve, biri askıda) diyor, iki kahve parası veriyor, bir kahve içip gidiyor, barmen de tezgahın üzerinde asılı duran çiviye bir küçük kağıt asıyor.
   Biraz sonra iki kişi içeri giriyor: "due caffee e un sospeso" (iki kahve ve bir askıda) diyorlar, üç kahve parası verip, iki kahve içip gidiyorlar, barmen gene bir küçük kağıt daha asıyor tezgahın üstündeki çiviye...
   Bunun gün boyu böyle sürdüğü anlaşılıyor. Derken üstü başı biraz eski püskü, belli ki fakir biri bardan içeri girdi, barmene "un caffee sospeso" (askıdan bir kahve) dedi, ve barmenin hazırladığı kahveyi içip, para ödemeden çıkıp gitti. Barmen de tezgahın üzerine asmış olduğu kağıtlardan bir tanesini aşağı indiriverdi...

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 10 Eki 2016 20:15:01
“ KALBİM TEMİZ”  DİYORLAR

   Bazı kimseler kalp temizliğini sadece insanlar hakkında bir kötülük düşünmemek yahut yardımsever olmak gibi çok basit manada anlıyorlar... Bununla da kalmayıp insanlara iyi davranmakla, ALLAH’a  ibadet mükellefiyetinden kurtulduklarını zannediyorlar. Bu şeytanın bir desisesi, nefsin bir oyunudur... Bu oyuna gelenleri aldatan sebeplerden biri, “hata emsal olmaz” prensibine göz kapamalarıdır... Bunlar, namaz kılan ibadet eden bir mü’minin günlük hayatında İslam’ın ruhuna ters düşen ve diğer insanlara zarar veren birtakım noktalar tespit ediyorlar. Bunları öne sürüyor ve “bu adam namaz kılıyor ama, şu hataları da işliyor. Ben ise onun düştüğü hatalara düşmüyorum“ diyerek kendi ibadetsizliklerine, onun kusurlarında  bir özür kapısı bulmaya çalışıyorlar. Bu tip yanlış değerlendirmeler sadece namaz kılmayanlara mahsus değil... namaz kılan bir mü’min de İslam’ın diğer emirlerini kendisinden daha iyi yerine getiren bir kardeşi hakkında benzer şeyler söyleyebiliyor.
   Hidayet rehberimiz, Peygamber Efendimiz’ den (a.s.m) bir hadisi şerif:
   “Bir günah işlediği zaman kalpte bir kara leke hasıl olur. Eğer sahibi pişman olur tövbe istiğfar ederse kalp yine parlar...”
   Bu hadisi şeriften temiz ve selim kalbin, ancak günahlardan salim olan ve isyanlarla kararmamış bir kalp olabileceğini öğreniyoruz.
   Babasının sözünü tutmayan bir çocuğa, hemen “terbiyesiz, ahlaksız” damgasını vuran insanoğlu, emredilmesine rağmen ibadet etmemenin ALLAH’a isyan olduğunu niçin göz ardı eder ki!
   Farzlar tevil kaldırmaz. Onlarda yanlış yorum yapmaya ve hakikati saptırmaya kimsenin hakkı yoktur. Zira, ortada tevili gerektirecek kapalı bir nokta söz konusu değil. ALLAH emretmiş, Resulullah (asm) da bu emrin nasıl yerine getirileceğini bir ömür boyu mü’minlere öğretmiş, talim etmiş... asrı saadeti takip eden bütün asırlarda bu emirler aynen tatbik edilmiş. Bu devirlerde yetişen mürşitler, mü’minlerin Hakk yakınlığında daha ileri gitmeleri için, farzların yanı sıra nafile ibadetlere de büyük önem vermişlerdir. Her taraf camilerle, mescitlerle, medreselerle tekkelerle dolup taşmış... derken ahir zamana gelinmiş... Dünyaya dalma, dinden uzaklaşma, sefahatte boğulma, menfaat peşinde koşma devri gelip çatmış... ibadet terk edilmiş, ilim bir yana atılmış irfandan uzaklaşılmış, kalplerde takva hissi azaldıkça azalmış... bu zehirli iklimde, bu bozuk atmosferde, nasıl olmuşsa olmuş, yeni bir grup çıkmış ortaya: Kalbi temizler ekolü... bunlar bütün peygamberlere (a.s), bütün ashaba, bütün evliyaya ve nihayet on dört asrın bütün mü’minlerine muhalif bir caddede yürümeye başlamışlar... bu ekolün mensupları, kendi haklarında, tövbe kapısını âdeta kapamışlar. Zira isyanlarını göremez hale gelmişler... daha kötüsü, onları müdafaa etmeye başlamışlar. Kendilerini ALLAH’ a ibadet etmeye çağıran mü’min kardeşlerine verdikleri cevap, her defasında  “ sen benim kalbime bak”  olmuştur.
   Ben senin kalbine nasıl bakayım?

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 10 Eki 2016 20:15:45
Kilitlemek kolay mı?

   Türbelerin kapatılmasından sonra, her yerde olduğu gibi, Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin de türbe kapısına kilit vurulmuş. Fakat, sabahleyin erkenden yoldan geçenler kilidi açılmış, kapıyı ardına dayalı görürlermiş. İlgililerden biri:
   "Bu kapıyı elbet bir açan var" diye iki polisi görevlendirmiş:
   "Bekleyin sabaha kadar, gözetleyin, kim açıyorsa yakalayın" diye emir vermiş.
   Polisler, gün ışıyıp sabah ezanları okununcaya kadar bekleyip sohbet etmişler. Ortalık boz-bulanık bir hal aldığında, çıt! demiş, kapıdaki kilit açılmış, kapı ardına dayanmış ve az sonra türbeden o mübarek ve güzel yüzüyle Bayram Veli Hazretleri görünmüş; şöyle bir etrafına bakınıp, havayı kokladıktan sonra başlamış usul usul yürümeye... Polisler şaşkına dönmüşler. Birinin dili tutulmuş, öbürü, durmadan arkadaşını tokatlarmış. Bir daha kim bekler? İşte o olmuş, bu olmuş, artık ne kapı açılmış, ne kilit, Hacı Bayram, bir zaman ortalıkta görünmemiş.
   Günün birinde, devlet büyüklerinden bir kişi
   "Bu meydanın adını değiştirelim, artık caddelerimizin başından hacı külahını çıkaralım, buranın adı Ogüst meydanı olsun" diye öneride bulunmuş.
   Hacı Bayram sevdalılarından bir zatın da bu öneri pek fenasına gitmiş. O gece hiç uyumamış, sabahleyin de erkenden türbe kapısına gidip orada niyaza başlamış. Bir de ne görsün? Hacı Bayram Veli karşısında gülümser, memnun:
   "Ne üzülüyorsun be oğlum? Her kemâlin bir zevali olduğu gibi, her zevalin de bir kemâli vardır. Allah âdildir, bağışlar ve affeder, sen işine bak!" demez mi?
   Gerçekten, ardından az bir zaman geçmiş geçmemiş, sokakların başından hacı külahını çıkarmak isteyen o kişi yürekler acısı bir ölümle ölmüş, çoluğu çocuğu darmadağın olmuşlar.
   Eh! Erenlerin sağı solu olmaz, onlarla şakaya gelmez! Hani ne güzel söylemişler:
Değme sakın fukara fırkasının hırkasına,
Her biri bir dağ devirip geçirir arkasına!
   Hani Yunus Emre ne güzel demiş.
            Bir sinek bir kartalı, kaldırıp vurdu yere,
            Yalan değil gerçektir bende gördüm tozunu.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 11 Eki 2016 19:19:59
HERKES İÇİN BİRAZ MUTLULUK
 
Jerry, çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi.
Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek olumlu
bir şey bulurdu. Hatta bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile.

Bu adam, bu halde bile nasıl iyimser olabiliyor? Birisi nasıl
olduğunu sorsa; “Bomba gibiyim” diye yanıt verirdi hep..
“Bomba gibiyim.” Jerry bir doğal motivasyoncuydu...

Yanında çalışanlardan biri, o gün, kötü bir günündeyse,
Jerry yanına koşar, duruma nasıl olumlu bakılacağını anlatırdı.

Bu tarzı fena halde düşündürüyordu beni... Bir gün Jerry’ye
gittim. Anlayamıyorum dedim.. Nasıl olur da, her zaman,
her koşulda bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun...
Nasıl başarıyorsun bunu?

Her sabah kalktığımda kendi kendime Jerry bugün iki
seçimin var: Havan ya iyi olacak, ya kötü.. derim.
Havamın iyi olmasını seçerim. Kötü bir şey olduğunda gene iki
seçimim var: Kurban olmak, ya da ders almak.

Ben başıma gelen kötü şeylerden ders almayı seçerim.
Birisi bana bir şeyden şikayete geldiğinde, gene iki seçimim var..
Şikayetini kabul etmek ya da ona hayatın olumlu yanlarını
göstermek. Ben hayatın olumlu yanlarını seçerim.

Yok yahu, diye protesto ettim. Bu kadar kolay yani?
Evet.. Kolay dedi Jerry.. Hayat seçimlerden ibarettir.
Her durumda bir seçim vardır. Sen her durumda nasıl
davranacağını seçersin. Sen insanların senin tavrından nasıl
etkileneceklerini seçersin. Sen havanın, tavrının
iyi ya da kötü olmasını seçersin...
Yani sen, hayatını nasıl yaşayacağını seçersin!..

Jerry’nin sözleri beni oldukça etkiledi. Onu, uzun yıllar
görmedim. Ama, hayatımdaki talihsiz olaylara dövünmek
yerine, seçim yapmayı tercih ettiğimde hep onu hatırladım.

Yıllar sonra, Jerry’nin başına çok tatsız bir şey geldi. Soygun
için gelen hırsızlar, paniğe kapılıp, Jerry’yi delik deşik etmişler...
Ameliyatı 18 saat sürmüş, haftalarca yoğun bakımda kalmış.
Taburcu edildiğinde, kurşunların bazıları hala vücudundaymış.

Ben onu, olaydan altı ay sonra gördüm.
Nasılsın? diye sorduğumda, Bomba gibiyim dedi
Bomba gibi. Olay sırasında neler hissettin Jerry dedim.
Yerde yatarken, iki seçimim var diye düşündüm..
Ya yaşamayı seçecektim, ya ölümü.. Ben yaşamayı seçtim.

Korkmadın mı, şuurunu kaybetmedin mi !..
Ambülansla gelen sağlık görevlileri harika insanlardı.
Bana hep İyileşeceksin merak etme dediler.
Ama acil servisin koridorlarında sedyemi hızla
sürerlerken, doktorların ve hemşirelerin yüzündeki
ifadeyi görünce ilk defa korktum.Bu gözler
bana; Bana adam ölmüş diyordu. Bir şeyler yapmazsam,
biraz sonra ölü bir adam olacaktım gerçekten..

Ne yaptın? diye merakla sordum..
Kocaman bir hemşire yanıma yaklaştı ve bağırarak
herhangi bir şeye alerjim olup olmadığını sordu..
Evet diye yanıt verdim.. Var.. Doktorlar ve hemşireler
merakla sustular.. Derin bir nefes alarak kendimi
toparladım ve bağırdım: Benim kurşunlara alerjim var !..

Doktorlar ve hemşireler gülmeye başladılar. Tekrar bağırdım..
Ben yaşamayı seçtim. Beni bir canlı gibi ameliyat edin.
Otopsi yapar gibi değil..

Jerry, sadece doktorların büyük ustalıkları
sayesinde değil, kendi olumlu tavrının büyük
katkısı ile yaşadı. Yaşaması bana yeni ders oldu.

Hergün, hayatımızı dolu dolu yaşamayı seçme şansımız
ve hakkımız olduğunu ondan öğrendim..
Ve her şeyin kendi seçimimize bağlı olduğunu..


Bu yazıyı okudunuz. Şimdi iki seçiminiz var:

1. Unutup gitmek.
2. Kesip saklamak,
fotokopisini çıkarıp, dostlarınıza dağıtmak..

Ben, ikincisini seçip bunu sizlerle paylaşmayı tercih ettim.

Francie Baltazar-Schartz

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 11 Eki 2016 19:20:27
KAÇ LİRA DEĞERİNDEYİZ?

   Bir kimyagerin araştırmalarına göre insanın değeri komik denecek kadar düşük olup adeta sudan ucuzdur. Çünkü vücûdumuzda 7 kalıp sabun yapacak kadar yağ, orta boyda çivi yapacak kadar demir, ancak bir kahve fincanı dolduracak kadar şeker, bir tavuk kümesini boyayacak kadar kireç, 2000 kibrit yakacak kadar fosfor, ufak bir topun atımına yetecek barut için potasyum bulunmaktadır.
   Madde itibariyle bu kadar ucuz olduğu halde tek bir organını bile dünyaya değişmeyen insan, kendisine verilen bu değerin kıymetini bilmeli ve yine kendisini kâinatın dilenciliğinden kurtarıp, bütün mahlukatın sultanı  yapan Zât’a karşı kulluk vazifelerini yerine getirmelidir.
   Aksi takdirde gerçek değer kokuşmaya mahkûm birkaç kilo et, birkaç litre kan ve bir yığın kemikten ibaret kalacaktır.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 12 Eki 2016 18:56:38
MARANGOZ
Yaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti. İşveren müteahhidine, çalıştığı konut yapım işinden ayrılmak ve eşi, büyüyen ailesi ile birlikte daha özgür bir yaşam sürmek tasarısından söz etti. Çekle aldığı ücretini elbette  özleyecekti. Emekli olmak ihtiyacındaydı, ne var  ki. Müteahhit iyi işçisinin ayrılmasına üzüldü. Ve ondan, kendine bir iyilik olarak, son bir ev daha yapmasın rica etti. Marangoz kabul etti ve işe girişti, ne var ki gönlünün yaptığı işte olmadığını görmek pek kolaydı. Baştan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı. Kendini adamış olduğu mesleğine böyle son vermek ne talihsizlikti!..
İşini bitirdiğinde, işveren, evi gözden geçirmek için geldi. Dış kapının anahtarını marangoza uzattı.
“Bu ev senin" dedi, "sana benden hediye".
Marangoz şoka girdi. Ne kadar utanmıştı!... Keşke yaptığı evin kendi evi olduğunu bilseydi! O zaman onu böyle yapar mıydı?...
Bizim için de bu böyledir. Gün be gün kendi hayatımızı kurarız. Çoğu zamanda, yaptığımız işe elimizden gelenden daha azını koyarız. Sonra da, şoka girerek, kendi kurduğumuz evde yaşayacağımızı anlarız. Eğer tekrar yapabilsek, çok daha farklı yaparız. Ne var ki, geriye dönemeyiz. Marangoz sizsiniz. Her gün bir çivi çakar, bir tahta koyar ya da bir duvar dikersiniz. "Hayat bir kendin yap tasarımıdır" demiştir biri. Bugün yaptığınız davranış ve seçimler, yarın yaşayacağınız evi kurar. Öyle ise onu akıllıca kurun. Unutmayın...
Paraya ihtiyacınız yokmuş gibi çalışın. Hiç incinmemişsiniz gibi sevin.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 13 Eki 2016 20:27:24
        KÜÇÜK KIZ

   Evvel zaman içinde düşlerinin kadınıyla evlenmiş iri yarı bir adam varmış. Aralarındaki büyük sevgiden güzel küçük bir kız meydana gelmiş.
   Küçük kız büyürken iri yarı adam ona sarılıp
   "Seni seviyorum küçük kız" dermiş.
   Küçük kız hemen öfkelenir ve
   "Ben artık küçük bir kız değilim" diye yanıt verirmiş . O zaman iri adam güler ve
   "Ama sen hep benim güzel küçük kızım olarak kalacaksın" şeklinde konuşurmuş . Artık küçük kız olmayan küçük kız günün birinde evden ayrılmış ve kendisini bekleyen dünyaya adım atmış. Kendisiyle birlikte
   "İri yarı adamı da daha yakından tanımaya başlamış. O adamın en güçlü yönlerinden biri ailesine olan sevgisini dile getirirmiş. Küçük kız dünyanın neresine giderse gitsin, iri yarı adam onu telefonla arar ve
   "Seni seviyorum küçük kız" dermiş. Bir gün artık küçük olmayan küçük kız bir telefon almış. İri yarı adam hastaymış. Bir kalp krizi geçirmiş. Konuşamıyor, gülümseyemiyor, yürüyemiyor sarılamıyor ve artık küçük kız olmayan kızına "Seni seviyorum diyemiyormuş"
   Koşmuş babasının yanına ve küçük kız yapacağı tek şeyi yapmış. İriyarı adamın yattığı yatağa oturmuş ve babasının artık hiçbir işe yaramayan omuzlarına sarılmış. Başını babasının göğsüne yaslayıp düşünmeye başlamış. İri yarı adamın her zaman kendisini nasıl koruduğunu, nasıl şefkat gösterdiğini düşünmüş. Kendisini rahatlatan sevgi sözcüklerini artık hiçbir zaman işitmeyeceğini anlamış. Sonra iri yarı adamın yüreğinin sesini duymuş.
   İri yarı adamın kalbi aralıksız atıyormuş, tüm bedeni artık işe yaramasa da. Ve o an sihirli bir şey olmuş işitmek istediği sesi duymuş. Ta derinden babasının kalbinden gelen.
   "Seni seviyorum küçük kız, seni seviyorum".

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 14 Eki 2016 22:17:21
Mafya Babası ve Kurnaz Tercüman
Mafya babası, korkutabildiği kuruluşlardan alacağı haracı toplaması için sağır ve dilsiz bir tetikçi bulmuştu. Tetikçi polisin eline geçtiğinde, onun fazla bir şey anlatamayacağını düşünüyordu.
Mafya babası, bir süre sonra ödemelerde önemli gecikmeler olduğunun farkına vardı ve bunun hesabını sormaları için iki adamını, tetikçiye gönderdi.
Giden adamlar, sağır ve dilsiz tetikçiyle anlaşamayınca, mafya babası onu kendi odasına getirtti ve sağır ve dilsiz alfabesi bilen bir tercüman buldurdu.
Mafya babasının sorusunu tercüman, sağır ve dilsiz tetikçiye işaretlerle sordu:
"Paralar nerede?"
Tetikçi, aynı işaretlerle karşılık verdi:
"Ne parası?.. Benim paradan haberim yok.. Hem neden söz ettiğinizi de anlamıyorum…"
Çevirmen mafya babasına döndü ve tetikçinin yanıtını ona iletti:
"’Benim paradan filan haberim yok… Hem neden söz ettiğinizi de anlamıyorum’ diyor" dedi.
Mafya babası belinden tabancasını çıkardı, namlusunu sağır ve dilsiz tetikçinin kafasına dayadı:
"Şimdi son bir kez daha sor bakalım" dedi çevirmene. "Paralar nerede?.."
Çevirmen, yine el ve parmak işaretleriyle, mafya babasının dediklerini  iletti:
"’Şimdi son bir kez daha sor bakalım’ diyor" dedi. "Paralar nerede?."
Sağır ve dilsiz tetikçi, kafasına dayalı silahı görünce daha fazla dayatamadı, paraları sakladığı yeri açıkladı:
"Central Park'ta, Batı 78'inci caddeye açılan kapıdan girince soldan üçüncü ağacın kovuğunda 100 bin doları  bulacaktır" dedi işaretle.
Mafya babası, tercümana döndü ve öfkeyle gürledi:
"Çabuk söyle" dedi. "Ne dedi?.."
Tercüman tane tane konuşarak yanıt verdi:
"Dedi ki, ‘Bu adamın ne parasından söz ettiğini bir türlü anlamıyorum…’ Ayrıca bir de şunu söyledi: ‘O tabancayı karşısındakinin kafasına dayamak erkeklik değildir…’ dedi. ‘Ben erkek diye, o tetiği çekebilecek yüreği olan adama derim. Erkekse tetiği çeksin bakalım."

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.788
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 14 Eki 2016 22:17:54
Askerliğini yapmakta olan saf tertemiz bir Anadolu çocuğu askerliğinin bitmesine iki ay kala tüfeğini kaybetmiş..... 
   Askerde tüfek kaybetmek ne demek? Ömür boyu yapsan, bitmez!
   Neyse, arkadaşları oğlum eğer tüfeğin parasını ödersen belki seni af edebilirler, çünkü sen saf ve dürüst bir insansın  diye ümit vermişler. Bu durum karşısında bizim saf asker düşünmeye başlamış. Ama nafile..
   Para bulabileceği hiç bir kaynak yok, hayatta hiç kimsesi yok... Ne yapacağını düşünürken birdenbire tek umudunun Allah olduğunu düşünüyor ve Allah’a mektup yazmaya karar veriyor.
   Ve yazıyor...
   "Sevgili Allahım eskiden beş vakit namaz kılardım artık on vakit kılacağım. Senden başka kimsem yok. Askerde tüfeğimi kaybettim kurtulmam için tam yüz milyon TL paraya ihtiyacım var kusura bakma senden başka kimsem olmadığından senden istiyorum."

   Mektubu yazıyor ve zarfı kapatıyor. Zarfın üzerine de "YÜCE ALLAH CENNET" yazıyor ve takım komutanına veriyor. Askerlik yapanlar bilir. Bir mektup önce takım komutanı, sonra bölük komutanı, birlik komutanı vs vs zincirleme gider. Neyse.. Mektup Ankara Genel Kurmaya geliyor hani bir de, adres enteresan yaa.... Ankara da mektubu açıyorlar saf bir Anadolu çocuğunun, tertemiz duygularla yazdığı bir mektup. Açıyorlar ve yardım etmeye karar veriyorlar.

   Hemen aralarında para topluyorlar ama doksan beş milyon TL toparlayabiliyorlar. Zarfın içine koyup adrese postalıyorlar. Postalar dağıtılıyor. Bizimkine mektup var hemen alıyor. Açıyor ve Doksan beş milyon TL yi sayıyor eksik kalan kısmı da arkadaşlarının yardımı ile tamamlıyor ve tüfeğin parasını ödüyor. Ve kurtuluyor.

   Tabi bu durumda tekrar Allah’a mektup yazıp durumu anlatması ve teşekkür etmesi gerektiğini düşünüyor. Nasıl böyle bir iyiliğin altında kalınır ki. Hemen yazmaya başlıyor. Allahım gönderdiğin parayı aldım sana çok teşekkür ederim, bundan sonra on vakit namaz kılacağım. Senden başka kimsem yok ve sana tekrar teşekkür ederim.

   NOT: Allahım bundan sonra bu tip ihtiyaçlarım olduğunda Genel Kurmay aracılığı ile yollama, herifler beş milyonu kesmişler.



Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.952
  • 28.885
  • 227.952
# 15 Eki 2016 07:13:51
    * * * * * * *

    Efendim, on sekizinci asrın başlarında İstanbul’dayız. Avcı Mehmet diye bilinen Sultan Mehmed’in annesi Turhan Sultan, İstanbul’da bir gezintiye çıkar. Bir ara bugünkü Unkapanı Köprüsü’nün Galata’ya varan ucundaki Azap Kapı’ya da uğrar. Oradan Galata tarafına geçmek isterken Sokullu Mehmet Paşa Camii’nin bulunduğu yerde bir kızcağızın oturmuş, gözyaşı döktüğünü görür. Yaklaşır, bakar ki, çocuğun önünde kırılmış bir testi var.

    Şefkatle seslenir:

    – Yavrucuğum niçin ağlıyorsun, boşuna gözyaşı dökme. Kırılan testi olsun. Sil gözünün yaşını. İşte sana testinin parası. Hemen yenisini al.

    Kızcağız yaşlı gözlerini silerek baktığı Turhan Sultan’a titrek sesle cevap vermeye çalışır:

    – Ben der, testi kırıldığı için ağlamıyorum. Sabahtan beri iplik gibi akan su başında bekleyip de doldurduğum testinin suyunu hizmetçilik ettiğim eve götüremeyecek kadar beceriksizlik gösterdiğim için ağlıyorum.

    Turhan Sultan bu cevaptan çok memnun olur. Orada kızcağızın kim olduğunu soruşturur. Ana-babadan yetim bir öksüz olduğunu, hayırsever bir ailenin yanında karın tokluğuna hizmetçilik ettiğini öğrenir. Hemen gidip kızcağızı aileden ister, saray terbiyesine alır.

    Fevkalade bir öğrenim kabiliyetine sahip olan öksüz kızcağız, kısa zamanda inkişaf eder, her konuda sarayda örnek bir hanım haline gelir. Öylesine itibar kazanır ki, onu hayırseverin evinden alıp saraya getiren Turhan Sultan, padişah hanımı olmaya bile layık görür ve nitekim Sultan Mustafa (II) ile evlendirir. Böylece Saliha Hanım, Saliha Sultan unvanını alır, Hanım Sultan olur.

    Aradan geçen zaman içinde dünyaya getirdiği oğlu Mehmet (I)’in de padişah olması sebebiyle bu defa da Saliha Sultan’lıktan yükselir Valide Sultan olur.

    Ne var ki, Saliha Sultan, Valide Sultan’lığa terfi ettiği halde geçmişini asla unutmaz. Öksüzlüğünü, hizmetçiliğini, hatta kırdığı testinin başında ağlarken elinden tutulup da böylesine eşsiz bir mevkiye çıkışını, hep düşünür.

    Bir gün çevresiyle birlikte testisini kırdığı, başında gözyaşı dökerken elinden tutulup da saraya getirildiği yere gider. Sessizce yine gözyaşı dökmeye başlar. Meraklananlar sebebini sorarlar. O da geçmişteki olayı onlara açık seçik anlattıktan sonra emrini verir:

    – Testimin kırıldığı bu yere öyle bir çeşme yapılsın ki, asırlar geçsin; ama çeşmenin suyu bitmesin, sanatı gözden düşmesin. Testisini kıran kızlar bir daha dolduramam diye gözyaşı dökmesin. Su bol aksın.

    – Sonra ne mi olur? Öylesine bir sanat eseri büyük çeşme yapılır ki, aradan asırlar geçer, çeşme halen sanatındaki eşsizliği korumakta, çevreye de su hizmeti vermektedir.

    Unkapanı Köprüsü’nün Karaköy başında Sokullu Mehmet Paşa Camii’nin yanındaki çeşmeyi bugün olanca ihtişamıyla görmeniz mümkündür.

    Demek Saliha Sultan geçmişini unutmamış. Valide Sultan’lığa terfi etmesine rağmen hizmetçilik ettiği günleri mukayesesiyle yaşamıştır. Bu yüzden yaptırdığı çeşmesiyle, ben burada testi kıran bir hizmetçi kızdım demek istemiş, kendinden sonra gelenlere örneklik etmiştir.

    Evet, siz de unutmayın geçmişinizi, yokluk, sıkıntı ve ıstırap dolu günlerinizi ve şu anda sahip olduğunuz imkanlarınızla yapmanız icap eden hizmetlerinizi…

   

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.952
  • 28.885
  • 227.952
# 15 Eki 2016 07:26:32
       CÖMERTLİK İMTİHANI
   Yemen hükümdarı, oldukça cömert idi. İhsanları her yere yayılmasına rağmen, Hatim-i Tai’nin cömertliğinden bahsedilmesine tahammül edemez.

Sarayında herkese büyük bir ziyafet verir. Zengin fakir herkes yer. Halkın, (Hükümdarın ziyafeti ne kadar muhteşem oldu, neredeyse Hatime yaklaştı) dediğini duyunca, Hatim sağ kaldıkça, cömertlikte birinci olmasına imkan olmadığını anlar, onu öldürtmeye karar verir. Çok güçlü bir genç bulup eline yirmi altın verir. İşi bitirince de, yirmi altın daha vereceğini söyler.

Genç, sora sora Tay kabilesine kadar gelir. Güler yüzlü, kendisi gibi yiğit bir gençle karşılaşır. Bu sevimli genç (Hoş geldin yiğit. Çok yorgun olduğun anlaşılıyor. Bu gece misafirim ol!) diyerek evine götürür. Gece, misafirine çok ikram ve ihsanda bulunur. Sabah olunca, misafir gitmek isteyince, birkaç gün daha kalmasını ısrar eder. Misafir der ki:

– Çok önemli bir işim var. Bir an önce gitmem gerekir.

İyilik ve hizmet etmekten zevk duyduğu anlaşılan ev sahibi der ki:

– İşin nedir, sana acaba bir yardımım dokunabilir mi?

– Ey asil kişi, sen çok cömertsin, iyilik seversin, senden sır çıkmayacağı belli. Hatim isimli birini arıyorum. Acaba tanıyor musun?

– Hatim ile ne işin var?

Misafir, niçin geldiğini anlatıp der ki:

– Bu işte bana yardımcı olman mümkün mü?

– Elbette mümkündür. Yalnız bu iş pek kolay olmaz. Dediklerime uyarsan tereyağından kıl çekmiş gibi zahmetsiz olur.

– Ne yapmam gerekir?

– Hatim de senin gibi yiğit biridir. Belki öldüremezsin. Ben sana onun yerini tarif edeyim. Ancak öldüremez de iş meydana çıkarsa, yerini söylediğim için beni öldürebilir. Bu bakımdan benim ellerimi, ayaklarımı bağla. Zorla söylettiğin anlaşılsın.

Misafir, ev sahibinin elini, kolunu, ayaklarını iyice bağladıktan sonra sorar:

– Hatim nerede?

– Hatim denilen kimse benim. Madem benim başım senin işine yarayacak, ne diye onu vermiyeyim? Misafirin arzusunu yerine getirmek, gönlünü etmek benim en büyük arzumdur. Hemen öldür, kimse duymadan buradan git!

Genç, neye uğradığını şaşırır. Hemen Hatimin ayaklarına kapanıp der ki:

– Sana gül yaprağı ile vuran kalleştir. N’olur beni bağışla!..

Genç, helalleşip oradan ayrılıp hükümdarın huzuruna çıkar. Olanları anlatır. Hükümdar da, iyiliksever, cömert olduğu için hatasını anlayıp (Taşıma su ile değirmen dönmez. Cömertlik mal ile değilmiş. Hatimin cömertliği yaratılışından, fıtratından, güzel huyundan ileri geliyormuş. Sen verilen görevi fazlasıyla yerine getirdin) diyerek yirmi yerine kırk altın verir.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK