İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.192
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.192
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 29 Kas 2016 18:23:56
Baklava
Maddi durumumuz küçükken çok yoktu, babam eve biraz baklava almıştı. O akşam çayla beraber bir güzel yedik. Ertesi gün yerli malı haftası vardı sınıfta... Annem de kavanozun içine 1 tane baklava koydu bir kaba da zeytin peynir falan, her neyse sınıfa girdim herkesin önünde börekler falan... Sınıfın en gıcık çocuğu başıma dikildi ve gülmeye başladı..
-O baklavayı fareler için getirdin galiba dedi
Ben o anda utancımdan yerin dibine girdim herkes gülmeye başlamıştı. Ağlayarak okuldan çıktım eve gelip anneme bağırmaya başladım.
-Nasıl bir tane baklava koyarsın sınıftakilerin çantalarında bir sürü yiyecek vardı bende ise bir baklava biraz zeytin yarım ekmek beni rezil ettin dedim. O anda annem kırgın bir şekilde;
-Baklavalardan benim payıma düşen sadece buydu yavrum dedi.
O anda kendimden nefret ettim anneme sarılmaya bile yüzüm kalmamıştı...Biliyorum annem bana kırılmaz ama ben kendime kırıldım böyle bir anneye bunu yaptığım için 10 yaşımdan beri her gece Allahın beni affetmesi için dua ederim...
O zamandan bu zamana ağzıma almadığım tek tatlıdır baklava.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.781
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.781
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 29 Kas 2016 21:05:26
    RUHLARIMIZ GERİDE KALIYOR

      Michelangelo Antonioni'nin 1995 yapımı "Par dela les Nuages" (Bulutların ötesinde) adlı filminde hoş bir sahne ve hoş bir hikaye vardı.
   Genç kız bir kafede gizemli bir erkekle tanışıyor ve adam ona şu hikayeyi anlatıyordu:Bir zamanlar Afrika'da kayıp bir şehri aramakta olan arkeologlar, beraberlerindeki eşya ve yükleri, hayvanların ve yerlilerin yardımı ile taşıyarak uzun bir yolculuğa çıkmışlar.
   Kafile zor doğa koşullarında, balta girmemiş ormanların içinde ilerleyerek, nehirleri, çağlayanları geçerek yolculuğa günlerce devam etmiş. Fakat günlerden bir gün yerlilerin bir kısmı birden durmuşlar. Taşıdıkları yükleri yere indirmişler ve hiç konuşmadan beklemeye başlamışlar. Ulaşmak istedikleri yere bir an önce varmak isteyen batılı arkeologlar bu duruma bir anlam veremeyip, zaman kaybettiklerini, biran önce yola devam etmeleri gerektiğini anlatarak,yerlilerin neden durduklarını öğrenmek istemişler. Fakat yerliler büyük bir suskunluk içinde sadece bekliyorlarmış. Bu anlaşılmaz durumu yerlilerin dilinden anlayan rehber, onlarla bir süre konuştuktan sonra şu şekilde ifade etmeye çalışmış:
   "Çok hızlı gidiyoruz. Ruhlarımız geride kalıyor."
   Modern şehir hayatının ve çağımızın getirdiği en büyük sorunlardan biri bu;"hızla ve sonu bir türlü gelmeyecek olan hedeflere doğru çılgınca koşuşturmak" ve koşuştururken etraftaki ayrıntıları, manzaraları,küçük mutlulukları, kısaca hayata dair pek çok yaşanası güzelliği görememek ve kaçırmak... Ya da yaşanan yığınla drama, saçmalığa ve ilkelliğe seyirci kalmak, duyarsızca sadece bakıp geçmek ve gitmek...
   Halbuki durup ruhlarımızı beklemeli,müziği duymaya çalışmalı, yavaş dans etmek için çaba sarf etmeli, her günün bitiminde yatağa uzanıp "kendimize doğru bakmalıyız”

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.192
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.192
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 29 Kas 2016 21:39:13
"Vaktiyle bir derviş, nefisle mücadele makamının sonuna gelir.
Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir. Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir.
Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir... Saç, sakal, bıyık, kaş; ne varsa hepsinden...
Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
- Vur usturayı berber efendi, der.
Berber dervişin saçlarını kazımaya baslar. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri.
Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
- Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.
Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş. Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden.
Berber mahcup,fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz.
Kabadayı koltuğa oturur, berber traşa baslar.
Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder:
"Kabak aşağı, kabak yukarı."
Nihayet traş biter, kabadayı dükkandan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır.
Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır, kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basar.
Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyarî sorar:
- Biraz ağır olmadı mi derviş efendi?
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
- Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki kabağın bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!.."

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.781
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.781
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 29 Kas 2016 22:18:46
TOMMY
   15 yıl kadar önceydi. Tommy'yi ilk o gün görmüştüm. 'inancın Tarihi' dersimin öğrencilerinden biriydi. Uzun saçlı, değişik bir gençti. Sınıfta benimle en çok tartışan öğrenci oldu. Tanrı'ya kayıtsız şartsız inanmayı kabullenmiyordu..
   Mezun olurken bana, imalı imalı
   "Günün birinde Tanrı'yı bulacağıma inanıyor musun, hocam?" dedi..
   "Hayır" dedim, yumuşakça..
   "Yaa.." dedi.. "Oysa senin bu derste Tanrı'yı pazarladığını sanıyordum hocam.."
   Kapıdan çıkıp gitmek üzereyken arkasından bağırdım:
   "Tanrı'yı bulabileceğini düşünmüyorum. Ama o seni mutlak bulacak, bir gün, eminim."
   Tommy omzunu silkip yürüdü. Mezuniyetten sonra izini kaybetmiştim ki, acı haberi kendisi getirdi bana.. Ölümcül kansere yakalanmıştı. Odama girdiğinde zayıflamış, çökmüştü. Kemoterapi, o uzun saclarını dökmüştü. Ama gözleri hala pırıl pırıldı.
   "Birkaç haftalık ömrüm kalmış hocam" dedi.
   "Sana bir şey sorabilir miyim?" dedim..
   "Tabii" dedi.. "Ne öğrenmek istiyorsunuz?.."
   "Sadece 24 yaşında olmak ve ölmekte olduğunu bilmek nasıl bir şey?.."
   "Daha kötüsü olabilirdi. 50 yaşında olmak, devamlı kafayı çekmek ve müthiş paralar kazanmayı, yaşamak sanmak gibi.."
   Sonra niçin geldiğini anlattı..
   "Okulun son günü sana Tanrı'yı bulup bulamayacağımı sormuş, 'Hayır' yanıtı alınca şaşırmıştım. Sonra 'Ama o seni bulur' dediniz. İşte bunu çok düşündüm. Doktorlar ciğerimden parça alıp kötü huylu öldüğünü söyleyince, Tanrı'yı aramayı ciddiye aldım birden. Habis ur diğer hayati organlarıma yayılmaya başlayınca sabahlara kadar dualar etmeye başladım. Hiçbir şey olmadı. Bir sabah uyandığımda, ilahi bir mesaj alma yolundaki umutsuz çabalarımdan vazgeçiverdim, aniden. Ömrümün geri kalan vaktini, Tanrı, ölümden sonra hayat falan gibi şeylerle geçirmeyecektim. Daha önemli şeyler yapma kararı aldım. O zaman gene seni düşündüm..'En büyük mutsuzluk sevgisiz bir hayat sürmektir. Bundan daha kötüsü de bu dünyadan, sevdiklerine 'Seni seviyorum' diyemeden gitmektir' demiştin. Son günlerimi bu eksiği gidermekle harcayacaktım iste.. En zorundan başladım. Babamdan.."
   Oğlu yanına geldiğinde babası gazete okuyormuş..
   "Baba seninle konuşmam lazım" demiş, Tommy..
   "Peki konuş oğlum."
   "Yani çok önemli bir şey.." Babası gazeteyi 10 santim indirmiş o zaman aşağı..
   "Neymiş o bakalım?.."
   "Baba, seni seviyorum. Bunu bilmeni istedim.."
   Tommy gülümsedi, arkasını anlatırken .. Babasının elinden yere düşmüş gazete ..
   Hayatında hiç yapmadığı iki şeyi yapmış .. Tommy'ye sarılmış ve ağlamış. Sabaha kadar konuşmuşlar.. Babası ertesi sabah ise gitmek zorunda olduğu halde..
   "Annem ve kardeşimle daha kolay oldu" diye devam etti Tommy.. "Onlar da bana sarılıp ağladılar. Yıllardır bana söylemedikleri, söyleyemedikleri şeyleri anlattılar.. Bütün bunları yapmak için bu kadar geç kalmış olmama üzüldüm sadece.. Ölümün gölgesi üzerime düşünce kalbimi açıyordum, bana aslında çok daha yakın olması gereken insanlara.."
   Nefes aldı Tommy.. "Bir gün baktım.. Tanrı orada hemen yanı başında duruyor. Ona yalvardığım zaman bana gelmemişti. Onun kendi programı vardı. Kendi bildiği gibi yapıyordu.. Gerçek olan su ki, haklıydınız.. Ben onu aramaktan vazgeçtiğim halde, gelmiş beni bulmuştu."
   "Tommy" dedim, "Sandığından çok önemli şeyler söylüyorsun, tüm insanlığa.. Sen Tanrı'yı bulmanın en emin yolunu anlatıyorsun. Onu sadece kendine ayırmak, sadece ihtiyaç duyunca aramak işe yaramaz.. Ama hayatını sevgiye açarsan o gelir seni bulur.. Bunu anlatıyorsun farkında mısın?." Devam ettim.. "Tommy bana bir iyilik yapar mısın?.. Bunları gelip sınıfımda da anlatabilir misin?.."Bir gün tespit ettik. Ama Tommy gelemedi o gün. Ölümle hayatı sona ermemişti tabii sekil değiştirmişti. Büyük bir adım atmıştı sadece.. inanmaktan, görmeye geçmişti. Ölümünden önce son bir defa konuşmuştuk. "Söz verdiğim derse gelemeyeceğim. Çok halsiz ve bitkinim hocam" demişti. "Anlıyorum Tommy!.."Benim yerime onlara siz anlatır mısınız hocam?.. Siz anlatır mısınız. Herkese, bütün dünyaya benim için anlatır mısınız?.." "Anlatırım Tommy" dedim.."Anlatırım, merak etme!.."
   ** insanlara "Seni Seviyorum" demek için, ölümü beklemenize gerek yok.. Simdi, hemen simdi başlayabilirsiniz.. Başlayın ki, hayatınız güzelleşsin, zenginleşsin.. Hem.. simdi başlamazsanız, belki de hiç söyleme sansınız olmayabilir..

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.192
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.192
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 30 Kas 2016 07:58:36
Bir bayram arefesinde, dul bir kadın yanında babadan yetim kalmış çocuğu ile zengin bir hacının dükkanına girerek, Allah rızası için yardım istedi. Hacı fakir kadına yardım etmediği gibi:
- Bıktım sizden nedir bu iş.. Ben sizin için mi çalışıyorum. Defol şurdan, diyerek kovdu.
Hacıdan hiç ummadığı bir şekilde cevap alarak kapı dışarı edilen kadıncağız, melül- mahzun oradan ayrılıp giderken, hacının karşısında, aynı mağazadan bir dükkanın sahibi olan yahudi, o fakirin ızdırabını anladı .
- Nedir hanım, hacı size niçin bağırdı?, diye sordu.
İmanlı ve şuurlu bir kadın olan fakirceğiz, Yahudiye hacıyı şikayet etmek yerine :
- O benim büyüğümdür. Döver de, kovar da, sana ne oluyur ey kefere! diye cevap verdi.
Fakat Yahudi durumu anlamıştı. Kadını ısrarla dükkana çağırıp, ne isterse almasını, kendisine ve çocuğuna olacak elbisenin kendisinde bulunduğunu hatta hacınınkinden daha iyisini kendisinden alabileceğini söyleyerek dükkanına getirdi. Dul kadın ve yetim çocuk Yahudinin dükkanından beğendikleri elbiseyi giydiler, kuşandılar ve kadın Yahudiye :
- Allah sana iman nasip etsin. Sen bizi giydirdiğin gibi Allah da sana Cennette köşkler verip Cennet elbiseleri giydirsin, giblerden dua etti, yanındaki masum çocuk da, anasının duasına amin, dedi. Şen şakarak oradan ayrılıp gittiler.
Dul ve yetimi dükkanından kovan hacı, o gece bir rüya gördü. Rüyasında kıyamet kopmuş ve kendis cennete girmişti. Cennette gezerken gayet güzel, gözleri kamaştıran bir köşk gördü. Baktı ki, köşkün kapısında kendisnin ismi yazılı idi. diyerek köşkün kapısından içeri girmek istedi. Fakat kapıda bekçi olarak bekleyen melekler hacıyı içeri almadılar.
- Giremezsin hacı, dur bakalım nereye gidiyorsun? dediler.
Hacı durdu :
- Niye giremiyorum, bu köşk benim değil mi? diye sordu.
Melekler cevap verdiler :
- Düne kadar senindi ama, maalesef dün sizden başkasına devredildi. Daha henüz kapısının üzerrindeki tabelâ da sçkülmemiş, yakında sökerler, dediler.
Hacı neye uğradığını anlayamadı. O telaş ve heyecan içinde uyandı ki, yatakta yatıyor : dedi.
Sabah olunca doğru yahudi Avram efendinin dükkanına gitti. Selam, hoş - beşten sonra:
- Avram efendi, dünkü dul kadına sen kaç liralık elbise verdiysenonların parasını sana ben vereceğim, dedi.
Yahudi bir altın değerinde elbise verdiğni söyledi.
Hacı :
- Madem o kadarmış al sana onun iki misli, dedi.
Fakat Avram olmaz, dedi. Hacı değerini yükseltti, hacı yükselttikçe yahudi olmaz diyor, yahudi kabul etmedikçe hacı vermek istediği parayı artırıyordu. Hacı yüz altın, ikiyüz altın vermeğe başladı ama, artık Avram'ın da sabrı taşmıştı.
- Olmaz hacı olmaz, o köşk yüz altınla bin altınla satın alınmaz... O senin gördüğün rüyayı ben de gördüm ve işte müslüman oldum. o köşk düne kadar senindi, sen daha evvel yaptığın hayır - hasenatla o kçşkü yaptırmıştın ama, dün bana sattın. Ben onu tekrar sana satmaya niyetli değilim. Sen artık bundan sonra kapına geleni boş çevirmede, Cennette kendine başka saraylar yaptır. Allah'ın mülkü geniştri, dedi.
Yahudiden de bu cevabı alan hacı, bir daha kapısına geleni boş çevirmeyceğine dair kendi kendine söz vererek oradan ayrılıp gitti. Ama köşk de elden gitti. Allah yardımcısı olsun.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.781
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.781
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 30 Kas 2016 19:48:46
STANFORD
Kaba saba, soluk, yıpranmış giysiler içindeki yaşlı çift, Boston treninden inip utangaç bir tavırla rektörün bürosundan içeri girer girmez, sekreter masasından fırlayarak önlerini kesti... Öyle ya, bunlar gibi ne idüğü belirsiz taşralıların Harward gibi üniversitede ne işleri olabilirdi ? Adam yavaşça rektörü görmek istediklerini söyledi. İşte bu imkansızdı. Rektörün o gün onlara ayıracak saniyesi yoktu.
Yaşlı kadın çekingen bir tavırla,"Bekleriz" diye mırıldandı... Nasıl olsa bir süre sonra sıkılıp gideceklerdi.
Sekreter sesini çıkarmadan masasına döndü. Saatler geçti, yaşlı çift pes etmedi. Sonunda sekreter dayanamayarak yerinden kalktı.
"Sadece birkaç dakika görüşseniz. Yoksa gidecekleri yok" diyerek rektörü iknaya çalıştı. Anlaşılan çare yoktu. Genç rektör isteksiz bir biçimde kapıyı açtı. Sekreterinin anlattığı tablo içini bulandırmıştı. Zaten taşralılardan, kaba saba köylülerden nefret ederdi. Onun gibi bir adamın ofisine gelmeye cesaret etmek !.. Olacak şey miydi bu ?
Suratı asılmış sinirleri gerilmişti. Yaşlı kadın hemen söze başladı. Harward`da okuyan oğullarını bir yıl önce bir kazada kaybetmişlerdi.
Oğulları burada öyle mutlu olmuştu ki, onun anısına okul sınırları içinde bir yere, bir anıt dikmek istiyorlardı. Rektör, bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine öfkelendi. "Madam" dedi, sert bir sesle,
"Biz Harward`da okuyan ve sonra ölen herkes için bir anıt dikecek
olsak, burası mezarlığa döner..." "Hayır, hayır" diyerek haykırdı yaşlı kadın. "Anıt değil... Belki Harward`a bir bina yaptırabiliriz".
Rektör, yıpranmış giysilere nefret dolu bir nazar fırlatarak,
"Bina mı ?" diyerek tekrarladı,
"Siz bir binanın kaça mal olduğunu biliyor musunuz ? Sadece son yaptığımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan fazlasına çıktı..." Tartışmayı noktaladığını düşünüyordu. Artık bu ihtiyar bunaktan kurtulabilirdi. Yaşlı kadın sessizce kocasına döndü. "Üniversite inşaatına başlamak için gereken para bu muymuş ? Peki, biz niçin kendi üniversitemizi kurmuyoruz, o halde ?" Rektörün yüzü karmakarışıktı.
Yaşlı adam başıyla onayladı. Bay ve Bayan Leland Stanford dışarı çıktılar. Doğu California`ya, Palo Alto`ya geldiler. Ve Harward`ın artık umursamadığı oğulları için onun adını ebediyen yaşatacak üniversiteyi kurdular. Amerika`nın en önemli üniversitelerinden birini... STANFORD`u...

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.192
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.192
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 30 Kas 2016 22:56:34
İki katır yürüyormuş yan yana, biri yulaf yüklüymüş, biri para. Köylülerden tuz vergisi toplamışlar, koca bir heybe dolusu mangır.
Para yüklü katırda bir çalım bir çalım sormayın, başı havalarda… Boynunda çıngırak şıngır mıngır, sanırsınız bütün paralar onun, zengin havalarında bizimkisi, zenginler gibi bir sağa çalım yapıyor…
Bu böyle sürüp giderken, eşkıyalar sökün etmiş birdenbire; Kendine zengin havası veren o katırın üstüne çullanmışlar tabi. Yakalamışlar durdurmuşlar bizimkini. Katır savunmaya başlamış paraları, eşkıyalarda vurmuş sopayı.
Ve o zaman ağlamış katır, dert yanmış sağa sola:
Ben böyle mi olacaktım, demiş. Yulaf yüklü katıra bakıp iç geçirmiş. Ona bir fiske bile vurulmasın, ben böyle sürükleneyim yerlerde. Yulaf yüklü katır, arkadaşının sırtını sıvazlamış:
Yüksek işler, iyilik getirmez her zaman; yulaf taşımakla kalsaydın benim gibi, başına bu bela gelmezdi.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.641
  • 226.280
  • 28.641
  • 226.280
# 02 Ara 2016 19:36:20
Cabir ra ın evinde vuku bulan mucize Mumsema Devir Medine devri. nebiler nebisi Sultanlar sultanının zamanı.
Cabir, Allah ondan razı olsun , Rasulullah a aşık bir sahabe, onu her an görmek için can atan biri .size cabirin ufak ama tatlı bir öyküsünü anlatacağım.
Cabir bir gün mescidde Allah Rasulünün aç olduğunu hissetti .hiç tereddütsüz bekledi namaz çıkışı Allah rasulünü . Mescidin önünde .Çıkınca sultanlar sultanı
*yarasulallah sizi arkadaşlarınızı yemeğe davet etsem evimi şereflendirir nurlandırırmısınız dedi.
sav efendimiz’ olur cabir .akşama geliriz dedi .
cabir havalara uçtu sevincine .Allah Rasulü ve ashabı onun evine geliyor, onun evini şereflendirecek .nasıl sevinmesin.cabir o kadar mutluyduki içi içine sığmıyordu sanki
Koşarak eve hanımına müjdeyi vermeye gitti . Eve yaklaşırken başladı bağırmaya
hanım hanım müjde! Müjde! Allah Rasulü ve ashabı evimizi ziyarete geliyor .evimiz nurlanacak., ona ikramda bulunacağız , ne mutlu sanaki bu akşam ona yemek yapacaksın hanımı sevincinden ağladı çok mutluydu. sultanlar sultanı geliyor .Allahın en çok sevdiği kulu , onun evine geliyor, Onun evinde dua edecek .ne büyük şeref .
dediki cabire ’Allah senden razı olsun, ne iyi etmişsin. lakin ne ikram edeceksin. biz fakiriz deyince , cabir düşünceye daldı ..ahırda tek bir koyunu vardı. feda olsun Allah Rasulüne dedi.. Hanımıda iyi düşündün bey dedi.
Onlar, böyle seviyordu Allah rasulünü. Gitti ahırdan koyunu çıkarttı çok keskin olan bıçakla koyunu yatırdı ve bismillAhi Allahüekber diyerek tek çalmada kesti koyunun başını.Bu esnada iki oğlundan büyük olanı onu dikkatlice izliyordu. babam koyunu nasıl kesiyor dıye..
Cabir koyunu kesip parçaladıktan sonra akşama pişirmesi için hanımına sundu sonra akşama şefkatliler şefkatlisi Allah Rasülünü getirmek için çarşıya gitti.
O anda sokakta oynaya iki kardeşten diğeri eve dönmüştü. yerdeki kanı görünce sordu. , abiciğim bu kanlarda ne? Babam koyun kesti. müjde sana sevin kardeşim akşama Rasulullah,, sevgililer sevgilisi evimizi ziyarete geliyor.dedi. ikiside sevinçten uçuyordu derken küçük kardeş sordu.
Abi babam koyunu nasıl kesti .abisi , çok kolay dedi . bak göstereyim dedi ve hala yerde duran keskin bıçağı aldı eline .yatırdı kardeşini yere ve dediki bak kardeşim babam koyunun boynuna böyle çaldı bıçağı dedi ve çaldı bıçağı kardeşinin boynuna .kanlar fışkırdı .birden ve kardeşi / oracıkta can verdi.Ben ne yaptım , dedi kendi kendine. ben şimdi akşam Allah Rasulünün yüzüne / nasıl bakarım , ne cevap veririm, dedi ve çıktı evin damına attı kendini ordan aşağıya. Oda oracıkta öldü
. cabirin iki oğluda ölmüştür. anneleri durumu görünce çok üzülür ;
yavrularııım kuzularıııım ciğerparelerim nasıl kıydınız birbirinize diye ağlar /ağlar anne yüreği , ama soğık kanlılıkla alır onları ve evin bir odasına koyar ve.kendi kendine derki
*Allah rasulü yemeğini yedikten sonra söylerim namazını beraberce kılar defnederler. söylemiyor kimseye anne .yeterki Allah rasülü üzülmesin yesin yemeğini. dua etsin onlara.
Cabir akşam namazı çıkışında bekler sultanlar sultanını. içi içine sığmıyordu sevinçten. Nihayet! kapıda nuru belirmişti Allah Rasulünün nuru geliyordu.cabirin kalbi yerinden fırlayacak gibi oluyordu .nihayet o güzel söz sav efendimiz gidelim cabir dedi.Sahabe ve Allah Rasülü yola çıkar ve cabirin evine giderler sofraya oturunca nebiler nebisi, cabir senin iki oğlun vardı ,nerdeler, çağırda beraber yiyelim der.
Cabir hanımına çocukları çağır hanım Allah Rasülü onları arzu eder der
Hanımı onlar dışarıda oynuyor siz yeyin der. cabir durumu nebiler nebisine iletir .Allah Rasulü gene; çağır gelsinler beraber yiyelim sonra giderler oynamaya der .cabir hanımına durumu iletir .hanımı biraz bekler ve derki.
Baktım ama bulamadım herhalde uzak gittiler oynamaya .Allah Rasulü rahatsız olmasın yesin ben onların hakkını ayırdım.der
Gerçekten uzak gitti yavrular . hem de çoook uzaklara. mevlaya en büyük dosta..aşka bakın Allah Rasulü üzülmesin yemeğini yesin , bize dua etsin diye evladının acısını hiçe sayan anne. Aşk budur iman budur .Allah Rasülü hz.Ömere nedemişti , hatırlayın .ben , size annenizden, babanızdan , çocuklarınızdan, hatta nefsinizden dahi sevgili olmadıkça iman etmiş sayılmazsınız. .o anne bunu çok iyi biliyordu.
Allah Rasülüne durumu arzettiler .Allah Rasülü çok nadiren kaşlarını çatardı, o zaman bile şefkat saçıyor , nur saçıyordu ,güzel rasül ve dediki sesini yükselterek
Yemem bir lokma bu sofrada cabirin çocukları gelip bu sofraya oturmadıkça..
Cabir hanımına Allah Rasulü yemiyor, ne yapıp edip çocukları bul diye telkinde bulunur
Çaresiz kalan hanımı durumu anlatır kocasına .birt araftan vah yavrularım vah kuzularım der , ağlar cabir/
.Gözünden inci tanesi gibi dökülür gözyaşları. ama dikkat edin verdiği cevaba./hanımına derki ,Çok iyi etmişsin Allah senden razı olsun. iyiki söylemedin Allah Rasulü vallahi çok üzülürdü.
sevmek . ölen evladlarınıza , annelerinize ,babalarınıza, kardeşlerinize, dostlarınıza rağmen sevebilmek Allah rasulünü . sevgi bu, aşk budur işte. siz sultanlar sultanını böyle sevdinizmi hiç.???
Cabir döner Allah Rasulüne derki bulamadık yarasul , siz yeseniz. peygamberimiz tekrar eder sözlerini., yemem bir lokma sofradan Cabirin çocukları bu sofraya gelmeyince diye.
Cabir çaresiz durumu anlatır Allah Rasulüne
iki evladınında öldüğünü yemekten sonra söylemeyi düşündüklerini ifade etti Allah Rasulüne
Rasulullah hüzünlendi gözlerinden damla damla inci gibi yaşlar , nurlu yanaklarından aşağıya süzülmeye başladı.. hıçkırıklarla ağlamaya başladı .onunla beraber arşı alada hüzünlendi üzüldü sema ağlamaya başladı.melekler inletti semayı. Sen ağlama yarasul sen üzülme sen Allahın en sevdiği kulsun . ağlama, canlarımız kurban olsun bir damla gözyaşına .neolur ağlama.
Derken bir şimşek çaktı gelen Cebrail. Yarasulallah Rrabbin üzülmene dayanamadı. Rasulüm açsın ellerini semaya dua etsin ashabıda amin desin..Allah sevgili kulu Muhammedin elini semadan nezaman boş çevirdi.dedi.
Allah rasulü Çocukların ölüsünü sofraya ister . .cabir, getirir yavrularının cansız bedenlerini sofraya .kanlı başlarını masanın üstüne yatırır. sultanlar sultanı , açar ellerini semaya ,mevlaya ve gözyaşları içinde ağlayarak ,Yarabbi yarabbi !diye başlar Allaha dua etmeye.birmüddet dua devam eder. Derken iki yavru birden esselamü aleyke yarasulallah diye canlanıverirler .anne , sabrın mükafatını , baba rasulullaha olan aşkının karşılığını almıştı.
Cabir oğullarına Nasıl oldu yavrularım dedi.
Evlatları cevab verir. Bizim! sizin gibi, Allah Rasulüne sevdalı , aşık , anne ve babamız olduktan sonra ölüm bile tatlı gelir , güzel gelir anam. canımız bir değil bin defa kurban olsun Allah ve Rasulüne derler. işte aşk budur hep beraber yemek yerler ve Allah Rasulunü memnun hoşnud uğurlarlar evinden. Rasulullahın duasını alabilmek .ona layık olabilmek .Allah cümlemizi Rasulullah ın duasından mahrum etmesin .ona aşık olan kullarından eylesin maldan, mülkten, anadan , babadan , hatta nefsinizden bile , çok sevin Allah Rasulünü. Allahın selamı sıhhatı ve bütün güzellikleri üzerinize olsun.
Kaynak:Müzekkin Nufus
Esrefoğlu Rumi(hacı bayram velinin talebesi)

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.907
  • 46.129
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 5.907
  • 46.129
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 02 Ara 2016 19:41:18
    500 kişi bir seminerdeydi.. birden konuşmacı durdu ve bir grup çalışması yapmaya karar verdi.. herkese bir balon vererek başladı.. herkes gazlı kalemle balonuna adını yazmalıydı.. sonra bütün balonlar toplandı ve bir odaya kapatıldı..
  katılımcılar odaya alındı ve 5 dakika içinde üzerine isimlerini yazdıkları balonu bulmaları söylendi.. herkes deli gibi kendi adını aramaya başladı, insanlar çarpıştılar, bir birlerini ittirdiler, tamamen bir kaos ortamı oluştu..
   5 dakikanın sonunda kimse kendi balonunu bulamamıştı..konuşmacı bu sefer herkesin bir balon almasını ve üzerinde adı yazan kişiye o balonu vermesini söyledi..bir kaç dakika içinde herkes kendi balonuna kavuşmuştu..
   konuşmacı dedi ki: " yaşamımızda bunu görüyoruz.. herkes deli gibi mutluluğu arıyor ve nerede olduğunu bilmiyor.. bizim mutluluğumuz başkalarının mutluluğunda gizlidir.. onlara mutluluk verin; sizinki size gelir ve insanların yaşam amacı da budur...mutluluğun peşinden gitmek.."

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.781
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.781
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 02 Ara 2016 20:58:04
Tıkandı Baba
Sultan Mahmut kılık kıyafetini değiştirip dolaşmaya başlamış. Dolaşırken bir kahvehaneye girmiş oturmuş. Herkes bir şeyler istiyor.
Tıkandı Baba, çay getir!..
Tıkandı Baba, kahve getir!..
Bu durum Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş.
– Hele baba anlat bakalım, nedir bu Tıkandı baba meselesi?
– Uzun mesele evlat, demiş Tıkandı baba.
– Anlat Baba anlat! Merak ettim deyip çekmiş sandalyeyi.
Tıkandı baba da peki deyip başlamış anlatmaya;
Bir gece rüyamda birçok insan gördüm, her birinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu. “Benimki de onlarınki kadar aksın” diye içimden geçirdim. Bir çomak aldım ve oluğu açmaya çalıştım. Ben uğraşırken çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı.
Bu sefer içimden “Onlarınki kadar akmasa da olur, yeter ki eskisi kadar aksın” dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı.Ben yine açmak için uğraşırken bir zat göründü ve: “Tıkandı Baba, tıkandı. Uğraşma artık”, dedi. O gün bu gün adım “Tıkandı Baba”ya çıktı ve hangi işe elimi attıysam olmadı. Şimdi de burada çaycılık yapıp geçinmeye çalışıyoruz.
Tıkandı Baba’nın anlattıkları Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş. Çayını içtikten sonra dışarı çıkmış ve adamlarına:
“Her gün bu adama bir tepsi baklava getireceksiniz. Her dilimin altında bir altın koyacaksınız ve bir ay boyunca buna devam edeceksiniz” demiş.
Sultan Mahmut’un adamları peki demişler ve ertesi akşam bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı Baba’ya baklavaları vermişler. Tıkandı Baba baklavayı almış, bakmış baklava nefis.
– “Uzun zamandır tatlı da yiyememiştik. Şöyle ağız tadıyla bir güzel yiyelim” diye içinden geçirmiş. Baklava tepsisini almış evin yolunu tutmuş. Yolda giderken “Ben en iyisi bu baklavayı satayım evin ihtiyaçlarını gidereyim” demiş ve işlek bir yol kenarına geçip başlamış bağırmaya.
Taze baklava, güzel baklava!
Bu esnada oradan geçen bir adam baklavaları beğenmiş. Üç aşağı beş yukarı anlaşmışlar ve Tıkandı Baba baklavayı satıp elde ettiği para ile evin ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış.
Müşteri baklavayı alıp evine gitmiş. Bir dilim baklava almış yerken ağzına bir şey gelmiş. Bir bakmış ki altın. Şaşırmış, diğer dilim, diğer dilim derken bir bakmış ki her dilimin altında altın var. Ertesi akşam adam acaba yine gelir mi diye aynı yere geçip başlamış beklemeye. Sultanın adamları ertesi akşam yine bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı Baba yine baklavayı satıp evin diğer ihtiyaçlarını karşılamak için aynı yere gitmiş.
Müşteri hiçbir şey olmamış gibi: “Baba baklavan güzeldi. Biraz indirim yaparsan her akşam senden alırım” demiş. Tıkandı Baba da “Peki” demiş ve anlaşmışlar. Tıkandı Baba’ya her akşam baklavalar gelmiş ve adam da her akşam Tıkandı Baba’dan baklavaları satın almış. Aradan bir ay geçince Sultan Mahmut:
“Bizim Tıkandı Baba’ya bir bakalım” deyip Tıkandı Baba’nın yanına gitmiş. Bu sefer padişah kıyafetleri ile içeri girmiş. Girmiş girmesine ama birde ne görsün bizim tıkandı baba eskisi gibi darmadağın. Sultan:
– “Tıkandı Baba sana baklavalar gelmedi mi?” demiş.
– Geldi sultanım!
– Peki ne yaptın sen o kadar baklavayı?
– Efendim satıp evin ihtiyaçlarını giderdim, sağ olasınız, duacınızım.
Sultan şöyle bir tebessüm etmiş.
“Anlaşıldı Tıkandı Baba anlaşıldı, hadi benimle gel” deyip almış ve devletin hazine odasına götürmüş.
“Baba şuradan küreği al ve hazinenin içine daldır küreğine ne kadar gelirse hepsi senindir” demiş. Tıkandı Baba o heyecanla küreği tersten hazinenin içine bir daldırıp çıkarmış ama bir tane altın küreğin ucunda, düştü düşecek. Sultan demiş;
“Baba senin buradan da nasibin yok. Sen bizim şu askerlerle beraber git onlar sana ne yapacağını anlatırlar” demiş ve askerlerden birini çağırmış.
“Alın bu adamı Üsküdar’ın en güzel yerine götürün ve bir tane taş beğensin. O taşı ne kadar uzağa atarsa o mesafe arasını ona verin” demiş.
Padişahın adamları ’peki’ deyip adamı alıp Üsküdar’a götürmüşler.
Baba hele şuradan bir taş beğen bakalım, demişler.
Baba, “niçin?” demiş. Askerler:
“Hele sen bir beğen bakalım” demişler. Baba şu yamuk, bu küçük, derken kocaman bir kayayı beğenip almış eline.
“Ne olacak şimdi” demiş.
“Baba sen bu taşı atacaksın ne kadar uzağa giderse o mesafe arasını padişahımız sana bağışladı” demiş.
Adam taşı kaldırmış tam atacakken taş elinden kayıp başına düşmüş. Adamcağız oracıkta ölmüş. Askerler bu durumu Padişah’a haber vermişler. İşte o zaman Sultan Mahmut o meşhur sözünü söylemiş:
“VERMEYİNCE MABUD, NEYLESİN SULTAN MAHMUT!”

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.641
  • 226.280
  • 28.641
  • 226.280
# 07 Ara 2016 18:20:41
OKUMUYAN GERÇEKTEN PİŞMAN OLUR
Sultan Abdülmecid zamanında adamcağızın birisinin büyük miktarda borcu varmış. Elini neye atsa ters gidiyor. Zeyrek civarında, evine yakın bir dergaha gitmiş. Namazdan sonra Şeyh efendi, bu yabancıyı yanına çağırmış ve halini sormuş. O da:
"Efendi hazretleri, gırtlağa kadar borç içindeyim, neye elimi atsam kuruyor. Ne olur himmet!" demiş. Şeyh efendi:
"Evladım, sabah namazını 40 gün Yenicami'de kıl. Camiye gidip gelirken de 1000 adet istiğfar oku. Göreceksin, kırkıncı gün ne sıkıntın kalacak ne bir şey..."
Adam ertesi sabah başlamış. Tam 39 gün sabah erkenden Yenicami'ye namaza gitmiş. Kırkıncı gün sabah ezanı okunurken uyanmış, fakat Yenicami'ye nasıl yetişecek? "Eyvah. Bunu da mı berceremeyeceğim?" telaşıyla fırlamış. Abdest alıp, giyinip sokağa fırlamış. Koşturmaca esnasında biriyle çarpışmış. Başındaki fesi de yere düşmüş. Adamın gözü bir şeyi gördüğü yok. Karanlıkta kapmış yerden fesi, koşuşturmuş camiye. Ucu ucuna yetişmiş. Namazdan sonra da heyecanla, aşr-i şerifi de beklemeden çıkmış avluya. Kapı önüne oturmuş. Kendine kendine:
"40 namazı tamamladık. Bakalım denilen olacak ve ben rahatlayacak mıyım?" diye düşünmeye başlamış. Bir de ne görsün. Camiden çıkan insanlar büyük bir memnuniyet ifadesiyle bu adamcağızın önüne çil çil altınlar atmaya başlamazlar mı? Adam şaşkın. Altınları toplamış, saymış, tam borcuna yete cek kadar çıkmış. Kalkmaya hazırlanırken müezzin sokulmuş:
"Allah Müslümanlığını kabul etsin. Hak Dini seçmişsin. Sünnetliğini de topladın. Ancak bundan sonra bu başındakiyle namaza gelme. Başına fes giy" demiş. Adamcağız elini başına atmış ki... Bir de ne görsün? Başında papaz külahı.
Meğer namaza koştururken çarptığı bir papazmış. O esnada ikisinin de başındaki düşmüş. Bizimki kırkıncı sabahın hayaliyle acele edip, yerden eline geçirdiği papazın külahını kapmış yerden. Cami cemaati de, o adamcağızın başına bakıp bir papazın Müslüman olduğunu sanmışlar. O devirde adet, yeni müslüman olanlara teşvik için altın verilir ve buna "sünnet akçesi" denilirmis.

Çevrimdışı mbuyar

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.111
  • 45.192
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 2.111
  • 45.192
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 17 Ara 2016 07:58:18
Cengiz Han’ın torunu Hülagû, İlhanlı devletinin kurucusu ağabeyi Mengü Kağan tarafından, Ortadoğu’daki bakir toprakları ele geçirmek üzere görevlendirilir. Bu görev üzerine Hülagu, 1258 tarihinde Bağdat’a girer ve Abbasi halifesi Mutasım’ı Moğol atlarının ayakları altında ezdirerek öldürtür. Bağdat’ı yağmalar, Bağdatta katliâmlara başlar. Kadın, kız, yaşlı, çoluk, çocuk demeden iki yüz bin kişiyi katleder. Cami, hastane, medrese, saray, ne varsa hepsini yıkar, yok eder. Binlerce kitabı Dicle nehrine attırır. Dicle nehri günlerce kan ve mürekkep akıtır. 

Hülagû bir gün Bağdat’ın dışında kurduğu karargâhında şehrin en büyük âlimi ile görüşmek istediğini bildirir. Âlimleri bir korku sarar! Hülagû tarafından öldürülmek korkusuyla kimse en büyük âlim sırasında anılmak dahi istemez!

Sakalı henüz çıkmamış Kadıhan adında genç ve cesur bir âlim Hülagû’nun dâvetini kabul eder. Yanına bir deve, bir keçi ve bir horoz alarak Hülagû’nun çadırına varır. Hayvanları çadırın dışına bağlar ve huzura girer.

Hülagû genci tepeden tırnağa süzer. Beklediği birisi olmadığını düşünerek:

“Bana gönderecek birini bulamadılar mı?” der.

Kadıhan gayet sakin bir sesle:

“Görüşmek için iriyarı birini istiyorsan bir deve getirdim. Sakallı yaşlı birini istiyorsan bir keçi getirdim. Gür sesli birini istiyorsan bir horoz getirdim” der.

NE ZAMAN KENDİMİZE DÖNERSEK

Hülagû gencin sıradan birisi olmadığını anlar ve şöyle sorar:

“Söyle bakalım delikanlı! Beni üzerinize salan şey nedir?”

Kadıhan:

“Efendim, seni bizim üzerimize salan şey bizim amellerimizdir. Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetlerini bilemedik. Esas gayemizi unutup makam, mal, mülk, para, şöhret peşine düştük. Zevk ve sefaya daldık. Cenâb-ı Hak da bize verdiği nimetleri almak üzere seni üzerimize saldı!”

Hülagû:

“Peki, beni buradan kim gönderebilir?” diye sorar. Kadıhan:

“O da bize bağlı! Ne zaman kendimize dönüp, kısa zamanda toparlanıp, Allah’ın nimetlerinin kıymetini bilir, zevk ve sefadan, israftan, zulümden ve birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek işte o zaman sen buralarda duramazsın! “ der.

Hülagû Kadıhan’ın cesaretini takdir eder. 

Anlaşılan o ki, ne zaman kendimize dönersek, ne zaman dinimize samimî olarak tarziye verirsek, ne zaman kardeş olduğumuzu hatırlarsak, işte o zaman inşallah rahmete mazhar olacağız ve ancak o zaman âlem-i İslâm’a inşallah gerçekten ferec gelecektir!

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.641
  • 226.280
  • 28.641
  • 226.280
# 17 Ara 2016 10:49:26
Habib Baba, 4.Murad devrinin gizli, kimsenin bilmediği Allah
dostlarındandır. Yaşlıdır, fakirdir, gariptir. Fakat Rabbinin katında
da alemlere denk bir değerin sahibidir.
Yaşlı Habib Baba, uzun bir kervan yolculuğunun sonunda İstanbul'a
gelmiştir. Yolculuğunun tozunu, yorgunluğunu atmak için bir hamama
gider...
Niyeti, şöyle iyice bir keselenip, paklanmak... Bedenini de ruhuna
denk kılmaktır.
Fakat hamamcı Habib babayı içeri sokmak istemez.
'Bugün' der, 'Sultan Murad'ın vezirleri hamamı kapattılar, dışarıdan
müşteri alamıyoruz.'
Habib baba üzülür... Rica, minnet eder, yalvarır...
'Ne olursun' der, 'kimseye varlığımı belli etmem, aceleyle yıkanır
çıkarım. Bu tozlu bedenle Rabbime ibadet ederken utanıyorum. Binbir
dil döker. Hamamcı ehl-i insaftır... Dayanamaz... Kabul eder...
Hamamın en sonundaki odayı göstererek ...
'Baba şu odada hızla yıkanıp çık, para da istemem. Yeter ki vezirler
senin farkına varmasınlar.'
Habib baba sevinerek kendine gösterilen yere girer. Yıkanmaya başlar...
Ve bu arada hamamcının karşısında yeni bir müşteri belirir. Boylu,
poslu, genç, yakışıklı biridir bu gelen. Onun da görünümü fakirdir...
Ama sadece görünümü... İkinci müşteri kılık değiştirmiş 4.Murad'dır. O
gün vezirlerinin topluca hamam alemi yapacaklarından haberdar olan
padişah
merak etmiştir.
'Hele bir bakalım' demiştir, 'bizim vezirler hamamda benden uzakta,
kendi başlarına ne yaparlar, nasıl eğlenirler?'
Ve bu merak padişahı tebdil-i kıyafet ettirerek hamama getirmiştir.
Az önce yaşananlar bir kez daha tekrarlanır...
Hamamcı "vezirler" der almak istemez... Padişah ise "ne olursun" der,
bastırır ve padişah galip gelir... Habib babanın yıkanmakta olduğu
odayı göstererek, genç padişahın kulağına fısıldar:
'Şu odada bir ihtiyar yıkanıyor. Sen de sar peştemali beline, gir
yanına... Beraber sessizce yıkanın, bir an evvel çıkın... Ve ekler:
'Aman ha! Vezirler varlığınızı bilmesinler.'
Sonra 4.Murad da Habib babanın yanına süzülür. Beraber sessizce
yıkanmaya başlarlar. Bu arada, hamamın büyük salonundan gelen tef,
dümbelek, şarkı, türkü sesleri ortalığı çınlatmaktadır...
Habib babanın gözü genç hamam arkadaşının sırtına takılır. Biraz
kirlenmiş gibi gelir ona... Allah hikmeti gereği dostuna, o
yanındakinin
tedbil-i kıyafet etmiş padişah olduğunu ilham etmemiştir...
Ve yanındakini, görüntüsüne uygun, kendi gibi fakir bir delikanlı
zanneden Habib baba yumuşak bir sesle konuşur:
'Evladım' der, 'Sırtın fazlaca kirlenmiş, müsade edersen bir keseleyivereyim.'
Padişah aldığı bu teklif karşısında şaşkınlaşır ve büyük bir haz
duyar... Haz duyar, çünkü ömründe ilk defa biri ona padişah olduğunu
bilmeden, sırf bir insan olarak, karşılık beklemeksizin bir iyilik
yapmayı teklif etmektedir.
Memnuniyetle Habib babanın önünde diz çökerken: 'Buyur baba' der,
'ellerin dert görmesin'
Bu arada içerideki alemin sesleri hamamı çınlatmaya devam etmektedir.
Habib baba, 4.Murad'ın sırtını bir güzel keseler... Fakat padişah kuru
bir teşekkürle yetinmek istemez.. Ne de olsa insandır ve o da her
insan gibi kendine yapılan iyiliklerin kölesidir.
'Baba' der, 'gel ben de senin sırtını keseliyeyim de ödeşmiş olalım.'
Habib baba, teklifin kimden geldiğinden habersiz, tebessümle;
'Olur evlad' deyip, sultanın önünde diz çöker. Bu arada, Sultan Murad
kese yaparken bir yandan da Habib babayı yoklar, ağzını arar...
  'Baba' der, 'görüyor musun şu dünyayı... Sultan Murad'a vezir olmak
varmış... Bak adamlar içerde tef, dümbelek hamamı inletiyorlar, sen ve
ben ise burada iki hırsız gibi...'
Habib baba Sultan Murad'ın cümlesini tamamlamasına fırsat bile
bırakmaz, kendi hükmünü söyler... Sultan Murad'ın Habib babadan
duydukları, ağzı açık bırakıp, keseyi elden düşürten cinstendir:
'Be evladım' der, Habib baba, 'Sultan Murad dediğin kimdir? Sen asıl
Alemlerin Sultanına kendini sevdirmeye bak ki, O seni sevince sırtını
bile Sultan Murad'a keselettirir...

Alıntıdır

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.641
  • 226.280
  • 28.641
  • 226.280
# 20 Ara 2016 15:10:13
Ne kadar da keyfi içindeyim diye düşünüyorum.Evim sıcacık ayaklarım daki ayakkabı adeta soba.Üstüm başım gayet sıcak usumuyorum dolayisi ile kış bana göre güzel gidiyor...Öylemi söyle bir etrafına baktığımda içinde sadece sıcak nefesler olan buz gibi evler var....Duman duman heryer gözler yanıyor yıllar varki bu kokuyu  hissetmemistim duman kokusu....Ve gülümseyen gencecik etrafına sevgi ile bakan bir ana....Kol kanat olmaya çalışıyor dünya güzeli yavrularina sevgisi ile isitmaya çalışıyor bir koca Çınarla birlikte bulunduğu ortamı.... Ve  biraz ötede başka bir anne evlatlarini bırakmış ise gitmiş 13 yaşlarında koca yürekli Muhammet abi Yusuf kardeşine kol kanat olmuş.Çalışmıyor diye bana şikayette.....Bırak dedim oynayın birlikte bir balon ve bir boya verdim ellerine.....Araba hiç yerinde duramayan Yusufuma gel dedim yarın geç saatte de ole gel okula.....Biraz sohbet ettik onlarla sen niçin gitmiyorum okula dedim ......hiç mi bilmiyorsun okumayı Suriye'de de gitmedin mi okula diye sordum.Gitmedim dedi okula başladığım gün bomba attılar okula babam da öldü.....sonrası pek hatirlamiyor bombalar bombalar ve Türkiye .......Muhammet okumayı bırakmış o şimdi bir iş bulup anneciğine yardım edebilmek duslemekte ....Okumalisiniz dedim oturup bayagi bir sohbet ettik.....o okulda binturlu yaramazlık yapan Yusuf sokuldukca sokuldu kolunun altına ve ben   ....ben  ben Yusufa hiç kızma dan  öğretmeliyim Türkçeyi ve yüreğine bunca yasanmisliga rağmen sevgi doldurmaliyim.....sevmeyi hiç kaybetmemeli Yusuf ....

H.DUMANOĞLU

Çevrimdışı linda75

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 117
  • 1.648
  • 117
  • 1.648
# 21 Ara 2016 20:43:04
85 yaşında bir dedemiz, 14 yaşındayken yaşadıklarını şöyle anlatıyor.
Ankara'nın Çubuk ilçesinin bir köyünde babası köyün en zengin kişisiymiş. Annesi tam bir Osmanlı kadını. Babası ölünce annesi ağalığı bırakmamış. Ağalıktan kasıt da köylüye göz kulak olmak, ihtiyacı olanın ihtiyacını görmekmiş.
Öyle çok arazi ekerlermiş ki köyde ekini (Buğdayı) olmayan kimse kalmazmış. Çünkü olmayana da annesi verirmiş.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında kıtlık olmuş. Ambarlar boş kalmış. Annesi köyden ekin isteyenlere de vermeye devam etmiş ama ambarlarının tamamen boşaldığını geç fark etmiş. Öyle ki son isteyen kişiye ekin verirken fark edebilmiş ama yine de boş çevirmemiş.
Aynı gün çiftliğe bir yabancı gelmiş ve "Açım, bana bir ekmek verir misiniz?" demiş.
Annesi "Ayak üstü olmaz, siz şöyle oturun ben size yemek hazırlayıp bir sofra getireyim" demiş.
Sofrayı hazırlayıp gelince bir bakmış ki adam yok. Oğluna söylemiş ve çiftlikte sağa sola bakmışlar ama bulamamışlar.
Biraz sonra köyden yine birisi ekin istemeye gelmiş. Annesi oğluna "Oğlum ekin kalmadı ama sen yine de ambara bir bak, kıyıda köşede ne varsa verelim, boş göndermeyelim" demiş.
Oğlu köylüye ekin verip göndermiş ve annesine "Anne ambar ekin dolu" demiş.
Gitmiş bakmışlar ve hayretler içinde kalmışlar. Ambar gerçekten ekin dolu. Sene 1944 falan.
Annesi tam bir Osmanlı kadını, beş vakit namazını hiç aksatmamış.Oğluna "Oğlum herhalde o adam Hızır AS'dı. Ambarı doldurdu gitti.Geleni boş çevirmeyin demek istedi, kimseyi boş çevirmeyelim" demiş.
Ayrıca kerametin bozulmaması için de bunu gizli tutmasını oğluna tembih etmiş.
Anne köylüye haber göndermiş; kıtlık olması nedeniyle fazla ekin olmadığını ancak yine de geleni boş çevirmeyeceklerini ve herkese ekin vereceklerini söyletmiş.
Gelen almış, giden almış ama ambara kimseyi sokmamışlar. Gizlemişler.
Sonra bir şeyi daha hayretler içinde fark etmişler. Ambardaki buğday hiç eksilmiyormuş. Yani gidenin yeri doluyormuş.
Öteden beri ambarlarına girip çıkan komşu bir kadın hem ambara alınmayışından hem de gelip gidenlerin çokluğundan şüphelenip ambara bakmak istemiş ve dolu olduğunu görünce "Bu ambar hiç boşalmıyor ki" demiş.Ve tılsım bozulmuş, ekin aldıkça ambar boşalmaya başlamış. Ama o kıtlık yılları da böyle atlatılmış.
Bir kaç yıl sonra annesi köy ekmeği pişirmek için köyün kadınlarını yardıma çağırmış. Köylü bir bakmış ki köylüye yetecek ekmek yapılmak isteniyor.
"Düğün değil bayram değil, bu kadar ekmeği niçin pişiriyorsun" deyince annesi sessiz kalmış ve "Siz yardım edin, yarına lazım, şunu da getirin, şunu da götürün" demiş.
O gün akşama kadar ekmekler, yemekler pişirilmiş herkes yarını bekliyor. Acaba ne olacak?
Ertesi gün sabah imam sela vermiş ve annesinin vefat ettiğini ilan etmiş. Tüm köylü o yemekleri cenazeden sonra yemişler.
*Oğlu da bu hikayeyi bizzat anlatan kişidir.
Allah CC rahmet eylesin.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK