İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 24 Eki 2016 17:12:32
Sadaka

Rahmetlik babam şöyle anlattı:
-İsâ (a.s.) zamanında biri vardı. Cimri olduğu için kendisine "Mel'un" diyorlardı.
Günün birinde ona askere gidecek birigeldi, şöyle dedi:
-Ey Mel'un, bana silaha benzer bir şeyler ver onunla savaşayım.Sen de ateşten kurtulursun.
Mel'un bu sözlere karşı yüzünü çevirip gitti, bir şey vermedi. Askere gidecek adam dönüp giderken Mel'un pişman oldu, onu geri çağırdı. Kılıcını ona verdi.
Savaşçı, kılıcı ile giderken, yetmiş yıllık bir abitle İsâ (a.s.) onu karşıladı. İsâ (a.s.) sordu:
-Nereden aldın bu kılıcı?
-Bunu bana Mel'un verdi, deyince İsâ (a.s.) sevindi. Onun verdiği bu sadaka kendisini ferahlattı. Mel'un kapısının önünde oturuyordu ki, İsâ (a.s.) ile o âbit oradan geçti.
Mel'un çinden şöyle dedi:
-Kalkıp, Îsâ'nın ve âbidin yüzlerine bakayım. Yüzlerine bakarken abit şöyle dedi:
- Bu mel'unnun cimrilik ateşi beni sarmadan çabuk gideyim, ondan kaçayım. O sırada AllahuTeâlâ , Îsâ (a.s.)'ya şöyle vahyetti:
-Şu günahkar kuluma söyle! Kılıç sadakası için onu affettim, sana hürmet ve sevgi gösterdiği için de bağışladım.
Hz. Îsâ (a.s.), âbide, dedi ki:
- O, senin cennette arkadaşındır.
Âbit buna karşılık şöyle dedi:
-Vallahi, onunla olacağıma cenneti istemem. Onun gibi bir arkadaş da istemiyorum. Bunun üzerine Îsâ (a.s.)'ya şu vahiy geldi:
-O, benim hükmüme razı olmadı. Kulu da hor gördü. Onu, cehennem ehlinden biri kıldım.
Onun cennetteki dereceleriyle hor gördüğü cimri kulumun cehennemdeki derecelerini birbirleriyle değiştirdim. Cennetteki yerini de o kuluma verdim. Kendisi de kulumun cehennemdeki yerine gidecek.
Ebû Hüreyre (r.a.), Resûlüllah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu anlattı:
- "Sema kapılarından bir melek şöyle seslenir:
-Kim bugün borç verirse, yarın karşılığını bulur.
Bir başka melek ise, şöyle seslenir:
- Ölüm i,çin doğunuz; yıkım için yapınız."

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 24 Eki 2016 22:01:27
SEDEF ÇİÇEĞİ

   Mahkeme salonunda, seksenlerindeki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı. Adam inatçı bakışlarla suskun, Nine'nin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözleri ve keskin çizgileriyle bıkkın bakışları süzüyordu etrafını... Ve hakimin tokmak sesiyle sustu uğultu ve tok sesiyle, sözü yaşlı kadına verdi, hakim...
     "Anlat teyze neden boşanmak istiyorsun...?" Yaşlı kadın derin bir nefes çektikten sonra baş örtüsüyle ağzını aralayıp, kısılmış sesiyle konuşmaya başladı... "Bu herif yetti gari, 50 yıldır bezdirdi hayattan..."
   Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu mahkeme salonunda... Sessizlik bu tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu, kim bilir nasıl bir manşet atacaklardı, yaşanmış 50 yılın ardından... Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı, kadın neler diyecekti.. Herkes onu dinliyordu.. Yaşlı kadının gözleri doldu... Ve devam etti...
   "Bizim bir sedef çiçeği vardı, çok sevdiğim... O bilmez... 50 yıl önceydi.. O çiçeği bana verdiği çiçeklerin arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm.. Yavrumuz olmadı, onları yavrum bildim... Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım... Her gece güneş açmadan önce bir tas suyla sulayacağım onu diye... İyi gelirmiş dedilerdi... 50 yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayayım demedi... Ta ki geçen geceye kadar... O gece takatim kesilmiş.. Uyuyakalmışım... Ben böyle bir adamla 50 yıl geçirdim... Hayatımı, umudumu her şeyimi verdim... Ondan hiçbir şey göremedim.. Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim.... Onsuz daha iyiyim, yemin ederim"
   Hakim, yaşlı adama dönerek ; "Diyeceğin bir şey var mı baba" dedi.
   Yaşlı adam bastonla zor yürüdü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle hakime yöneldi.
"Askerliğimi, reisicumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım, o bahçenin görkemli görünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim... Fadime’mi de orada tanıdım... Sedefleri de... Ona en güzel çiçeklerden buketler verdim... O çiçeklerle doludur bahçesi... Kokusuna taptığım perişan eder yüreğimi...     İlk evlendiğimiz günlerin birinde boyun ağrısından onu hekime götürdüm... Hekim çok uzun süre uyanmadan yatarsa boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi.. Her gece uykusunu bölüp, uyansın, gezinsin dedi... Hekimi pek dinlemedi, bizim hatun... lafım geçmedi... O günlerde tesadüf bu çiçek kurudu... Ben ona gece sularsan geçer dedim.. Adak dilettim... Her gece onu uyandırdım. Ve onu seyrettim... O sevdiğim kadının yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim... Her gece o çiçek ben oldum... Sanki... Ona bu yüzden tapabilirdim..." dedi adam o yaştaki bir adamdan beklenmeyecek ifadelerle...

   "Her gece o yattıktan sonra uyandım... Saksıdaki suyu boşalttım... Sedef gece sulanmayı sevmez, hakim bey.. Geçen gece de... Yaşlılık.. Ben de uyanamadım.. Uyandıramadım... Çiçek susuz kalırdı amma, kadınımın boynu yine azabilirdi... Suçlandım.. Sesimi çıkartamadım..."

   O an Mahkeme salonunda her şey sustu... Ertesi sabah gazeteler "Sedef susuz kaldı" diye yine yalnızca neticeyi haber yaptılar...

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.205
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.205
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 25 Eki 2016 20:43:44
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.] öğretmenim,izninizle tekrar yayınlıyorum.
Geç kılınan NAMAZ...

Anneannesinin sözleri yankılandı kulaklarında: ”Oğlum namaz hiç bu vakte bırakılırmı?” Anneannesinin yaşı yetmişe dayanmış, ama ezan
okunduğu vakit yerinden sıçrar, yaşından beklenmeyecek bir hızla abdestini alır ve namazını kılardı.
Kendisi ise,nefsini bir türlü yenemiyordu. Ne oluyorsa, hep namaz son dakikalara kalıyor, bu sebeple namazını alelacele eda ediyordu. Bunu düşünerek kalktı yerinden, gözü saate kaydı. Yatsı ezanının okunmasına on beş dakika kalmıştı. Başını her iki yöne pişmanlıkla sallayarak, “Yine geciktirdim namazı.” dedi kendi kendine.

Kıvrak hareketlerle abdestini aldı ve daha elini yüzünü tam kurulamadan kendisini odasına attı. Mecburen, hızlı hareketlerle namazı eda
etti. Tesbihatını yaparken anneannesini düşünmeden edemedi. “Bu halimi görse, tatlı-sert kızardı yine bana.” dedi. Çok seviyordu onu …Hele öyle bir namaz kılışı vardı ki, onu hep bir gökkuşağı hayranlığıyla seyrederdi. Namazda öyle bir mahviyeti vardı ki… hicabından renkten renge girerdi.
O gün akşama kadar derse girmişti. Müthiş bir ağırlık vardı üzerinde. Duasını yaparken, başını ellerinin arasına alıp secdeye durdu. Namazdan sonra bir süre bu şekil tefekkür etmeyi severdi. Gözleri kapanır gibi oldu. “Ne kadar da yorulmuşum.” dedi. Daldı gitti öylece….

Kıyamet kopmuştu. Mahşeri bir kalabalık vardı. Her yön insanlarla doluydu. Kimi dona kalmış, hareketsiz bir şekilde etrafı izliyor; Kimi sağa sola koşturuyor, kimisi de diz çökmüş, başı ellerinin arasında bekliyordu. Yüreği yerinden fırlayacak gibi atıyor, adeta kafesinden kurtulmaya çalışıyor,soğuk soğuk terler döküyordu. Hayattayken kıyamet, sorgu sual ve mizan hakkında çok şey duymuş ve ahiret hayatı adına bu kavramlar kendisi için köşe taşı olmuşlardı. Ama mahşer meydanında ki ürperti, korku ve bekleyişin bu denli dehşet vereceğini düşünmemişti.

Hesap ve sorgu devam ediyordu. Bu arada onun ismini de okudular. Hayretle bir sağa, bir sola baktı. “Benim ismimi mi okudunuz?” dedi dudakları titreyerek…

Kalabalık birden yarılmış, bir yol olmuştu önünde. İki kişi kollarına girdi. Mahşer meydanının vazifelileri oldukları belliydi. Kalabalık arasından şaşkın bakışlarla yürüdü. Merkezi bir yere gelmişlerdi. Melekler her iki yanından uzaklaştılar. Başı önündeydi. Bütün hayatı, bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerinin önünden..” Şükürler olsun ” dedi, kendi kendine ve devam etti; ” Gözlerimi dünyaya açtım,Hep hizmet eden insanları gördüm. Babam sohbetlerden sohbetlere koşuyor, malını islam yolunda harcıyordu. Annem eve gelen misafirleri ağırlıyor, yemek sofralarının biri kalkıp, bir yenisi kuruluyordu. Ben ise, hep bu yolda oldum. İnsanlara hizmete çalıştım. Onlara Allah’ı anlattım. Namazımı kıldım. Orucumu tuttum. Farz olan ne varsa yerine getirdim. Haramlardan kaçındım. “Kirpiklerinden aşağı gözyaşları
dökülürken, “Rabbimi seviyorum, en azından sevdiğimi zannediyorum.” Diyordu. Ama bir yandan da “O’nun için ne yapsam az, Cennet’i kazanmama yetmez.” Diye düşünüyordu.Tek sığınağı Allah’ın rahmetiydi..

Hesap sürdükçe sürdü. Boncuk boncuk terliyordu. Sırılsıklam olmuş, zangır zangır titriyordu. Gözleri terazinin ibresindeki neticeyi
bekliyordu. Sonunda hüküm verilecekti. Vazifeli melekler ellerinde bir kağıt, mahşer meydanında ki kalabalığa döndüler. Önce ismi okundu. Artık ayakları tutmaz olmuştu. Neredeyse yığılıp kalacaktı. Heyecandan gözlerini kapamış, okunacak hükme kulak kesilmişti.

Mahşeri kalabalıktan bir uğultu yükseldi. Kulakları yanlış mı duyuyordu? İsmi cehennemlikler listesindeydi. Dizlerinin üstüne yığıldı. Hayretten dona kalmıştı.” Olamaaaazzzz ” diye bağırdı. Sağa sola koşturdu. “Ben nasıl Cehennemlik olurum? Hayatım boyunca hizmet eden insanlarla birlikte oldum. Onlarla beraber koşturdum. Hep Rabbimi anlattım.” Diyordu.

Gözleri sağanak olmuş, titrek vücudunu ıslatıyordu. Vazifeli iki melek kollarından tuttu. Ayaklarını sürüyerek ve kalabalığı yararak
alevleri göklere yükselen Cehennem’e doğru yürümeye başladılar. Çırpınıyordu. Medet yok muydu? Bir yardım eden çıkmayacak mıydı?

Dudaklarından kelimeler kırık dökük, yalvarmayla karışık döküldü..”Hizmetlerim… Oruçlarım…. Okuduğum Kur’anlar……Namazım….Hiçbiri beni kurtarmayacakmı?” diyordu. Bağıra bağıra yalvarıyordu. Cehennem melekleri onu hiç sürüklemeye devam ettiler. Alevlere çok yaklaşmışlardı. Başını geriye çevirdi. Son çırpınışlarıydı..

Resülullah, “Evinin önünde akan bir ırmak içinde günde beş defa yıkanan bir insanı o ırmak nasıl temizler, günde beş vakit namazda insanı günahlardan öyle temizler.” Buyuruyordu. “Oysa ki benim namazlarım da mı beni kurtarmayacak?” diye düşünüyordu.

” Namazlarım…..Namazlarım….Namazlarım.” diye diye hıçkırdı. Vazifeli melekler hiç durmadılar. Yürümeye devam ettiler; Cehennem çukurunun başına geldiler. Alevlerin harareti yüzünü yakıyordu. Son bir defa dönüp geriye baktı. Artık gözleri de kurumuştu. Ümitleri sönmüştü. Başını öne eğdi. İki büklüm oldu.

Kollarını sıkan parmaklar çözüldü. Cehennem meleklerinden birisi onu itiverdi. Vücudunu birden bire havada buldu. Alevlere doğru düşüyordu. Tam bir iki metre düşmüştü ki, bir el kolundan tuttu.

Başını kaldırdı. Yukarıya baktı. Uzun beyaz sakallı bir ihtiyar onu düşmekten kurtarmıştı. kendisini yukarıya çekti. Üstündeki başındaki tozu silkerek ihtiyarın yüzüne baktı.

“Siz de kimsiniz ?” dedi.
İhtiyar gülümsedi: ” Ben senin namazlarınım.”

“Neden bu kadar geç kaldınız ? Son anda yetiştiniz. Neredeyse düşüyordum.”dedi..

İhtiyar yüzünü gererek, tekrar güldü; Başını salladı;

” Sen beni hep son anda yetiştirirdin, …Hatırladın mı?

Secdeye kapandığı yerden başını kaldırdı. Kan-ter içinde kalmıştı. Dışarıdan gelen sese kulak kabarttı. Yatsı ezanı okunuyordu.Bir ok gibi yerinden fırladı. Abdest almaya gidiyordu..

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 25 Eki 2016 20:57:30
KALBİNİZİN SESİNİ DİNLEYİN

   Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışa koşarak atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin genç oğluna kadar uzanır.
   Babasının işi nedeniyle çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı. Orta 2. sınıftayken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası.. Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi.

   Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam kalbinin sesiydi.. iki gün sonra ödevi geri aldı. Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir "0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı.
   "Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına, çocuk.
   "Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal..." dedi, hocası.
   "Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız!" dedi ve ekledi:
   "Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm"
   Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı.    "Oğlum..." dedi babası.
   "Bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!." Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına.
   "Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi.
   "Ben de hayallerimi..."
   O orta 2 öğrencisi bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki 1000 metrekarelik evinde oturuyor. Yıllar önce yazdığı kompozisyon ödevi şöminenin üzerinde çerçevelenmiş olarak asılı. Öykünün en can alıcı yanı şu: Aynı öğretmen geçen yaz 30 öğrencisini bu çiftliğe kamp kurmaya götürdü. Çiftlikten ayrılırken eski öğrencisine:
   "Bak..." dedi. "Sana şimdi söyleyebilirim. Ben senin öğretmeninken hayal hırsızıydım. O yıllarda öğrencilerimden pek çok hayal çaldım. Allah'tan ki sen hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın"
   Kimsenin hayallerinizi çalmasına izin vermeyin. Ne durumda olursanız olun, kalbinizin sesini dinleyin !.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 25 Eki 2016 20:57:53
KÜÇÜK KIZ

   Evvel zaman içinde düşlerinin kadınıyla evlenmiş iri yarı bir adam varmış. Aralarındaki büyük sevgiden güzel küçük bir kız meydana gelmiş.
   Küçük kız büyürken iri yarı adam ona sarılıp
   "Seni seviyorum küçük kız" dermiş.
   Küçük kız hemen öfkelenir ve
   "Ben artık küçük bir kız değilim" diye yanıt verirmiş . O zaman iri adam güler ve
   "Ama sen hep benim güzel küçük kızım olarak kalacaksın" şeklinde konuşurmuş . Artık küçük kız olmayan küçük kız günün birinde evden ayrılmış ve kendisini bekleyen dünyaya adım atmış. Kendisiyle birlikte
   "İri yarı adamı da daha yakından tanımaya başlamış. O adamın en güçlü yönlerinden biri ailesine olan sevgisini dile getirirmiş. Küçük kız dünyanın neresine giderse gitsin, iri yarı adam onu telefonla arar ve
   "Seni seviyorum küçük kız" dermiş. Bir gün artık küçük olmayan küçük kız bir telefon almış. İri yarı adam hastaymış. Bir kalp krizi geçirmiş. Konuşamıyor, gülümseyemiyor, yürüyemiyor sarılamıyor ve artık küçük kız olmayan kızına "Seni seviyorum diyemiyormuş"
   Koşmuş babasının yanına ve küçük kız yapacağı tek şeyi yapmış. İriyarı adamın yattığı yatağa oturmuş ve babasının artık hiçbir işe yaramayan omuzlarına sarılmış. Başını babasının göğsüne yaslayıp düşünmeye başlamış. İri yarı adamın her zaman kendisini nasıl koruduğunu, nasıl şefkat gösterdiğini düşünmüş. Kendisini rahatlatan sevgi sözcüklerini artık hiçbir zaman işitmeyeceğini anlamış. Sonra iri yarı adamın yüreğinin sesini duymuş.
   İri yarı adamın kalbi aralıksız atıyormuş, tüm bedeni artık işe yaramasa da. Ve o an sihirli bir şey olmuş işitmek istediği sesi duymuş. Ta derinden babasının kalbinden gelen.
   "Seni seviyorum küçük kız, seni seviyorum"

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.795
  • 227.350
  • 28.795
  • 227.350
# 26 Eki 2016 07:43:59
Bu da Geçer Ya Hû!

Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye... ulaşır. Karşısına çıkanlara kendisine yardım edecek,yemek ve yatak verecek biri olup olmadığını sorar. Köylüler kendilerinin de fakir olduklarını,evlerinin küçük olduğunu söyler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini tavsiye ederler.

Derviş yola koyulur,birkaç köylüye daha rastlar.Onların anlattı...klarından Şakirin bölgenin en zengin kişilerinden biri olduğunu anlar. Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad adında başka bir çiftlik sahibidir.

Derviş Şakir’in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır,iyi misafir edilir,yer içer, dinlenir.Şakir de aileside hem misafirperver hem de gönlü geniş insanlardır…

Yola koyulma zamanı gelip Derviş, Şakir’e teşekkür ederken, “Böyle zengin olduğun için hep şükr et.”der. Şakir ise şöyle cevap verir: “Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen gerçeğin ta kendisi değildir. Bu da geçer…”

Derviş Şakir’in çiftliğinden ayrıldıktan sonra bu söz üzerine uzun uzun düşünür. Bir kaç yıl sonra dervişin yolu yine aynı bölgeye düşer.Şakir’i hatırlar,bir uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylüler ile sohbet ederken Şakir den söz eder. “Haa o Şakir’mi” der köylüler, “O iyice fakirledi,şimdi Haddad’ın yanında çalışıyor.”

Derviş hemen Haddad’ın çiftliğine gider,Şakir’i bulur.Eski dostu yaşlanmıştır,üzerinde eski püskü giysiler vardır.Üç yıl önceki bir sel felaketinde bütün sığırları telef olmuş,evi yıkılmıştır.Toprakları da işlenemez hale geldiği için tek çare olarak selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad’ın yanında çalışmak kalmıştır.Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad’ın hizmetkarıdır.

Şakir bu kez Derviş’i son derece mutevazi olan evinde misafir eder.Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır…Derviş vedalaşırken Şakir’e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şakir’den şu cevabı alır: Üzülme…Unutma,bu da geçer…”

Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer.Şaşkınlık içinde olup biteni öğrenir.Haddad birkaç yıl önce ölmüş,ailesi olmadığı içinde bütün varını yoğunu en sadık hizmetkarı ve eski dostu Şakir’e bırakmıştır.Şakir Haddad’ın konağında oturmaktadır,kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır.

Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır: “Bu da geçer…”

Bir zaman sonra Derviş yine Şakir’i arar. Ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir’in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: “Bu da geçer…”

Derviş, “ölümün nesi geçecek?” diye düşünür ve gider. Ertesi yıl Şakir’in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır nede mezar.Büyük bir sel gelmiş,tepeyi önüne katmış,Şakir’den geriye bir iz dahi kalmamıştır…
O aralar ülkenin sultanı,kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki ,mutsuz olduğunda umudunu tazelesin,mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın…Hiç kimse Sultanı tatmin edecek böyle bir yüzük yapamaz.Sultanın adamları da bilge Derviş’i bulup yardım isterler.Derviş, Sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir.Kısa bir süre sonra yüzük Sultan’a sunulur.Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır: “Bu da geçer” yazmaktadır.

‘Buda geçer Ya Hû’ sözünün aslı bundan bin küsür sene önceye , Bizans dönemine uzanır. Bizanslılar fena bir işe uğradıkları zaman ‘Buda geçer’ manasına gelen ‘k’afto ta perasi’ demektedirler. İbare Selçuklular zamanında İran taraflarına geçer; ama Farsçalaşıp ‘in niz beguzered’ olur. Osmanlılar devrinde Türkçe söylenip ‘bu da geçer’ yapılır. Derken tekkelerde ve dergâhlardada benimsenir ve sonuna ‘Ya Allah’ manasına gelen bir ‘Ya Hû’ ilave edilip ‘BU DA GEÇER YA HÛ’ haline gelir…

Hayat inişli çıkışlıdır.Her zaman bulunduğumuz durumun gelip geçici olabileceği aklımızdan çıkmamalıdır.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 26 Eki 2016 17:42:45
KAZ GONDERSEM
Çok soğuk bir kıs günü padişah, tebdili kıyafet gezmeye karar vermiş.Yanina bas vezirini alıp yola çıkmış. Bir dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler..
Adam elindeki derileri suya sokup, döverek tabaklıyormuş. Padişah, ihtiyari selamlamış. " Selamünaleyküm ey pir'i fani..."
" Aleykümselam ey serdar'i cihan...
"Padişah sormuş." Altılarda ne yaptın ?"
" Altıya altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor..."
Padişah gene sormuş. " Geceleri kalkmadın mi ?"
" Kalktık...Lakin, ellere yaradı...
"Padişah gülmüş. " Bir kaz göndersem yolar misin ?"
" Hem de cıyaklatmadan..
" Padişahla bas vezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar. Padişah bas vezire dönmüş.
" Ne konuştuğumuzu anladın mi ?"
" Hayır padişahım...
" Padişah sinirlenmiş. " Bu aksama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan kelleni alırım." Korkuya kapılan bas vezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla dere kenarına dönmüş. Bakmış adam hala orada çalışıyor..
 " Ne konuştunuz siz padişahla...
" Adam, bas veziri söyle bir süzmüş.
 " Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir yüz altın söyleyeyim..
" Baş vezir, yüz altın vermiş.
 " Sen padişahı, serdar'i cihan, diye selamladın. Nereden anladın padişah olduğunu.."
 " Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi..
" Vezir kafasını kaşımış. " Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor ne demek...
" Adam, bu soruya cevap vermek için de bir yüz altın daha almış.
" Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mi ki, kış günü çalışıyorsun, diye sordu. Ben de, yalnızca altı ay yaz değil, altı ay da kış çalışmazsak, yemek bulamıyoruz dedim.
" Vezir bir soru daha sormuş... " Geceleri kalkmadın mi ne demek ?
"Adam bir yüz altın daha almış. " Çocukların yok mu diye sordu..Var, ama hepsi kız. Evlendiler, başkasına yaradılar, dedim...
"Vezir gene kafasını sallamış. " Bir de kaz gönderirsem dedi, o ne demek...
" Adam gülmüş." Onu da sen bul..."

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 26 Eki 2016 17:44:47
YÜZBAŞI DEĞİL ACEMİ
 İran Şahı Pehlevi Balıkesirde... Atatürk onunla beraber merasim kıtalarını dolaşıyorlar. Her sınıftan bir bölük görmektedirler. Sıra makineli bölüğüne gelir. Daha önce askere öğretilmiştir. "Acemi"  kelimesi kullanılmayacak bunun yerine "Yeni Asker" denecektir. Bunun nedeni de "Acemi" tabirini İranlılar hakaret sayarlarmış.
Atatürk ve Şah yeni satın alınan bir kır katırın önünde durur.
Mehmetçik, tekmile başlar:
- Adım Mehmet oğlu İbrahim, memleketim Ayvacık, hayvanın numarası 341, ısırmaz tepmez, adı...Derhal aklına geldi. Hayvan yeni olduğu için erler ona (Acemi) ismi vermişlerdi. Ere komutanı elini göğsüne koyarak işaret eder. Bunun üzerine Er biraz durur ve cevap verir:
- Adı... Yüzbaşıdır, komutanım...
Şah farkına varmaz, yürür gider. Büyük adam "Atatürk" durur ve bölük komutanının kulağına:
- Bu hayvanın hakiki ismi nedir? diye sorar.
Acemi'dir, paşam, diye cevap alır.
Atatürk İbrahim'e bakar, baştan aşağı süzer. Yanağına okşar ve emir verir:
- Bu çocuğa bir ay izin verin. Yaverden yol harçlığını alırsınız, der ve ayrılır. 

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 26 Eki 2016 21:08:11
KIRMIZI ARABA
Arkadaşım Gayle dört yıldan bu yana kansere karşı
yaşam mücadelesi veriyordu.
Diğer arkadaşlarımla birlikte onu ziyarete gittiğim bir gün çocukluk düşlerimizden söz ediyorduk. Gayle başını pencereye doğru çevirdi. Gözleri çok uzaklarda, sesi sitem dolu “Ben, kumandalı, kırmızı bir oyuncak arabamın olmasını isterdim hep, ama doğum günümde ne istediğimi söylersem; dileğimin gerçekleşmeyeceği korkusuyla hiç kimseye söyleyememiştim bunu. Bu nedenle de asla radyolu,
kırmızı bir oyuncak arabam olmadı.” dedi.
Gayle’i ziyaretimden bir kaç gün sonraydı. Çok sevdiğim
dondurmayı almak için sırada beklerken birden dondurmacının vitrinindeki kırmızı oyuncak arabayı gördüm.
Yanına da bir not iliştirilmişti: "Dondurmanızı alırken vereceğimiz kuponu doldurmayı unutmayın, belki de çekiliş sonunda
bu kumandalı araba sizin olabilir."
Hemen Gayle’in sözleri geldi aklıma. Bir kaç hafta boyunca sürekli dondurma alıp , verdikleri kuponları doldurdum. Hiç bir çekilişte de kazanamadım. Bu kırmızı arabayı mutlaka Gayle’e almalıydım.
Dördüncü haftanın sonunda artık çekilişte
kazanmaktan ümidimi yitirmiştim.
Dükkan sahibi ile konuşarak bana bu arabalardan
bir tanesini satmalarını rica ettim.
Dükkan sahibi dört haftadır hergün dondurma alıp, kuponları doldurduktan sonra büyük bir heyecanla çekiliş sonuçlarına
baktığımın gözünden kaçmadığını söyledi.
Ardından da gözlerimin içine bakarak:
"Söyler misiniz, neden bu kadar çok istiyorsunuz
bu arabayı? "diye sordu.
Gözlerimden süzülen yaşlara aldırmadan ona arkadaşımdan
söz ettim. Çok etkilenmişti. "İstediğiniz oyuncak arabayı
verdiğiniz adrese göndereceğim" dedi. Yazdığım çeki masanın
üstüne bırakarak , büyük bir mutlulukla evime geldim.
Ertesi günü Gayle’i ziyarete gittiğimde gözleri ışıl ışıldı.
Elindeki kırmızı oyuncak arabayı göstererek küçük bir çocuk heyecanıyla: "Bak" dedi. "Bunca yıl bekledim ama nihayet
dileğim gerçekleşti, hem de tam istediğim gibi !"
Ertesi günü postacı bir zarf uzattı elime.
Açıp okumaya başladım:

"Sevgili Bonnie, annem ve babam da kanserdi ve ikisinide,
altı ay gibi kısa bir sürede kaybettim. İkisi içinde çok çabaladım
ama doğrusu dostlarımın sevgisi ve cömertliği olmasaydı hiç
bir şey yapamazdım. Gerçek dostlarım olduğu için kendimi hep
şanslı hissettim. Gayle’de senin gibi bir dostu olduğu için
çok şanslı. En iyi dileklerimle. Norma"
Dondurma dükkanının sahibiydi mektubu yazan.
Benim masasına bıraktığım çek de zarfın içindeydi.
 

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 27 Eki 2016 15:42:40
       KİMİN KALBİ

                  Delikanlı alaca karanlıkta yürürken, yumuşak bir şeye
            çarptığını fark etti. Eğildi baktı. Aman Allah’ım!... Ayaklarının
            arasında, bir kalp duruyordu. Tıpkı resimlerdeki gibi, diri ve
            ;kanlıydı. Onu büyülenmişçesine avuçlarına aldığında, dehşetten
            ;çıldıracaktı. Kalp tıp tıp atıyordu ve sımsıcaktı.
                  Delikanlı, sanki ellerine yapışıp bir başka uzvu haline
            geliveren kalpten kurtulmak istiyor, fakat ne olduğunu bilmediği,
            kestiremediği duygular tarafından engelleniyordu. Bir müddet sonra
            sakinleştiğinde, onun sahibini bulmak için en yakındaki evin
            kapısını çaldı ve zincir ; aralığından bakan genç kıza ; "Bu kalp
            sizin mi?" diye sordu. Biraz önce buldum onu.
                  Kız, mahcup bir ifadeyle; "Ben kalbimi, üç ay önce rastladığım
            bir vefasıza kaptırdım" dedi. "Yandaki eve sorun, onların olabilir."

                  Kızın gösterdiği ev, göz kamaştırıcı bir villaydı. Kapıyı açan
            hizmetkarlar, onu üst kata çıkartarak evin beyine götürdüler.
            Delikanlı, yumuşacık halıların üzerine damlayan kanları ayağıyla
            örtmeye çalışırken; "Bu kalp sizin mi acaba? " diye sordu. "Hala
            atıyor da....."
                  Beyefendi, ışıl ışıl parıldayan kristal kadehinden höpürtülü
            bir yudum çekerek; "Ben kalbimi dünyaya sattım, canikom" diye
            sırıttı. "Komşu evde bir yaşlı bir ihtiyar var, belki o bilir
            sahibini...."
                  Delikanlı, hızla soğumaya başlayan ve atışları gittikçe
            yavaşlayan kalbi bitişik kulübedeki yaşlı ihtiyara koşturarak; "Bu
            sizin mi?" diye sordu. "Çabuk olun, neredeyse duracak."
                  Yaşlı adam, okumakta olduğu Kutsal kitabi yavaşça kapatırken;
            "Ben kalbimi, her şeyimle Allah'a verdim evlat" diye gülümsedi.
            "Elindekinin sahibini, neden gidip anne ve babana sormuyorsun ?"
                  "Her ikisi de yaşlanıp bunadı." diye söylendi genç... "Bir
            bebek gibi alaka görmek istediklerinden, üç gün önce kavga edip
            onları terk ettim."
                  ihtiyar adam, büyük bir üzüntüyle ; "Terk ettin ha..! " diye
            mırıldandı. "Terk ettin demek....."
                  Delikanlı, söylenenlere karşı kayıtsız görünüyordu. Oysa ki
            yaşlı adam, beklediği cevabi çoktan almıştı. Delikanlıya doğru emin
            adımlarla ilerledi ve iki eliyle kavradığı delikanlının gömleğini
            bir hamlede yırtarak göğsünü açıverdi. Delikanlının sol göğsünde,
            avuçlarında tuttuğu kalp büyüklüğünde kanlı bir boşluk vardı.

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.205
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.205
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 28 Eki 2016 17:25:21
Bir Yudum Sevgi

Bir adam kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır.

Nedense sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektaş-ı Veli'nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister.

O zamanlar dergâhlar ayni zamanda aşevi işlevi görüyordu. Durumu Hacı Bektaş Veli'ye anlatır ve Hacı Bektaş-ı Veli

- ' helal değildir ' diye bu kurbanı geri çevirir.

Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve aynı durumu Mevlana'ya anlatır.

Mevlana ise ; bu hediyeyi kabul eder.

Adam ayni şeyi Hacı Bektaş Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar.

Mevlana söyle der:

- Biz bir karga isek Hacı Bektas Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz.

O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.

Adam üşenmez kalkar Hacı Bektas dergâhı'na gider ve Hacı Bektas Veli'ye, Mevlana'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektas Veli'ye sorar.

Hacı Bektas da söyle der:

- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir."

Böylesi tevazu ve incelikle, birbirlerini yermek yerine yüceltebilmeyi becerebilen bir insan olmamız dileğiyle...

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 30 Eki 2016 17:14:44
MUCİZE...
   Sally, küçük kardeşi George hakkında anne ve babasının konuşmalarını duyduğu zaman yalnızca sekiz yaşındaydı. Kardeşi çok hastaydı ve onu kurtarabilmek için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardı.
   George'ın yalnızca çok pahalıya mal olacak bir ameliyatla kurtulma şansı vardı fakat bunun için yeterli paraları yoktu. Babasının, umutsuz bir biçimde annesine şöyle fısıldadığını duymuştu Sally:
   "Yalnızca bir mucize onu kurtarabilir."
   Bu sözleri duyar duymaz, usulca kendi odasına yürüdü Sally. Domuz biçimindeki kumbarasını gizlediği yerden çıkartarak içindeki paraları yavaşça yere dökerek saymaya başladı. Yanılgıya düşmemek için tam üç kez saydı kumbaradan çıkardığı bozuk paraları. Sonra hepsini cebine koyarak aceleyle evden çıkıp, köşedeki eczaneye gitti.

   Eczacının dikkatini çekebilmek için büyük bir sabırla bekledi. Eczacı
çok yoğundu ve bir adama ilaçlarını nasıl kullanacağını anlatıyordu. Bu yoğun çalışmanın arasında sekiz yaşındaki bir çocukla ilgilenmeye hiç niyeti yoktu ama Sally'nin beklediğini görünce
   "Evet, ne istiyorsun söyle bakalım" dedi. "Biraz acele et, gördüğün gibi beyefendiyle ilgileniyorum" diyerek yanındaki şık giyimli adamı gösterdi.
   Sally "Kardeşim" dedi. Sessizce yutkunduktan sonra devam etti: "Kardeşim çok hasta, bir mucize almak istiyorum."
   Eczacı Sally'e bakarak:
   "Anlayamadım" dedi.
   "Şeyy, babam 'Onu ancak bir mucize kurtarabilir' dedi, bir mucize kaç paradır, bayım?" Eczacı Sally'e sevgi ve acımayla baktı bu kez: "Üzgünüm küçük kız, biz burada mucize satmıyoruz, sana yardımcı olamayacağım" dedi.

   Sally o kadar kolay vazgeçmek istemedi. Eczacının gözlerinin içine bakarak "Karşılığını ödemek için param var benim, bana yalnızca fiyatını söylemeniz yeterli" dedi. Bu arada Sally ve eczacının yanında bekleyen iyi giyimli bey Sally'e dönerek "Ne tür bir mucize gerekiyor kardeşin için küçük hanım? diye sordu.
   "Bilmiyorum" dedi Sally. Sonra gözlerinden aşağı süzülen yaşlara aldırmaksızın devam etti: "Tek bildiğim, o çok hasta ve annem ameliyat olmazsa kurtulamayacağını söyledi ailemin de ameliyat için ödeyebilecekleri paraları yok. Ama babam "Onu ancak bir mucize kurtarabilir" deyince ben de paramı alıp buraya geldim." "Peki, ne kadar paran var?" diye sordu iyi giyimli adam. "Bir dolar
ve onbir sent" dedi Sally. "Ve dünyadaki tüm param bu!" "Bu iyi bir şans, küçük
kardeşini kurtarmak için gerekli olan mucize için yeterli bu para" dedi, iyi giyimli adam.

   Adam bir eline parayı aldı, öteki eliyle de Sally'nin elini tutarak "Beni yaşadığın yere götürür müsün lütfen?" diye sordu. "Küçük kardeşini ve aileni tanımak istiyorum" dedi. İyi giyimli adam Dr. Carlton Armstrong'du ve George
için gerekli olan ameliyatı yapabilecek tanınmış bir cerrahtı.
   Ameliyat başarıyla sonuçlanmış ve aile hiçbir ödeme yapmamıştı. Hep birlikte mutluluk içinde evlerine döndükleri zaman hâlâ yaşadıkları olayların etkisinden kurtulamamışlardı. Anne:
   "Hâlâ inanamıyorum. Bu ameliyat bir mucize! Doğrusu maliyeti ne kadardır merak ediyorum" dedi. Sally kendi kendine gülümsedi. O bir mucizenin kaça
malolduğunu çok iyi biliyordu. Tam tamına bir dolar ve onbir sent!

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 30 Eki 2016 17:15:16
O KÜÇÜK KIZ HALA YAŞIYOR

                  Aşağıdaki şiiri,Iskoç'yanın Montrose şehrindeki Sunnyside
            Royal Hastanesinin yaşlılar koğuşunda hemşire olarak çalışan bir
            kadın yazmış. Bu şiir önce hastanedeki personel için çıkartılan bir
            dergide anonim bir şiir olarak yayımlanmış,bu olaydan bir kaç ay
            sonra Iskoç'yanin Dundee şehrindeki Ashludie Hastanesinin
            çalışanları aynı şiiri el yazısıyla yazılı olarak ölen bir yaşlı
            hastanın özel eşyaları arasında bulmuşlar. Şiiri bulan hastane
            çalışanları bu şiirden o kadar etkilenmişler ki, fotokopisini alıp
            tüm hastaneye ve tanıdıklarına dağıtmışlar. Bu şiiri yazan da
            böylelikle bulunmuş. 80 yaşında uykusunda ölen bir kadınmış.. Şiir
            aynen şöyle :
                  Ne görüyorsun hemşire ,ne görüyorsun?
                  Bana baktığında, benim, huysuz,geçimsiz,gözleri iyi görmeyen
            bir ihtiyar olduğumu mu düşünüyorsun?
                  Yoksa,yemek yemeği reddeden , yüksek sesle, "Hiç değilse bir
            tadına bak" dediğinde sana yanıt vermeyen.
                  Yaptığın hiç bir şeyi fark etmeyen, hep çorabını ya da
            ayakkabısının tekini kaybeden biri mi?
                  Ya da kimi zaman karşı koysa da banyo ya da yemek konusunda
            sonunda senin her istediğini yerine getirip, o günüde sağ salim
            tamamlayan biri mi?
                  Böyle mi düşünüyorsun?
                  Her şeyi bu gözle mi görüyorsun?
                  Öyleyse gözlerini aç hemşire, beni gör !!
                  Sana kim olduğumu anlatayım..
                  Burada böyle sessiz sakin otururken ,her dediğini yapar ,her
            istediğini yerken,
                  Ben ,on yaşımda küçük bir çocuğum,annem de var babam da...
                  Birbirini seven kız kardeşlerim de, erkek kardeşlerim de..
                  On altı yaşımda , ayakları henüz yere basmayan bir genç kızım.

                  Büyük bir aşk yaşayacağımın düşlerini kuruyorum.
                  Yüreğim yerinden fırlayacak gibi, yirmi yaşında bir gelinim..
                  Düğün günümde ettiğim yemini anımsıyorum, yirmi beş yaşımdayım
            ve güvenli,sevgi dolu bir yuvam ve kendi çocuklarım var artık..
                  Otuz yaşımda bir kadınım artık, çocuklarım hızla büyüyorlar,
            sonsuza değin kopmayacak bir bağ var aralarında
                  Kırkımdayım, küçük oğullarım büyüdüler ve yuvadan uçtular
                  Ama ağlamıyorum,çünkü erkeğim yanımda..
                  Elli yaşımdayım,ve yine bebekler var dizlerimin dibinde.
                  Yine yalnız değilim,sevgili çocuklarımın çocukları yanımda.
                  Artık beni karanlık günler bekliyor ,eşim öldü ..
                  Geleceğe baktığımda korkuyla titriyorum.
                  Çocuklarım şimdi kendi çocuklarını büyütüyorlar.
                  Geçmişi ve çok iyi bildiğim sevgiyi düşünüyorum.
                  Ben artık yaşlı bir kadınım ve doğa çok acımasız
                  Yaşlıları,aptal insanlar gibi göstermek de doğanın yaptığı bir
            şaka..
                  Bedenim artık harap, güzelliğim ve zarafetim çoktan yok oldu.
                  Bir zamanlar bir yürek taşıdığım yerde artık bir taş parçası
            var.
                  Fakat bu harabenin içinde hala bir küçük kız çocuğu yaşıyor.
                  Ve şimdi yüreği yine yaşam kazanıyor.
                  Neşeli günlerimi anımsıyorum,çektiğim acıları anımsıyorum.
                  Artık yine seviyorum ve yaşamı yeniden öğreniyorum.
                  Geçen yılları düşündüğümde, o birkaç on yılın rüzgar gibi
            geçtiğini anlıyorum.
                  Ve hiç bir şeyin sonsuz olmadığını kabul ediyorum,
                  İşte bu yüzden gözlerini aç hemşire,aç gözlerini ve
                  Benim aksi ve huysuz bir kadın olmadığımı gör,
                  Bana daha yakından bak,beni gör.!!

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 31 Eki 2016 16:51:23
KAZA NAMAZI

Gardiyanların ayak sesleri koğuşun kapısında son buldu, getirdikleri genç bir mahkumu bıraktılar ve gittiler. Yeni gelen genç içeridekilere selam verdi ve kendisine gösterilen boş yere oturdu. Koğuştakiler ona hoş geldin, geçmiş olsun dediler. İçlerinden en yaşlı ve olgun olanı gencin yanına yaklaştı ve ona ilgi gösterdi, bir anlamda sahiplendi. Çünkü selam verişinden ve simasından bu gencin nasıl biri olduğunu hemen anlamıştı.

Genç oldukça yorgun ve bitkin görünüyordu, epeyce bir müddet konuşmadı. Daha sonra yaşlı adamdan bir seccade istedi ve kıblenin ne taraf olduğunu sordu. Sonra kalktı ve yavaş yavaş ikindi namazını kıldı. Yaşlı adam gencin namazını bitirmesini bekliyordu, onunla enine boyuna tanışmak istiyordu. Fakat genç ikindi namazını bitirdiği halde daha namaz kılmaya devam ediyordu, sonunda bitirdi ve yerine geçip oturdu. Yaşlı adam biraz daha yanına yaklaştı.
-Nedir o fazladan kıldığın namaz? Biliyorsun ikindi namazından sonra kılınan nafile bir namaz yoktur? Delikanlı bir müddet cevap vermedi, daha sonra sakin bir sesle:


-Kaza namazı dedi.

-Ne zaman kazaya bırakmıştın? dedi yaşlı adam.

-Gözaltındayken, dedi. Çok yavaş bir şekilde söyledi bunu, daha sonra da gözleri uzaklara dalıp gitti. Yaşlı adam onu konuşturarak ve bir şeyleri hatırlatarak üzmek istemiyordu. Fakat yine de kendine hakim olamadı.

-Ne kadar tuttular göz altında?

-Yirmi dokuz gün.

-Allah Allah, yirmi dokuz gün öyle mi?

-Evet, yirmi dokuz gün. O yirmi dokuz günlük namazımı kaza edeceğim.

-Kılamamışsındır, kıldırmamışlardır herhalde? Delikanlı bir müddet sustu ve sonra yaşlı adama döndü:

-Aslında namazlarımı kıldım, bir tek vaktimi bile kaçırmadım fakat…

-Fakat ne?

-Fakat namazın şartlarını yerine getiremedim, hep eksikti. Çoğu zaman abdest alamadım, teyemmüm ettim.

-Olsun, teyemmümle olsun, kabul değil mi?

-Fakat toprak bulamadım teyemmüm edecek, bazen beton duvara, bazen de demir kapıya ellerimi sürerek teyemmüm ettim, kabul olur mu?

-Ne demek kabul olmaz, elbette olur.

-Kıbleyi de bilmiyordum, rica ettim söylemediler. Hem bu arada namazın diğer rükünlerini de yerine getiremiyordum, askıdaydım, hem ellerim hem ayaklarım bağlıydı, çoğu zaman zorla rükuya gidebiliyordum, hele hiç secde yapamıyordum.

-Olsun, olsun yine de kabuldür senin kıldığın bu namaz, dedi yaşlı adam. Fakat ses tonu gittikçe değişiyor, ağlamaklı bir hal alıyordu. -Sen öyle hep kabul kabul diyorsun ama… dedi ve bir müddet sustu genç adam. Daha sonra değişik bir ses tonuyla devam etti.

-Biliyor musun, gözaltında bulunduğum o yirmi dokuz günün on beş günü anadan üryandım, çırılçıplaktım, soymuşlardı beni. Yalvarıyordum onlara, ne olur Allah için bir tek külotumu bana verin, hiç olmazsa namaz kılacağım vakit verin diyordum, fakat vermiyorlardı. İşte o şekilde kıldım namazlarımı. Mümkün olduğu kadar toparlanıp avret yerlerimi örtmeye çalışıyordum. Fakat bazen onu da yapamıyordum, bu şekilde namaz kılıyordum…

Ortalığı epeyce bir müddet sessizlik kaplamıştı, delikanlı yaşlı adamdan cevap bekliyordu, bu namazları kaza etmesi gerekmiyor muydu? Yaşlı adam kafasını kaldırdığında gözyaşlarının baştan sona yüzünü ıslattığını gördü, ağlıyordu, ağlıyordu. Sonra birden doğruldu ve delikanlının omuzlarından kuvvetlice tuttu ve kendine çekti:

-Bana bak delikanlı! Anlıyor musun, o namazları asla kaza etmeyeceksin. O namazları alıp Allah’ın huzuruna varacaksın. “ Allah’ım, sana bunları getirdim.” diyeceksin. Biliyor musun, belki hayatında kıldığın en önemli namazlar, senin bu namazların olacak. Sizleri bilmiyorum ama Bu güzel kıssayı okuyupta gün içinde birçok fani iş ile uğraşıpta kaçırdığım namazları düşününce utandım doğrusu.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.784
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 31 Eki 2016 16:52:27
BABA   OLMAK BÖYLE BİR ŞEY
Delikanlı 16 yaşında iken babası ile tartışmış ve evi terk etmişti. Buna çok öfkelenen baba, evde onun adı bile anılmayacak diye yasak koymuştu.

Anne her gece evi terk eden oğlunun yatağına oturup yastığını koklayarak uyuyordu.

“Oğlumu özledim, ne olur gidip arayalım, bulup getirelim” dese de, baba geri adım atmıyordu.

Aradan iki yıl geçmişti.

Oğlunun doğum günü o yıl Babalar günü ile aynı güne denk gelmişti.

Annenin ağlamaklı halini görünce dayanamadı baba “Şu adrese git, oğlunu gör” dedi.

Ve ekledi, “Adresi benim verdiğimi söyleme ama” Birkaç şey daha söyledi ama anne duymuyordu bile, aklında bir tek adres kalmıştı. Anne sevinçten uçuyordu.

Hemen hazırlandı yola koyuldu.

Büyük bir şehrin karşı yakasındaydı babanın verdiği adres.

Gittiği adres bir tamirhaneydi.

Oğlunu tulum içinde gördü.

Bir süre ıslak gözlerle dükkanın karşısından izledi ve oğluna doğru yaklaşmaya başladı.

İki yıl boyunca kendisini arayıp sormayan ailesini unutan delikanlı aniden annesini karşısında görünce önce şaşırdı, sonra koşup sarıldı annesine.

Babası hariç herkesi soruyordu, “o nasıl, bu nasıl,” diyerek.

Ve sonunda “O adam nasıl, hala aksi ve anlayışsız mı?” diye sordu annesine.

Anne cevapsız bıraktı bu soruyu.

“Hadi oğlum gel eve gidelim” dedi.

“Hayır anne, ben böyle iyiyim. O adamla tekrar aynı evde yaşayamam” dedi ve dükkana doğru yürümeye başladı.
Arkasından bir süre bakakalan anne hazırladığı pastayı oğluna vermek için seslendi.

Delikanlı pastayı alırken annesine “Anne ne olur ısrar etme, gelmeyeceğim. Bir gün bile merak edip arayıp sormayan bir adamla aynı evde yaşayamam ben” dedi.

Anne boynu bükük halde oğlunun yanından ayrılmaya hazırlanırken
“Peki oğlum sen bilirsin. Anlaşılan çok kararlısın, gelmeyeceksin. Ama baban dedi ki; son bir aydır arkadaşlık ettiği çocuktan uzak dursun, o çocuk sana zarar verecektir.

Önceki arkadaşıyla barışsın”. Bu kez çocuk donakalmıştı.

Annesi eve dönmüştü. Babaya sitem etti, “Madem biliyordun nerde olduğunu neden benden sakladın?

O yüzden rahattın demek? ”

Hep ters, aksi görünen baba yutkundu ve gözlerinden iki damla yaş akıverdi.

“O benim canımdır ya, canım” dedi.

“Ne zamandan beridir biliyordun? ” diye sordu anne.

“Gittiği günden beridir biliyorum. Bazen öğlen molalarında ne yiyip ne içiyor diye gider uzaktan izlerdim, Bazen akşamları geç gelirdim ya hani, sen beni kahveden sanırdın, işte o zamanlarda da ne yapıyor kimlerle takılıyor diye takip ederdim.”

Karı koca bir birlerine sarılıp ağlarken kapı çalmıştı.

Elleriyle gözlerini silerek kapıyı açmaya gitti anne.

Annesinin kendisine yaptığı pastadan daha büyük bir pasta ve hediye paketi ile içeri girdi delikanlı.

Koşarak babasına sarıldı. “Babalar günün kutlu olsun babaaaa”

Delikanlı anlamıştı. Kendisine hiç bakmadığını düşündüğü babasının, aslında gözünü hiç üzerinden ayırmadığını….!!!

Babalar kızar bağırır ama hep evlatların iyiliği içindir ; evlatlar çocukken bunu anlayamaz.

Fakat bir gün onlar da Anne Baba olunca anlarlar Babanın kıymetini..!

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK