İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 12 Ağu 2016 22:29:04
GERÇEK HAZİNE
Ayşegül Aygün
Ali, uzun yıllar boyunca dedesinden bir hikâye dinleyerek büyümüştü. Hikâyede bir defineden bahsediliyordu. Define altınla dolu bir sandıktı. Ama bu sandığa ulaşmak öyle kolay değildi. Başka define hikâyelerinden farklıydı bu hikâye. Kâğıtların üstüne çizilmiş esrarengiz haritalar yoktu ortada. Altın sandığına ulaşmak için ilginç bir yol izlenmeliydi. Kırk iyilik yapmak gerekiyordu bunun için. İyiliklerin her birinin kırkar canlıya yönelik olması gerekti.
Ali, dedesinden dinlediği hikâyenin tesirinde öyle kalmıştı ki, dedesinin vefatının üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen, bunu unutmamıştı. Kararını vermişti; bu defineye ulaşmak zor olsa da, deneyecekti. Üç yıl boyunca bu iyilikleri yapmak için çok uğraştı. Kırk fidan dikti. Kırk çocuğu giydirdi. Kırk hastaya baktı. Kırk yaşlının işlerine koştu. Yaptığı iyilikler sayesinde etrafta çok sevilen biri olmuştu. O da bu durumdan memnundu. Adı yörede "Hızır Ali"ye çıkmıştı.
Tam otuzdokuz kez kırkar canlıya iyilik etmişti. Şimdi kırkıncı kez farklı bir iyilik yapmalıydı. Ama bir türlü aklına yaptıklarının dışında bir şey gelmiyordu. Haftalarca düşündü bulamadı. Sonunda gidip bir yol kenarına oturdu. Yoldan gelip geçen insanlara soracaktı. Ali, kime yapması gereken son iyiliğin ne olabileceğini sorduysa, ya onu deli sanıp cevap vermediler ya da yine yaptığı iyiliklerden birini söylediler. Ali, çaresizlik içindeydi.
O gece yine sıkıntıyla yola çıkıp bir kenara oturmuştu. Yıldızlarla dolu gökyüzü, dolunayın da tesiriyle ortalığı aydınlatıyordu. Düşüncelere dalmıştı. Uzaktan uzağa köyün tek tek yanan ışıkları görünüyordu. Arada bir köpek havlamaları duyuluyordu. Tam o sırada birisi seslendi:
- Hey evlât, gel bana yardım et.
Ali, sesin geldiği yöne irkilerek döndü. Oldukça yaşlı, saçı-sakalı bembeyaz bir ihtiyar adam orada duruyordu. Sırtındaki çuvalı ağır ağır yere bırakıp yorgun sesiyle tekrar seslendi.
- Evlâdım! Şu çuvalı tepedeki kulübeye çıkarmam gerek. Ama gücüm kalmadı. Uzun yoldan da geliyorum. Hadi bir yardım et de çıkaralım.
Ali, aylardır düşünüp durduğu iyilik için bir fırsat olabilir mi diye bir an düşündü. Ama hemen bu düşüncesinden vazgeçti. Nihayetinde karşısındaki tek bir kişiydi. Oysa onun iyilikleri kırkar canlıya olmalıydı.
Ali yine de:
- Peki olur, dedi yaşlı adama. Sana yardım edeceğim.
Çuvalı sırtına aldı. Ve tepeye çıkmaya başladılar. Yaşlı adam sordu:
- Orada oturmuş, öylece ne düşünüyordun evlâdım?
- Ah, ah! Bir bilseniz, dedi ve hikâyesini anlattı.
Yaşlı adam gülümsedi:
- Senin için çok mu önemli altınlar?
- Elbette, dedi Ali. Çocukluğumdan beri bu hikâyedeki altınlara ulaşma hayaliyle büyüdüm. Ama işte bir türlü yapmam gereken kırkıncı iyiliği bulamıyorum.
- Biraz değişik bir hikâye, dedi yaşlı adam. Dedenin doğru söylediğinden emin misin? Nihayetinde bu sadece bir hikâyedir belki.
- Ali'nin yüzü ciddileşti.
- Dedem dediyse doğrudur. O hiç yalan söylemezdi. Mutlaka altın sandığı var. Ve ona ulaşmanın yolu da bu.
Yaşlı adam yine gülümsedi:
- Peki öyleyse. Yarın akşama kadar benimle kalırsan sana bu kırkıncı iyilik için yardım ederim.
- Ali, sevinçle kabul etti. Kısa süren bir yolculuktan sonra tepedeki kulübeye varmıştılar. Ali, çuvalı yaşlı adama teslim eti. Adam da kapıyı açtı. Ona yatacak yer ve biraz da yiyecek verdi.
- Yarın, dedi, erken kalkacağız. Biraz uyusan iyi olur.
- Ali söyleneni yaptı. Ertesi sabah erkenden kalktılar. Yaşlı adam çuvalı genç Ali'nin sırtına verdi, birlikte aşağıdaki köye indiler. Ev ev dolaşmaya başladılar. Sabahın bu saatinde ortalıkta kimse yoktu. Her evin kapısının önüne geldiklerinde yaşlı adam çuvaldan bir paket çıkarıp bırakıyordu. Böylece tam kırk kapı dolaştılar. Son kapıya da bir paket bırakınca yaşlı adam Ali'ye dönerek:
- İşte istediğin oldu, dedi.
Ali merakla:
- O paketlerde ne vardı?, diye sordu.
- Her pakette kitap vardı. Ama her eve orada oturan kişinin ihtiyaç duyduğu kitapları bıraktık. Meselâ kalbi katılaşan bir adamın evinin önüne merhametle ilgili, cimri bir kadınınkine cömertlikle ilgili, sakatlığı yüzünden hayata küsen bir çocuğunkine aslında ne çok şeye sahip olduğuyla ilgili kitaplar koyduk. Böylece tam kırk kişiye iyilik yapmış olduk. Artık altın sandığına ulaşabilirsin. İşte sana dün gece kaldığımız kulübenin anahtarı. O kulübede masanın altını kaz. Sandık orada gömülü, senindir.
Ali kulaklarına inanamıyordu. Sevinçle:
- Nihayet hayalime kavuşuyorum, dedi. Anahtarı aldığı gibi kulübeye koştu. Bir kazma bulup denilen yeri kazdı. Gerçekten de altın dolu sandık oradaydı. Sevinçle sandığı çıkarıp altınları bir çuvala doldurdu. Altınlarla aşağı inince; yaşlı adamın onu beklediğini gördü.
- Artık altınlara kavuştun, dedi yaşlı adam. Şimdi onlarla ne yapacaksın.
- Ne mi yapacağım, canım ne isterse onu alacağım. Arabalar, evler, güzel giysiler, daha neler neler. Krallar gibi yaşayıp mutlu olacağım.
- Demek böyle mutlu olacağını düşünüyorsun. Peki öyleyse sana yardım etmeme karşılık bir isteğimi yapar mısın?
- Elbette, dedi Ali.
- Tam bir yıl sonra burada buluşalım.
Ali, kabul etti. Gerçekten de Ali altınlarına kavuşunca önce çok güzel ve büyük bir ev aldı, sonra arabalar. Tatillere çıktı, dünyayı dolaştı. Güzel kıyafetler aldı. Ama tüm bunlar olurken, ilk günlerin heyecanı geçtikçe, Ali bir şey fark etmeye başlamıştı. Aklına gelen her şeyi alıyordu ama mutlu olamıyordu. Bir türlü yüzü gülmüyor, aksine etrafındaki bu şatafat onu sıkıyordu. Bir yıl böylece çabucak geçti.
Ali, mutsuz bir şekilde, yaşlı adamla buluşacağı yere geldi. Yaşlı adam biraz daha bükülmüş beliyle onu bekliyordu.
- Ne oldu evlât, mutlu olabildin mi? diye sordu.
Ali:
- Hayır, dedi. Canımın her istediğini aldım. Böyle mutlu olacağımı düşünmüştüm. Ama şimdi anlıyorum ki yanılmışım.
Yaşlı adam gülümseyerek Ali'nin sırtını sıvazladı:
- Evlâdım, dedi. Geçen yıla kadar ki hayatını hatırla. Hani hep iyilik yapıyordun. Her iyilik yaptığında, her ağlayan yüzün gülmesine, her ihtiyaç sahibinin ihtiyacının giderilmesine vesile olduğunda kalbinde beliren duygu sence neydi?
-Evet, dedi Ali. Hatırlıyorum. Ben hazineme ulaşmak için her iyilik yaptıktan sonra mutlu olduğumu hissederdim. Canlılara yardım ettikçe onların yüzlerindeki gülümseme bana da geçerdi. Yüzüm ışıldardı.
- İşte, dedi yaşlı adam, dedenin ulaşmanı istediği hazine bunu anlamandı. Ancak iyilik yaparak mutlu olabilir, çevrene faydan dokundukça yaşarsın. Kulübede bulduğun altınlar ise sadece benim yerini bildiğim altınlardı. Dedenle bir ilgisi yoktu. Bana hikâyeni anlatınca senin mutluluğun sırrını anlaman için böyle davrandım.
Ali şaşkınlıkla dinlemişti tüm bu sözleri. Demek dedesi onun için böyle bir hikâye anlatıp durmuştu.
Yaşlı adam:
- Şimdi ne düşünüyorsun?, diye sordu.
Ali gülümseyerek cevap verdi:
- Size çok teşekkür ederim, dedi. Bana gerçek hazinenin iyilik yaparak mutlu olmak olduğunu öğrettiniz. Tüm hayatım boyunca bunu unutmayacağım. Ve artık bunun için uğraşacağım.

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 13 Ağu 2016 14:19:43
     kırkayağa sormuşlar: " nasıl yürüyebiliyorsun? "   durup, düşünmüş ve bi'daha yürüyememiş...
     hesaplayarak yaşamayı zorlarsak; hayat durabilir...

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
# 13 Ağu 2016 22:41:48
Borcun Vadesi
İyi yürekli bir vezir, yoksul ve muhtaçlara devlet hazinesinden borç para veriyor, borç alanlar, "Bunu ne zaman geriye ödeyeceğiz?" diye sorduklarında, "Padişahımız ölünce ödersiniz" diye cevap veriyordu Bu duruma tanık olan bir adam bir gün Padişaha, "Efendimiz sizin veziriniz devletinizin hazinesinden muhtaçlara borç para veriyor, vadesini de sizin ölümünüze bağlıyor Demek ki niyeti kötü, sizin bir an önce ölmenizi istiyor, siz ölünce de paraları zimmetine geçirecek" diye gammazladı Bu gammazlık üzerine padişahın vezirine karşı kalbi bozuldu Kendisini huzuruna çağırıp söylenenlerin doğruluk derecesini ve maksadının ne olduğunu sordu Vezir sıradan bir vezir değildi Görevinin dışındaki bir takım incelikleri de biliyor ve yerinde bunlardan yararlanıyordu Padişahı yatıştıran ve yüreğini ferahlatan şu açıklamada bulundu:

"Padişahım, söylenen doğrudur Ben hazineden muhtaçlara borç para veriyor, vadesini de sizin ölümünüze bağlıyorum Ama bunu sizin ölmenizi değil, tersine daha çok yaşamanızı istediğim için yapıyorum Bilirsiniz ki her borçluya borcunun vadesi kısa gelir, vade dolmasın diye bakar, bunun için dua eder Bu demektir ki borçlarınısiz ölünce verecek olanlar, borçlarının vadesi dolmasın diye sizin ölmemeniz için dua edeceklerdir Allahı katında en makbul dualardan biri de borç altındaki kullarının duasıdır Benim de maksadım ömrünüzün uzunluğu, sağlık ve afiyetinizdir"

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 17 Ağu 2016 00:34:14

     Bir zamanlar Bağdat'ta yaşayan bir adam varmış.Bu adam günün birinde büyük bir mirasa konmuş. Hiçbir çaba harcamadan öyle çok mal-mülk sahibi olmuş ki ne malının ne de paranın kıymetini bilebilmiş. Kendi emeğiyle kazanmadığı parayı har vurup harman savurmuş.
    Bir söz vardır: "Hazıra dağ taş dayanmaz" diye. Gün güne akmış, bizim Bağdat'lı zenginin cebi boşalmaya, akçeler de başkasının cebini doldurmaya başlamış. Paralar suyunu iyice çekince de mallarını, elinde ne varsa teker teker satmaya başlamış.
      Adam kısa zamanda hem tüm parayı, hem de bütün malları tüketmiş. Dünyanın ortasında, parasız pulsuz kalakalmış... Geç akıllanan adam, "Vay ben ne yaptım!" diyerek dizlerini dövmeye, "Allah'im bana para verdin, mal mülk verdin, ben kıymetini bilemedim. Hepsini tükettim. Sana yalvarırım bana bir geçim yolu göster, yoksa bu canı al da kurtar beni" diye yalvarmaya başlamış...
     Tam o gece bir rüya görmüş. Rüyasında, aksakallı bir dede, Allah'ın dualarını kabul ettiği söylenmiş. Bağdat'tan kalkıp Mısır'a gitmesi gerektiği, orada bir define bulacağı anlatılmış. Adam büyük bir sevinçle hemen yola düşmüş.
Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra nihayet Mısır'a varabilmiş. Üzerinde hiç para kalmadığından aç ve susuz sokaklarda dolaşmaya başlamış. Sonunda dilenmekten başka çaresi kalmamış. Dilenmekten o kadar çok utanıyormuş ki, gecenin olmasını beklemiş. Gecenin karanlığının ardına saklanıp dilenmeye karar vermiş. O sıralar Mısırr'da hırsızlık da çok yaygınmış. Halife bekçilerine gece sokağa çıkanlara merhamet etmemeleri gerektiğini söyleyerek, "Gece sokakta kimi görürseniz görün, mutlaka cezalandırın, acımayın!" diye ferman çıkarmış.
      Bundan haberi olmayan Bağdatlı, gecenin içinde bir bekçiye hemen yakalanmış. Bekçi adamı yakalar yakalamaz bir güzel dövmeye başlamış. Bir yandan dövüyor, bir yandan da "Geceleyin sokakta ne arıyorsun sen? Neden sokağa çıktın? Kılığın kıyafetin buranın adamlarına benzemiyor. Kimsin, nesin, gecenin karanlığında neden sokaklarda dolaşıyorsun?" diyesorguluyormuş. Bizim Bağdatlı da yalvarıp duruyormuş: "Ben buranın yabancısıyım. Taa Bağdat'tan geldim. Kötü bir niyetim yok. Acım, susadım, yorgunum. Kimse göremesin diye gece karanlığında dilenmeye çıktım" demiş.
Bekçi adamı dövmeyi bırakmış, "Anlat bakalım, taa Bağdat'tan neden geldin? Deli misin - nesin? İnsan o kadar yolu parasız, pulsuz niye gelir?" demiş. Bunun üzerine adam yaşadıklarını ve gördüğü rüyayı anlatmış. Bekçi adamın rüyasını dinlemiş, sonra da gülmeye başlamış: "Sen bir rüyaya kapılıp buralara kadar gelmişsin, anlaşılan akılsızın birisin. Ben yıllardan beri zaman zaman aynı rüyayı görürüm. Rüyamda, 'Bağdat'ta falan mahallede filan evin bahçesinde bir define var, git onu al', derler de ben dinlemem. Benim aklım başımda, senin gibi aptalın teki değilim çünkü" demiş.
     Adam bir anda yediği dayağın acısını unutmuş, çünkü, bekçinin Bağdat'ta adresini verdiği ev kendi eviymiş!
     İçinden Allah'a şükretmiş. Hemen gerisin geri memleketine dönmek üzere yola koyulmuş. Yollarda aç, susuz, biçare kalmış.Yorgunluktan perişan bir vaziyette evine varmış. Hemen bahçesindeki tarif edilen yeri kazmış ve defineyi bulmuş!

    "  uzun yolculuklara çıkmadan önce, içinize bir daha bakın...belki hep aradığınız ama bulamadığınız hazine, oralarda bir yerde saklıdır!... "

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.469
  • Müdür Yardımcısı
# 17 Ağu 2016 12:08:40
DAĞDAKİ YILAN

Vaktiyle yılan avlayıp, insanlara sergileyerek üç-beş kuruş kazanan bir yılan avcısı vardı. Yine büyükçe bir yılan bulabilmek için dağlarda dolaşıp duruyordu. Gayet soğuk olan dağlarda dolaşırken, bir gün kocaman bir yılan buldu. Hareketsiz yatan bu yılanın ölü olduğunu düşündü. Sevine sevine yılanı tuttu, sürükleyerek Bağdat’a götürdü.

Haberi duyan herkes, yılanı görmek için adamın başına toplandı. Yılan o güne kadar görülmemiş bir büyüklükteydi. Maceracı avcı; yılanı sardığı kilimleri açmıyor, herkesi iyice meraklandırıyordu.

Avcının ölü sandığı yılan; aslında soğuktan donmuş, hareketsiz kalmış bir vaziyetteydi. Şehre inip Bağdat’ın sıcağını görünce; ısınmaya, ısındıkça da vücuduna can gelmeye başladı. Sonunda seyirci halkın çığlıkları arasında canlandı, iplerini kopardı ve karşısında ne yapacağını şaşıran avcısını oracıkta yutuverdi.

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 19 Ağu 2016 13:01:45
   hz. ebubekir (r.a) bir gün, bi'ceviz için kavga eden çocukların arasına girer... " durun, ben ikinize de pay edeyim.." der.. cevizi kırar, cevizin içi boş çıkar ve çocuklara dönerek :" biliyor musunuz, der.. uğruna kavga ettiğiniz dünya bu işte..."

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 25 Ağu 2016 19:15:55
ÇİÇEKLE SUYUN HİKAYESİ

Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar.
İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder
birliktelikleri, tabii zaman lâzımdır birbirlerini tanımak için.
Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan
içi içine sığmaz artık ve anlar ki, suya aşık olmuştur.
İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar,
"Sırf senin hatırın için ey su" diye...
Öyle zaman gelir ki, artık su da içinde çiçeğe karşı
bir şeyler hissetmeye başlamıştır. Zanneder ki,
çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur.
Günler ve aylar birbirini kovalar ve çiçek acaba
"Su beni seviyor mu?" diye düşünmeye başlar.
Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbuki çiçek,
alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz.
Çiçek, suya "Seni seviyorum der. Su, "Ben de seni
seviyorum" der. Aradan zaman geçer ve çiçek
yine "Seni seviyorum" der. Su, yine "Ben de" der.
Çiçek, sabırlıdır. Bekler, bekler, bekler...
Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz
etrafa ve son kez suya "Seni seviyorum." der.
Su da ona "Söyledim ya ben de seni seviyorum." der
ve gün gelir çiçek yataklara düşer. Hastalanmıştır çiçek
artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin.
Yataklardadır artık çiçek. Su da başında bekler
çiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine...
Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorlukla
başını döndürerek çiçek, suya der ki; "Seni ben,
gerçekten seviyorum." Çok hüzünlenir su bu durum
karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır
nedir sorun diye...Doktor gelir ve muayene eder
çiçeği. Sonra şöyle der doktor: "Hastanın durumu
ümitsiz artık elimizden bir şey gelmez."
Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık
nedir diye ve sorar doktora. Doktor, şöyle bir
bakar suya ve der ki: "Çiçeğin bir hastalığı yok dostum...
Bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için" der.
Ve anlamıştır artık su, sevgiliye sadece
"Seni seviyorum" demek yetmemektedir...

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 25 Ağu 2016 19:16:22
ÇOCUK YASADIGINI OGRENIR
Eğer Bir çocuk sürekli eleştirilmiş ise   Kınama ve ayıplanmayı öğrenir
Eğer Bir çocuk alay edilip aşağılanmış ise   Sıkılıp utanmayı öğrenir
Eğer Bir çocuk kin ortamın da büyümüş ise   Kavga etmeyi öğrenir
Eğer Bir çocuk devamlı utanç duygusuyla eğitilmiş ise   Kendini suçlamayı öğrenir
Eğer Bir çocuk hoşgörü ile yetiştirilmişse  Sabırlı olmayı öğrenir
Eğer Bir çocuk desteklenip yüreklendirilmiş ise  Kendine güven duymayı öğrenir
Eğer Bir çocuk övülmüş ve beğenilmiş ise  Taktir etmeyi öğrenir
Eğer Bir çocuk hakkına saygı gösterilerek büyütülmüş ise  Adil olmayı öğrenir
Eğer Bir çocuk güven ortamı içinde yetişmiş ise  İnançlı olmayı öğrenir
Eğer Bir çocuk kabul ve onay görmüş ise  Kendini sevmeyi öğrenir
Eğer Bir çocuk ailesi içinde destek ve arkadaşlık görmüş ise  Dünyada mutlu olmayı öğrenir
Kısaca biz ne isek çocuk o olur

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 25 Ağu 2016 19:16:51
DAHA İYİ YAŞAMANIN YEDİ ALTIN ÖĞÜDÜ....
1 İnsanlar arasındaki ilişkilerinizde olduğu gibi hayatınızda da "esnek" olun. İnsanların huyları ve gariplikleri vardır ve içinde bulunulan durumlar da değişik olabilir. Başarıya ulaşmış bir insan, her ne durum içinde bulunursa bulunsun uyum göstermeyi bilmeli, ard niyetli olmadan gönlünün içi "dürüst" olmalı ve kendini daima rahat hissedebilmelidir.Tutamayacağ ınız sözleri vermeyin. Size duyulan güvenin artmasını sağlayın.
2 Konuştuğunuz kimselerin adını sık sık tekrarlayın. Bir insanı övmek ve ona değer vermek, onun en iyi tarafını ortaya çıkarmak demektir. İlişki kurduğunuz insanın değerini ve özelliklerini bilmek ve ona iltifat etmek çok önemlidir.
3 Bir tartışmaya herkes kendine göre fikirleri ile katılır: başkalarının farklı olmalarına izin verin (sizden daha kötü olduklarını düşünmek doğru değildir). Yapıcı olmayan bir rekabete katılmayın ayrıca alışılagelmiş bayağı eleştirilerden kaçının: eğer onları düzeltmeye yardımcı olamıyorsanız, hataları belirtmek ilişkiyi düzeltmez.Yine de yararlı olan kuşkuya da yer verin: Düşüncelerinizde her zaman ve mutlaka haklı olduğunuzu sanmak doğru değildir.
4 Başkalarına yardım etmek istediğiniz zaman kendinizi unutun. Herkesi sorunlarınızla sıkmayın, unutmayin ki onların da sorunları vardır.Bir satıcının en güzel huyu "dinlemeyi bilmek"tir.
5 Günlerinizin faal olmasını temin edin, ufuklarınızı genişletin, yeni kişilerle tanışın.İnsanlar pozitif olma eğilimindedir ve ilerlemek isterler. Aynı yerde durmak imkansızdır, eğer ileriye gidilemezse geriye doğru gidilecektir.Konuşma tarzınız coşkulu ve her zaman neşeli olarak daima en iyi yönünüzü göstermeye çalışın.
6 Hayatınız için istediğiniz her şey başkalarını da ilgilendirmelidir. İyi bir insan ilişkisi size saygı, sevgi ve sempati kazandıracaktır.Eşyalar size herhangi bir şey kazandırmaz. Bu cümle üzerinde durmanızı isteriz: "İnsan hiç bir şeye sahip değildir; aldığı herhangi bir nesnenin geçici bekçisi"dir.
7 Eğer bir gülümseme istiyorsanız, gülümsemeyi öğrenin. Gülümseme hem kalbe iyi gelir, hem ruhu zarif kılar........................ .........


Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 25 Ağu 2016 19:17:13
DENİZ FENERİNİN AŞKI
Bir Denizfeneri.. Okyanusla sonsuza dek komşu.
Okyanusun mu ona daha çok ihtiyacı var yoksa,
denizfeneri mi okyanus için vazgeçilmez bir sevgili?

Gündüzleri, denizfeneri isyanlarda... Çünkü yanıbaşındaki
biricik sevgilisi gözlerinin önünde güneşle ihtirasla sevişmekte.
Hep gece olsun ister, sevgilisi ona kalsın, yalnız onda bulsun
gecedeki renginin güzelliğini... Denizfeneri, küçücüktür okyanusa
göre ama güneşin aşkından daha büyüktür aşkı okyanusa...

Geceleri ise denizfeneri, mutluluklar peşindedir, gecenin esrarengiz
sessizliğinde. Her ışık turunda çıldırır denizfeneri zevkten, adeta
danseder okyanusun en uzak noktalarına uzanarak. Daha gerçektir
denizfeneri, gece sadece o ve okyanus vardır sınırlı görüş gizliliğinde.

Gündüzleri denizfeneri bir hiçtir bütün aldatmalara şahit olarak.
Güneş ise gece olunca bu hissi göremez.. Gece, denizfeneri ile
okyanusun aşkının dansedişine güneş şahitlik yapmaz..

Gün bitiminde ve başlangıcında teslim ederler sevgili
okyanuslarını birbirlerine güneş ve denizfeneri.

Güneşin okyanusla arasına giren bir engel
vardır kimi zaman, bu işkencedir güneşi küçülten.
Bulutlardır, bu hain, gündüz aşkında güneşe okyanusu
göstermeyen. Güneş ise tüm gücüyle savaşır okyanusa ulaşmak
için. O kadar yaklaşır ki, bulutlara bulutlar, yoğunlaşır, yoğunlaşır
ve gökyüzü ağlamaya başlar okyanus hasretinden hesapsızca titrer.

Okyanus bütün damlaları özlemle kucaklar, her damla onu güneşine
daha çok yaklaştırmaktadır. Gökyüzü ağlar, ağlar ta ki son damlası
bitene kadar. Okyanus damlalarla büyür büyür büyüklüğüne daha
hacim katarak aşkının sevgi damlalarıyla. Bilmezdi okyanus,
her yağmurla sevgisini ona iletmek isteyen bir güneşinin
olduğunu. Her yağmur yağdığında okyanus kızar
güneşine gündüz onu terkettiğini düşünür,
hırçınlaşır, dalgalanır öfkesinden bilemez
güneşinin ona ulaşmak için savaştığını.

İntikamını denizfenerinden alır okyanus,
onun neden gündüz sevgilisi olmadığını defalarca
kamçılayarak sorar denizfenerine. Dalgalarını büyütür,
cevap alamayınca denizfenerinden.. Denizfeneri onu teselli
edemez, çünkü o sadece gece vardır gerçek gecededir onun için.
Ağlayamaz denizfeneri, ağlamayı deliler gibi istesede, gözyaşları
yoktur, ulaşmak istesede ulaşamaz gündüz sevgilisine.
Çaresizdir denizfeneri, sadece bir dilek geçirir içinden
rüzgarâ yalvarır "bulutları kaçır buradan" diye,
güneşin çıkması sevgilisine sevgi dolu
ışıklarını göndermesini diler.
Okyanusunun mutluluğunu ister
hesapsızca... Çünkü tek mutluluğu budur
denizfenerinin. Ağlayamaz, gündüz ona ulaşamaz,
konuşamaz hislerini okyanusuna. Her okyanusun
sahilinde bir denizfeneri vardır.
Her gece denizfenerleri gemilere okyanusa olan
aşkını haykırırlar, ümitsizce, yarınlarını hiç düşlemeden...
Ve her gece hikayelerini anlatmak için
gemileri beklerler sonsuz gecelerde...

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 26 Ağu 2016 15:26:39
DENİZ YILDIZI
Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden
bir yazar, sabaha karşı kumsalda dans eder
gibi hareketler yapan birini görür.
Biraz yaklaşınca, bu kişinin sahile
vuran denizyıldızlarını, okyanusa atan genç bir
adam olduğunu fark eder. Genç adama yaklaşır:
- Neden denizyıldızlarını okyanusa atıyorsun?
Genç adam yanıtlar;
- Birazdan güneş yükselip, sular çekilecek.
Onları suya atmazsam ölecekler. Yazar sorar;
- Kilometrelerce sahil , binlerce denizyıldızı var.
Ne fark eder ki?
Genç adam eğilir, yerden bir denizyıldızı
daha alır, okyanusa fırlatır.
- Onun için fark etti ama...

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 26 Ağu 2016 15:27:21
        TAVŞAN VE TİLKİ

   Bir tavşan önüne bir daktilo almış tak tuk tak tuk bir şeyler yazıyor. Oradan geçen bir tilki:
   Hey tavsan ne yazıyorsun?
   Doktora tezimi yazıyorum
        Ha öyle mi, çok güzel ne hakkında?
        Tavşanların tilkileri nasıl yedikleri hakkında.
        Yok canım olur mu öyle şey hiç tavşanlar tilki yerler mi?
        Olur canım gel istersen sana ispat edeyim.
        Beraberce tavşanın yuvasına girerler biraz sonra tavşan tek başına çıkar ve yine daktilosunun başına geçer tak tuk bir şeyler yazmaya devam eder. Daha sonra oradan geçen bir kurt tavşanı görür.
   Hey tavsan ne yazıyorsun?
        Doktora tezimi.
        Ne hakkında ?
        Tavşanların kurtları yemesi hakkında.
        Yayınlamayı düşünmüyorsun herhalde buna kim inanır.
        Doğru olmaz mı gel istersen göstereyim.
   Yine beraberce yuvaya girerler tavsan biraz sonra tek başına dışarı çıkar.
   Tavşanın yuvasının içindeki manzara. Bir köşede tilkinin kemikleri, Bir köşede kurdun kemikleri. Diğer tarafta bir arslan kürdanla dişlerini temizliyor.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 26 Ağu 2016 23:52:16
EN GÜZELİ HANGİSİ

   Evvel zaman içinde muhteşem bir hükümdarın dünyalar güzeli bir kızı varmış. Kız evlilik çağına gelmiş ama kimseleri beğenmezmiş. Ne kralların oğulları, ne zengin tüccarların oğulları... Kız herkese burun kıvırıyormuş.
   Bu ülkede yakışıklı ama fakir bir genç de istemiş bu kızı. Tabii ki reddedilmiş. Bu genç başka bir ülkeye gitmiş, çalışmış çok zengin olmuş. Ülkesine yıllar sonra geri donmuş ve kendisini reddeden bu kızı görmek istemiş.
   Sormuş, soruşturmuş, kızın evini öğrenmiş. Gitmiş evin önünde beklemeye başlamış. Derken kapı açılmış, çirkin bir adam çıkmış. Adam gittikten sonra bizimki kapıyı çalmış. Kız açmış. Genç neden bu kadar çirkin bir adamla evlendiğini sormuş kıza. Kız da onu evin arka bahçesinde bulunan muhteşem bir gül bahçesine götürmüş.
   "Sorunun cevabini öğreneceksin. Şimdi bu gül bahçesinde en güzel gülü bulup bana getirmeni istiyorum. Yalnız bir şartla, bahçede ilerlerken asla geri adım atamazsın."
   Genç
   "Tamam" demiş ve başlamış bahçede ilerlemeye. Tam en güzel gülü gördüm derken, başka güzel bir gül daha görüyormuş. Tam o güle elini atacakken başka güzel bir gül, tam onu koparacakken başka güzel bir gül... Bir bakmış bahçenin sonuna gelmiş, geriye adım atması yasak!
Bahçenin sonunda boynu bükük solmuş güzel olmayan bir gül koparmak  zorunda kalmış.    "İşte! demiş kız. Anladın mı şimdi niye bu adamı seçtiğimi?"

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 26 Ağu 2016 23:54:34
Fırında ölümü bekleyiş.

   Hikmet, belediyeye ait ekmek fabrikasında çalışan bir isçiydi. İşine çok dikkat eder, vazifesini ihmal etmemeye çalışır, kazancının helal olmasını isterdi. Fabrikayı hemen her aksam en geç o terk ederdi. Belediyenin ekmeği biraz daha ucuz olduğu için halk çok bu ekmeğe çok rağbet ediyordu. Kocaman fırının içini ara sıra temizlemek gerekir, onu da genellikle Hikmet yapardı.

   Ramazan bayramının son günüydü. Ertesi gün ekmek çıkarılacaktı. Hikmet, temizlik yapmak için fabrikaya gitti. İçeriye girip dış kapıyı kapattı. Işıkları yaktı ve fırının kapağını açıp içerisine girdi. Gerekli temizliği yaptıktan sonra evine gidecekti.Sabaha karsı dörde doğru gelen isçiler de, gelir gelmez elektrikle çalışan fırının düğmelerini açacak, onlar hamuru yoğurup ekmekleri hazır edene kadar da fırın güzelce ısınmış olacaktı.

   Hikmet temizliğe dalıp gitmişti. Bir taraftan da kendi yakıştırdığı şeyleri mırıldanıyordu. Tam o saatlerde fırının genç ustalarından olan Cengiz fabrikaya geldi. Kirlenmiş olan beyaz önlüğünü almak için uğramıştı. O aksam yıkattırıp, ertesi gün temiz temiz giymeyi düşünüyordu. Dış kapıyı açtığında şaşırdı.    "Hayret, içerdeki elektrikler açık unutulmuş" diye mırıldandı. Gidip önlüğünü aldı. Fırının önünden geçerken açık duran fırın kapağını eliyle söyle bir itekledi. Çıkarken ışıkları söndürmeyi de ihmal etmedi.

   Elektriklerin sönmesiyle Hikmet hemen fırının kapağına koştu. Fakat
      heyhat, kapak üzerine kilitlenmişti. Var gücüyle bağırmaya başladı. Fırının kapağını yumrukladı. Çırpınması fayda vermiyor, sesini kimseye duyurması mümkün olmuyordu. Tüyleri diken diken oldu. Dehşete kapılmıştı.
   Uzun müddet kendisine gelemedi. Birazcık sakinleşince saatine baktı. Saat 23.05'i gösteriyordu. Yaklaşık beş saati kalmıştı. Bir anda ölümle burun buruna gelmişti. Önce terlediğini hissedecek, sonra bunalacak, sıcaklık yavaş yavaş sürekli artacak, artacak, artacak; vücudundaki yağlar erimeye başlayacak, etler kızaracak ve daha bütün bunlar olmaya başlamadan belki de o kalpten gidecekti. Belki de çıldıracaktı. Çılgın çılgın gülecekti...

   Ah, o en güzeliydi. Bir delirebilseydi, düşüncenin kezzap gibi yakıcılığından kurtulacaktı. Fırından yeni çıkan ekmekleri eline alınca parmaklarında duyduğu yanık acısı aklına geldi. Sadece o kadarı... Yanığın ilk safhası bile değildi ama hemen elinden bırakırdı. Şimdi ekmekler gibi kendisi pişecekti. Bir kaç gün önceydi. İşçiler acıkmışlar, küçük tüpün üstünde yemek pişirmişlerdi. Bir aralık tüpün kızgın demirine değmişti eli... Hemen nasıl da kabarmış, su toplamış, sızladıkça sızlamıştı. Sadece iki parmağın acısına dayanamamış, soğuk suyun içinde tutmuştu. Ya şimdi?..
   Yanan iki parmak ucu değil,bütün vücudu olacaktı. Gözlerinin önünde filmlerde yanan adamlar canlandı. Kendi hali daha da zordu. Bir anda yanmak değildi ki bu... Adım adım, hissede hissede ... Terleye çıldıra, dövüne dövüne... İçerisinin ısındığını hissetti. Kapıyı kapatan her kimse fırını da yakmış mıydı yoksa?..

   Bu hararet böyle sürekli niçin artıyordu?.. Aman Allah’ım! Beklenen an çabuk gelmişti. Saatine bakti. Saat gecenin 1.00'i olmustu. Nasil geçmisti
      iki saat? Zaman su gibi akmisti. Bir ömür gibi... Ömürleri yanmak vaktini
      meyve veren insanlar gibi.. Elleriyle duvarlara, demirlere dokundu. Yok
      canim... Korkusundan firinin yanmaya basladigini zannetmisti. Demirler
      soguktu iste... Biraz sakinlesti.Evini düsündü. Hanimi, oglu merak ediyor
      olmaliydi.Hanimini niçin azarlamisti sanki çikarken?.. Hayat arkadasina
      karsi daha nazik, daha hürmetli olmali degil miydi? Ya çocugunu... Keske
      dövmemis olsaydi onu...Onlardan da mes'ul oldugu için onlarin hesabini da
      verecekti Allah'a... Keske haniminin dedigini yapsaydi. Hanimi ona:
      "Haydi, birlikte namaza basliyalim" demisti. Hikmet ise: "Biraz daha
      yaslanalim" diye cevap vermisti. Sanki sonrasinda bütün bir ömrün hesabini
      vermeyecek, sadece ihtiyarligin hesabini verecekti.Niçin sanki firina
      gelirken camiye girmemisti? Müezzin gönlünün derinliklerinden geldigi
      belli olan sesiyle yatsi namazina davet etmis, Allah'in büyüklügünü,
      kurtulusun o'nun yolunda oldugunu haykirmisti. Hiç degil se ölmeden evvel
      son vakit namazini kilmis olacakti. Belki Rabbi o son vakit hürmetine
      affeder,digerlerinin hesabini sormazdi. "Ah ahmak kafam" diye inledi.
      Halbuki bes vakit namaz kilan bir insanin hali ne güzeldi. Kildigi bir
      vakit muhakkak onun son eda ettigi vakit olacakti ve Rabbinin huzuruna
      secdesiz bir alinla çikmayacakti.Öyle olmayi ne kadar isterdi.Ya oglu...
      Yedi yasina girmisti. Bir baba olarak onun üstüne basina, yiyip içtigine
      dikkat ettigi kadar, kalbine niçin dikkat etmemisti? Daha o yasta her tip
      pisligin televizyon ekranlarindan üstüne siçramasina nasil da razi
      olmustu? Çocuguna Allah'ini,peygamberini niçin sevdirmemisti?Akli
      çocukluguna gitti... Gençligine ugradi, tek tek dolasti o günleri... O
      günlerden elinde sadece pismanlik veren, utandiran günahlar kalmisti. En
      ince teferruatina kadar bütün günahlari aklina geldi. Demek bütün bu
      tespit edilen seylerin hesabini verecekti. Aklina bir fikir geldi,
      'firinin içinde teyemmüm edip namaz kilmak.' Toprak yoktu ki... Ellerini
      firinin içinde yere vurarak teyemmüm aldi. Namaza durdu. Her seyin bitip
      tükendigi noktada baska kime dayanabilirdi ki?Aslinda her namazda öyle
      hissetmeliydi.

      Kendisini hayatida ilk defa Rabbiyle konusuyor gibi hissetti  . Alemlerin
      Rabbi'ne hamdetmeyi, O'na dayanmayi, O'ndan yardim dilemeyi, dosdogru
      olmayi ilk defa böylesine anliyordu. Bütün benligiyle secde
      etti."Eksiksiz,yüce, merhametli Sensin" acizligini iliklerine kadar
      duyarak...Rabbinden gelmisti ve O'na dönüyordu. Ah, dönüsün ona oldugunu
      hiç unutmamis olsaydi .Yoruldukça oturup tövbe etti. Estagfurullah
      çekti.Nasil da daracik yerde sikisip kalmisti.Firinda oldugunu
      hatirladikça vücudunu atesler basiyordu........

      Cengiz ise evine gidip yatmisti. Gece bir aralik yataktan siçrayarak
      uyandi. Saatine bakti. Saat 3.15'ti. Bir rüya görmüstü. Arkadasi Hikmet
      firinin içinde alev alev yaniyor, "Cengiz!"diye bas basbagiriyordu. Nasil
      bir rüyaydi bu böyle...Birden aklina geldi. Olamaz! Firinin kapagini
      Hikmet'in üzerine mi kapatmisti yoksa? Hemen üzerini giyip sokaga firladi.
      Hiç durmadan kostu. Gece isçileri henüz gelmemislerdi. Kapiyi açti,
      isiklari yakti.Hemen firinin kapagini açip içeriye seslendi:"Hikmet!"
      Içerden hiç ses gelmiyordu. Bir kaç defa daha bagirdi.Hikmet, aglaya
      aglaya namaz kiliyordu. Öyle dalmistiki, isminin söylendigini duyunca
      irkildi. Olamazdi, yanlis duyuyor, hayal görüyordu. Fakat, yine
      duydu.Birisi 'Hikmet' diyordu. Hem firinin isigida yanmisti.Selam
      verdikten sonra kapaga dogru yürüdü. Karsisinda Cengiz 'i gördü. Firindan
      çikti. Cengiz, bir anda hortlak görmüscesine irkildi. Korkuyla:"Kimsin
      sen?" dedi. Hikmet' in Cengiz 'e sarilmak için uzanan kollari bos
      kalmisti. Hikmet hala agliyordu. "Ne demek sen kimsin? Hikmet' im iste,
      görmüyor musun?Dün aksam temizlemek için girmistim. Birisi üzerime firinin
      kapagini kapatti" dedi. -"Olamaz" diyordu Cengiz. "Sen Hikmet degilsin."

      Hikmet ilk önceleri Cengiz' in bu hareketine bir mana veremedi. Nasil olur
      böyle söyler, nasil olur da mesai arkadasini taniyamazdi? Birden aklinda
      bir simsek çakti. Hemen aynaya dogru kosup kendine bakti. Hayir, bu yüz,
      bu saçlar kendisinin olamazdi. Kirismis ellerini, solmus yüzüne, bembeyaz
      olmus saçlarina götürdü. Bir gecede ihtiyarlamisti. Hiçkiriklarla
      sarsiliyordu. Bir daha aynaya bakamadi. Kendisinden kendisi korkmustu.
      Yanmanin ne demek oldugunu bilseler kim bilir bir gece de ne kadar insan
      ihtiyarliyacakti.Yarin denilecek kadar kisa bir süre sonra yanmak ihtimali
      bu kadar hafife alinabilir miydi? Başı ellerinin arasinda kala kaldi.
      Ahirette sonsuz yanmamak için, iman etmek ve günahlardan kaçmak
      gerekiyordu...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 14 Eyl 2016 08:10:41
İmam-ı Azâm ve Kadılık

imamı azam Zamanında İmam-ı Azam ile herhangi bir konuda tartışmaya girip de galip çıkan görülmemiştir. Hem derya gibi ilmi, hem de herkese nasip olmayan zeka ve mantığı sayesinde hepsinden kendisi galip çıkıyordu.

Abbasi Halifesi Me’mun İmam-ı Azam’ı Kufe’ye kadı yapmak istiyordu. İmamı çağırdı ve bu niyetini açıkladı. İmam-ı Azam yönetimin yanlışlıklarına alet olmamak için bu teklifi kabul etmedi.

– Ben kadılık yapamam, dedi.

Halife de herkes de kabul ederdi ki ondan iyi kadılık yapacak bulunamazdı. Bu nedenle Halife sert çıktı:

– Yalan söylüyorsun, sen kadılık yaparsın!

İmam-ı Azam akan suları durduracak şu cevabı verdi:

– Eğer ben yalan söylüyorsam, yalan söylediğim için kadılık yapamam, çünkü yalancıdan kadı olmaz. Eğer “yapamam” dediğim zaman doğru söylüyorsam, sözümün gereği olarak kadılık yapamam. O halde her iki halde de kadılık yapamam,

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK