Heyhat
yeniden
ıskaladın
vuslatı!
Şimdi eyersiz atlar gibi özgür
ve lânetli bir keder gibi
uzak
yağmurda…
Çok dost olmasan,
çok olmazdı düşmanların da!
Çok galip gelmek istemesen,
kim bilir böyle çok yenilmeyecektin.
Çok gülmesen belki bir zaman,
böyle öç almazdı hayat;
ağlamazdın
çok…
Çok sevmesen,
çok özlemezdin.
Çok görmesen, bilmezdin;
çok bilmesen çok acıtmazdı hayat….
Çok gitmesin yollara;
upuzun yollara,
böyle çok olmazdı dönüşün…
Bana öyle uzak durmasan,
sana böyle yakın olmazdım.
Yanmasam,
kül
kalmazdım…
Şehvetin türküsü vuslata kalsın!
II
Uçurumlar eskisin, bırak
ve şehvetin türküsü vuslata kalsın
ki bu başıbozuk uğultuda mağlûp sesim,
sesine varsın…
Seni bana uzak kılan
bu ıssız ve derin uçurumlar…
Uçurumlar utansın!
III
Ama diner şehvet
ve bir gün aşınır vuslat da.
Bir okyanusa baka baka kalırız palamarlarda;
kalırız, kuytularda… Sanki bir yalnız karınca
kararınca kalırız solgun güz bahçelerine aşklar varınca…
Ey kırık dal parçaları
uzak
yağmurda,
şehvetin türküsü vuslata kalır
ve yiter…
Her hikâye biter;
herkes yangınından külüne döner.
Ve bir ihanettir ten bedende:
Çekip gider… Çekip gider!
Sonra kırık dal parçaları
uzak
yağmurda,
bize benzerler…
IV
Hıçkırıkların
kuytuluklara,
sevincin
kahrına,
dönüşün
yıllara kurban!
Kalbin
kabrine,
dostluğun
pusulara,
yenilgin
umuda kurban!
Özlemim,
özlemine kurban yâr,
yangınım şimdi ben:
Yangınım,
bir kibrit çöpüne kurban!
Yılmaz ODABAŞI