Öğretmene Öğretmenliğe Dair Yazılar...

Çevrimdışı munzeviçığlık

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
05 Nis 2013 23:28:52
Eğitim öğretimde Öğretmenin yeri önemi, basında eğitimle-öğretmenle ilgili çıkan yazıları, yorumları, tesbitleri, değerlendirmeleri bu başlık altında paylaşmak istedim değerli öğretmenlerim.Siz de istediğiniz takdirde uygun bulduğunuz bu tarz yazıları bizimle paylaşabilirmisiniz :)

Çevrimdışı sewil23

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 3.257
  • 10.734
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 3.257
  • 10.734
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 05 Nis 2013 23:30:20
hadi bakalım hayırlı uğurlu faydalı olsun. iilk mesaj da ilk teşekkür de benden olsun ;)

Çevrimdışı munzeviçığlık

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 05 Nis 2013 23:30:52
Öğretmen Dediğin Nedir ki ?

Öğretimin İlk’ine kapak attığım günü aradan çok uzun yıllar geçmesine karşın halâ hatırlıyorum. Boyunda bir yaka, üzerimde mavi bir önlük, sırtta defter ve kitabın, elde zeytin, peynirin olduğu çantalar, tutmuşum anamın elini doğru okula....


Kalabalık mı kalabalık bir sınıf, bir köşeden çocuklarını izleyen ebeveynler,ağlayan sızlayanlar,eve gitmek isteyenler çocuklar cabası. Bense sırada sus pus oturduğumu hatırlarım. Sonrasında sınıfa giren uzun boylu kısa saçlı, halka küpeleri olan gözlerinden ateş çıkarırcasına bakan mavi gözlü kadın öğretmeni unutmak mümkün değil ve sonrası malum…

Öğretmen kavramı ve bireyi ile ilk tanışmam bu yıllara dayanır ve tabi sizlerin de öyle. Beri yandan merhum Kemal Sunal’ın ( ışıklar içinde yatsın) ‘’ Öğretmen ‘’ filminin ilk yayınladığı yılların da o döneme denk gelmesi ile öğretmene daha farklı bir açıdan baktığımı söyleyebilirim.

Geçim sıkıntısı çeken,ek iş yapan,ay sonunu getiremeyen memur imajı gibi, uzar gider bu düşünceler. Bense ilk ve orta öğretimim olsun, üniversite hayatım olsun hep farklı bir gözle baktım öğretmenlere.

Ya peki Öğretmen dediğin nedir diye sorsam sizlere? Kalabalık sınıflarda, şımarığı olsun , içine kapanığı olsun el kadar çocuklara gürültü patırtı arasında çok şey öğreten;iş orta öğretime gelince ergenliğin,aile ve toplumsal erozyonun getirisi ile saygısızlaşan, laf dinlemeyen bireylere laf anlatmaya çalışan, kimi zaman saygı gören, çoğu zaman tepki çeken,saldırıya uğrayan,şehit düşen,sözleşmeli kadrolu ayırımına maruz kalan, en yüceside Atatürk’ün değerini bildiği el üstünde tuttuğu geleceğin doktorlarını, mimarlarını, mühendislerini temelden yetiştiren ilim insanlarıdır onlar oysa…

Her 24 Kasım’da ellerini öptüğümüz, çam sakızı çoban armağanı misali gönüllerini hoş tuttuğumuz öğretmenlerimiz onlar.

Son olarak,yeni neslin öğretmenlerinin hem şanslı hem de işlerinin çok zor olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Teknolojinin gelişmesi ile akıllı sınıfların olduğu okullar, online karneler, dersler kısacası teknolojinin çığır açtığı 2000’lerin öğretmenleri çok şanslı.

Diğer yandan da toplumsal yozlaşma ve erozyonun günden güne arttığı, ‘’saygı’’ nın sadece sözlükte yer alan bir kelime olarak kaldığı günümüzde onların biraz daha zorlandıkları aşikar.

Yüce Atatürk’ün bir sözü ile yazımı tamamlamak istiyorum.

‘’ Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet, henüz bir millet adını alma yeteneğini kazanamamıştır. M.Kemal Atatürk

Eren Y.

Çevrimdışı munzeviçığlık

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 05 Nis 2013 23:31:18
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
hadi bakalım hayırlı uğurlu faydalı olsun. iilk mesaj da ilk teşekkür de benden olsun ;)

Çok teşekkür ederim Sevil öğretmenim ;)

Çevrimdışı munzeviçığlık

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 05 Nis 2013 23:32:37
Öğretmenlerin Yapması Gereken 35 Altın Kural


Değerli öğretmenlerim,eli öpülesi öğretmenlerim…Siz bu milletin eğitimini nakış nakış işleyenlersiniz…Sizlere sözüm olmaz ama hani unutuveririz ya bazı bildiklerimizi, bende size hatırlatmak istemiştim o unutulanları…Umarım sözlerim doğru anlaşıla, hata etmişsem affola…
Yazımın başlığında belirttiğim gibi öğretmenlerin yapması gereken 35 altın kuralı belirteyim…Şimdiden kuralların gerçekleşmesi dileğiyle…


1-Öğrenciler her daim övülmelidir.
2-Dersleri yaparak yaşayarak öğretmelidir.
3-Beden dilini çok iyi kullanılmalıdır.
4-Diksiyonunu çok iyi kullanmalıdır.
5-Okula hazırlıklı gidilmelidir.
6-Teknolojiyi çok iyi kullanmalıdır.
7-Güncel olaylar takip edilmelidir.
8-Nezaket kurallarını özümsemiş olmalıdır.
9-Kütüphanenin yolunu çok iyi bilmelidir.
10-Öğrencilere kitap önerisinde bulunmalıdır.
11-Zamanı tasarruflu kullanmalıdır.
12-Sıradışı olmalıdır.
13-Öğrencisini geleceğin lideri olarak görmelidir.
14-Fikirlere açık olmalıdır.
15-Müzeleri ve tarihi eserleri ziyaret etmelidir.
16-Gençbeyin dergisini düzenli takip etmelidir.
17-İdarecisini övmelidir.
18-Annesinin, babasının duasını almalıdır.
19-Hayata pozitif bakmalıdır.
20-Tarih bilgisini derinleştirmek amacıyla yedikıta dergisini takip etmelidir.
21-Farklı okullarda görev yapan öğretmenlerin deneyimlerinde yararlanmalıdır.
22-İnsanlara pozitif enerji vermelidir.
23-Her yaz farklı bir şehre seyahat etmelidir.
24-Öğretmekten çok eğitmenin önemli olduğunu bilmelidir.
25-Herşeyden önce sadece öğrencilere değil topluma da örnek bir insan olduğunu bilmelidir.
26-Bilgi yarışmalarını takip etmelidir.
27-Beden sağlığı için günlük spor yapmalıdır.
28-Herkes bakarken öğretmenler gören olmalıdır.
29-Projeler üreterek yenilikçi olmalıdır.
30-Sabır ve gönüllülük sınırsız olmalıdır.
31-Kaşif gibi öğrencisini keşfetmelidir.
32-İletişim sanatını geliştirmelidir.
33-Velileri bilgilendirmenin yolunu bilmelidir.
34-Alanınıdaki mesleki gelişim kitaplarını okumalıdır.
35-Doğru bildiğiniz yoldan asla şaşılmamalıdır…

Kaynak: mebpersoneli.com

Çevrimdışı munzeviçığlık

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 05 Nis 2013 23:34:22
BÜTÜN ANNE BABALARIN VE ÖĞRETMENLERİN OKUMASI GEREKEN BİR HİKAYE


 Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:
- Hayrola, neden elimi öpmek istedin?
 - Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinize katıldım. Hayatım değişti.

 O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.
- Ne oldu, nasıl oldu?
- Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, "Bir insanın ana vatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına
 olanaklar yaratmaktır."Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:
- Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, "Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına
 olanaklar yaratmaktır." Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm.
 Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?
- Hayır, neden?
- Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. "Oğlum bugün ödevini yaptın mı?" Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da
 *sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, "cık" sesini çıkarıyordu.* Kızıyordum, söyleniyordum, "Niye yapmıyorsun ödevini!" diyordum.
 Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.
 Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam etti:
- Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. "Ben ne biçim babayım," diye kendime sordum. Seminer için geldiğim*
İstanbul'dan çalışma yerim olan Kayseri'ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.
 - Radikal bir karar!*
- Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam.
 Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu.
- Eşiniz ne dedi?
 - Hocam biliyor musun ne oldu?
 - Ne oldu?*
- Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, "Bu ne biçim seminer be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış!
Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz."

- Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!
- Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim.
 Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.
- Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?
- İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve "Hayır!" anlamına gelen "cıkk" dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım.

 Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya, ben seni çok seviyorum. Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti.

 "Ne büyük tehlike!" diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım.
- Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama önemli bir tehlike!
- İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, "Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın," demişti. O nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim!
 Yok, dedi, sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim.
- Eşiniz gelmek istemedi!*
- Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır sen yalnız gideceksin dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye.
 Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler.
 Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, siz ne yaptınız bu çocuğa, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa, dedi. "Çok mu kötü hocam?" diye sordum. Gülümsedi, hayır, kötü değil, dedi. "Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?"

- Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?
- Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım.
İnanamıyordum kulağıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar, duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. "O kadar mı kötü?" diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım.
 Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum.Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.
 "Gel seni yeniden kucaklayayım!" dedim. Kucaklaştık.
 "Çocuklar Gülsün diye!" yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı çocukluğudur.
 Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler.
 Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler.
 Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun!

 Doğan CÜCELOĞLU

Çevrimdışı munzeviçığlık

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 05 Nis 2013 23:36:44
AVRUPA BİRLİĞİ ÜLKELERİ veTÜRKİYE'DE ÖĞRETMEN MAAŞLARI

Avrupa Toplulukları Resmi Yayınlar Dairesince hazırlanan 1996 yılı basımlı, Avrupa Birliğinde Eğitim Üzerine Temel Bilgiler adlı dokü­manda; Avrupa Birliğine üye ülke­lerde görev yapan öğretmenlerin mesleklerinin başlangıcındaki yıl­lık maaşlarıyla, belli bir kıdemden sonra aldıkları maaşları, 1965 yı­lından başlamak üzere her beş yılı kapsayacak şekilde (ilkokul, orta­okul, genel lise, meslek lisesi öğ­retmenleri) hazırlanmıştır.

Öğretmen maaşlarının durumu, ülke ülke, gayri safî millî hasılaya oran­ları esas alınarak, beş yıllık peri­yotları kapsayacak şekilde indikatörle (grafikle) gösterilmiştir. Bu indikatörler incelendiği zaman, 1965 yılında en yüksek olan öğret­men maaşlarının, Lüksemburg hari­cinde azaldığı görülmektedir.

1965 yılında; ilkokul, ortaokul, lise ve meslek lisesi öğretmenlerinin ara­sındaki maaş farklılıkları, son za­mana doğru azaltılmıştır. İrlanda ve Birleşik Krallıkta öğretmenler birbirlerine çok yakın maaş almak­tadır.

Yandaki tabloya Türkiye'nin son dört yılı ile 1993 yılına ait Avrupa Bir­liği ülkelerinde görev yapan öğret­menlerin "minimum" ve "maksi­mum" yıllık maaşları alınmıştır. Yine bu tabloda ülkelerin kişi başı­na gayri safi millî hasılası, ulusal para Avrupa Para Birimi (EURO) ve ABD Dolan cinsinden gösterilmiş­tir.

1993 yılı bilgileriyle öğretmenler tah­sil durumuna göre; Belçika 25-27, Danimarka 16-20, Almanya 18-22, Yunanistan 32, İspanya, İtalya, Avusturya 40, Fransa 20-30, İrlan­da 24-25, Lüksemburg ve Portekiz 29, Hollanda 24-26, Finlandiya 20,

İsveç 20-23, Birleşik Krallık'ta 8-9 yıllık hizmetten sonra maksimum maaşı alabilmektedir.

AB ülkelerindeki öğretmenler, genel­likle mesleklerine başladıklarında kişi başına gayri safi millî hasılala­rına yakın maaş almakta, kıdemli duruma geldikten sonra bu oran, iki katına yakın artmaktadır. Türki­ye'de de mesleğe yeni giren öğret­mene gayri safi millî hasılaya uy­gun maaş verilmekte, kıdemli öğ­retmenlerde bu oran birbuçuk kat dolayında kalmaktadır. Tablo incelendiğinde; Portekiz ve Yunanistan millî gelir açısından 4 kat, Lüksemburg 10 kat, diğer AB ülkeleri de Türkiye'den 5-7 kat da­ha zengindir.

Türkiye'de 4 Nisan 1994 den önce 2880 dolar düzeyinde seyreden kişi başına ulusal gelir, 4 Nisan 1994 deki ekonomik paketin uygulama­ya konulmasıyla 1900 dolar civarı­na düşerek, yaklaşık 1000 dolara yakın bir gelir kaybına neden ol­muştur. 15 Temmuz 1995 fiyatla­rıyla dolar cinsinden gayri safi mil­lî hasıla, 1993 yılı seviyesine ula­şamamıştır. Bu rakamın, 1996 yılı tahmini gelirlerine göre de düşük kalacağı tahmin edilmektedir.

Ekonomideki dalgalanmalardan top­lumun bütün kesimleri gibi öğret­menler de etkilenmiştir. Türki­ye'deki kişi başına gayri safi millî hasıladaki düşüklük nedeniyle in­sanlar ihtiyaçlarını karşılamada zorluk çekmektedir. Bu durum, öğ­retmenleri ikinci bir iş yapmaya zorlamakta, sonuçta da eğitimin kalitesi olumsuz etkilenmektedir.

Gayri safi millî hasılaya göre maaş alan öğretmenlerimiz, ihtiyaçlarını Dolar, Mark cinsinden karşılamak zorunda kaldıklarından sıkıntıdan kurtulamamakta, geleceğin gençleri ve çocuklarımız sağlıklı olarak eğitilememektedir.

Ulusal millî gelire bağlı maaş alan kemiz öğretmenlerinin, 1980"li yılların ortalarından itibaren serbest piyasa koşullarına bağlı olarak zorunlu ve sosyal ihtiyaçları arttığından, giderleri yükselmiştir. Bu dönemde AB ile bütünleşme sürenin başlamasıyla da ihtiyaçlar dolar veya Alman Markı'na ba olarak temin etmek zorunda kalmışlardır. 1978'den beri uygulanmakta olan öğretmen atama sistemi (rotasyon), araştırılmadan 15 yıl aradan sonra kaldırılmış, öğretmen dağılımındaki denge sağlanamamış, bir tarafta dersler boş geçerken, diğer taraftan bazı öğretmeler sınıfa girmeden maaş almışlardır.

Avrupa Birliği ile gümrük birliği ortaklığını kuran ülkemizde. VII.plân döneminde gerçekleştirilmesi düşünülen "Eğitim Reformu" çerçevesinde öğretmenlere sendikal haklar verilmeli, çalışmayan ve b şanlı olmayan öğretmenlerin sözleşmeleri yenilenmemeli, ihtiyaç duyulan yerlerde öğretmen görevlendirilerek dengeli dağılım yapılmalı, Avrupa şartlarında yaşam zorunda kalan öğretmenlerin pastadan daha çok pay almaları sağlanmalı, AB ile rekabet etmek zorunda kalacak ülkemizde de eğitim-öğretim kalitesi yükseltilmelidir.

 

 

KAYNAKLAR

1)   Key Data on Education in the European Union 1996,

2) Basic Statistic of the European Union, 1995,

3) DİE İstatistikleri ve DPT Ekonomik Gösterge Yayınları,

4) Resmi Gazete, Merkez Bankası Döviz Kurlan-Sayı: 21638, 21892, 21903. 22344. 22698

5) Öğretmen maaş bordroları. 1993, 1994. 1995. 1996 yılları


Ahmet KASAPÇOPUR
Milli Eğitim Bakanlığı Başmüfettişi
 


Millî Eğitim Vakfı  Dergisi  Sayı:36 Temmuz_Eylül 1996  Sayfa 11-13

Çevrimdışı munzeviçığlık

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 05 Nis 2013 23:39:04
Eğitimde Önemli, En Önemli Olan Ne?

" Her ne kadar eğitimi ciddiye alan çok fazla kişi olmasa da hala önemini bilenler var. Bu çerçeveden baktığımızda, eğitimde, öğretmen kadar önemli olan, bir diğer konuda ölçme değerlendirme."
Eğer bu konuda adil, güvenilir, objektif ve uluslar arası anlamda kabul gören bir değerlendirme sisteminiz yoksa, eğitimde başarılı olmanız mümkün değil.
 Örneğin LYS ve YGS gibi üniversite giriş sınavları bu özellikleri ne kadar taşıyor?
Adil mi?
 Evet demek çok zor?
 Meslek lisesi ve dersaneye gitme olanağı olmayanları fazlasıyla mağdur ediyor.
Güvenilir mi?
 Eskiden daha güvenilirdi, bir ara çok tartışıldı, şimdi yeniden o eski güveni kazanmak için ciddi çabalar var.
 Adil mi?
Evet demek çok zor.
 Robert ve Galatasaray mezunu ile Şırnak Lisesi mezunu nasıl aynı sınava sokulur ki!..
 Ve en önemlisi uluslar arası kabul edilirliği?
 Verdiğimiz diplomalar, puanlar ya da eğitim?
 Yurtdışında ne kadar kabul görüyor?
 En iyi şekilde demek isterdik ama maalesef…
 Peki ya okullardaki sınavlar ve diploma dereceleri ?
 Şimdi bir de Anadolu liseleri ve üniversiteye girişte de dikkate alınıyorlar.
 Sizce tüm notlar objektif mi?
 Ve gelelim yabancı dil sınavlarındaki kaosa.
 Görünen o ki bu konuda daha uzun süre sancılı bir dönem yaşanacak…
 

aguclu@abbasguclu.com.tr

Çevrimdışı AYŞE 55

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.422
  • 3.591
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.422
  • 3.591
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 05 Nis 2013 23:39:51
 Munzevi hocam hayırlı olsun , öğretmenlikle ilgili ne kadar haber varsa toplamışsınız bakıyorum :)
 Eh çorbada bizim de tuzumuz olsun bari
 
 Öğretmen maaşları
Bütün mesleklerin içinde en önemli meslek olan öğretmenlik mesleğinin birçok sorunundan biride (belki en önemlisi diyebiliriz) maaşlarının az olması sorunudur. Her yıl tartışmalara yol açan öğretmenlerin maaşına zam yapılması da cabasıdır. Çok az miktarlarda yapılan zamlar öğretmenlerimizi çok da fazla memnun etmemektedir. Peki en çok maaş konusu bu denli konuşulan ve tartışılan öğretmenlerimizin maaşlarını neden az bulduğuna bir bakalım.
Öncelikle her öğretmende değil fakat özellikle doğu bölgemizde yaşayan öğretmenlerimiz oldukça zor şartlarda yaşmaktadır. Harcadıkları emek ve başarı daha fazla olmaktadır. Çünkü bir sınıfta farklı sınıf dereceleri olan çocuklar olmakta ve onlara ders anlatmak zor. Bunun yanında çoğu çocuk Kürtçe konuştuğu için öncelikle Türkçe’nin öğretilmesi de cabası oluyor.
 
Özellikle de evli olanlar için durum daha zor olmaktadır. Çünkü ataması olan her öğretmen o ilde ev alma durumları olmadığından dolayı ancak kira ile idare etmek durumundalar.  Bundan dolayı şanslı olan öğretmenler olduğu gibi ev kiraları tavan yapmış illerde bulunmaktadır. Min. ev kirası için ayrılan bütçe 350 TL olmaktadır. En düşük maaş olan öğretmenin aşağı yukarı 1650 TL civarında aylık harcayacağı para eline geçmektedir. Belki bekar olan öğretmenler için bu para yeterli gibi görünse de evli olan ve çocuk sahibi öğretmenlerin geçinmesi zor olmaktadır. Çünkü çocukların servis, okul ve kitap ücretleri derken öğretmenlerin elinde kalan maaş miktarı azalmaktadır. Geçinme sıkıntısı içinde boğuşan öğretmende ya ek iş yapmaya yöneliyor ya da bunalım ve stres giriyor. Bu şekilde hayatı olan bir öğretmenden sağlıklı bir meslek icra etmesi beklenemeyecektir.
 
En çok tuhaf olan da bunca zahmetle mesleğe gelen öğretmenlerin, çaba sarf etmeden milyon dolarlar içinde yüzen kişiler kadar değersiz oluşudur. O kadar emek, stres, sıkıntı ve maaş azlığı… Oysa ülkemizde meşhur olarak daha fazla paranın kapısı size açılıyor. Adaletsizliğin özellikle öğretmenlerden tarafa olması demek ülkede birçok sorunun başı olması demektir.
Hakan DOĞER

Çevrimdışı bunasilisdir

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 120
  • 344
  • Birleştirilmiş Sınıf
  • 120
  • 344
  • Birleştirilmiş Sınıf
# 05 Nis 2013 23:41:17
hayırlısı olsun herkes faydalanır inşallah.teşekkür edemedim

Çevrimdışı munzeviçığlık

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 05 Nis 2013 23:42:50
Çok teşekkürler Ayşe öğretmenim artık rahat rahat paylaşayım  ilgimi çeken yazıları :) .

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
hayırlısı olsun herkes faydalanır inşallah.teşekkür edemedim

İnşallah öğretmenim :) teşekkürler...

Çevrimdışı blnt3575

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 316
  • 990
  • 316
  • 990
# 05 Nis 2013 23:46:27
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
BÜTÜN ANNE BABALARIN VE ÖĞRETMENLERİN OKUMASI GEREKEN BİR HİKAYE


 Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:
- Hayrola, neden elimi öpmek istedin?
 - Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinize katıldım. Hayatım değişti.

 O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.
- Ne oldu, nasıl oldu?
- Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, "Bir insanın ana vatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına
 olanaklar yaratmaktır."Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:
- Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, "Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına
 olanaklar yaratmaktır." Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm.
 Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?
- Hayır, neden?
- Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. "Oğlum bugün ödevini yaptın mı?" Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da
 *sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, "cık" sesini çıkarıyordu.* Kızıyordum, söyleniyordum, "Niye yapmıyorsun ödevini!" diyordum.
 Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.
 Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam etti:
- Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. "Ben ne biçim babayım," diye kendime sordum. Seminer için geldiğim*
İstanbul'dan çalışma yerim olan Kayseri'ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.
 - Radikal bir karar!*
- Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam.
 Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu.
- Eşiniz ne dedi?
 - Hocam biliyor musun ne oldu?
 - Ne oldu?*
- Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, "Bu ne biçim seminer be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış!
Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz."

- Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!
- Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim.
 Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.
- Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?
- İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve "Hayır!" anlamına gelen "cıkk" dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım.

 Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya, ben seni çok seviyorum. Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti.

 "Ne büyük tehlike!" diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım.
- Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama önemli bir tehlike!
- İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, "Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın," demişti. O nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim!
 Yok, dedi, sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim.
- Eşiniz gelmek istemedi!*
- Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır sen yalnız gideceksin dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye.
 Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler.
 Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, siz ne yaptınız bu çocuğa, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa, dedi. "Çok mu kötü hocam?" diye sordum. Gülümsedi, hayır, kötü değil, dedi. "Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?"

- Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?
- Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım.
İnanamıyordum kulağıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar, duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. "O kadar mı kötü?" diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım.
 Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum.Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.
 "Gel seni yeniden kucaklayayım!" dedim. Kucaklaştık.
 "Çocuklar Gülsün diye!" yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı çocukluğudur.
 Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler.
 Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler.
 Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun!

 Doğan CÜCELOĞLU


Bu yazıyı öncedende okumuştum çok güzel içerikli bir yazı ama malesef bir öğretmen olarak bu gerçeği göz ardı ettiğimi düşünüyorum.

Çevrimdışı balmer

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 936
  • 4.190
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 936
  • 4.190
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 05 Nis 2013 23:57:08
Öğretmenim, mesleğimiz ile ilgili yazıları ayrı bir başlıkta toplamanız çok güzel olmuş. Şimdiden hayırlı olsun, ziyaret edenleriniz çok olsun.

Çevrimdışı FTM40

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.361
  • 5.985
  • 1.361
  • 5.985
# 06 Nis 2013 00:00:51
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Eğitim öğretimde Öğretmenin yeri önemi, basında eğitimle-öğretmenle ilgili çıkan yazıları, yorumları, tesbitleri, değerlendirmeleri bu başlık altında paylaşmak istedim değerli öğretmenlerim.Siz de istediğiniz takdirde uygun bulduğunuz bu tarz yazıları bizimle paylaşabilirmisiniz :)

Teşekkürler öğretmenim buradan. Günlükten okuyordum.Burada daha iyi olmuş.İyi paylaşımlar. :)

Çevrimdışı munzeviçığlık

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 4.642
  • 22.384
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 06 Nis 2013 00:01:46
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Öğretmenim, mesleğimiz ile ilgili yazıları ayrı bir başlıkta toplamanız çok güzel olmuş. Şimdiden hayırlı olsun, ziyaret edenleriniz çok olsun.

Teşekkürler öğretmenim :) benim fikrim ancak değerli öğretmenlerimizin paylaşımlarıyla inşallah zenginleşmesini umuyorum  :)

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK