Üç Aylar Ve Hayat Dersleri (2013)

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 03 Ağu 2013 08:40:44
Hayırlı günler dilerim.

3 Ağustos 2013 Cumartesi  –  26 Ramazan 1434

SABİT İBN-İ EL-ENSARİ

 «Sabit ibn-i Kays'ınki hariç,  ölümünden sonra yaptığı vasiyeti yerine getirilen hiç kimse yoktur».
Sabit ibn-i Kays el-Ensari, Hazrec kabilesinin beğenilen ve Yesrib'in sayılı kişilerindendi.
Ayrıca o, zeki, hazır cevap, gür sesli ve güzel konuşan biriydi Konuştuğu zaman, konuşmacılara üstün gelir, dinleyicileri de büyülerdi.
O, Yesrib'de İslam'a ilk girenlerdendi. Mekkeli genç davetçi Mus'ab ibn-i Umeyr'in güzel sesiyle okuduğu Kur'an ayetlerini dinleyince, onların etkisinde kalmıştı.
Böylece Allah, onun göğsünü imana açmış, derecesini yüceltmişti.
Rasulallah, (s.a.v.) muhacir olarak Medine'ye geldiğinde Sabit ibn-i Kays, büyük bir süvari grubuyla, onu ve arkadaşı Ebu Bekr'i güzelce karşılamış, Hz. Peygamber'in önünde beliğ bir konuşma yapmıştı. Bu konuşmasına Allah'a hamd ve sena, Peygamber'ine salat ve selamla başlamış ve şu sözlerle son vermişti:
«— Ya Rasulallah! Biz, canlarımızı, çocuklarımızı ve kadınlarımızı koruduğumuz gibi seni koruyacağımıza söz veriyoruz. Bunun karşılığı olarak bize ne var?»
Rasulallah (s.a.v.) da:
«— Cennet...» diye cevap vermişti.
Cennet kelimesini duyunca, oradakilerin yüzleri sevinç ve memnuniyetten parlamış:
«— Kabul ettik, ya Rasulallah... Kabul ettik, ya Rasulallah!» demişlerdi.
Rasulallah (s.a.v.) Hassan ibn-i Sabit'i şairi yaptığı gibi, o günden itibaren Sabit ibn-İ Kays’ı da hatibi yapmıştır.
Rasulallah'la (s.a.v.) övünme yarışına girmek veya onunla münazarada bulunmak için arap hatip ve şair heyetleri geldiğinde Rasulallah (s.a.v.) hatiplerle yarışması için Sabit ibn-i Kays'i şairlere karşı övünmesi için de Hassan ibn-i Sabit’i görevlendirdi.
Sabit ibn-i Kays, imanı köklü, takvası katıksız, Rabbinden çok korkan ve Allah’ın gazabını çekecek her şeyden çok sakınan bir mümindi.
Bir gün Rasulallah (s.a.v.) onu, korkudan titrerken ve üzüntülü bir halde gördü:
«— Neyin var Ebu Muhammed?» dedi.
—  Mahvolmuş olmaktan korkuyorum»   diye cevap verdi.
«— Niçin?»
«— Aziz ve Celil olan Allah, yapmadıklarımızla övülmeyi istemememizi emretti. Hâlbuki ben kendimi övülmeyi seviyor görüyorum. Allah bize büyüklenmeyi yasakladı ama ben kendimi beğendiğimi zannediyorum».
Rasulallah  (s.a.v.) onun korkusunu yatıştırdıktan sonra:
«— Sabit! Övülmüş olarak yaşamaya, şehit olmaya ve Cennet'e girmeye razı olmaz mısın?» dedi.
Sabit'in yüzü bu müjdeyle parladı:
«— Evet, isterim ya Rasulallah. Evet ya Rasulallah!..'
«— İşte bunlar senin için var.»

«Ey iman edenler! Peygamber'in sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin. Farkına varmadan, işlediklerinizin boşa gitmemesi için, Peygamber'e birbirinize bağırdığınız gibi yüksek sesle bağırmayın»
Mealindeki ayet nazil olduğu zaman, çok sevmesine ve aşırı tutkunluğuna rağmen. Sabit ibni-Kays Rasulallah'ın (s.a.v.) meclislerine katılmayıp evine çekildi. Sadece namaz için evden çıkıyordu. Peygamber onu arayıp bulamayınca:
«— Kim bana ondan haber getirir?» dedi, Ensar'dan birisi:
«— Ben getiririm, ya Rasulallah» diye cevap verdi.
Ensarlı zat aramaya gittiğinde onu üzgün ve başı önüne eğik bir vaziyette  buldu:
«— Nasılsın?  Ebu Muhammedi» dedi.
«—Kötüyüm», dedi.
«— Neden?»
«—  Biliyorsun, benim sesim gürdür. Çoğunlukla sesim, Rasulullah'ın (s.a.v.) sesinin üstüne çıkar. Bildiğin gibi, bu konuda ayet indi. Ben işlediklerimin boşa gittiğini ve cehennemliklerden olduğumu zannediyorum...»
O zat Rasulallah'ın (s.a.v.) yanına dönüp gördüklerini ve duyduklarını ona haber verdi. Rasulallah:
«— Git ona şöyle söyle:  Sen cehennemlik değilsin. Cennetliksin.»
Bu, Sabit için hayatı boyunca duymak istediği en büyük müjdeydi.

Sabit İbn-Kays, Bedir hariç bütün olaylarda Rasulullah'la (s.a.v.) beraber olmuştur. Peygamber'in müjdelediği şehitliği elde etmek için kendini harbin tehlikelerine atmıştır. Ama her defasında, tam yaklaşmak üzereyken onu kaçırıyordu... Bu, Hazreti Ebu Bekr zamanında Müslümanlarla Müseylimetu'l-Kezzab arasında yapılan savaşlara kadar sürdü.
O sırada, Ensarlı askerlerin komutanı Sabit İbn-i Kays, Muhacirlerinki Ebu Huzeyfe'nin azatlı kölesi, Salim, bütün ordunun komutanı da Halid Ibnu'l-Velid idi, Çarpışmaların çoğunda üstünlük Müseylime ve adamlarının lehine, Müslümanların aleyhine idi. Hatta onlar, Halid'in çadırına saldırıp hanımı Urnmu Temim'i öldürmek üzereydiler. Çadırın iplerini kesip paramparça etmişlerdi. Sabit İbn-i Kays o gün, Müslümanların gevşekliğinden ve birbirlerini suçlamalarından dolayı üzüntü verici şeylere şahit olmuştu...
Şehirliler köylüleri korkaklıkla suçluyorlar. Köylüler de, şehirlilerin iyi savaşmadıklarını ve harbin ne demek olduğunu bilmediklerini söylüyorlardı...
Öyle olunca Sabit, ölmeye hazırlanıp kefenini giydi. Şehitlerin falan önünde durdu ve şöyle konuştu:
«„ Ey Müslümanlar! Biz, Rasulallah'ın (s.a.v.) yanında böyle savaşmıyorduk. Düşmanlarımıza, size karşı cesaret gösterme alışkanlığını vermeniz ne kötü... Kendinizi, onlar için savaştan vazgeçmeye alıştırmanız ne kötü...»
Sonra gözünü semaya dikip şöyle dedi:
„— Allah'ım! Ben sana karşı, şunların (Müseylime'yle taraftarlarının) getirdiği şirkten uzağım. Sana karşı, şunların (Müslümanların) yaptıklarından da uzağım.»
Şu mübarek zatlarla, el-Bera ibn-i Malik el-Ensari, Hz, Ömer'in kardeşi Zeyd ibn-i Hattab'la, Ebu Huzeyfe'nin azatlı kölesi Salim'i ve diğer Müminlerle birlikte omuz omuza dövüşmek üzere aslan gibi hücuma geçti.
O, Müslümanların kalplerini hamiyet ve azimle, müşriklerin kalplerini de korkuyla dolduran bir dövüş çıkardı.
Her yerde, her türlü silahla dövüşerek düşmanların gücünü kırdı. Allah'ın sevgilisi Rasulallah'ın (s.a.v.) müjdelediği ve Allah'ın ona takdir ettiği şehitliğe ve onun elinde Müslümanlar için gerçekleştirdiği, zafere sevinerek savaş alanında yere yıkıldı...»
Sabit'in üzerinde kıymetli bir zırh vardı, Müslümanlardan birisi yanına geldi, üzerinden zırhı çıkarıp aldı.
Şehit düştüğünün ertesi gecesi, Müslümanlardan birisi Sabit'i rüyasında gördü. Sabit, o adama şöyle dedi:
«— Ben Sabit ibn-i Kays’im. Beni tanıdın mı?
 «— Evet.»
«— Sana bir vasiyet yapacağım. Bu bir rüyadır deyip geçme. Yoksa onu kaybedersin... Dün öldürüldüğümde, Müslümanlardan şöyle şöyle birisi yanıma geldi ve zırhımı alıp falan taraftaki kışlanın çok uzağında bulunan çadırına götürdü ve kendine ait bir kazanın altına koydu. Kazanın üzerine de bir deve palanı attı. Halid ibnu'l-Velid'e git ve ona: Zırhı alması için birisini o adama göndermesini söyle. Zırh, hala yerinde durmaktadır. Sana başka bir şey daha vasiyet edeceğim: Bu, uyku uyuyan birisinin gördüğü rüyadır demekten sakın yoksa onu kaybedersin, Halid'e: Medine'deki Rasulallah'ın (s.a.v.) Halifesine geldiğin zaman ona, Sabit İbn-i Kays'ın şu kadar borcu var. Kölelerinden falan ve falan azad edilmiştir, de. O, borcumu ödesin ve iki kölemi serbest bıraksın.»
Adam uyanınca, Halid'e gidip başından geçenleri ona anlattı... Halid birisini, zırhı getirmesi için o adama gönderdi. Gönderdiği adam, zırhı yerinde buldu ve onu getirdi.
Halid Medine'ye dönünce, Sabit ibn-i Kays'la ilgili hadiseyi ve onun vasiyetini Ebu Bekir'e anlattı. Hz. Ebu Bekir de onun vasiyetini yerine getirdi.
Ne önce, ne de sonra Sabit'inki hariç, ölümünden sonra, vasiyeti yerine getirilen hiç kimse bilinmemektedir...

Allah, Sabit ibn-i Kays'tan razı olsun ve onu razı etsin. Onun makamını a'lay-ı illiyyin'de (yüksek makamların en yükseğinde) kılsın..

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 04 Ağu 2013 08:12:14
Hayırlı günler dilerim.

4 Ağustos 2013 Pazar  –  27 Ramazan 1434

İKİ KEMERLİ ESMA BİNT EBİ BEKR

 «Esma,  yüz sene yaşamıştır.  Onun ne tek bir dişi düşmüş, ne de aklından bir eksilme olmuştur.»
Bu hanım sahabemiz; şerefi bütün yönlerinden elde etmiştir. Babası sahabedir, dedesi sahabedir. Kız kardeşi sahabedir. Kocası sahabedir, oğlu sahabedir...
Bunlar, şeref ve övünç olarak ona yeter...
Babası, sağlığında Rasulallah'ın (s.a.v.)  dostu, vefatından sonra halifesi olan Ebu Bekir es-Sıddik'tir...
Dedesi; Ebu Bekr'in babası Ebu Atik'tir.
Kız kardeşi; müminlerin annesi temiz, pak, Aişe'dir.
Kocası, Rasulallah'ın (s.a.v.) dostu ez-Zubeyr ibnu'l-Avvam'dır.
Oğlu;  Abdullah ibnu'z-Zubeyr'dir...
İşte bu  -kısaca- Esma bint-i Ebi Bekir es-Sıddik'tir.
O kadar...
Esma, İslam'a ilk giren kadınlardandı. Bu büyük fazilette 17 kişinin dışında kimse onun önüne geçmemişti. Ona «İki Kemerli» lakabı verilmiştir. Medine'ye hicret ettikleri gün, Hz. Peygamber'le babasına yiyecek ve su tulumu hazırlamıştı. Onları bağlayacak bir şey bulamayınca, kemerini ikiye bölmüş, birisiyle azık torbasını, diğeriyle de su kabını bağlamıştı. Hz. Peygamber, o iki kemerin yerine Cennet'te, ona iki kemer vermesi için Allah'a dua etmişti.
İşte bundan dolayı ona, «İki Kemerli» lakabı verilmişti.

Onunla, ez-Zubeyr ibnu'l-Avvam evlenmişti. Ez-Zubeyr, yoksul bir gençti. Hizmetini görecek hizmetçisi ve ailesini rahat içinde yaşatacak parası yoktu. Sadece bir atı vardı.
Esma ona iyi bir eş oldu. Kocasının hizmetini görür, atını tımar eder, otlatır ve ona yem hazırlardı. Nihayet Allah, ez-Zubeyr'e yardım etti ve o sahabenin en zenginlerinden oldu.
Esma Allah ve Rasul'üne sığınmak için Medine'ye hicret etmek istediğinde, oğlu Abdullah İbni'b-Zubeyr'e hamileliğinin son günlerindeydi. Bu durum onun, uzun ve meşakkatli yolculuğa çıkmasına engel olmadı. Küba'ya varınca çocuğunu doğurdu. Müslümanlar, Allahuekber ve la ilahe illallah diye bağırdılar. Çünkü o, Muhacirler'in Medine'de doğan ilk çocuğu idi. Onu Rasulullah'a (s.a.v.) götürüp kucağına verdiler. Rasulallah (s.a.v.) biraz tükrüğünden alıp çocuğun ağzına koydu. Sonra da onun için dua etti...
Böylece onun kamına ilk giren, Rasulullah'ın (s.a.v.) tükrüğü oldu.
Erkeklerden pek azında bulunan iyi hasletler, güzel huylar ve metanet Esma Bint Ebi Bekr'de bir araya gelmişti.
O, darbı mesel haline gelecek kadar cömertti. Oğlu Abdullah şöyle anlatır:
«— Ben şimdiye kadar, teyzem Aişe ve Annem Esma'dan daha cömert kadın görmedim. Ancak onların cömertlikleri farklıdır. Teyzem bazı şeyleri biriktirmeye çalışırdı. Bir miktar biriktirince, onu ihtiyaç sahipleri arasında taksim ederdi. Annem ise hiçbir şeyi ertesi güne kadar bekletmezdi...»
Bundan başka Esma, güç durumlarda işleri iyi idare eden akıllı bir kadındı...
İşte bunlardan biri: Sıddik, Hicret'e Rasulallah'la (s.a.v.) birlikte çıktığında, altı bin dirhem kadar olan bütün parasını yanına almış, çoluk çocuğuna hiçbir şey bırakmamıştı...
Babası Ebu Kuhafe, onun gittiğini öğrenince -henüz müşrik idi- onun evine geldi ve Esma'ya:
«— Canıyla sizi yaktıktan sonra, parasıyla da sizi yaktığını tahmin ediyorum» dedi.
Esma da şöyle cevap verdi:
«— Hayır, dedeciğim! Bize birçok para bıraktı.» Sonra bazı çakılları alıp duvardaki para oyuğuna koydu. Üzerine bir örtü örttü. Dedesinin elinden tutup -kör idi- şöyle dedi:
«— Dedeciğim! Bak, bize ne kadar para bıraktı». Dedesi örtünün üzerine elini koydu.
«— Fena değil... Bunların hepsini size bırakmakla iyi etmiş...»
Esma bu hareketiyle, ihtiyarın içini rahatlatmak ve ona para verdirmemek istemişti.
Çünkü o, dedesi de olsa hiçbir müşriğin kendisine iyilikte bulunmasını istemiyordu.
Tarih, Esma Bint Ebi Bekr'in bütün davranışlarını unutsa, oğlu Abdullah'la son defa karşılaştığında onun gösterdiği metaneti, karar verme ve iman gücünü asla unutmayacaktır.
Bunun hikâyesi de şöyledir:
Yezid İbn-i Muaviye'den sonra, halife olarak oğlu Abdullah İbnu'z-Zubeyr'e beyat edilmişti. Hicaz, Mısır, Irak, Horasan ve Kuzey Arabistan'ın büyük kısmı ona itaat etmişti.
Fakat Umeyye oğulları, el-Haccac İbn-i Yusuf es-Sekafi komutasında büyük bir orduyu onunla harb etmek için hemen harekete geçirdiler. İki taraf arasında, İbnu'z-Zubeyr'in çeşitli kahramanlıklar gösterdiği çarpışmalar oldu.
Ancak arkadaşları yavaş yavaş yanından ayrılmaya başladılar. Abdullah ve yanındakiler, Allah'ın evine sığınıp orada saklandılar.
Ölmeden birkaç saat önce annesi Esma'nın yanına gitti —annesi gözleri görmez yaşlı bir haldeydi— ve şöyle konuştu:
«—Es-selamu aleyki ve rahmetullahi ve berakatuhu, anneciğim!»
«— Aleyke's-selam Abdullah... Haccac'ın mancınıklarının Harem'deki askerlerine fırlattığı taşlar, Mekke'nin evlerini titretirken, bu saatte gelmene sebep nedir?»
«— Seninle istişarede bulunmak için geldim.»
«— Benimle istişarede bulunacaksın ha!... Hangi konuda?!»
«— Askerler, e!-Haccac'tan korktukları veya onun sağladığı kanları arzu ettikleri için, beni perişan bir halde bırakıp gittiler. Hatta çocuklarım ve akrabalarım benden ayrıldılar. Yanımda adamlarımdan çok azı kaldı. Onlar büyük gayret gösterseler de ancak bir veya iki saat dayanabilirler. Umeyye oğullarının elçileri, eğer silahı bırakır, Abdülmelik İbn-i Mervan'a beyat edersem, dünyada ne İstersem vereceklerini söylüyorlar. Sen ne dersin?»
Esma yüksek sesle şöyle cevap verdi:
«— Mesele senin meselen, Abdullah! Sen kendini daha iyi bilirsin... Eğer hak yolda olduğuna inanıyorsan ve hakk'a davet ediyorsan senin sancağının altında öldürülen arkadaşlarının sabrettiği gibi ser de sabret ve savaş...
Eğer dünyayı istiyorsan, sen ne kötü kulsun, kendini de arkadaşlarını da mahvetmiş olursun».

«—- Fakat bugün ben mutlaka öldürülmüş olacağım».
«— Bu; Umeyye oğulları çocuklarının kellenle oynaması için, isteyerek canını el-Haccac'a teslim etmenden daha hayırlıdır».
«— Ben öldürülmekten korkmuyorum, ancak benim organlarımı kesip koparmalarından korkuyorum».
«— Kişinin ölümden sonra korkacağı bir şey yoktur. Ölü koyun derisinin yüzülmesi acı vermez...»
Abdullah'ın yüzünde memnuniyet ifadesi belirdi ve şöyle dedi:
«— Sen ne mübarek bir annesin. Senin ne mübarek hasletlerin var. Ben, bu saatte sana, bunları işitmek için geldim. Allah biliyor, ben ne gevşedim, ne de gücümü kaybettim. Yine Allah şahittir ki, yaptıklarımı dünya ve ziynetlerini sevdiğim için yapmadım, ancak Allah'ın haram kıldığı şeylerin mubah görülmesine gazaplanacağı  için yaptım. İşte ben, istediğin şeye doğru gidiyorum. Öldürüldüğümde bana üzülme, işini Allah'a havale et...»
«— Ben sana ancak batıl uğrunda öldürülürsen üzülürüm».
«— Oğlunun şimdiye kadar hiçbir kötüyü yapmaya kastetmediğine, hiçbir yüz kızartıcı İşi yapmadığına, Allah'ın hükmünden sapmadığına, hiçbir emanete hıyanet etmediğine, hiçbir Müslüman ve zımmiye haksızlık etmek istemediğine ve onun yanında hiçbir şeyin; Aziz ve Celil olan Allah'ın rızasından daha üstün olmadığına inan...
Bunları kendimi temize çıkarmak için söylemiyorum. Allah beni, benden daha iyi bifir. O sözleri sadece kalbime sabrı sokmak için söy-
«— Seni, kendisinin ve benim istediğim şey üzerinde kılan Allah'a hamdolsun... Yavrucuğum! Seni koklamam ve vücuduna dokunmam için bana yaklaş. Belki, bu, seninle sön görüşmemiz olur».
Abdullah annesinin ellerini ve ayaklarını öptü. Annesi de oğlunun yüzünü ve başını hem kokladı hem de öptü. Elleriyle vücuduna dokundu.
Az sonra ellerini çekip şöyle dedi:
«— Abdullah! Bu giydiğin nedir?!»
«— Zırhım».
«— Yavrum! Bu, şehit olmak isteyenin elbisesi değildir».
«— Ben bu zırhı, senin hatırını hoş etmek ve içini yatıştırmak için giydim».
«— Onu çıkar. Böylesi senin hamiyetin ve cesaretin için daha sağlam, sıçraman için daha güçlü ve hareket etmen için daha hafiftir. Fakat onun yerine uzun pantolon giy. Yere yıkıldığında ayıp yerlerin açılmaz».
Abdullah İbnu’z-Zubeyr zırhını çıkardı. Üzerine pantolonunu giydi. Harbe devam etmek için şöyle diyerek Harem'e gitti:
«— Anneciğim! Bana dua etmeyi ihmal etme.» Esma ellerini semaya kaldırıp:
«— Allah'ım!  Gece karanlığında insanlar uyurken onun namaz kılmak üzere uzun süre ayakta kalmasına ve ağlamasına acı...
Allah'ım! Oruç tutmak üzere Mekke'yle Medine'nin sıcaklarındı aç ve susuz kalmasına acı...
Allah'ım! Onun anne ve babasına itaat etmesine acı...
Allah'ım! Onu sana havale ettim. Onun için takdir ettiğine razı oldum. Bana ondan dolayı sabredenler sevabı ver» dedi.
O gün güneş batmadan Abdullah İbnu'z-Zubeyr, Rabbine kavuştu. Onun ölümünün üzerinden on günden fazla geçmeden annesi Esma bint-i Ebi Bekir de yüz yaşına ulaşmış, tek bir dişi dökülmemiş ve aklından bir şey eksilmemiş olarak Rabbine kavuştu.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 05 Ağu 2013 08:15:19
Hayırlı günler dilerim.

5 Ağustos 2013 Pazartesi  –  28 Ramazan 1434

TALHA İBN-İ UBEYDİLLAH ET-TEYMİ

 «Ecelini tamamladığı halde, toprak üzerinde yürüyen birini görmek kimi memnun   ederse Talha   İbn-i Ubeydullah'a  baksın».
—Allah'ın Rasulü Hz. Muhammed (s.a.v.)
Talha İbn-i Ubeydullah et-Teymi, Kureyş kafilelerinden birisiyle ticaret için Şam diyarına gidiyordu. Kafile Busra şehrine varınca, Kureyşli yaşlı tacirler alış-verişte bulunmak üzere, şehirde kurulan panayıra gittiler...
Öbürlerinin ticari tecrübelerine sahip olmamasına rağmen Talha, onlarla yarışacak ve onlar olmaksızın daha fazla kazanacak kadar keskin bir zekâ ve ileri bir görüşe sahipti.
Her taraftan gelen tacirlerle dolup taşan panayırda dolaşırken sadece onun bütün hayatının akışını değil, tarihin seyrini tamamen değiştirmeyi müjdeleyen bir olay geçti.
Enteresan hikâyesini anlatması için sözü Talha İbn-i Ubeydullah'a bırakalım.
Talha anlatmaktadır:
«— Biz Busra panayırında dolaşırken halkın arasında bir rahip şöyle haykırıyordu:
«—- Tacirler! Bu mevsimde gelenlere sorun içlerinde Mekke'li birisi var mı?»
Ben onun yakınındaydım. Hemen yanına gittim.
«— Evet, var. Ben Mekkeliyim». dedim.
 «— Aranızda Ahmed ortaya çıktı mı?»
«— Ahmed de kimdir?»
«— Abdulmuttalib'in torunu, Abdullah'ın oğlu... Bu onun ortaya çıkacağı aydır ve o, peygamberlerin sonuncusudur... O, sizin memleketiniz olan Mekke'den çıkacak, siyah taşları, hurmaları ve sulak çorak toprağı olan bir yere hicret edecek...
Genç! Sakın ona gitmekte gecikme!»
Onun sözleri bana tesir etmişti. Hemen devemin yanına gittim, yol hazırlıklarını tamamladım. Kafileden ayrılıp hızla Mekke'ye doğru hareket ettim. Mekke'ye varınca aileme sordum:
«— Biz ayrıldıktan sonra Mekke’de bir olay oldu mu? »
Evet, Abdullah'ın oğlu Muhammed, Peygamber olduğunu iddia ederek ortaya çıktı, (Ebu Bekir'i kastederek) Ebu Kuhafe'nin oğlu da ona uydu».
Ebu Bekir'i tanıyordum. Yumuşak, sevimli ve uysal birisiydi. Ahlaklı ve dürüst bir tacirdi. Ondan hoşlanırdık. Kureyş'le ilgili hadiseleri ve nesepleri iyi bildiğinden, onunla oturup sohbet etmeyi severdik.
Ebu Bekir'e gidip:
«—Muhammed ibn-i Abdullah'ın peygamberliğini ilan ettiğini ve senin de ona uyduğun söylentisi doğru mu?» dedim.
— Evet...» dedi ve bana, onunla ilgili bilgi verdi ve ona gitmemi tavsiye etti. Ben de ona, rahibin söylediklerini anlattım. Bana hayret etti:
«— Gel, Hz. Muhammed'in yanına gidelim. Bunu ona da anlat söylediklerini dinle ve Allah'ın dinine gir», dedi.
Birlikte Hz. Muhammed'e gittik. Hz. Peygamber bana İslam'ı anlattı. Kur'an'dan ayetler okuyup dünya ve ahiretin en hayırlı iki şeyini bana müjdeledi. Allah göğsümü İslam'a açtı. Busra'da rahibin söylediklerini ona da anlattım. Buna çok memnun oldu.
Sonra kelime-i şehadeti getirdim. Böylece Hz. Ebu Bekir'in aracılığıyla Müslüman olanların dördüncüsü olmuştum".

Kureyşli gencin Müslüman oluşu, ailesine ve yakınlarına yıldırım tesiri yapmıştı. Müslüman oluşuna en çok üzülen annesi olmuştu. O, oğlunun kavmine başkan olmasını istiyordu. Onu dininden vazgeçirmeleri için, hemen kavmine koştu ama onlar Talha'nın büyük bir dağ gibi kımıldamadığını gördüler. Güzellikle onu ikna etmekten ümitlerini kesince, işkence ve eziyete başvurdular.
Mes'ud ibn-i Hıraş anlatmaktadır:
«— Safa ile Merve arasında sa'y ederken, kalabalık bir topluluğun elleri boynuna bağlanmış bir gencin peşinden gittiklerini gördüm. Onlar onun hem peşinden koşuyorlar, hem arkasından itip kakıyorlar, hem de başına vuruyorlardı. Gencin arkasında ona hakaret eden ve bağırıp çağıran yaşlı bir kadın da vardı.
—  Kim bu genç? dedim.
—  Bu, Talha İbn-i Ubeydullah'tır. Dininden dönüp Haşim oğullarının çocuğuna uymuş.
—  Arkasındaki şu yaşlı kadın kimdir?
- O da annesi es-Sabe Bint el-Hadrami'dir».
Daha sonra, «Kureyş'in Aslan'ı» denilen Nevfel ibn-i Huveylid, Talha ibn-i Ubeydullah'ın yanma gitti. Talha'yı ve Ebu Bekir'i önce ayrı ayrı, daha sonra da birbirine bağladı. En ağır işkenceleri yapmaları için, onları Mekke serserilerine teslim etti...
Bundan dolayı Talha ibn-i Ubeydullah'la Ebu Bekir es-Sıddık'a «Bitişikler» adı verilmiştir.
Böylece günler geçmeye ve hadiseler birbirini kovalamaya, bu arada Talha ibn-i Ubeydullah da olgunlaşmaya başladı. Allah ve Rasulü'nün yolundaki yiğitliği, İslam'a ve Müslümanlara yararlılığı artıyordu. Hatta Müslümanlar ona; «canlı şehit» lakabını vermişlerdi. Rasulallah (s.a.v.) da onu; «İyilik Talha'sı», «Cömertlik Talha'sı» ve «Feyyaz Talha» diye çağırmıştı.
Bu lakaplardan her birinin, birbirinden müthiş hikâyesi vardır.
Ona «Canlı Şehit»  lakabının verilişi şöyledir:
Uhud savaşında Müslümanlar Rasulallah'ı (s.a.v.} terk ettiklerinde yanında sadece 11 Ensarlı'yla, Muhacirlerden Talha İbn Ubeydullah kalmıştı.
Rasulallah (s.a.v.) ve yanındakiler dağa çıkıyorlardı. Bir grup müşrik, onu öldürmeye geldi. Rasulallah (s.a.v.)
«— Cennet'te arkadaşım olmak için bunları bizden kim uzaklaştıracak?» dedi. Talha:
«— Ben ya Rasulallah!» diye cevap verdi. Rasulallah: (s.a.v.) »
«— Hayır, sen dur!» dedi. Ensar'dan birisi: »
«— Ben ya Rasulallah!» dedi: »
«— Evet, sen diye cevap verdi».
Ensarlı o zat, şehit oluncaya kadar dövüştü. Rasulallah (s.a.v.) yanındakilerle birlikte dağa tırmandı. Ama müşrikler yine ona yetişti, Rasulallah (s.a.v.)
«— Şunların hakkından gelecek birisi yok mu?" diye sordu. Talha:
«— Ben ya Rasulallah».
«—Hayır, sen dur!»
Ensardan birisi:
«—Ben ya Rasulallah!» dedi.
«— Tamam, sen», diye cevap verdi. O Ensarlı da şehit oluncaya kadar dövüştü.
Rasulallah (s.a.v.) dağa tırmanmaya devam etmişti. Müşrikler yine yetiştiler. Rasulallah (s.a.v.) devamlı aynı sözü söylüyor, Talha da:
«— Ben, ya Rasulallah!» diyordu. Hz. Peygamber onu kabul, etmiyor. Ensar'dan birisine izin veriyordu. Nihayet hepsi şehit oldu. Yanında Talha'dan başkası kalmayıp müşrikler ona yetişince, Talha'ya:
«— Şimdi, evet...» dedi.
Rasulallah'ın (s.a.v.) dişleri kırılmış, alnı yarılmış, dudağı patlamış, yüzü kan içinde kalmıştı. Ayrıca çok yorulmuştu. Talha müşriklere saldırıyor, onları Rasulallah'tan (s.a.v.) uzaklaştırıyor, sonra Hz. Peygamber'in yanına geliyor, onu biraz daha dağa çıkarıyor, bir yere oturttuktan sonra müşriklere yeniden saldırıyordu.
Müşrikleri ondan uzaklaştırıncaya kadar böyle yapmaya devam etti...
Ebu Bekr şöyle anlatır:
«— O anda, Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrah'la ben Rasulallah'dan (s.a.v.) uzakta bir yerdeydik. Yardım etmek üzere Rasulallah'ın (s.a.v.) yanına geldiğimizde, Talha'yı kastederek:
«— Beni bırakın, arkadaşınızın yanına gidin» dedi.
Kimisi kılıç darbesi, kimisi de mızrak ve ok yarası olan 70 küsur yarası vardı. Bu yaralardan kanlar fışkırıyordu. Eli kesilmiş, baygın bir halde bir çukura yığılmıştı...
Rasulallah (s.a.v.) bundan sonra şöyle demiştir:
«— Ecelini tamamlamış olduğu halde, toprak üzerinde yürüyen birini görmek kimi memnun ederse, Talha İbn Ubeydullah'a baksın».
Hz. Ebu Bekr Uhud'dan söz edildiği zaman şöyle derdi:
«— Bu, tamamı Talha'ya ait olan bir gündür».
Bu Talha İbn Ubeydullah'ın, «Canlı Şehit» diye nitelendirildiği hikayedir, ona «İyilik Talha'sı» ve «CömertlikTalha'sı» lakaplarının verilişinin yüzlerce hikayesi vardır...
İşte bunlardan biri:
Talha, ünlü ve zengin bir tacirdi. Bir gün ona Hadramut'tan yedi yüz bin dirhem değerinde bir mal gelmişti. Talha, o geceyi korku ve sıkıntı içinde geçirdi.
Karısı Ummu Kulsum Bint Ebi Bekr es-Sıddik yanına gelip:
«— Neyin var Ebu Muhammed? Herhalde yaptığımız bir şey senin canını sıktı».
«— Hayır, sen mükemmel bir eşsin... Gece boyu düşünüp kendi kendime şöyle dedim:
«— Bu mal evindeyken uyuyan bir kimsenin Rabbi'ne olan imanı nicedir?»
«— O malın nesi seni üzüyor? Halkının muhtaç ve fakirleri varken sen ne duruyorsun? Sabah olunca o malı onlara paylaştırırsın».
«— Allah sana rahmetini esirgemesin. Sen doğru bir kimsenin doğru kızısın...»
Sabah olunca malı, torba ve tabaklara koyup Muhacir ve Ensar'ın fakirlerine dağıttı.
Bir de şu anlatılmıştır:
«— Bir adam bağışta bulunmasını isteyerek Talha İbn Ubeydullah’a geldi ve aralarında bir yakınlık bulunduğunu iddia etti».
Talha şöyle dedi:
«— Bu, daha önce hiç kimsenin söylemediği bir yakınlıktır.  Benim, Osman ibn-i Affan'ın üç yüz bin dirhem verdiği bir arazim var... İstersen o araziyi al, istersen üç yüz bin dirheme onu satıp parasını vereyim».
Adam:
«— Ben onun parasını istiyorum», deyince,   satıp parasını ona verdi...
«İyilik Talha'sı» ve  «Cömertlik Talha'sı»na Rasulallah’ın hediye ettiği bu lakaplar mübarek olsun.
Allah ondan razı olsun ve onu nur içinde yatırsın.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 06 Ağu 2013 08:39:20
Hayırlı günler dilerim.

6 Ağustos 2013 Salı  –  29 Ramazan 1434

EBU HURAYRA ED-DEVSİ

«Ebu Hurayra, Müslümanlar için Rasulallah’ın (s.a.v.)  1600’den fazla hadisini ezberlemiştir».
Rasulallah'ın  (s.a.v.)  ashabından olan bu parlak yıldızı tanıdığınızdan hiç şüphe yok.
Hem İslam ümmeti içinde Ebu Hurayra'yı tanımayan birisi var rnı ki?
Halk, Cahiliyye devrinde onu «Abduşerns: Güneşin kulu» diye çağırırdı. Allah ona İslam'ı lütfedip, Hz. Peygamber'le karşılaşmak şerefine nail edince, Rasulallah (s.a.v.) ona:
«— Adın ne senin?» diye sordu, O da:
<— Abduşems». dedi. Rasulallah; (s.a.v.)
«— Hayır, Abdurrahman (Rahman'ın kulu)» dedi.
«— Evet, Abdurrahman, Anam Babam sana feda olsun, ya Rasulallah!»
«Ebu Hurayra» künyesinin verilişi de şöyledir:
Çocukluğunda, oynadığı küçük bir kedisi vardı. Akranları ona: Ebu Hurayra (küçük kedinin babası, yani kediyi çok seven) diye seslenmeye başladılar. Böylece bu ismi meşhur oldu ve hatta asıl ismini unutturdu.
Ebu Hurayra'nın yolları Resulallah'ın (s.a.v.) yollarıyla birleşince, Rasulallah (s.a.v.) gösterdiği ilgi ve sevgisinden dolayı ekseriya ona, Ebu Hirr (erkek kedi babası) diye hitap ederdi. Ebu Hurayra; «Ebu Hirr»i «Ebu Hurayra»ya tercih eder ve şöyle derdi:
«—Dostum Rasulallah bana böyle hitap etti. Hem «Hirr» erkektir, Hurayra ise dişidir. Erkek dişiden daha iyidir,
Ebu Hurayra, et-Tufeyl ibn-i Amr ed Devsi'nin aracılığıyla Müslüman olmuştu. Hicret'ten sonra, kavminden bir grupla Medine'ye, Rasulallah’ın (s.a.v.) yanına heyet halinde gidinceye kadar altı yıl Devs topraklarından ayrılmadı.
Devs'li genç, Rasulallah'ın (s.a.v.) hizmet ve sohbetine sarıldı. Mescidi ev, Hz. Peygamber'i öğretmen ve önder edindi. Çünkü Hz. Peygamber sağken, çoluk çocuğu yoktu. Sadece, müşrik olarak kalmakta ısrar eden yaşlı bir annesi vardı, Ebu Hurayra annesine acıdığı ve onun iyiliğini düşündüğü için, onu İslam'a davet ediyordu ama o, İslam'dan yüz çeviriyordu. Böyle olunca, Ebu Hurayra üzüntüsünden yüreği parça parça olmuş bir halde yanından ayrıldı.
Bir gün, annesini Allah'a ve Rasulü'ne imana davet etti. Annesi de Hz. Peygamber hakkında üzücü ve can sıkıcı bir laf etti.
Ebu Hurayra ağlaya ağlaya Rasulallah'a (s.a.v.) gitti. Rasulallah (s.a.v.) ona:
«— Niçin ağlıyorsun, Ebu Hurayra?» dedi.
«— Ben annemi bıkıp usanmadan İslam'a davet ediyorum ama o kabul etmiyor. Bugün yine ona davette bulundum. Bana senin hakkında hoşuma gitmeyen şeyler söyledi. Annemin gönlünü İslam'a meylettirmesi için Aziz ve Celil olan Allah'a dua et.»
Hz. Peygamber, annesi için dua etti; Ebu Hurayra anlatmaktadır:
«— Eve gittim. Kapının kapalı olduğunu gördüm. Evden su şırıltısı geliyordu. İçeri girmek istediğimde annem:
— Dur, girme Ebu Hurayra!  dedi. O giyinince: "— Gir», dedi. Ben de girdim.
«— Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne  Muhammeden abduhu ve resulüh». dedi.
«Bir saat önce üzüntüden ağlarken, bu defa da sevinçten ağlayarak Rasulallah'a (s.a.v.) geri gittim ve şöyle dedim:
«— Müjde ya Rasulallah... Allah duanı kabul etti ve annem Müslüman oldu...»

Ebu Hurayra Hz. Peygamber'i etine ve kanına işleyen bir sevgiyle sevmiştir. Rasulallah'a (s.a.v.) bakmaya doyamaz ve şöyle derdi:
«— Rasulallah'tan (s.a.v.) daha güzel ve daha parlak hiçbir şey görmedim. Yüzü adeta güneş gibiydi».
Kendisine Peygamber'iyle sohbet etmeyi ve dinine girmeyi lütfettiği için Allah'a hamd ederek şöyle derdi:
«Ebu Hurayra’yı İslam’a ileten Allah’a hamdolsun.
Ebu Hurayra'ya Kur'an-ı öğreten Allah'a hamdolsun.
Ebu Hurayra'ya Muhammed'ie sohbet etmeyi lütfeden Allah’a hamdolsun!»
Ebu Hurayra, Rasulallah'a (s.a.v.) düşkün olduğu gibi ilme de düşkündü. İlim onun en büyük idealiydi.
Zeyd İbn-i Sabit anlatmaktadır.
«— Ebu Hurayra ve bir arkadaşımla birlikte mescitte Allah'a dua ederken Rasulallah çıka geldi. Bizim bulunduğumuz tarafa yönelip aramıza oturdu. Biz susunca şöyle dedi:
«— Biraz önce yaptığınıza devam edin».
Arkadaşımla ben Ebu Hurayra'dan önce Allah'a dua ettik. Rasulallah (s.a.v.) duamıza âmin dedi.
Daha sonra Ebu Hurayra dua etti:
«— Allah'ım!  Ben senden arkadaşlarımın istediklerini istiyorum. Ayrıca senden unutulmayan bir ilim istiyorum...» Rasulullah (s.a.v.)
«—Âmin», dedi. Bunun üzerine biz:
«— Biz de Allah'tan unutulmayan bir ilim istiyoruz», dedik. Rasulallah: (s.a.v.)
«— Bu konuda Devsli delikanlı sizi geçti», dedi.
Ebu Hurayra ilmi kendisi için istediği gibi başkaları için de istemiştir...
İşte bunun misali:
Bir gün o Medine çarşısına gitmişti. Halkın dünya işlerine dalmaları ve ticarete kapılmaları onu endişelendirdi. Tepelerine dikilip şöyle dedi:
«— Ey Medine halkı! Sizi aciz bırakan nedir?» «— Bizim ne acizliğimizi gördün, ya Ebu Hurayra?!»
«— Siz buradasınız ama Rasulullah'ın (s.a.v.) mirası taksim ediliyor... Siz gitmiyor musunuz? Payınızı almıyor musunuz?»
«—Nerede, Ebu Hurayra?
«— Mescitte».
Hemen yola çıktılar. Dönünceye kadar onları bekledi. Onlar geri dönüp geldiler:
«— Ebu Hurayra!  Mescide gittik. İçeri girdik ve taksim edilen hiçbir şey görmedik».
«— Mescitte hiç kimseyi görmediniz mi?»
«— Namaz kılan, Kur'an okuyan ve aralarında helali ve haramı tartışan bazı kimseler gördük...»
«— Yazıklar olsun size... İşte bunlar Hz. Muhammed'in mirasıdır.»
Kendini ilme ve Rasulallah'ın (s.a.v.) sohbetlerine vermesi sebebiyle. Ebu Hurayra, hiç kimsenin katlanmadığı açlık ve yaşama zorluğuna katlanmıştır.
Bizzat kendisi anlatmaktadır:
«— Çok acıktığımda, beni evine götürüp doyurması için Rasulallah'ın ashabından birine, bildiğim halde Kur'an'dan bir ayeti sorardım.
Bir gün çok acıkmıştım. Karnıma bir taş bağlayıp sahabenin geçeceği yola oturdum. Önce Ebu Bekr geçti. Allah'ın Kitabındaki bir ayeti sordum. Bunu, sırf beni evine davet etsin diye sormuştum. Ama davet etmedi. Arkasından Ömer İbnu'l-Hattab geçti ayeti ona da sordum ve o da davet etmedi. Nihayet Rasulallah (s.a.v.) geldi. Aç olduğumu anladı:
«—Ebu Hurayra?»
«— Evet ya Rasulallah!»
Peşine düştüm, birlikte eve girdik. İçinde süt dolu bir bardak gördü ve ailesine şöyle dedi:
«— Nereden geldi bu size?!»
«— Onu sana, falan kişi gönderdi», dediler.
«— Ebu Hurayra! Suffe ehline git ve onları çağır». Beni, onlara çağırmaya göndermesi hoşuma gitmedi ve kendi kendime:
«— Bu süt, Suffe ehline ne yeter?» dedim.
Hâlbuki beni kendime getirecek bir çorba içeceğimi ve geri döneceğimi umuyordum. Suffe ehlinin yanına geldim ve onları çağırdım, Suffe ehli geldi. Onlar oturunca Rasulallah (s.a.v.)
"— Al Ebu Hurayra, onlara ver», dedi.
Hepsi kana kana içinceye kadar onlara verdim. Bardağı Rasulallah'a (s.a.v.) vermek için aldım. Gülümseyerek bana baktı:
«— İkimiz kaldık değil mi?» dedi.
«— Evet, ya Rasulallah!»
«— İç» dedi. İçmeye başladım. O, devamlı iç diyordu, ben de içmeye devam ediyorum. Sonunda:
«— Seni hak ile gönderene yemin olsun, artık boğazımdan geçmiyor...»
Bardağı alıp geri kalanını da o içti...

Bunun üzerinden uzun bir zaman geçmeden Müslümanlara nimetler ve fetih ganimetleri yağdı, Ebu Hurayra'nin da parası, evi barkı ve çoluk çocuğu oldu...
Ancak bütün bunlar o değerli zattan hiçbir şeyi değiştirmedi. Çoğu zaman şöyle derdi:
«— Yetim olarak büyüdüm, yoksul olarak hicret ettim. Karın tokluğuna, Gazevan kızı Büsra'nın uşağı oldum. Yol esnasında konakladıklarında hizmetlerini görüyor, yol yürürlerken develerini sürüyordum. Sonunda Allah bana Büsra'yla evlenmeyi nasip etti.
Dini bir nizam, Ebu Hurayra'yı da imam (idareci)  yapan Allah'a hamdolsun».
Ebu Hurayra, Muaviye ibn-i Ebi Sufyan tarafından birkaç defa Medine'ye vali olarak tayin edilmiştir. Valilik onun güzel karakterinden ve iyi kalpliliğinden hiçbir şeyi değiştirmemiştir.
Vali iken Medine yollarından birinden geçmişti. Sırtında ailesi için odun taşıyordu. Sa'lebe ibn-i Malik'le karşılaştı ve ona:
«— Ey ibn-i Maliki Emir için yolu genişlet», dedi. O da şöyle cevap verdi:
«—Allah sana merhamet etsin. Bütün bu alan sana yetmez mi?» «— Emir ve sırtındaki odunlar için yolu genişlet yeter».
Ebu Hurayra geniş ilmine ve iyi yürekliliğine takvayı da eklemişti. Gündüz oruç tutar, gecenin ilk üçte birinde önce kendisi namaz kılar, sonra hanımını uyandırır, gecenin ikinci üçte birinde de hanımı namaz kılardı. O da kızını uyandırır, geri kalan üçte birinde de kızı namaz kılardı.
Onun evinde ibadet kesilmezdi.
Ebu Hurayra'nm zenci bir cariyesi vardı. Cariye ona kötü davranıp ailesini üzdü. Ebu Hurayra ona vurmak için kırbacını kaldırdı. Sonra vazgeçti ve şöyle dedi:
«— Kıyamet gününde kısas olmasaydı, senin bizi üzdüğün gibi ben de seni üzerdim. Fakat çok ihtiyacım olduğu halde, seni bedelini tam ödeyecek kimseye satacağım (Allah rızası için seni serbest bırakacağım). Şimdi git. Aziz ve Celil olan Allah için sen serbestsin».
Kızı, Ebu Hurayra'ya şöyle derdi:
«— Baba!  Kızlar beni ayıplayıp şöyle diyorlar: Niye, baban sana altın takmıyor».
O da şöyle cevap verirdi:
«— Yavrucuğum!  Onlara de ki:  Babam beni Cehennem alevinin hararetinden koruyor».
Ebu Hurayra'nın kızına ziynet takmaması, onun cimrilik ve paraya düşkünlüğünden değildi. Zira o, Allah rızası için cömert ve eli açık bir kimseydi.
Mervan ibnu'l-Hakem ona yüz dinar altın yolladı. Ertesi gün de birisiyle şu haberi gönderdi:
«— Uşağım, yanılıp dinarları sana vermiş, hâlbuki o paraları ben sana değil, başkasına göndermiştim»,
Ebu Hurayra şaşırdı ve şöyle cevap verdi:
«— Yanımda bir dinarını bile geceletmeden onları Allah yolunda dağıttım. Onları maaşımdan kes».
Mervan bunu sırf denemek için yapmıştı. Meseleyi araştırdı ve doğru olduğunu anladı.

Ebu Hurayra hayatı boyunca annesine itaatkâr davranmıştır. Ne zaman evden çıkmak isterse, onun odasının kapısında durur, şöyle derdi:
«— Es-selamu aleyki ve rahmetullahi ve berakatuh, anneciğim!» «— Ve aleyke's-selamu ve rahmetullahi ve berakatuh yavrum!»
«— Küçükken beni büyütüp terbiye etmenden dolayı Allah sana merhamet etsin».
«— Büyüdüğün halde, bana itaat edip iyi davranmandan dolayı, Allah sana da merhamet etsin».
Evine döndüğü zaman da bunu aynen tekrarlardı.
Ebu Hurayra halka, babalarına itaat ve iyilik etme, onlardan ilgiyi kesmeme konusunda öğüt vermeye çok önem verirdi.
Bir gün, birisi diğerinden daha yaşlı, yan yana yürüyen iki kişi gördü:
«—-Bu adam, senin neyin olur?» dedi. «— Babam olur».
«— Ona adıyla hitap etme. Önünde yürüme ve ondan önce oturma...»
Ebu Hurayra ölüm yatağına düştüğünde ağladı...
Sordular:
«— Niçin ağlıyorsun Ebu Hurayra!»
«— Ben bu dünyanıza ağlamıyorum... Ancak yolculuğun uzak oluşuna ve azığın az oluşuna ağlıyorum... Beni Cennet'e veya Cehenneme götürecek bir yolun sonunda durdum. Artık bilmiyorum, onların hangisinde olurum!»
Mervan İbnu'l-Hakem ziyaretine geldiğinde ona şöyle dedi: «— Allah sana şifa versin Ebu Hurayra!» O da şöyle dedi:
«— Allah'ım! Sana kavuşmak istiyorum. Benim kavuşmamı iste. Bu konuda benim için acele et...»
Mervan evden ayrıldıktan biraz sonra hayata gözlerini yumdu.
Allah Ebu Hurayra'ya bol bol rahmet etsin. O, Müslümanlar için, Rasulullah'ın (s.a.v.) 1600'den fazla hadisini ezberlemiştir.
Allah, İslam ve Müslümanlar adına ona mükâfat versin.

Çevrimdışı eservan

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 410
  • 727
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 410
  • 727
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 06 Ağu 2013 09:39:02
2 gün sonra bitiyor ramazan abiler:(:(

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 07 Ağu 2013 08:37:35
Hayırlı günler dilerim.

7 Ağustos 2013 Çarşamba  –  30 Ramazan 1434

SELEME İBN-İ KAYS EL-EŞCA'İ

 Ömerül-Faruk, halkın güven ve huzur içinde uyuması için gecesini hiç gözünü kırpmadan Medine sokaklarında geçirmişti.
Sokaklarda dolaşırken, aklına Rasulallah'ın (s.a.v.) yiğit ve kahraman sahabeleri geliyordu. Çünkü onlardan birini Ehvaz'a gidecek orduya komutan tayin etmek istiyordu.
Bir müddet sonra şöyle mırıldandı.
«Buldum onu... Evet, Allah'ın izniyle buldum onu...»
Sabah olunca, Seleme İbn-i Kays el-Eşca'i'yi çağırıp şöyle dedi:
«— Seni Ehvaz'a gidecek orduya komutan olarak tayin ettim. Allah'ın adıyla yürü. Allah'a inanmayan kimselerle Allah için dövüş. Düşmanınız olan müşriklerle karşılaştığınızda onları İslam'a çağır. Eğer Müslüman olup kendi yurtlarında kalmak isterlerse ve kendilerinden başkasıyla yapılan bir harbe sizinle birlikte katılmazlarsa, onların sadece zekat vermeleri gerekir. Ganimette hisseleri yoktur.
Şayet sizinle birlikte dövüşmek isterlerse, sizin lehinize olan onların da lehine, aleyhinize olan onların da aleyhinedir.
Eğer Müslüman olmayı kabul etmezlerse onları cizye vermeye davet et. Onları kendi haline bırakınız, onları kendi düşmanlarından koruyunuz. Onlara güçlerinin üstünde bir şey yüklemeyiniz.
Eğer bunu da kabul etmezlerse onlarla savaşınız. Şüphesiz Allah, onlara karşı sizin yardımcınızdır.
Harpte galip gelirseniz, aşırı hareket etmeyiniz, zulmetmeyiniz, ölülerin organlarını kesmeyiniz. Hiçbir çocuğu öldürmeyiniz».
Seleme:
«— Baş üstüne, ya Emirelmüminin!..» diye cevap verdi.
Hz. Ömer onu sıcak bir İlgiyle uğurladı. Ellerini kuvvetlice sıkıp onun için dua etti.
Hz. Ömer, Seleme ve askerlerinin omuzlarına yüklediği vazifenin büyüklüğünü biliyordu. Çünkü Ehvaz; yolları korkunç, kaleleri muhkem, Basra'yla İran arasında dağlık bir bölgeydi. Orada çok çetin bir kürt halkı oturuyordu. Kuvvetlerini, İranlıların Basra'ya yaptıkları saldırılardan korumak, Irak'ın selamet ve emniyetinin tehlikeye maruz kalmaması için, Ehvaz'ı kendi sahaları haline getirmelerine engel olmak için Müslümanların orayı mutlaka fethetmeleri veya hakimiyetleri altına almaları gerekiyordu...
Seleme ibn-i Kays, Allah yolunda savaşan ordusunun başında yola çıktı. Ancak Ehvaz topraklarında biraz ilerledikten sonra, oranın sert tabiatıyla çetin bir mücadeleye girdiler.
Ordu, yalçın tepeleri aşmaya, mikroplu su birikintilerinden geçmeye, gece ve gündüz, öldürücü yılan ve zehirli akreplerle mücadele etmeye başladı. Seleme ibn-i Kays'ın inançlı ve temiz kalbi askerlerinin üzerinde titriyordu. Zira işkence etmek tatlı, korkutmak ise kolaydı. O, zaman zaman askerlerine, gönüllerini titreten nasihatlerde bulunuyor, gecelerini Kur'an'ın güzel kokularıyla dolduruyordu. Böylece onlar, Kur'an'ın ışığına bürünüyorlar, onun parıltısında yürüyorlar ve yorgunluklarını unutuyorlardı...
Seleme ibn-i Kays, Halife'nin emrine uyarak Ehvaz'lılarla karşılaşınca Allah'ın dinine girmelerini teklif etti. Ama onlar kabul etmediler. Onları cizye vermeye davet etti, yine kabul etmeyip, burun kıvırdılar. Müslümanlar için, harp etmekten başka bir çare kalmamıştı, vereceği güzel sevabı umarak Allah yolunda cihada başladılar.
Son derece şiddetli bir savaş oldu. İki taraf harp tarihinin pek az şahit olduğu çeşitli kahramanlıklar gösterdiler.
Çok geçmedi savaş, Allah'ın adını yüceltmek için savaşan müminlerin lehine açık bir zafer, Allah'ın düşmanı müşrikler için de kötü bir yenilgiyle sonuçlandı.
Savaş bitince Seleme ibn-i Kays hemen askerleri arasında ganimetleri taksim etti.
Ganimetler arasında güzel bir süs eşyası buldu, onu Emirelmüminin'e hediye etmek istedi. Askerlerine şöyle dedi:
«— Bu süs eşyası aranızda taksim edilse bir değer ifade etmez. Onu Emirulmüminin'e göndersek, razı  olur musunuz?»
«— Evet», dediler.
Süs eşyasını bir kutuya koydu. Kavmi Beni Eşca'dan birisini görevlendirdi ve ona:
«— Kölenle birlikte Medine'ye git. Emirulmüminin'e fetih müjdesini ver ve bu süs eşyasını ona hediye olarak sun», dedi.

Beni Eşca'lı şahsın Ömer ibnu'l-Hattab'ın yanında başına gelen ibret ve öğüt dolu bir hadise vardır.
Hadiseyi bizzat kendisinin anlatması için sözü ona bırakalım. Beni Eşca'lı şahıs anlatmaktadır:
«— Kölemle birlikte Basra'ya gittim. Seleme ibn-i Kays'ın bize verdiği paralarla iki deve satın alıp yol azıklarımızı yükledik ve Medine'ye doğru yöneldik. Oraya varınca müminlerin emirini arayıp sordum. Onu çoban gibi değneğine dayanmış bir halde, kendisi ayakta, Müslümanlara yemek yedirirken buldum. O, hem yemek tabaklarını kontrol ediyor, hem de kölesi Yerfe'e şöyle diyordu:
«— Yerfe şunlara et ilave et... Yerfe şunlara ekmek ilave et... Yerfe şunlara çorba  ilave et...» Hz. Ömer'in yanına varınca bana:
«— Otur!» dedi. Yemek yiyenlere yakın bir yere oturdum ve bana da verdikleri yemeği yedim. Oradakiler yemeklerini bitirince Ömer:
«— Yerfe tabaklarını kaldır!» dedi ve oradan ayrıldı. Ben de onu takip ettim.
Evine girdikten sonra, müsaade isteyip ben de girdim. Evinde kıldan yapılmış bir örtü parçası üzerinde oturuyordu. İçleri lifle doldurulmuş iki deri yastığa da yaslanmıştı. Birisini bana uzattı, ben de onun üzerine oturdum. Arkasında bir perde vardı. Perdeye doğru dönüp:
«— Ummu Kulsum! Bize yemek getir...» dedi.  İçimden: «— Emirulmümininin kendi yemeği nasıl acaba?» dedim.
Ummu Kulsum ona, üzerinde çekilmemiş tuz bulunan yağlı bir ekmek getirdi. Bana:
«— Buyur, ye!» dedi. Biraz yedim. O da yedi. Ben, ondan daha güzel yemek yiyen kimse görmemiştim».  Daha sonra şöyle dedi:
«— Bize içecek bir şey verin». İçinde arpa şerbeti bulunan bir bardak getirdiler.
«— Önce misafire verin» dedi ve bana verdiler. Bardağı aldım. Biraz içtim. Sonra bardağı o aldı, kanıncaya kadar ondan içti ve şöyle dedi:
«— Bize yiyecek ve su veren Allah'a hamdolsun». O sırada:
«— Emirulmüminin!  Sana bir mektup getirdim», dedim.
«—Nereden?» «— Seleme ibn-i Kays'tan».
«— Seleme ibn-i Kays ve onun elçisi hoş geldi, safalar getirdi. Bana Müslüman ordusundan bahset».
«— Müminlerin Emiri! Durum arzu ettiğin gibi. Onlar selamettedirler. Allah’ın düşmanlarına karşı zafer kazanmışlardır».
Ona kazanılan zaferi müjdeleyip ordu hakkında ayrıntılı bilgi verdim. Hz. Ömer:
«— Bunu lütfeden Allah'a hamdolsun» dedi ve arkasından: Basra'ya uğradın mı?»
«— Evet, ya Emirelmüminin!»
«— Müslümanlar nasıl?»
«— Allah'ın izniyle iyiler».
«— Fiyatlar nasıl?»
«— Fiyatlar çok ucuz».
«— Ya etler nasıl? Araplar etsiz duramaz»,
«— Et çok bol».
Bendeki kutuya bakıp:
«— Şu elinde tuttuğun nedir?»  dedi:
«— Allah, bizi düşmanlarımıza galip getirdiğinde, ganimetleri bir araya topladık. Seleme, ganimetler arasında bir süs eşyası görüp askerlere şöyle dedi:
«— Eğer bu, size taksim edilse bir değer ifade etmez. Bunu Emirelmüminin'e göndersek, razı olur musunuz?» Onlar:
«— Evet», dediler.  Hemen kutuyu ona verdim.
Hz. Ömer onu açıp içindeki kırmızı, sarı ve yeşil değerli taşları görünce oturduğu yerden fırladı ve kutuyu yere çarptı. Kutunun içindekiler etrafa saçıldı.
Kadınlar, benim ona suikast yapmak istediğimi zannettiler ve perdeye doğru koştular... Ömer bana:
«— Topla onları...» dedi. Kölesi Yerfe’e de:
«— Bunu iyice döv», dedi. Yerfe' bana vururken ben de kutudan dökülenleri toplamaya çalışıyordum. Daha sonra şöyle dedi:
«— İkiniz de defolun!»   Ben de:

«— İzin ver de bize bir deve versinler. Çünkü kölen devemi aldı», dedim.
«— Yerfe Bunlara iki zekat devesi ver» dedi.  Bana da:
«— Bu develerle, gideceğiniz yere vardıktan sonra, onlara senden daha muhtaç kimseler görürsen bu develeri o kimselere ver», dedi.
«— Tamam,   ya Emirelmüminin!   Tamam inşallah».   dedim. Tekrar bana dönüp:
«— Eğer bu süs eşyası taksim edilmeden askerler dağıtırsa, başınıza bela olurum», dedi.
Hemen yola çıktım ve Seleme’nin yanına geldim:
«— Görevlendirdiğin konuda, Allah beni başarılı kılmadı... Senin ve benim başımıza bir bela gelmeden şu süs eşyasını askerler arasında taksim et» dedim ve meseleyi ona anlattım.
Seleme onu askerler arasında taksim etmeden yerinden kalkamadı...


Üç ayların son günü olması vesilesiyle hayat derslerimizin sonuna gelmiş olduk.
Üç ay boyunca yaptığımız ibadet ve taatların affımıza vesile olmasını niyaz ediyorum.
Rabbim Ramazan bayramını İslam alemi için hayırlara vesile kılsın inşallah…
Bir sonraki üç ayların başlangıcı vesilesiyle buluşabilmek umuduyla…

Taat : Allah'ın buyruklarını yerine getirme, ibadet etme

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK