İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 01 Kas 2016 21:04:16
ZINDANDAN MEHMED'E MEKTUP
Zindan iki hece. Mehmed'im lafta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de geri adim, boynunda yafta...
Halimi düsünüp yanma Mehmed'im!
Kavusmak mi?..Belki ..Daha ölmedim!
Avlu... Bir uzun yol... Tugla döseli,
Kirmizi tuglalar alti köseli.
Bu yol da tutuktur hapse düseli...
Git ve gel... Yüz adim...Bin yillik konak
Ne ayak dayanir buna, ne tirnak!
Bir alem ki, gökler boru içinde.
Akil almazlarin zoru içinde
Üstüste sorular soru içinde.
Düsün mü, konus mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mi çikar, tabut mu?
Bir idamlik Ali vardi, asildi
Kaydini düstüler, mühür basildi.
Geçti gitti, birkaç günlük fasildi
Ondan kalan, boynu büyük ve sefil;
Bahçeye diktigi üç bes karanfil...
Müdür bey dert dinler, bugün "maruzat"!
Çatik kas... Hükümet dedikleri zat...
Beni Allah tutmus kim eder azat?
Anlamaz; yazsiz, pulsuz, dilekçem...
Anlamaz!ruhuma geçti bilekçem!
Saat bes dedi mi, bir yirtici zil
Sayim var, maltada hizaya dizil!
Tek yekün içinde yazil ve çizil!
Insanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik, mintanlarla et.
Somurtus ki biçak, nara ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlik kat kat...
Yalniz seccademin yönünde sefkat
Beni kimsecikler oksamaz madem
Öp beni alnimdan, sen seccadem!
Çayci getir ilaç kokulu çaydan!
Dakika düselim, senelik paydan!
Zindanda dakika farksiz aydan
Karistir çayini zaman erisin
Kopuk kopuk, duman duman erisin!
Peykeler, duvara mihli peykeler
Duvarda, baslardan yagli lekeler
Gömülmüs duvara, bas bas gölgeler...
Duvar, katil duvar yolumu biçtin
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin
Sükût...Kivrim kivrim uzaklik uzar
Tek nokta seçemez dünyada nazar
Yerinde mi acep, ölü ve mezar?
Yeryüzü bosaldi habersiz miyiz?
Günese göç varda, kalan biz miyiz?
Ses demir, su demir ve ekmek demir...
Istersen demirde muhali kemir.
Ne gelir ki elden, kader bu, emir...
Garip pencerecik, küçük daracik;
Dünyaya kapali, Allah'a açik
Dua, dua eller karincalanmis;
Yildizlar avuçta, gök parçalanmis
Gözyasi bir tarla, hep yoncalanmis
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan bugu
Iplik ki incecik, örer boslugu
Ana rahmi zahir, su bizim kogus
Karanliginda nur, yeniden dogus....
Sesler duymaktayim; davran ve bogus!
Sen bir devsin, yuku agirdir devin!
Kalk ayaga, dimdik dogrul ve sevin!
Mehmed'im, sevinin, baslar y1uksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalir tümsekte!
Yarin elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün dogmus, gün batmis, ebed bizimdir
Necip Fazil KISAKÜREK - 1961

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 02 Kas 2016 20:02:54
Nasıl Yaşarsanız Öyle Ölürsünüz

Bir hadisi şerifte, “Nasıl yaşarsanız öyle ölür ve nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz” denmektedir.
Bir insanın hayat tarzı, onun şuuraltını oluşturur. Bu sebeple, o insanın bütün hayatında, ölümü esnâsında ve kabirde Münker ve Nekir’e cevap verirken hep o şuuraltının izleri tezâhür eder.
Müslüman olarak ölmek, hakkımızdaki İlâhî takdirin nasıl tecellî edeceğini bilemediğimizden dolayı, belki elimizde değildir ama, bu yolda, yani müslüman olarak ölme yolunda olmak elimizdedir. Yoksa, Kur’ân-ı Kerim’in “ancak müslümanlar olarak ölünüz” emri “teklif-i mâlâ-yutak”, yani yerine getirilmesi mümkün olmayan bir teklif olurdu.
Hayatını salih ameller kuşağında geçiren bir insanın son nefesinde imanla gitmesi kaviyyen muhtemeldir. O halde, imanın gereklerini o derecede hayatımıza hayat kılmalıyız ki aksi bir düşünce ve aksi bir hayat tarzı rüyalarımıza bile misafir olmasın. Allah’a kavuşma arzusuyla yanıp tutuşalım ve hep bu visalin beklentisi içinde yaşayalım. Unutmayalım ki, -hadîsin ifadesiyle- “Kim Allah’a kavuşmayı arzu ederse, Allah da ona kavuşmayı arzu eder.”



Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.204
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.204
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 03 Kas 2016 07:11:54
KISSADAN HİSSE
• Zengin yaşlı bir adam sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır. İlaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder. Doktor çağrılır. Doktor muayene eder, ağrının sebebini anlayamaz sadece ağrı kesiciler verip, gider. Fakat adamın baş ağrısı geçeceğine daha da artarak sürer. Baş ağrısının yanında gözleri de yaşarmaya baslar. Başka doktorlar çağrılır. Adam ağrıyı kesene servet vaat eder. Ama doktorların hiçbiri ağrıyı kesemediği gibi sebebini de bulamaz.
Bir gün, yaşlı adam kendini iyi hissetsin diye eski berberi çağrılır. Berber yataktan kalkamayan yaşlı adamı tıraş ederken, adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler. Berber bir an düşünür ve der ki;
– Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın.
Adamın burnunu kontrol eder;
– Hah işte! Kıl dönmüş. Sorun değil ben hallederim.
Deyip yaşlı adamın şaşkın bakışlarına aldırmaksızın çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker. Ev halkı yaşlı adamın müthiş çığlığıyla odaya koşar. Berber canı çok yanmış olan yaşlı adamın elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla evden kovulur.
Adamın burnu kanlar içindedir. Pansumanlar yapılır ve tekrar yatağına yatırılır. Ertesi sabah yaşlı adam aylardır ilk defa rahat bir uykudan uyanır. Berberi çağırtır ve ona bir servet bağışlar...
Not: BURNUNDAN KIL ALDIRMAYANLARIN başı çok ağrır...
Hayat akarken bazen büyük sorunların çok basit çözümleri olabilir.
Bu çözümlere ulaşmak için herkesi dinlemeyi bilmek, herkesin fikirlerine açık olmak gerekir.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 03 Kas 2016 19:52:38
NE GÖRÜYORSUNUZ?

   Thelma Thompson anlatıyor: Harp sırasında kocam New Mexico'daki Mojave çölüne gönderilmişti. O, çölde tatbikata katılırken yanında olabilmek için ben de çölün yolunu tuttum. Kendimi cehennemim kucağına atmıştım. Ortalık
yanıyordu. Küçük bir kulübede oturuyordum. Ve yanında olmak için tehlikeye atılarak geldiğim kocamı unutmuş, can derdine düşmüştüm.
   Etrafımdaki Meksikalılar ve yerliler, tek kelime İngilizce bilmediğinden kimseyle konuşamıyordum. Sıcak rüzgar, bir taraftan bedenimi kavuruyor, bir taraftan da yediğim yemeği de, ağzımı burnumu da kumla dolduruyordu. Canıma yetmişti.
   Kağıda kaleme sarılıp babama bir mektup yazdım. Gelin beni buradan alın dedim. Burada yaşamaktansa hapishanede yaşamayı tercih ederim. Babamı beklerken cevabı geldi. Sadece iki satır yazmıştı:
   İki adam hapishane penceresinden dışarıya baktı. Biri çamuru gördü, diğeri yıldızları. Bu iki satırı okuyunca utancımdan kıpkırmızı kesildim. Ben hep çamuru
görmüştüm. Halbuki yıldızlar da vardı. Derhal yerlilerle dost oldum. Kilimlerine, çanak ve çömleklerine olan hayranlığımı belirttim. Turistlere para ile vermeye yanaşmadıkları kıymetli eşyalarından bana hediyeler verdiler. Kaktüsleri, vukka ve erguvan ağaçlarını inceledim. Kır köpeklerini tanıdım. Çöl gurubunu seyrettim. Çöl, yüzlerce yıl önce deniz dibi olduğundan kumun içinde deniz hayvanlarının kabuklarını aradım. Ne değişmişti de dün nefret ettiğim çöle bugün bağlanmıştım. Çöl mu değişmişti? Hayır. O yine kavuruyordu. Yerliler mi değişmişti? Hayır. Onlar, yine İngilizce bilmiyorlardı. Sadece ben değişmiştim. Pencereden kafamı
uzatmış ve yıldızları görmüştüm.

Çevrimdışı Gülirem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 03 Kas 2016 19:57:19
Dağlarda seyahat eden bilge bir kadın, bir dere kenarında değerli bir taş bulmuştu. Ertesi gün kadın başka bir gezginle karşılaştı. Adamın karnı çok açtı. Bilge kadından yiyecek bir şeyler istedi. Kadın ona bir şeyler vermek için çantasını açtığında değerli taşı gören adam, kadından onu da kendisine vermesini rica etti. Tereddütsüz:

“Olur” dedi kadın.

Aç gezgin, talihin nihayet kendisine yaver gittiğini düşünerek, sevinç içinde ayrıldı oradan. Ancak, birkaç gün sonra o civarlara geri geldi ve bilge kadını bularak, taşı kendisine iade etti.

“Bana verdiğin taşın ne kadar değerli olduğunun farkındayım” dedi adam.
 “Ama düşündüm ki, sen de bu taştan daha değerli bir şey var. Bu mücevheri verebilmeni mümkün kılan şeyi bana verir misin?”

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 03 Kas 2016 21:58:34
ÖLMEYEN SEVGİ

Genç adam ellerinde bir buket çiçek, sahile koşarak geldi... Gözleri şöyle bir
sahilde gezindi, aradığını göremeyince ilk gördüğü banka oturup sevdiğini
beklemeye başladı. Ellerinde yine her zamanki çiçeklerden vardı. Sevgilisinin en
sevdiği çiçekler bunlardı. Kırmızı, kıpkırmızı, kan kırmızısı güller... Sanki
dalından yeni koparılmış gibi tazeydiler, buram buram kokuyorlardı, sevgi
kokuyor, aşk kokuyor en önemliside özlem ve hasret kokuyordu güller... Hepsinin
üzerinde damlalar vardı. Sanki ağlıyor gibiydiler. Genç adam güllere baktı,
sanki onlarla konuşuyormuş gibi, " Neden ağlıyorsunuz, bakın ben ne kadar
mutluyum " dedi. Az sonra sevdiğini göreceği için kalbi yine deli gibi atmaya
baslamıştı. Ne zaman onu düşünse, onunla bulusacağını hayal etse kalbi yine
böyle yerinden çıkacakmış gibi oluyordu. Senelerdir birbirlerini sevmelerine
rağmen ikiside sevgisinden hiç birsey kaybetmemişti.. Onları hiç birsey
ayıramazdı... Ne hasret, ne ayrılık, nede ölüm... Genç adam telaşla saatine
baktı. Sevdiği yine geç kalmıştı, 1 dakika geç kalmıştı. Üstelik o, sevdiğini
bekletmemek için dakikalarca önce koşarak geliyor, onu beklemeyi bile seviyordu.
Ama sevdiği her zaman bunu yapıyordu. Devamlı kendisini bekletiyordu. Herkesin
bir kusuru olurmuş diye düşündü... Ve gözlerini önündeki uçsuz bucaksız denize
dikti.. Denizin sonu yok gibiydi, tıpkı sevdiği kıza olan aşkı gibi denizinde
sonu yoktu. Sonsuzluğa uzanıyordu...Aslında bugün onlar için çok özel bir gündü.
Kendi aralarında sözleneceklerdi. Delikanlı önce bunu sevdiğine açmış, sonrada
gidip 2 tane yüzük almıştı. Bu kadar önemli bir günde bari onu bekletmemeliydi..
Ama alışmıştı artık beklemeye, zararı yok biraz daha beklerim diye düşündü.
Güllerin yaprakları nedense hala yaşlı idi. Bir türlü anlamıyordu onları. Herşey
bu kadar güzelken neden ağlıyorlardı ki? İşte az sonra sevdiği gelecek, ona
sarılacak, kucaklaşacaklardı...Sonra söz yüzüklerini takıp, evliliğe ilk
adımlarını atacaklardı. Genç adam öyle heyecanlıydı ki sevdiğine kavuşmak için
can atıyordu... Martılara baktı, birbirleriyle oynaşıp, uçuşan martılara... Ne
kadar güzel dansediyorlardı havada. Tekrar saatine baktı genç adam.
Endişelenmeye başlamıştı. Sevgilisi yine geç kalmıştı, hemde çok... Bu kadar geç
kalmaması gerekiyordu. İşte hergün burada buluşmak için sözleşmiyorlar mıydı?
Her gün sahilde, martılara bakarak, denizin onlara anlattığı masalları
dinleyerek birbirlerine sarılıp hasret gidereceklerine söz vermiyorlar mıydı? O
zaman neden gelmemişti yine??... Aklına kötü düşünceler gelmeye başladı. Hayır..
hayır..olamazdı. Sevdiğine birşey olamazdı. Onsuz hayat yaşanmazdı ki... O ölse
bile devamlı benimle yaşar diye düşündü genç adam. Bunun düşüncesi bile hoş
değildi. Gözlerini yere indirdi. Gözyaşlarını kimsenin görmesini istemiyordu.
Zaten nedense etrafındaki insanlar ona sanki kaçık gibi bakıyorlardı. Rahatsız
olmaya başladı bakışlardan. Artık bıkmıştı... Yine sevgilisi geldi aklına..
Neden gelmedi acaba diye düşünmeye başladı. Gözlerini kapattı. 7 sene oldu dedi.
7 senedir hergün bu sahildeydi, sevdiğini bekliyordu. Daha fazla dayanamadı.
Kalbi parçalanacak gibi oluyordu. Gözlerinden 1 damla daha yaş güllerin üzerine
damladı... Yine gelmeyecek galiba, en iyisi ben onun evine gideyim diye
mırıldandı...Hiç olmazsa gülleri her zamanki gibi yanına koyar, ona vermiş
olurdu... Genç adam ayağa kalktı. Sevdiğiyle buluşmak üzere, yeşil tepenin
ardındaki kabristana doğru yürümeye başladı..

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 04 Kas 2016 20:50:29
1) Verdiğin sözü tut.
2) Olman gerektiği yerde, olman gerektiği saatte ol.
3) Kendine ve çalıştığın ortama saygılı davran.
4) Yetkililerle gereksiz diyaloglara girme.
5) Çalıştığın her işten ve firmadan birşeyler öğren.
6) Temiz, bakımlı ve güleryüzlü ol.
7) İşini herkesten daha iyi yapmaya çalış.
8) Hizmet bekleme, hizmet ver.
9) Kimseyle lâubali olma.
10) İş arkadaşlarını gereksiz meşgul etme.
11) Gıybetten ve dedikodudan katiyetle uzak dur.
12) Şer organizasyonlara girme.
13) İşe uykusuz ve yorgun gelme.
14) Özel telefon konuşmaları yapma.
15) Şirketten izinsiz birşey alma.
16) Hasta olmamak için tedbir al. Kendini iyi         hissetmiyorsan tedavi için  hemen harekete geç.
17) Cep telefonuna hâkim ol.
18) Problemleri artırmaya yönelik değil, çözmeye yönelik tavır takın.
19) Aranan kişi ol ki, aradığını bulasın.

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.204
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.204
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 04 Kas 2016 20:55:44
PADİŞAHIN İŞİ NE ?
  Sultan Murat Han o gün bir hoştur.Telaşlı görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer.Neşeli deseniz değil , üzüntülü deseniz hiç değil .Vezir-i  a’zam  Siyavuş paşa sorar:
-Hayrola sultanım canınızı sıkan bi şey mi var ?
-Akşam garip bi rüya gördüm .
-Hayırdır İnşallah.
-Hayır mı şer mi öğreneceğiz.Hazırlan dışarı çıkıyoruz.
   Ve iki molla kılığında yola çıkarlar.Görünen o ki padişah hala gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir.Hızlı ve kararlı adımlarla Beyazıd’a çıkar, döner  Vefa’ya ,Zeyrekten aşağı sallanır.Unkapanı civarında soluklanır.Etrafına daha bir dikkatle bakınır.İşte tam orada yatan bir ceset gözlerine batar.Ahali ile aralarında şöyle konuşma geçer :
-Kimdir bu?
-Aman hocam hiç bulaşma ,ayyaşın biri işte!
-Nereden biliyorsunuz ?
-Müsaade et de bilelim.Kırk yıllık komşumuz.
   Bir başkası tafsilata girer.Aslında iyi sanatkardır.Azaplar çarşısında çalışır .Nalının hasını yapar.Ancak kazandıklarını içkiye ,fuhuşa harcar.Hem şişe şişe şarap taşır evine hem de nerede namlı , mimli kadın varsa takar peşine.
    Hele yaşlının biri çok öfkelidir ; isterseniz komşulara sorun   der, sorun bakalım onu cemaatte bir gören olmuş mu ?
     Hasılı mahalleli döner ardına gider. Bizim tebdil-i kıyafet mollalar kalırlar ortada.Tam vezir de toparlanıyordur ki padişah sorar :
-Nereye ?
-Bilmem bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
-Millet bu çeker gider .Kimseye bi şey diyemem.Ama biz gidemeyiz , şöyle veya böyle  tebaamızdır.Defnini tamamlamak gerek .
-İyi ya , saraydan birkaç hoca yollar kurtuluruz vebalden.
-Olmaz rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
-Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
-Mollalığa devam.Naaşı kaldırmalıyız en azından.
-Yapmayın sultanım , bunun yıkaması var .Tekfini , telkini …
-Merak etme ben beceririm.Ama önce gasil hane bulmalıyız.
-Şurada bir mahalle mescidi var ama …
-Olmaz vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
-Ne bileyim ,Ayasofya’dan , Süleymaniye’den , en azından Fatih Camii’nden .
-Ayasofya ile Süleymaniye’de devlet erkanı çoktur.Tanınmak istemem . Ama Fatih Camii’ini iyi dedin.Haydi yüklenelim.
    Ve gelirler camiye . Vezir sağa sola koşturur, kefen , tabut bulur.Padişah bakır kazanları vurur ocağa.Usulü erkanınca bir güzel  yıkarlar ki naaş ayan beyan güzelleşir sanki.Bir nurdur aydınlanır alnında.Yüzü şakilere benzemez.
    Meçhul nalıncıyı kefenler , tabutlar musalla taşına koyarlar.Ama namaz vaktine hayli vardır daha.Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı  yaklaşır.
-Sultanım der , yanlış yapıyoruz galiba! Heyecana kapıldık sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi.Kim bilir hanımı , yetimleri vardır.
-Doğru öyle ya neyse sen başını bekle , ben mahalleyi dolanıp geleyim.
  Padişah maceranın başladığı noktaya koşar.Sorar soruşturur , nalcının evini bulur.Kapıyı yaşlı bi kadın aralar .Hadiseyi metanetle dinler.Sanki bu vefatı bekler gibidir.Hakkını helal et evladım der.Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe çöküp ellerini şakaklarına dayar.Biliyor musun oğlum diye dertli dertli söylenir!Bizim efendi bir alemdi vesselam.Akşamlara kadar nalın yapar.Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin , elindeki avucundakini veriri satın alırdı.Sonra getirir dökerdi helaya.
      Sonra malum kadınların ücretini öder eve getirirdi.Ben sizin zamanınızı satın aldım mı  diye sorar , onlarda aldın derlerdi.Öyleyse şimdi dinlenmeniz gerek dedikten sonra çeker gider , ben menkıbeler anlatırdım onlara . Mızraklı ilmihal , Huccetül İslam okurdum ..
-Bak sen ! Millet ne sanıyor halbuki.
-Milletin ne sandığı umrunda değildi.Hoş , o hep uzak mescitlere giderdi. Öyle bir imamın ardında durmalı  ki derdi , tekbir  alırken Kabe’yi görmeli.
-Öyle kaç imam kaldı ki?
-İşte bu yüzden Nişancı’ya , Sofulara uzanırdı ya .Hatta bir gün bak efendi dedim , sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek .İnan cenazen kalacak ortada.
-Doğru öyle ya!
-Kimseye zahmet olmasın , diye mezarını kendi kazdı bahçeye .Ama ben üsteledim iş mezarla bitiyor mu dedim.Seni kim yıkasın , kim kaldırsın?
-Peki o ne dedi?
-Önce uzun uzun güldü , sonra Allah büyüktür hatun dedi.Hem padişahın işi ne ?

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 05 Kas 2016 10:17:35
PAPATYA TARLASI

   Bir papatya tarlası düşün.. İlkbahar ayı.. Ve sen, onun yanından geçen yolda yürüyorsun... Ve o papatya tarlasında bir papatya dikkatini çeker.. Binlercesinden birisidir ama sen, onun yanına gidersin.. Onda seni çeken bir şeyler vardır.. O papatyayı olduğu yerden koparırsın.. Sadece senin olsun istersin, sadece senin.. Öleceğini düşünmeden. Ve gidersin o tarladan... İçindeki şiddetin durduramadığı bir bencillik ama bir o kadar güzel ve hapsedici. İşte bu TUTKU...
   Yine o tarlanın kenarındaki yolda yürüyorsundur.. Yine milyonlarcası arasında bir tanesi seni çeker.. Yaklaşırsın, yanına gidersin o papatyanın.. Gözlerin başkasını görmez olur o an. Onun için herşeyi yapmak istersin... Dokunmak istersin.. Dokunamazsın, orda, onunla ölmek istersin. Ama birden hafif bir rüzgar eser ve bir başka güzel çiçek kokusu gelir burnuna.. Dayanamazsın onun kokusuna.. Unutturur herşeyi bir anda ve o kokunun geldiği yöne gidersin.. O papatya orda kalmıştır, yüreğinin bir kenarında.. Paylaşılmamıştır bir çok şey.. Unutulmaz belki ama geri de dönülmez ona.. İşte bu AŞK...
   Yine o yoldasın.. Papatya tarlasının yanından geçen.. Ve yine bir papatya... Milyonlarcasının içinde seni çeker.. Gidersin yanına.. Orda kalakalırsın.. O hiç ölmesin diye her şeyi yaparsın..
   Tüm gücünle onunla olmak istersin.. Oradan seni koparacak hiç bir güç olmadığına inanırsın.. Ve orda onunla ölene kadar birlikte kalırsın... İşte bu da SEVGİ...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.774
  • 227.206
  • 28.774
  • 227.206
# 05 Kas 2016 10:31:35
Dünyanın En Günahsız İnsanı | Bir Kıssa Bin Hisse
Musa aleyhisselam zamanında adamın biri Musa aleyhisselam sorar:
-Ya Musa dünyanın en günahkar adamı kimdir?
Musa aleyhisselam Allah celle celalühu ile Tur dağında kelam ettikten sonra sorar:
-Yarabbi senin kulların içinde en günahkar kul kimdir
Allah celle celalühu:
-Ya Musa sen biraz sonra buradan ayrıldıktan sonra senin yanından bir çocuk ile babası geçecek..O adam dünyanın en günahkar insanıdır der. Ve öyle olur adam ile bir çocuk yanından geçer ve o günahkarı görür. Aradan belli bir zaman geçer yine sorarlar. Musa aleyhisselam:
-Peki dünyanın en günahsız insanı kimdir ya Musa as derler
Musa as yine Allah celle celalühu müracaat eder:
-Yarabbi peki senin dünyadaki en günahsız kulun kimdir der.
Allah azze ve celle:
-Ya Musa sen buradan ayrılırken yanından bir çocuk ile babası geçecek işte o adam dünyanın en günahsız insanıdır der!Musa as. bakar ki dünkü adam ile aynı adam
-Ya Rabbi der. Dün dünyanın en günahkar insanı iken nasıl olur da bugün en günahsız adamı olur?
Allah celle celalühu der ki:
-Ya Musa senden ayrıldıktan sonra bu çocuk ile babası deniz kenarına gittiler.
Çocuk babasına sordu:
-Babacım bu kumlardan daha büyük ne var?
Babası:
-Oğlum bu kumlardan daha büyük deniz var dalgası var köpükleri var.
Çocuk tekrar:
-Peki babacım bu denizden büyük ne var?
-Babanın günahları yavrum der.
Çocuk ya bu, sorar:
-Peki babacım senin günahlarından daha büyük ne var?
Adam cevaben der ki:
-Babanın günahlarından daha büyük Allah’ın merhameti var oğlum
Allah celle celalühu, Musa aleyhisselama der ki:
-İşte ya Musa o günahlarından daha büyük merhameti olan Bana tevekkül etti. Ben de onu affettim…

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 05 Kas 2016 17:29:42
ORGANLAR DA KONUŞUR
-Artık dayanamıyorum, dedi göz. Günde altı-yedi saat TV seyrediyor. TV’-den gelen radyasyon retina tabakamdaki koni hücrelerini mahvetti. Ya kirpiklerim, yıkanmadığından mikroplarla doldu, arpacık hastalığına teslim oldum.
Kulak lâfa girdi.
-Ya ben? Şehrin gürültüsü yetmiyormuş gibi 100 desibelin üzerindeki metalik gıcırtılarla titreşmekten genç yaşta ihtiyarladım. Oysa zarım, orta kulak kemikçiklerim ve korti organım 20-60 desibele ayarlı. Direnecek gücüm kalmadı.
Kısık kısık öksürükler arasında akciğerlerin homurtusu duyuldu:
-Bir de bana sorun arkadaşlar halimi. Sahibimiz günde iki paket sigara içiyor. ‹ncecik nazik zarlarla yapılmış alveollerim, soba borusu gibi simsiyah kurumlarla kaplandı. Nefes alamıyorum, boğulmak üzereyim.
Yanık kokuları sala sala deri geldi:
-Ah kardeşlerim, ya benim derdim. Güzellik uğruna her yaz kızgın güneşlerin altında saatlerce kavruluyorum, neredeyse kansere yakalanacağım.
Dil söylenmeye başladı:
-Yedikleri, içtikleri şeyleri hiç sormayın. En asitli koladan, bin bir çeşit alkollü içkiye kadar beni mahvedecek ve sizleri de öldürecek ne varsa içiyor. Üstelik abur-cubur yiyip komşum dişleri de fırçalamıyor bile. Bakteri yuvasına döndük. Kokuyoruz.
Kaşına kaşına ayaklar lâfa girdi:
-Bütün gün üzerimde şişman birini taşımak ne demek, bana sorun. Üstelik tırnaklarım yıkanmadığından pislik ve mikrop dolu. Mantar hastalığı çekiyorum. Kaşınmaktan yara bere içinde kaldım. Yeter artık.
Beyin konuşmalara katıldı:
-Tefekkür için, Yaratan’ı (cc) bulmak, tanımak için, O’nun rahmetini, şefkatini, güzelliğini ve diğer isimlerini, kâinatta harf harf söküp okumak için yaratılmıştım. Sizler de bana bu konuda yardımcı olacaktınız. Oysaki yalana, düzenbazlığa, kurnazlıklarla haram yollarda menfaat peşinde koşmaya harcandım. Hakkımı istiyorum.
En sonunda kalp, manevî boyutuyla birlikte, ağır ağır adımlarla yanlarına geldi:
-Hepiniz haklısınız. Ama bir de beni dinleyin. Ben manevî yönümle, sonsuza kanatlanıp uçmak için yaratıldım. Rabbimize aşık olmak için varım. Bunun için kâinatı, Yaratan’dan dolayı her şeyiyle sevebilecek kapasitedeyim. Yaratan’a kul olma makamının başında ben gelirim. Ben bir çekirdeğim. Büyüyüp kocaman bir ağaç olabilirdim ki o ağacın kökü iman, gövdesi sevgi, meyvesi Yaratan’a kul olmaktır. Bir de şu halime bakın. Mala, mülke, cismanî zevklere harcandım. Kula kul oldum. Yalancı sevdaların peşinde perişan oldum. Maddî boyutumda ise, yanlış beslenme, sigara ve tembellik yüzünden koroner damarlarım tıkandı, artık yaşamak istemiyorum.
Bütün organlar ayaklanmıştı, sesleri giderek yükseliyordu ki pürtelaş önsezi koşarak geldi.
Arkadaşlar, koca bir kâinat dolusu kızgın kalabalık buraya doğru geliyor. Aralarında kimler yok ki? Etini, sütünü veren koyundan, bir kilo bal için on binlerce çiçek dolaşan arıya, fotosentezle çamurlu bir suyu bir bir kimyevî işlemden geçirip elma, incir, üzüm yapan ağaçlara, bir lâmba gibi hiç durmadan yanarak dünyayı aydınlatan güneşe kadar, karıncadan yıldızlara bütün varlıklar bir ordu gibi buraya geliyorlar. Kızgın ve öfkeli, haklarını almak için geliyorlar. Bize katılacaklarmış.
Bu haber üzerine bütün organlar sahiplerini Rablerine (cc) şikâyete karar vermişti ki yollarını gözleri yaşlarla dolu ümit kesiverdi.
-Durun kardeşlerim. Biraz daha sabredelim. Şikâyetimizi geleceği kesin olan Âhiret gününe saklayalım. Belki bu süre içinde sahibimiz pişman olur, kul olduğunu hatırlar, Müslümanca yaşayıp tövbe eder.
Evet, bu hikâyenin sonu nasıl biter bilinmez, ama bilinen bir şey varsa o da hepimizin verilen nimetlerden teker teker sorulacağı.
Yüce Allah utandırmasın.

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.204
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.204
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 06 Kas 2016 12:49:05
Bir haftanın yorgunluğundan sonra baba ,pazar sabahı kalkmış .eline gazetesini almış ve akşama kadar oturup dinlenecek olmanın tadını çıkartayım demiş,

Ama baba bunları düşünürken oğlu yanına gelmiş ve kendisini parka götürmek için geçen hafta söz verdiğini hatırlatmış.

Canı hiç dışarı çıkmak istemediği için bir bahane bulup evde oturayım dinleneyim diye düşünmüş.Birden gazetenin promosyon olarak verdiği dünya haritasi gözüne ilişmiş.

Bu haritayi önce parçalara ayırmış.Oğluna uzatmış:

Oğlum bu haritayi birleştirebilirsen hemen gidelim parka demiş.

Sonra da içinden derin bir ohh çekmis.Bunu dünyanın cografya profösörlerinden birini getirsen yine de bir araya toplayamaz.İyi düşündüm diye sevinmiş..

Aradan 10 dakika geçmeden çocuk koşarak babasının yanına gelmis.

Baba haritayı düzelttim parka gidebiliriz demiş.

Adam önce inanmamış ve görmek istemiş.

Görünce de şaşırarak nasıl yaptığını sormuş…

Çocuk demiş ki; bana verdiğin haritanın arkasında insan resmi vardı.........

İNSANI DÜZELTİNCE DÜNYA KENDİLİĞİNDEN DÜZELDİ....

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 06 Kas 2016 14:29:55
Peki Yıkılmasın...

Yıl bin beş yüz on ikiydi. Yavuz Sultan Selim, vezirini, vüzerasını, emirini, ümerasını , âlimini, umerasını yanına alıp, Bursa'ya cedlarının kabirlerini ziyarete gitti. O sırada Koca Mustafa Paşa, küçük vezir sıfatıyle hünkârın yanında bulunuyordu. Ziyaret sırası, talihsiz Cem'in türbesine gelmişti. Yavuz Sultan Selim, sandukanın başında uzun düşüncelere vardıç Dedesi Fatih Sultan Mehmet, açıkça onu veliaht olarak göstermişti. Buna rağmen ortalıkta neler neler dönmüş, babası Sultan Bayezit ile amcası birbirine silah çekmiş, sonunda o güzel adam,"küffar arasında" ıstırap içinde can vermiş, belki yanında ağzına bir yudum su verecek kimse yokken ölmüştü. Sultan Selim, bu hikâyede, küçük vezirin oynadığı rulü biliyordu. O aynı oyunu kendisi tahta çıkarken de oynamak istemiş, Şehzade Ahmet'i Selim'e tercih etmişti. Bu hatıraların tazelenişi, Koca Mustafa Paşa'nın katli fermanı için yeter sebepti. Yavuz sanki şimdi, amcası Cem kabrinde daha rahat yatıyormuş gibi geldi.
Istanbul'a dönüşte, bu işin henüz tamam olmadığını düşünerek, muhasiplerinden birine emir verdi ki: "Tiz adam göndertip küçük vezirin camisin de, imaretin de ortadan kaldırsınlar, İstanbul'a böyle bir sotsuzun yapısı gerekmez!"
Balta, kürek, Kocamustafapaşa camisinin avlusuna gelenler orada sanki hiç bir şeyden haberi yokmuş gibi toprak çapalayan Sümbül Efendi ile karşılaştılar. İşini bıraktı, emir kullarının yüzlerine sakin sakin baktı,"Ne istersiniz?" diye sordu. Böyle soracağına, ellerinden baltaları, kürekleri alsaydı da kafalarına vursaydı, küfretseydi, dövseydi, kovsaydı onları. Gelenler, mahçup, perişan, geldikleri gibi kös kös geri göndüler. Varıp efendilerine:" Biz o camiye elimizi süremeyiz. O camide bir zat var. Yüzümüze bir baktı, ne istersiniz, diye bir sordu Yok, yok, varsın başkaları yıksın, biz bu işte yokuz!" dediler.
Haber, büyüye yayıla Hünkâr'ın huzuruna vardı. Selim bir emir versin de yapılmasın? Demek bu da oluyor. Oluyor diyen varsa gelsin de görsün. Hünkar emir saldı, o öfkeyle atlandı, yanına alacaklarını aldı. Yel oldu, esti, sel oldu aktı, vardı Kocamustafa camisine...
Sümbül Sultan'ın uyanık kalbi bu haberi almış, derviş hırkasını üstüne, tacını başına giymiş, siyah sarığını dolamış, bir kaç dervişiyle cami avlusunda beklemeye başlamıştı. Uçan atın bir nal seslerini duyunca, gözlerini kapadı, sadece yanık bir sada ile "Hak!" dedi. Hünkar kapı çnünde atta atlamış, ok gibi ileriye atılmıştı.. Fakat birdenbire hızı kesiliverdi. Ne oluyordu ki acaba? Onu durduran neydi?
Dervişler, niyaz duruşunda, başları yerdeydi. Ortalarında da sarı benizli, kara sarıklı güzelmi güzel bir tanesi var. O başını eğmemiş hükümdara bakıyordu. Bu başka bir bakıştı. Selim'in içine, ta' can evine uzanan bu bakışlar kalbinin sayfalarını bir bir okuyor, dünya alemden sakladığı sırlarını, tasalarını, acılarını , üzüntü ve şevkini katmer katmer açıyordu. Bu bakış biraz daha devam ederse Selimi Kahhar sel sel ağlayabilirdi. Onun için, yavaş bir adım attı, başını yere eğdi ve ancak duyulabilen bir sesle "Peki yıkılmasın" dedi.
Bir gönül yapmak için cami yapmak kadar sevaplı, bir gönül yıkmak için bir cami yıkmak kadar veballi bir iştir. Hünkar ise hem cami yıkmadı, hem gönül yaptı.
Ancak, bir mesele vardı ki Sümbül Sinan onu ihmal edemezdi. Onun için: "Hünkarim!" dedi, "Padişahların ahdinin yerine getirilmesi gerekir. Onun için,hiç değilse, ocakları yıksınlar, Hünkar sözü vücut bulsun".
Kazmalar, imaret bacalarını indirirken, Yavuz Sultan Selim ne haldeydi, ne düşünüuyordu bilmiyoruz. Onu bir kendisi, bir Alla bilir. Fakat şu gerçek tarihlere geçmiştir: Sırtından kendisine pek yakışan beyaz samur kürkünü çıkardı, ihtiramla Sümbül Efendi'ye giydirdi. O anda elinden başka bir şey gelmezdi.
Sümbül Efendi bu kürkü dergâhında zaman zaman giyermiş.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 08 Kas 2016 18:13:42
PARLAYAN KILIÇ

   Venedik elçisi Antonio Jüstiniani, Yavuz Sultan Selim'in huzuruna girer. Yeri öpüp itimatnamesini sunar, görüşmesini tamamlar.
   Ülkesine döndüğünde herkes, adeta bir ütopya medeniyetinin sultanı gibi gördüğü, hayalinde canlandırmaya çalıştığı Cihan Padişahı Sultan Selim Han'ın nasıl birisi olduğunu sorar:
   -- Göremedim, der Jüstiniani...
   Merak ederler :
   -- Odasına girdiğin, yanına kadar gittiğin halde nasıl göremedin? Jüstiniani şu müthiş itirafta bulunmak zorunda kalır:
   -- Kılıcı öyle parlıyordu ki, yüzüne bakamadım. Venedik elçisinin bu sözlerini duyan haşmetli hünkar:
   -- Paşalarım, der. Osmanlı'nın kılıcı parladığı sürece düşmanların başı daima öne eğik kalır. Amma Allah korusun, bu kılıç bir kınına girer de paslanmaya başlarsa, o zaman işte bu kafalar yavaş yavaş dikilir ve bize bir gün yukardan bakar.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.774
  • 227.206
  • 28.774
  • 227.206
# 08 Kas 2016 18:19:40
Acele Karar Vermek
Lao Tzu'dan

Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış... Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış. "Bu at; sadece bir at değil benim için... Bir dost... İnsan dostunu satar mı?" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler...
İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin!" demiş. "Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez."
Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş... Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler. "Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.."
"Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?" Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden; "Bu herif sahiden salak" diye geçirmişler...
Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. "Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler. İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş. "O kadar acele etmeyin. Oğlumun bacağı kırıldı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağısize asla bildirilmez."
Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler.
"Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..."
"Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."
Lao Tzu'nun nasihati:
"Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının.Karar; aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK