YARALI HAYALET
bir gece bir odada dört arkadaş toplandık;
bir uzak rüya olan geçmiş günleri andık.
gözlerimiz yaşlıydı, gönüllerimiz mahzun,
hepimiz memleketten konuştuk uzun uzun.
dördümüzden ikisi aydın uşaklarından;
efelerin kanıydı damarlarındaki kan.
onlardı en ziyade ağlıyan için için.
bu hali, nihayete erdirebilmek için
bir sedefli tambura vererek küçüğüne
dedim ki: “kımıldanın, bu küskün haliniz ne?
bir çal da dinliyelim, haydi sarı zeybeği,
canlansın gözümüzde yalçın dağların beyi.
çaldı; tamburasından tarihin sesi geldi.
dağlara yaslanarak sarı zeybek yükseldi.
çaldı, her nağmesinde haykırarak şanını,
şu dağlarda bir olan zeybeğin destanını.
kardeşi, adım adım oynuyordu ortada;
gölgeler kırılıyor, sarsılıyordu oda.
diz çökerek vurdukça sağa sola dizini,
başına çıkan kanı kızartmıştı benzini.
parlıyan bakışları ilâhîleşiyordu.
her sarsıntı gönlümde bir külü eşiyordu.
gözlerim yavaş yavaş dumanlandı, karardı.
sandım ki odamızı bir mavi duman sardı.
gitgide koyulaştı bu mavi, renksiz duman,
gitgide hayal oldu orta yerde oynıyan.
sonra birden o hayal, parçaladı bu sisi,
artık şimdi oynıyan değildi deminkisi.
daldım karanlığına en derin hayretlerin;
her adımı beynimde uğuldıyan bu erin.
endamı ince, uzun, omuzları enliydi;
sırma burma bıyıklı, sırma mor cepkenliydi.
kaç kereler görmüştüm bu yüzü rüyada ben;
yer, gök yarılır gibi haykırıyor oynarken.
gönülden aşinayım erliğine bu sesin.
se misin sarızeybek, sarızeybek sen misin?
zeybek, sendeliyorsun! o ne, soluyor benzin!
yere eskisi gibi, hızlı vurmuyor dizin.
gözlerin kapanıyor, sana ne oldu, aman!
o ne? mor cepkeninden neden akıyor al kan?
bir kâfirin imansız kurşununa yandın mı?
ah ey sarızeybeğim, sen de yaralandın
NAZIM HİKMET