İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 14 Eyl 2016 08:14:37
İslama Hizmet Etmek

Halife Hz. Ömer bir mecliste hazır bulunanlara sordu:

– Eğer dileğiniz hemen kabul ediliverecek olsa ne dilerdiniz?

Birisi, “Benim falan vadi dolusu altınım olsun isterim. Onu harcayarak İslâm’a daha çok hizmet edeyim diye” dedi. Bir başkası, “Şu kadar sürüm (davar, koyun, keçi), mal ve mülküm olsun isterdim. Gerektikçe onları sarfederek dine yararlı olayım diye” dedi. Herkes buna benzer şeyler söyledi. Hz. Ömer hiçbirini beğenmedi. Bu defa meclistekiler, Hz. Ömer’e sordu:

– Ya Ömer peki sen ne dilerdin? Cevap verdi:

– Ben de Muaz, Salim, Ebû Ubuyde gibi müslümanlar yetişsin isterdim. İslâm‘a onlar vasıtasıyla hizmet edeyim diye.

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
# 16 Eyl 2016 17:15:27
Fatih Sultan Mehmed bir Anadolu seferi dönüşünde, Balıkesir'den geçiyordu. Hava oldukça sıcaktı. Bu sıcaktan herkes gibi Fatih Sultan Mehmed de nasibine düşeni almıştı. Öylesine yorgundu ki...

Kendisini bu halde gören bir köylü kadını bir tas içerisinde ona ayran ikram etti. Ayranın üstünde iki üç tane saman çöplerini üfleye üfleye ayranı içti. Sonra da kendisini bir ana şefkatiyle seyreden ihtiyar köylü kadına:

"Allah razı olsun," dedi.
"Ama şu saman çöpleri ayranı bir nefeste içmeme engel oldu."

İhtiyar kadın Fatih'in bu sözlerine anne şefkatinin boyutlarını gözler önüne seren, şu cevabı verdi:

"Oğul, ben onları ayranın üzerine kasıtlı koydum. Sen uzak yoldan geliyorsun. Sonra terlemişsin de. Soğuk ayranı bir yudumda içersin de hasta olursun, hasta olmayasın diye böyle yaptım..

Çevrimdışı pertingoo

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 49
  • 216
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 49
  • 216
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 16 Eyl 2016 17:38:07
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Fatih Sultan Mehmed bir Anadolu seferi dönüşünde, Balıkesir'den geçiyordu. Hava oldukça sıcaktı. Bu sıcaktan herkes gibi Fatih Sultan Mehmed de nasibine düşeni almıştı. Öylesine yorgundu ki...

Kendisini bu halde gören bir köylü kadını bir tas içerisinde ona ayran ikram etti. Ayranın üstünde iki üç tane saman çöplerini üfleye üfleye ayranı içti. Sonra da kendisini bir ana şefkatiyle seyreden ihtiyar köylü kadına:

"Allah razı olsun," dedi.
"Ama şu saman çöpleri ayranı bir nefeste içmeme engel oldu."

İhtiyar kadın Fatih'in bu sözlerine anne şefkatinin boyutlarını gözler önüne seren, şu cevabı verdi:

"Oğul, ben onları ayranın üzerine kasıtlı koydum. Sen uzak yoldan geliyorsun. Sonra terlemişsin de. Soğuk ayranı bir yudumda içersin de hasta olursun, hasta olmayasın diye böyle yaptım..
harika bir hikaye

Çevrimdışı 18040912566

  • Yeni Üye
  • 0
  • 2
  • 0
  • 2
# 17 Eyl 2016 18:17:14
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
     GÜLÜMSEME

   Genç kız üzgün görünen yabancıya gülümsedi. Adam kendini daha iyi hissetti.
   Geçmişte bir arkadaşının yaptığı bir iyiliği hatırladı ve ona bir teşekkür mektubu yazdı.
   Bu mektup arkadaşının öyle hoşuna gitti ki yemek yediği lokantada iyi bir bahşiş verdi.
   Bu bahsisin miktarına şaşıran garson, paranın bir kısmını yolda gördüğü fakire verdi.
   Fakir adam çok sevindi çünkü iki gündür ağzına bir lokma koymamıştı. Yemeği bittikten sonra kaldığı izbe odaya gitmek üzere yola koyuldu. Yolda soğuktan titreyen bir köpek yavrusuna rastladı ve onu alp eve götürdü. Soğuktan kurtulup başını sokacak yer bulduğu için köpekçik çok mutluydu.
   Gece evde yangın çıktı.Köpek yavrusu havlamaya başladı Bütün ev halkını uyandırana dek havladı ve böylece bütün ev halkı kurtuldu. Kurtulan çocuklardan birisi büyüdü ve cumhurbaşkanı oldu.
   Bunların olmasını sağlayan ise bir kurusa bile mal olmayan masum, sıcak ve içten bir 'GÜLÜMSEME' idi

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 18 Eyl 2016 18:53:51
KADERİN HİKAYESİ

                  Uzun zaman önce bir ülke varmış refah içinde yasayan. Ülkenin
            refah içerisinde yaşamasının sebebi iyi yürekli, dürüst kralı imiş.
            Kral zaman zaman tebdili kıyafet ülkeyi dolaşır, halkının dertlerini
            dinler, sorunlara çözüm bulurmuş. Gene böyle bir günde kral
            dolaşırken, yolu dağ başında bir göl kenarına düşmüş. Gölün
            kenarında ki ağacın dibine çökmüş aksakallı bir dede, bir elinde bir
            kese, diğerinde bir kese. Birinden bir tas alıp, diğerinden aldığı
            taşa bağlayıp göle atıyormuş. Bu işe epey bir süre devam etmiş ve
            nihayet bittiğinde, dede yoluna gitmek üzere ayağa kalkmış ve kralla
            göz göze gelmiş. Kral dedeye sormuş " dede bütün bir gün seni
            izledim, sen ne iş yaparsın anlayamadım" demiş. Dede kralın sorusunu
            söyle cevaplamış "oğlum ben insanların kaderlerini birbirine
            bağlarım", "Peki en son kimin kaderini birbirine bağladın",
            "Kralın güzel kızı ile uşağı Ahmet'in kaderini bağladım" demiş
            aksakallı dede, Kral bu cevabi alınca dünyası kararmış. Bir yanda
            güzeller güzeli apak biricik kızı, ülkenin prensesi, diğer yanda
            olmamış oğlu kadar sevdiği zenci uşağı Ahmet.
                  Ne yaparım, nasıl eder de Ahmet'e bir zarar vermeden bu kaderi
            bozarım diye düşünerek sarayın yolunu tutmuş. Saraya gidince hemen
            sevgili uşağı Ahmet'i huzuruna çağırmış ve ona " oğlum Ahmet sana
            bir mektup vereceğim, bu mektubu alacak ve Güneş’e götüreceksin"
            demiş, Krala sorgu sual edilmez. Biçare Ahmet mektubu ve yolluğunu
            alarak düşmüş bilinmez yollara. Düşmüş ki ne düşmek. Babası kadar
            sevdiği Kral'ı ona bir görev vermiş ve o bu görevi yerine getirmeli,
            ama nasıl? Günlerce dere tepe demeden yol gitmiş. Nihayet
            yorgunluktan bitkin halde iken gördüğü bir ulu ağacın gölgesinde
            dinlenmeye karar vermiş ve uykuya dalmış. Uyandığında bir de ne
            görsün... ağacın az ötesinde bir göl... o göl ki üzerine günesin
            aksi vurmuş... "Kralımın dediği Güneş bu olsa gerek" diyerek,
            atmış kendini göle.
            Dibe doğru yüzmüş, yüzmüş, yüzmüş.... Taa dipte, günesin aksinin
            tükendiği yerde bir de ne görsün....Şahane bir hazine sandığı...
            almış sandığı çıkmış yüzeye...çıkmış ama, Ahmet artık zenci değil
            bembeyaz bir Ahmet...
. "Var bu iste bir hikmet" demiş ve açmış sandığı. Sandık
            gerçek bir hazine sandığı, içinde binbir türlü mücevherat ile
            birlikte üzerinde"Güneş’ten Kral'a" yazan bir zarf. Ahmet ne
            yapacağını bilemez hale gelmiş bir anda. Yeni rengi ve yaşadıkları
            ile ülkesine dönünce kimsenin kendisine inanmayacağını düşünerek,
            ülkesine zengin bir tüccar kimliği ile dönme kararı almış.
                  Dönünce ülkesine, düşleri bir bir gerçekleşmiş. Ahmet'in...
            Ülkesinin bu yeni dürüst ve yakışıklı tüccarı ile güzeller güzeli
            kızını evlendirmeye karar verince Kral, dünyalar Ahmet'in olmuş.
            Kral vermiş vermesine kızını zengin tüccara ama aklıda bir yandan
            oğlu gibi sevdiği ve hiç bir haber alamadığı uşağı Ahmet de imiş.
            Gel zaman git zaman damadı ile birlikte bir ziyafet yemeğinde iken
            yere düsen bir çatalı almak için eğilince Ahmet, şalvarının
            kenarından kaba eti gözükmüş... Bunu gören Kral gözlerine
            inanamamış.Yemek bitip de odasına çekilecek iken herkes, koridorun
            sonuna ilerleyen damadının arkasından seslenivermiş Kral "Ahmet!..."
            Ahmet seneler sonra duyunca gerçek adını, gayri ihtiyari kendisine
            seslenen Krala dönüvermiş ve "neler oluyor Ahmet, evladım anlat
            başından geçenleri bana" diyen kralına bütün olanları bir bir
            anlatmış... Bunun üzerine Kral "Peki Güneş bana bir şey göndermedi
            mi?" diye sorunca da hemen odasına koşarak, sandıktan çıkan mektubu
            almış ve Kral'a vermiş, mektupta su satırlar yer alıyormuş... GÜNEŞE
            YAZI YAZILMAZ.... YAZILAN YAZI... ISE BOZULMAZ....!

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
# 19 Eyl 2016 00:20:24
Musâ peygamber, Tûr Dağı’nda ALLAH u Tealâ ile konuşma şerefine erdikten sonra: “Yâ Rabbi, benim Cennet’teki komşularım kimlerdir, bazılarını bildirir misin?” diye bir istekte bulunmuştu
ALLAH, Musâ peygambere: “Senin Cennet’teki komşularından biri, falan yerde yaşayan bir kasaptır Görmek istersen, dükkânı falan yerdedir Git, bir gece kendisine misafir ol,” buyurdu
Musâ Peygamber, bu kasabın nasıl bir iyilik işleyerek kendine Cennet’te komşu olmayı hak ettiğini düşündü Bu merakla, onun bulunduğu bölgeye doğru yola çıktı Nihayet kasabı bularak: “Ey ALLAH’ın kulu, bu gece sana misafir olmak istiyorum, kabul eder misin?” dedi
Kasap: “Hay hay! ALLAH misafirlerine, kapım daima açıktır, akşam olsun da eve birlikte gidelim, dedi
Akşam olunca, kasap elindeki sepetin içini yiyeceklerle doldurdu Birlikte evin yolunu tuttular Eve gelince kasap:
– Bana müsaade buyurun, evvela şu salıncakta, değerli bir misafirim daha vardır Onun hatırını sorup ihtiyaçlarını karşılayayım, sonra sizinle ilgilenirim, dedi Odanın bir köşesinde asılı duran salıncaktan yaşlı bir kadın çıkardı Altını temizledi, elbisesini değiştirdi Adeta bir iskeletten ibaret kalmış ihtiyarın bütün hizmetini görüp, yemeğini yedirdikten sonra, tekrar yerine yatırdı O sırada İhtiyar kadının anlaşılır anlaşılmaz bir şeyler söylendiği duyulduKasap da bu sözlere “âmin” dedi
Musâ peygamber sordu: “Bu kimdir ki, kendisine bu kadar özenle hizmet ediyorsun?”
Kasap: “Bu benim anamdır Vaktiyle benim bütün zahmet ve sıkıntılarıma katlanmış vefakâr bir kadındır Şimdi ben de kendisine evlâtlık görevimi yapmaya çalışmaktayım”
– Peki, hizmetinin sonunda bir şeyler söyledi, sen de âmin, dedin; ne dedi ki?
– Annem, hizmetlerimden çok memnun kaldığı için, bana her gün, “Oğlum, Cennet’te Musâ Peygambere komşu olasın” diye dua eder; ben de âmin derim Bu olacak iş mi? Musâ Peygamber kim, ben kim? Ben onun yanına bile yaklaşabilir miyim hiç?
Bu esnada kendisini tanıtan Musâ Peygamber: “Müjdeler olsun sana,” dedi “Ben Musâ Peygamber’im Cennette senin bana komşu olacağını ALLAH haber verdiği için, komşumu görmek üzere buraya gelmiştim Annene hizmetten sakın geri kalma,” diyerek oradan ayrıldı.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 27 Eyl 2016 22:47:19
EN COK SOYLENEN YALANLAR
•   Senin için canımı bile veririm
•   Ben zaten anlamıştım.
•   Önemli olan ruh güzelliği canım.
•   Senden başka kimseyi sevmedim.
•   Aaaa.Hoşgeldin.Ben de şimdi sana geliyordum.
•   Bir kereden birşey çıkmaz.
•   Yarın tamam.
•   Öğle tatili yapmıyoruz.
•   Hiç acıtmayacak.
•   Şimdi ben de seni arayacaktım.
•   Orijinal yedek parcası.
•   Telefon şehirler arasına kapalı.
•   Burada torpil geçmez.
•   Girilmez levhasını görmedim.
•   Yemeğe kalın.
•   Çok üzüldüm.
•   Her bedene uyar.
•   Davetliydik ama gitmedik.
•   Bu kızı kimler kimler istedi.
•   Herkese eşit zam yapıldı.
•   Hatırası var.
•   Herşeyin en iyisine layiksin.
•   Sadece arkadaşız.
•   O benim ağabeyim gibiydi.
•   Ben zaten böyle olacağını biliyordum.
•   Emrin olur.
•   Arkasından değil, burada olsun yüzüne de söylerim.
•   Bilsem söylemez miyim???
•   Ayıp ettin valla kimseye söylemem
•   Kolay gelsin herkese,
•   Aradım valla yoktun...
•   Kusura bakma güzelim, bizde de hiç bozuk kalmadı.
•   Yolda lastik patladı.
•   Çok kolay bir ders. Ben A almıştım.
•   Baba, bu dönem kitaplar çok tuttu.
•   Yedi göbekten İstanbul'luyuz.
•   Üç saatte Ankara'ya indik.
•   Çok yakın ahbabım olur.
•   Elimizde büyüdü.
•   Orada durumunu toparlamış. Paraya para demiyormuş.
•   Paranın ne önemi var muhim olan insanlık.
•   Abi sen kapat, ben hemen arıyorum.
•   Çocuğu çıkardım bile, birazdan sende.
•   Kesinlikle kırılmaz.
•   İmkansız, daha ucuza bulamazsınız.
•   Şimdi seni düşünüyordum.
•   Hayır efendim çekmez.
•   Giyince açılır, merak etmeyin.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 27 Eyl 2016 22:48:38
ESKİ BİR LETONYA MASALI. SİZ DE DİNLER MİSİNİZ?
_____________________________ ___________
     "Çok eski zamanlardan birinde kötü bir âdet varmış. Yaşlılar artık iyice ihtiyarlayıp iş yapamaz duruma geldiklerinde ormana götürülür, orada yırtıcı hayvanlara bırakılırmış.Böylece zaten az olan yiyeceklerin, çalışan gençlere yetmesi sağlanmaya çalışılırmış.İhtiyarları belli bir yaştan sonra evde tutmak yasak olduğundan kimse yaşlı anne babasını evde gizleyemez, komşusu görüp ihbar edecek diye korkarmış.
     İşte bir gün yaşlılardan birini oğlu ormana götürüp bırakmak istemiş. Kış mevsimiymiş. İhtiyar, oğul ve küçük torun beraberce ormana gitmişler. İhtiyarı bırakmış dönüyorlarmış ki, küçük torun oyuncak kızağını dedesinin yanında unuttuğunu fark etmiş. Babasına dönüp almalarını söylemiş. Babası umursamayınca da : "Kızağımı almalıyım, yoksa sen yaşlandığında seni neyle ormana götürüp bırakacağım" demiş. Oğul o an anlamış ki, ihtiyar babasının kaderi, yaşlandığında kendi kaderi de olacak. Dönüp babasının ellerini çözmüş. Alıp eve geri getirmiş. Samanlıkta  saklayıp her gün ona gizlice yemek vermeye başlamış.
     Bir süre sonra köyde hayvanlar arasında bir hastalık yayılmış. Hayvanlar birbiri arkasından ölüyormuş. İhtiyar oğluna şöyle demiş: "Hastaları iyilerden ayır. Onlara şu, şu otlardan ilaç hazırla. Sağlıklılara da şöyle şöyle yap.'' Oğlan ihtiyar babasının dediklerini yapmış. Gerçekten de onun hayvanları arasında ölüm azalmış. Çoğu kurtulmuş.
    Bayram geldiğinde her sene olduğu gibi, o sene de köy halkı kurbanlar kesmeye başlamış. İhtiyar oğluna şu öğüdü vermiş: "Köyde hayvan çok azaldı. Senin de fazla hayvanın yok. Bu sene kurban kesme." Gerçekten de bir iki ay içinde bütün köy tarlalarda çalıştırılacak hayvan sıkıntısı çekmeye başlamış. Ama ihtiyarın öğüdünü dinleyen gencin hayvanı varmış.
       İlkbahara doğru köyde artık ekmek yapacak tahıl bile kalmamış.Ama asıl sorun, tohumluk olarak kullanabilecek kadar bile tahıl olmamasıymış. Tarlaya ne serpeceklerini, gelecek senenin mahsülünü nasıl hazırlayacaklarını bilemiyorlarmış. İhtiyar bu konuda da oğluna öğüt  vermiş:
      "Yavrum, ahırın çatısı samanla doldurulmuştur. Onları çıkar, yeniden döv. Oradan tohumluk buğday çıkarabilirsin." Oğlan, ihtiyar babasının dediği gibi yapmış. Köyde tohumluğu olan tek aile onlar olmuş. Bütün köy halkı bu gencin büyücü olduğunu düşünmeye başlamış. Öyle ya, herkesin işi kötü giderken, bu evde garip bir şekilde kötülüklere bir çare bulunuyormuş. Evi gözlemeye başlamışlar.
      Sonunda da gerçek anlaşılmış, ihtiyar babanın hala yaşadığı ortaya çıkmış. Köylüler genci krala şikayet etmiş. Kral önce yasalarını hiçe sayan gence kızmış. Ama olup bitenleri dinledikten sonra iyi ve yerinde bir öğüdün çok şeyi değiştirebileceğini kabul edip, ihtiyarlarla ilgili yeni bir kanun çıkarmış.
      "Bundan böyle çocuklar, anne ve babalarına yaşlılıklarında bakacaklar. Onların gönlünü hoş tutacaklar. Çünkü onların hayat deneyimlerinden her zaman için öğrenebilecekleri şeyler var."

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 27 Eyl 2016 22:49:39
HALA ARAMIZDA BÖYLELERİNİN OLMASI NE KADAR GÜZEL
_____________________________ ___________
     Soğuk bir kış  gecesinde eve dönerken, kaldırımın ortalık yerinde duran genç bir adama rastladım. Derin derin soluk alıyor ve düşmemek için yanındaki elektrik direğine sarılıyordu. Bir vitrine bakıyormuş gibi yaparak göz ucuyla onu seyrettim. Otuzbeş-kırk yaşlarında olmalıydı ve üstü başı da bir sarhoştan beklenmeyecek kadar temizdi. Yanından geçenlerden bazıları yüksek sesle konuşarak içki içmenin kötülüğünden bahsediyor, bazıları da sadece alaylı gülümsemelerle yetiniyordu. Yolun boşalmasını kolladıktan sonra yavaşça yanına sokularak:
   -İyi misiniz? diye sordum. Bir ihtiyacınız var mı?
   Zorlukla arayabildiği dudaklarından iniltiye benzeyen tek bir kelime çıkabildi:
   -Hastayım...
   Düşmemesi için bir kolunu beline dolayarak taksi beklemeye koyuldum. Akşam vakitlerinde kesilen kar yağışı tekrar başlamış, yavaş yavaş beyazlanmaya başlayan yollarda birbiriyle yarışan sokak köpeklerinin dışında bir  hayat emaresi kalmamıştı.
   Gece yarısını geçtiğimiz için araba bulmaktan ümidimi kestiğim sırada, yanımda bir taksi duruverdi. Şoföre durumu anlatarak acele etmemiz gerektiğini söyledim. Hastamızı zor da olsa arka koltuğa yatırarak hastahanenin yolunu tuttuk ve verilen  serum tamamlanana kadar iki saate yakın bir süre başucunda bekledik.
   Nöbetçi doktor, hastayı en azından donmaktan kurtardığımızı ifade ediyor, kendine gelmekte olan genç adam ise henüz konuşamadığı için, sadece gözlerimizin içine bakıp gülümsemekle yetiniyordu. Daha sonra onu şoförle birlikte tekrar arabaya bindirip evine götürdük. Hastamızın eşi, onun sık sık şeker komasına girdiğini bildiğinden müthiş bir paniğe kapılmış ve 5-6 yaşlarındaki yavrusunu da alıp sokağa fırlamıştı.
     Bizi görünce koşarak yanımıza geldiler ve büyük bir sevinçle kucaklaştılar. Saatler süren yorgunluğumuz bir anda kaybolmuş, bize nasıl teşekkür edeceğini şaşıran o ailenin mutluluğu karsısında gözlerimiz dolu dolu olmuştu. Ellerimize sarılarak bizi uğurladıklarında, şoföre borcumun ne kadar olduğunu sordum. Bana fark ettirmeden gözyaşlarını silmeye çalışırken:
   -Borçlu değil alacaklısın dostum, dedi. Böyle bir iyiliğe beni de ortak etmekle borcunu zaten ödemiştin. Ama belki de yirmi yıldır ağlamayı unutan bu adama bu güzel duyguyu hatırlattığın için alacaklı duruma düştün. O mert adamla kucaklaşıp helalleşirken, artık gecenin ayazını duymuyor ve evime yürüyerek gitmek istiyordum. Kim bilir? Belki de yolumun üzerinde yardımımı bekleyen bir insan daha bulabilirdim.
               Cüneyd Suavi

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
# 27 Eyl 2016 22:57:10
Mutluluğu Nereye Saklamışlar?

İnsanoğlu mutluluğu hep hor kullanıyormuş…
Hep şikayetçi hep bıkkınmış…
Birgün melekler mutluluğu saklamaya karar vermişler…
Saklayalım, zor bulsunlar…
Zor buldukları için belki belki kıymetini bilirler diyerek başlamışlar tartışmaya…
sorun büyükmüş…
Mutluluğu saklamak kolay değilmiş.Çünkü…
Kimisi…
”Everest’in tepesine saklayalım” demiş,kimisi;
”Atlas okyanusu’nun dibine” demiş.
Taç mahal kubbesi,Mekke sokakları,italyan sofrası…
Bir hastanenin yeni doğan odası,dondurma külahı,şarap şişesi…
Sigara paketi,lale bahçesi…
Pek çok yer düşünmüşler ama hiç biri yeterince zor gelmemiş…
Derken Meleklerden biri:

”İÇLERİNE SAKLAYALIM” demiş…
Kimsenin aklına gelmez içine bakmak…
İşte o gün bu gündür mutluluk insanın içinde saklıymış…
Hiçbir mutluluk kolay gelmiyor.Kolay kolay gülmüyor insanın yüzü…
Emekte ve insanın içinde saklı mutluluk…
Ne başkasının ekmeğinde,ne başkasının evinde,ne de başka bir şeyde…
Bu yüzden gözünüz hep içeride olsun…
Siz dışını boşverin,içine bakın

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 28 Eyl 2016 20:47:06
Umut...

   Kırk yaşlarındaki adamın elleri koynuna gitti, çabucak koynundan çıkardığı kağıdı yine aynı yaşlardaki diğer adamın ellerine tutuşturdu. Karanlık sokakta yalnızdılar ama korkuyla çevresine baktı, sonra fısıldadı;
   - Gardaş gider değil mi ?
   - Merak etme sen, kendi ellerimle büyük elçiliğe vereceğim.
   Gülümsemeye çalıştı, ağzında dişlerinin nerdeyse yarısı yoktu.
   - Herhal haberleri yoktur. Yoksa bize yardım ederlerdi, değil mi?
   - Yok dedim ya.., Benim gitmediğim ülke kalmadı nerdeyse. Oralara da gittim. Kimsenin haberi yok.
   - Kağıdı yetkililere verirsin gardaş, hem sende söylersin neler çektiğimizi.
   Türkçeyi iyi konuşan Rus genç acele etti ;
   - Tamam tamam yakalanacağız hadi parayı ver.
   Adam yeni hatırlamış gibi koynundan yıllarca biriktirdiği parayı çıkardı.
   - Al. Açız, iş bulamıyoruz ama bu iş için helal olsun al.
   Genc Rus parayı sayarken, o anlatmaya devam etti,
   - Çinliler bizi aç bırakıyor, işsiz bırakıyor. Bir çocuktan fazlası yasak, işsiz olanların çocuk yapması bile cezalandırılıyor. Erkeklerimiz, onların kızlarıyla evlenemiyor ama onlar topraklarımıza sahip olmak için, bizim kızlarla zorla evleniyor. Bazılarımız, hiç olmazsa kızları aç kalmasın diye evlendiriyor.
   Genc sıkılmıştı,
   - Yakalanmadan ben gideyim.
   Adam gözü yaşararak aceleyle sözlerini tamamladı; "İbadetimize de engel oluyorlar. Kadınlarımızın zorla başını açıyorlar."
   - Tamam hepsini söyleyeceğim, hadi eyvallah.
   Bir an durakladı, adamın altmışında gösteren yüzüne baktı, sanki kuşkulanmış gibi sordu;
   - Kaç yaşındasın ?
   - Kırk...
   Cevabı duyduktan sonra hızla uzaklaştı. Geride kalan adam, oğlu gibi görünen gencin ardından acılarla bezenmiş yüzüyle gülümseyerek el salladı. Bir süre, karanlık sokaklara baktı sonra yüzüne gülümseme yayıldı. İçinde yeşeren ümidi hissetti, dizlerine yeni bir can geldi. Hayata yeniden bağlandı. Oysa ülkesinde, Doğu Türkistan da ölüm yaşının çok düşük olduğunu iyi biliyordu.
* * *
   Genç Rus, parayı alıp, mektubu atmayı düşünmüştü ama eksik dişleriyle kendisine bakan Türk'ün hayali peşini bırakmamıştı. Sonunda Çin'den ayrılmadan, Türkiye elçiliğine uğramış, mektubu vermişti. Yetkili mektubu alıp kendisine beklemesini söyledi. Ticaret için çoğu ülkeye giden Rus, bildiği bir kaç dilin içinde en iyi Türkçeyi öğrenmişti. Beklerken sehpadaki 1998 tarihli ama birkaç ay öncesinin gazetelerine gözü takıldı. Birini eline aldı ismini okudu; "Radikal" . Doğu Türkistanla ilgili bir yazı olduğunu fark edince okumaya devam etti;
   "Doğu Türkistan'daki Kökten Dinci Akımlar Çin'i Tehdit Ediyor "
   Bir görevli, elinde geri gönderilen mektupla dalgın Rus'a yaklaştı;
   - Büyük elçi meşgul, sizinle görüşemeyecek" .
   Rus, gazeteleri göstererek, şaşkın bir ifadeyle sordu;
   - Bu gazeteler hangi ülkenin ?
   Görevli gülümsedi,
   - Türkiye.
   - Hepsi mi ?
   - Evet hepsi.
   Adam elindeki gazeteyi bırakıp giderken, gözünde Doğu Türkistanlı adamın yüzü canlandı, sanki kendisiyle konuşur gibiydi;
   - Sağol gardaş, sağol... sağol...
   İçinin burkulduğunu hissetti...
                        Ahmet Ünal Çam

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 28 Eyl 2016 20:48:20
UÇAN ASKER

   Yıl 1528. Muhteşem Süleyman, Alman İmparatorluğunun taht merkezi viyana kapılarındadır.
   Avrupa'nın titreme, Osmanlı'nın ihtişam dönemindeyiz. Viyana çevresinde yapılan muharebelerden birinde, 5 türk askeri Almanlarca pusuya düşürülüp esir alınır. Az geçince de Viyana kumandanının önüne çıkarılır. Ve sorgulama başlar:
   -"Hangi paşanın askerlerisiniz?"
   -"Kaçbin Askeriniz var?"
   -"Kaç topa sahipsiniz?"
   5 esir genç tek kelime etmezler. Korkusuz, eyvallahsız, hatta umursamaz görünürler. Kumandana alay eder gibi bakmaktadırlar. Ve beklenen emir verilir.
   -"Soyun şu rezilleri!"
   5'ini de soyarlar; elleri bağlıdır, işkence başlar. Demir zincirli kamçılarla bütün gün eziyet ederler 5 yiğit artık kızıl kan içindedir. İşin garibi, 5'inden de en ufak bir ahlama, ohlama duyulmaz. Kumandan haykırır:
   -"Getirin çuvalları!"
   Çuvallar getirilir. Esirlerden ilkini iri çuvallardan birine koyarlar; ağzını bağlayıp, Viyana Kalesi'nden dibi görünmez Tuna kayalıklarına atarlar.
   4 delikanlı, bitkin fakat sessiz; harap fakat dimdik; perîşan fakat metin haldedir.
   Kumandan yırtınır gibi yeniden bağırır. Aynı vakur sükûnet devam eder. Gözlerinde ne korku, ne de merhamet dilenişi görülür. 2, 3 ve 4. askerlerde çuvallar içinde aynı uçuruma atılırlar. Sıra kendisine gelince 5. yiğit seslenir:
   -Bağlarımı çözün, konuşacağım. Bir yudum da su verin!
Suyu getirirler. Mehmetçik kana kana içer. Sonra etrafındakilere haykırır:
   - Bre gafil düşman!.. Boşuna uğraşıyorsunuz. Şayet ölümden korksaydık buralarda işimiz neydi?
   Ve.. Az önce 4 arkadaşının parçalandığı kayalara doğru ilerler ve kendini kayalıklardan aşağıya doğru bırakarak arkadaşlarının yanına doğru uçar...

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 28 Eyl 2016 20:48:50
SİRK

   "Bir insanın hayatının en önemli kısmı, iyilik ve sevgi adına yaptığı küçük, isimsiz ve anımsanmayan işlerdir.
   "Ergenlik dönemindeydim ve babamla sirk bileti kuyruğunda bekliyorduk. Sonunda bilet gişesiyle aramızda tek bir aile kalmıştı. Bu aile beni çok etkiledi. Hepsi de 12 yaşın altında tam sekiz çocukları vardı. Çok varlıklı olmadıkları her hallerinden belliydi. Üzerlerindeki giysiler pahalı şeyler değildi, ama tertemizdi. Çocukların hepsi babalarının arkasında ikişerli sıra olmuş, el ele ve terbiyeli terbiyeli sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlardı. Neşe içinde palyaçolar, filler ve o gece görecekleri değişik şeyler hakkında konuşuyorlardı. Daha önce sirke gitmedikleri konuşmalarından belliydi. O gece hiç şüphesiz yaşamlarının çok önemli bir gecesi olacaktı. Anneyle baba gururla çocukların önünde duruyorlardı, el ele tutuşmuşlardı.
   Gişedeki memur babaya kaç bilet istediklerini sordu.
   Baba gururla,
   "İki tane eşimle kendim, sekiz tane de çocuklarım için bilet istiyorum" dedi.
   Gişe memuru biletlerin bedelini söyledi. Annenin eli, babanın elinden ayrıldı ve başı öne düştü. Babanın dudakları titremeye başladı. Baba gişeye biraz daha yaklaştı ve
   "Ne kadar dediniz?" diye sordu.
   Gişe memuru biletlerin bedelini yineledi. Adamın o kadar parası yoktu. Şimdi nasıl dönüp çocuklarına onları sirke götürecek kadar parası olmadığını söyleyecekti?
   Babam olanları görünce elini cebine soktu, cebinden bir 20 dolar çıkarttı ve yere düşürdü (biz de çok varlıklı bir aile değildik). Babam sonra yere eğildi, parayı yerden aldı, adamın omzuna dokundu ve ona,
   "Affedersiniz, bu para cebinizden düştü" dedi. Adam olan biteni anlamıştı. Dilenmiyordu ama çok çaresizdi ve utanç duyduğu ve çok üzüldüğü bu durum karsısında yapılan yardımı minnetle karşılamıştı.
   Babamın gözlerinin içine baktı, elini iki elinin arasına aldı, 20 doları aldı, dudakları titrerken babama
   "Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim, bayım. Bu yaptığınızın benim ve ailem için önemi çok büyük." dedi.
   Biz babamla arabamıza bindik ve evimize döndük. O gece sirke gidemedik, ama bunun hiç önemi yoktu"

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 28 Eyl 2016 20:50:06
TAŞÇI

   O, yoksul bir taşçıydı. Her gün kayaları parçalıyordu. İşi çok ağırdı; ama çok az aylık alıyordu. Bu yüzden hayatından hiç memnun değildi.

   "Ben başkalarından daha çok çalışıyorum!" diye düşünüyordu.
   "Benim işim onlarınkinden ağır ve ben onlardan daha az kazanıyorum. Zengin olmak istiyorum. Biraz dinlenirim ve güzel elbiselerim olur " O anda gökten bir melek indi. Ona,
   "Zengin olacaksın, güzel elbiselerin olacak" dedi.

   Taşçı hemen zengin oluverdi. Artık onun da güzel elbiseleri vardı ve bir iş yapmak zorunda da değildi.

   Günün birinde kral onu sarayına davet etti. O, sarayın güzelliğine hayran oldu. Kral ondan daha zengindi. Bu yüzden üzüldü.
   "Ben de kral olmak istiyorum" dedi. Gökten bir melek geldi ve onu kral yaptı. Şimdi bütün gün hiç çalışmıyordu.

   Çok sıcak bir gündü. Güneş ışınlarını saçıyor, yeryüzü yanıyor mu yanıyordu.
   Kral kızdı; güneş ondan nasıl güçlü olurdu ki? Yaşamı yine sevmez olmuştu.
   "Güneş olmak istiyorum!" dedi. Melek onu bu kez de güneş yaptı. Şimdi güneş, ışınlarını saçıyor ve dünyada her şey yanıyordu.

   Ama bir bulut geldi, dünyayla onun arasına girdi. Işınları artık dünyaya ulaşmıyordu. Güneş kızdı;
   "Bu nedir böyle? Ben buluta hiçbir şey yapamıyorum. Derhal ondan daha kuvvetli olmak istiyorum" deyince melek onu bu kez bulut yaptı. Az sonra bulut, yağmura dönüştü. Yağmurlar toprağa, oradan nehirlere ulaştı. Nehirlerin suları çoğaldıkça çoğaldı.

   Evleri, tarlaları seller bastı. İnsanlar hayvanlar, tarlalar perişan oldu. Ama sular, kayalara hiç bir şey yapamıyordu. Bulut öfkelendi.
   "Bu kadar çok su nasıl olur da kayaları aşamaz.." Ama kayalar sulardan daha güçlüydü. Bulut
bağırdı:
   "Kaya olmak istiyorum." Melek hemen geldi ve onu kaya yaptı. Artık güneşten ve buluttan daha güçlüydü.

   Aradan çok zaman geçmedi. Elinde balyozla bir adam çıkageldi ve ondan parçalar koparmaya başladı.
   "Aman! bu da nesi?" dedi kaya.
   "Ben bu adamdan zayıfım"

   Sonra birden anladı kuvvetin kaynağının mutluluk olduğunu ve pişmanlıkla haykırdı:
   "İnsan olmak istiyorum!" Melek onun bu dileğini de yerine getirdi.
   Kaya insan dönüştü. Şimdi o adam yine kayalardan taşlar koparıyor. İşi ağır ve aylığı az; ama yaşamı seviyor ve mutlu.

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
# 28 Eyl 2016 22:59:38
Onu Da Sen Ağırla.

Günahkâr bir adamdı, ayık gezmezdi. Bütün bir köy halkı yaka silkiyordu adamdan, ' ölse de, kurtulsak ' diyorlardı.

Bir karısı vardı bu adamın, bir de kendisi. Hiç çocukları olmamıştı. Köy halkı böyle bir adamın zürriyetinin olmadığına memnundu. Kadın ise, adamın haline üzülse de ses çıkarmazdı, çıkaramazdı.

Otuz yıldır evliydiler, döverdi, kızardı, her gün biriyle kavga ederdi. Ama kocasıydı işte, evinin erkeği idi.

Adam iyice yaşlanmıştı artık. Öksürük nöbetleri uykusunu bölüyor, iki basamak merdiven çıksa nefes nefese kalıyordu, titreyen elleriyle sigarasını zor sarıyordu.

İyice zayıflamıştı, zaten kısacık olan boyuyla bir çocuk gibi kalmıştı. Kadıncağız ellerini açıp dualar ediyor,
' ahir ömründe olsun şu adamın hali biraz düzelsin ' diye yalvarıyordu Allah' a...

Adam bir sabah evden çıktı, fakat ertesi sabah oldu, dönmedi. Tan yeri ağarırken kadın aramaya çıktı kocasını. Kim bilir yine nerde sızıp kalmıştı!

Köyün üst tarafındaki çeşmenin başına gitti önce, orada içerdi adam, bulamadı. Yakındaki tarlaları aradı, köyün dört bi yanına baktı, yoktu.

Eve gelmiştir belki diye koşarak geri geldi, hayır, dönmemişti. Güneş inmek üzereydi, bir acele abdest aldı, namaz durdu.

Duası bitmek üzereydi ki, kapının çalındığını duydu.

Kocasıydı gelen. Adamın yüzü sapsarı kesilmişti. Öksürüyordu, eliyle göğsünü işaret ediyordu. Kadın koluna girdi kocasının, güç-bela sedire kadar taşıdı.

Uzandı adam, karısının yüzüne baktı, ağlıyordu. Doğrulmak ister gibi yaptı, hakkını helal et diyecekti, lafının sonunu getiremedi, başı yastığa düştü, ölmüştü...

Kadıncağız kocasının başında epey bir ağlayıp feryat etti. Biraz kendine gelince gözlerini sildi, yemenisini bağladı.

Kalktı, imamın evine gitti.

- Hocam... Diyebildi hıçkırarak, bizimkisi...

Söyleyemiyordu, ama İmam Efendi durumu anlamıştı. Kadının yüzüne baktı, köylü ne der diye düşündü, bocaladı.

- O mendebur bir kez bile caminin kapısından içeri girmedi, kaldırmam onun cenazesini, deyip kapıyı kapadı.

Kahroldu kadın. Nereye gitsem, ne yapsam diye düşündü. Kimseleri yoktu ki, çaresiz eve döndü.

Yıkadı kocasını, sandıktan çıkardığı beyaz bir çarşafa sardı, omuzuna aldı, mezarlığın yolunu tuttu.

Caminin köşesinden dönerken, muhtar ve köylülerin kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü.

Bir kez daha düğümlendi boğazı, cenazesi omuzundan kayarken, dizlerinin üzerine çöktü, ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya başladı.

Hışımla yaklaştı muhtar:

- Onu nereye götürüyorsun, dedi, mezarlığa götüreyim deme sakın! Sağlığında biz çektik, bir de ölülerimiz çekmesin o herifin elinden...

Kadın gözlerini çarşafın üzerine dikmiş, öylece duruyordu. Birden bağırmaya başladı, delirmiş gibiydi sanki Kalabalık yanından korkuyla uzaklaşırken, cenazesini tekrar yüklendi, köyün dışına doğru yürümeye başladı.

Kan ter içinde kalmıştı kadın, artık adım atacak hali yoktu. Kendi kendine;

- Şuracığa gömeyim adamımı, dedi, kimseler rahatsız olmaz burada...

Tam o anda bir ayak sesi duydu, irkildi, bir çobandı gelen. Kadıncağız her şeyi olduğu gibi anlattı. Üzüldü çoban, gözleri doldu.

- Dert etme, dedi, ben yardım ederim sana.

Bir çukur kazıp cenazeyi gömdüler. Çoban başucunda durdu mezarın, ellerini açtı, dua etti.

Birkaç çiçek buldu kadın, toprağın üstüne serpti. Çobana dualar ederek evine döndü.

Yorulmuştu.

Camın kenarına oturup uzaklara daldı. Uyuyup kaldı oracıkta.

Ertesi sabah imamın kapısını telaşla çaldı muhtar. Bir yandan tokmağı vuruyor, bir yandan da ' İmam Efendi, İmam Efendi...' diye bağırıyordu. İmam korkuyla açtı kapıyı.

- Bir rüya gördüm, dedi muhtar, hocam o berduş, o serseri adam Cennet' teydi. Bana gülüyor, hakkım sana bile helal olsun diyordu.

Rüyayı duyana imamın benzi attı, kendisi de hemen hemen aynı rüyayı görmüştü.

' Gel hele, içeri gel...' demeye kalmadı ki, köyün delisini gördüler.

Koşarak geliyor, bir yandan da bağırıyordu:

- Demedim mi ben, demedim mi size, rüyamda gördüm, rüyamda...

Birkaç köylü daha benzer rüyalar gördüğünü söyleyince, kadının yanına gitmeye karar verdiler. Özür dileyecek, kendilerini affettirmeye çalışacak, bu arada işin aslını öğreneceklerdi. Bir şeyler olmuştu ama neydi?

Eve vardıklarında kapıyı açan kadın şaşkındı. Kapıyı yüzlerine kapatacak oldu, yapamadı. Gelenler olan biteni anlatıp özür diledi, cenazeyi nereye defnettiğini, neler olduğunu sordular.

Kadıncağız her şeyi anlattı, can kulağı ile dinlediler ve çobanı bulmaya karar verdiler.

Bir yandan yürüyor bir yandan da aralarında konuşuyorlardı; ' bu çoban bir evliyaydı herhalde, belki de Hızır' dı, aslında ölen adam da o kadar kötü bir adam değidi.'

Tarif edilen yere geldiklerinde çoban koyunlarını otlatıyordu. Gelenleri görünce ayağa kalktı, ' hayırdır inşaallah ' dedi. Oturdu, onlara süt ikram etti, konuşmaya başladılar.

Çoban söylenenlerden hiç bir şey anlamamıştı, cenazeyi nasıl defnettiklerini anlattı.

- Ben bir garip kulum, dedi; cenazeyi defnettik, başucunda oturup dua ettim sadece, hepsi bu...

Merakla nasıl bir dua ettiğini sordular, çoban da söyledi;

- Allah' ım, ben dağda koyunlarımı otlatırken kulların gelir yanıma, selam verirler. Senin selamınla gelen senin misafirindir der, ağırlarım. Süt ikram eder, azığımı paylaşırım.

Şimdi de ben sana bir misafir yolluyorum, onu da sen ağırla...

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK