Üç Aylar Ve Hayat Dersleri (2013)

Çevrimdışı osman acar

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.156
  • 1.453
  • 1.156
  • 1.453
# 12 Tem 2013 11:40:21
ALLAH tüm dünya için barış ve huzur nasip etsin inşaALLAH


Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 13 Tem 2013 08:21:39
Hayırlı günler dilerim.

13 Temmuz 2013 Cumartesi  –  5 Ramazan 1434

SA'D İBN-İ EBİ VAKKAS

At Sa'd at... Ananı, babam sana feda olsun».

Euzü billahimineşşeytanirracim. Bismillahirrahmanirrahim.
«Biz insana, ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Annesi onu, güçsüzlükten güçsüzlüğe uğrayarak karnında taşımıştı. Çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bana ve ana babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş banadır. Ana baba seni, körü körüne bana ortak koşman için zorlarsa, onlara itaat etme; dünya işlerinde onlarla güzel geçin; bana yönelen kimsenin yoluna uy; sonunda dönüşünüz banadır. O zaman, yaptıklarınızı size bildiririm, (Lokman suresi, ayet: 14-15).

Bu ayet-i kerimelerin eşsiz ve şahane bir hikâyesi vardır.
Delikanlının gönlünde birbirini tutmayan birçok duygu çarpıyordu. Ama en sonunda hayır şerre, iman da küfre galip geldi.
Gelelim hikayenin kahramanına; bu, Mekke gençlerinin en soylularından ve ana babası en itibarlı kimselerden olan bir gençtir.
İşte bu genç Sa'd İbn-i Ebi Vakkas'tır.
Mekke'de peygamberlik nuru doğduğu zaman Sa'd; nazik, ana babasına karşı çok itaatkâr ve özellikle annesini çok seven bir delikanlı idi.
O gün Sa'd, on yedinci baharını karşılamış olmasına rağmen olgun yaştakilerle yaşlıların akıl  ve  bilgisine  sahipti.
Mesela o, yaşıtlarının ilgi duyduğu çeşitli eğlencelere gitmezdi. Onun işi gücü ok ve yay yapmak, atıcılık talimleriyle uğraşmaktı. Sanki o, kendini büyük bir şeye hazırlıyordu.
Yine o, halkı arasında gördüğü inanç bozukluğunu ve kötü hali beğenmiyordu. Sanki içinde bulundukları karanlıklardan kurtarması için güçlü, sağlam ve şefkatli bir elin onlara uzanmasını bekliyordu.
İşte böyle bir haldeyken Aziz ve Celil olan Allah (c.c.) bütün insanlığa bu şefkatli ve yapıcı eli ikram buyurdu.
Bu, yaratıkların efendisi Muhammed İbn-i Abdullah'ın eliydi. O elin içinde sönmeyen ilahi yıldız Allah'ın Kitab'ı vardı...
Sa'd İbn-i Ebi Vakkas hidayet ve hak davetini kabul ettiğinde, Müslüman erkeklerin üçüncüsü veya dördüncüsü olmuştu. Bununla öğünerek şöyle der dururdu:
«— İslam'ın üçte biri olarak yedi gün kaldım».
Rasulüllah (s.a.v.) Sa'd'in Müslüman oluşuna çok sevinmişti. Çünkü Sa'd'da bu hilalin yakın bir zamanda dolunay olacağını müjdeleyen üstünlük ve mertlik alametleri vardı.
Sa'd'da, Mekke gençlerini onun yolunda gitmeye ve onun gibi Müslüman olmaya teşvik eden soy sop üstünlüğü vardı.
Bütün bunların üstünde Sa'd, Hz. Peygamber'in dayılarındandı. O Zuhre oğullarındandı. Zuhre oğulları ise Rasulüllah'ın (s.a.v.) annesi Amine Bint Vehb'in ailesiydi, Rasulüllah (s.a.v.) böyle bir dayıya sahip olmaktan şeref duyardı.
Şöyle rivayet edilir:
Rasulüllah (s.a.v.) bazı sahabelerle otururken Sa'd İbn-i Ebi Vakkas'ın geldiğini görünce yanındakilere şöyle dedi:
«- Bu benim dayımdır. Böyle bir dayısı olan var mı?»
Ancak Sa'd İbn-i Ebi Vakkas'ın Müslümanlığı pek kolay geçmemiştir. Bu mümin genç, acı ve ağır bir imtihanla karşılaşmıştır. Bu sert ve çetin imtihandan dolayı onun hakkında ayet nazil olmuştur.
Bu benzersiz imtihanı anlatması için sözü Sa'd'a bırakalım. Sa'd anlatmaktadır:
— İslam'a girmeden üç gün önce rüyada kendimi kapkara bir yerde gördüm. Bir şey göremiyordum. Derken ay doğdu. Onun aydınlattığı yolu takip ettim. Benden önce bu aya uyan kimseleri gördüm. Bunlar Zeyd İbn-i Harise, Ali İbn-i Ebi Talib ve Ebu Bekr idi». Onlara
— Buraya ne zaman geldiniz?» dedim.
— Şimdi» dediler.
Sabah olunca, Rasulüllah'ın (s.a.v.) gizli gizli İslam'a davette bulunduğunu öğrendim. Anladım ki Allah benim iyiliğimi murad etmiş ve beni onunla karanlıklardan aydınlığa çıkarmayı istemişti.
Koşa koşa Rasulüllah'a (s.a.v.) gittim. Onu, Ceyad mahallesinde buldum. İkindi namazını kılmaktaydı. Hemen Müslüman oldum. Rüyamda gördüklerimden başkası benden önce Müslüman olmamıştı.
«— Annem Müslüman olduğumu duyunca küplere bindi. Çünkü ben ona çok itaat eden ve onu seven birisiydim. Bana gelip şöyle dedi:
«— Sa'd! Girdiğin bu din nedir böyle? Seni, anne ve babanın dininden çevirdi... Mutlaka yeni dinini terk edeceksin. Yoksa ölünceye kadar yemek yemeyeceğim ve su içmeyeceğim. O zaman da sen çok üzülürsün, yaptığına pişman olursun. Ebediyete kadar da İnsanlar seni ayıplar».
«— Nolur anneciğim! Bunu yapma. Ben herhangi bir şeyden dolayı  dinimi terk edemem».
Fakat annem dediğini tuttu. Yemeyi içmeyi bıraktı. Günlerce yemeden içmeden durdu. Zayıf düşüp halsiz kaldı.
Hayatını devam ettirecek kadar biraz yiyip içmesini istemek için sık sık yanına gidiyordum. O da şiddetle karşı çıkıyor, kendisi ölünceye veya ben dinimi terk edinceye kadar yememeye yemin ediyordu.
Bu arada ona şöyle dedim:
«—Anneciğim! Allah'ı ve onun elçisini senden daha çok seviyorum... Vallahi, senin bin canın olsa ve bunları birer birer teslim etsen ben yine dinimden dönmem».
Benim ciddi olduğumu görünce, durumu kabullenip istemeye istemeye yemek yedi ve su içti, Allah Teâlâ bizim hakkımızda şu ayeti kerimeyi indirdi:
«Ana baba, seni körü körüne bana ortak koşman için zorlarsa, onlara itaat etme; dünya işlerinde onlarla güzel geçin».

Sa'd İbni Ebi Vakkas'ın Müslüman olduğu gün, Müslümanların en iyi günü ve İslam'ın en hayırlı günü olmuştu.
Bedir'de Sa'd ve kardeşi Umeyr'in önemli bir durumları vardı, Umeyr o gün ergenlik çağını birazcık geçmiş bir delikanlıydı. Rasulüllah (s.a.v.) harpten önce Müslüman ordusunu kontrole çıktığında, Sa'd'ın kardeşi Umeyr; Peygamber'in onu görüp yaşının küçüklüğü sebebiyle kabul etmemesinden korktuğu için gizlenmişti ama Rasulullah (s.a.v.) onu gördü ve kabul etmedi. Umeyr ağlamaya başladı. Bunun üzerine Peygamber ona acıyıp harbe katılmasına izin verdi.
Sa'd sevinerek yanma geldi. Küçük olduğu için, kılıcının bağını bağlayıverdi. İki kardeş Allah yolunda tam manasıyla dövüşmeye başladılar.
Çarpışma sona erdiği zaman Sa'd, Medine'ye tek başına döndü. Umeyr'i Bedir toprağında şehit olarak bırakmıştı.
Uhud'da Müslümanlar bozguna uğrayıp dağıldıkları ve Peygamber, sayıları onu bulmayan birkaç kişi arasında kaldığı zaman, Sa'd İbn-i Ebi Vakkas ok ve yayıyla onu korumak İçin savaş alanında kalmıştı. Attığı her ok bir müşriği yere seriyordu.
Rasulüllah (s.a.v.) onun ok atışını görünce şu sözlerle onu ok atmaya teşvik ediyordu:
«— At Sa'd!.,. At... Anam babam sana feda olsun».
Sa'd hayatı boyunca bu sözlerle övünmüştü. Bu konuda şöyle derdi:
«— Rasulüllah (s.a.v.} «anam babam feda olsun» sözlerini benden başka hiç kimseye söylememiştir.
Ancak Sa'd; Hz. Ömer'in İranlıların üstünlüklerine ve saltanatlarına son veren ve yeryüzünde putperestliğin kökünü kazıyan bir harbe karar verip ülkedeki bütün valilerine; silahı, atı, yiğitliği, fikri, şiir ve hitabette meziyeti ve harp için faydalı bir şeyi olan herkesi bana gönder diye mektuplar yazdığında şerefin doruğuna ulaşmıştır,
Medine'ye her taraftan akın akın mücahitler gelmeye başladı. Hepsi toplandığı zaman, Ömer ileri gelenlere büyük orduya kimi komutan tayin edeceğini danıştı. Onlar hep bir ağızdan kükremiş aslan Sa'd İbn-i Ebi Vakkas'ı tavsiye ettiler. Bunun üzerine Ömer sancağı ona teslim etti.
Büyük ordu Medine'den ayrılmaya karar verdiğinde Ömer İbnu'l-Hattab onu uğurlarken komutanına şu tavsiyeleri yaptı:
«— Sa'd! Rasulüllah'ın (s.a.v.) dayısı ve sahabesi denilmesi seni gururlandırmasın. Günkü Allah, kötülüğü kötülükle silmez. Kötülüğü ancak iyilikle siler.
Sa'd! Şüphesiz Allah'ın kimseyle akrabalığı yoktur. Ancak Allah'a itaat vardır. İnsanların asil olanı da olmayanı da, Allah katında eşittir. Allah insanların Rabbi'dir. Onlar da Allah'ın kullarıdır. İnsanlar takva ile birbirlerine üstün gelirler. Allah katındakilere Allah'a itaatle erişirler. Peygamber'in yaptığı işe bak ve ona sarıl. Çünkü o yapılması gerekli olandır». .
Mübarek ordu hareket etti. Orduda 99 Bedir harbine katılan, 310. küsur Rıdvan bey ‘atine kadar Rasulüllah'la (s.a.v.) sohbet etmek şerefine nail olan, 300 Mekke'nin fethinde Rasulüllah'la (s.a.v.) birlikte bulunan ve 700 sahabe çocuğu vardı.
Sa'd ordusunu Kadisiyye'de topladı. Müslümanlar son gün öldürücü darbeyi vurmaya karar verip düşmanlarını çepeçevre sardılar. La ilahe illallah ve Allahu ekber sesleriyle her yönden düşman saflarına saldırdılar. İran ordusunun komutanı Rüstem'in başı Müslümanların mızraklarının ucunda havaya kalkınca, düşmanların kalplerinde korku ve heyecan uyandı. Öyle ki bir Müslüman, İranlı bir askere yanına gelmesi için işaret ediyor ve o da çıkıp geliyordu ve onu öldürüyordu. Çoğunlukla düşmanı kendi silahıyla öldürüyordu.
Ganimetler sayılamayacak kadar çoktu. Düşmanlardan 30 bin asker ölmüştü.
Allah Sa'd'a uzun ömür ve zenginlik vermiştir. Ölümü yaklaştığında Sa'd eski yün cübbesini getirtip şöyle demiştir:
Beni bununla kefenleyiniz. Çünkü ben Bedir'de müşriklerle bu cübbeyle karşılaştım... Allah Teâlâ ile de bununla karşılaşmak istiyorum...»

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.429
  • 177.419
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.429
  • 177.419
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 13 Tem 2013 15:16:23
Resûl-ü Ekrem Aleyhissalât-ü Vesselâm Buyurdular ki:

Ramazan ayının ilk gecesi girince şeytanlar
Ve cinlerin azgınları zincire vurularak bağlanır.
Cehennemin kapıları kapatılır, hiçbir kapısı açılmaz.
Cennet kapıları ise sonuna kadar açılır,
Hiçbirisi kapalı tutulmaz.
Her Müslümanın kalbinde hissettiği bir ses yükselir:
Ey iyiliklere istekli olanlar, hayra yönelin!
Ey kötülüğe arzu duyanlar, kendinizi tutun!
Allah’ın bu gece Cehennemden kurtardığı
Pek çok kimseler olacaktır.
Bu hal Ramazan’ın bütün gecelerinde tekrarlanır.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 14 Tem 2013 08:05:58
Hayırlı günler dilerim.

14 Temmuz 2013 Pazar  –  6 Ramazan 1434

HUZEYFE İBNU'L-YEMAN

 «Huzeyfe size ne anlatırsa onu doğrulayınız. Abdullah İbn Mes'ud da size ne okutursa onu okuyunuz».
«Dilersen Muhacirlerden olursun, dilersen, Ensar'dan olursun. İstediğini seç».
Rasulüllah (s.a.v.) Mekke'de Huzeyfe İbnu'l-Yemanla İlk defa karşılaştığında bu sözleri söylemişti.
Huzeyfe İbnu'l-Yeman'ın bu iki topluluğun en güzelini ve Müslümanlarca en sevilenini seçmesine dair bir hikâye vardır:
Huzeyfe'nin babası el-Yeman Abs oğulları kabilesine mensup Mekkeli bir zattı. Ancak birisini öldürdüğü için, Mekke'den Yesrib'e göç etmeye mecbur kalmıştı. Orada Abduleşhel oğullarıyla anlaşıp onlardan bir kızla evlenmiş ve o kadından da oğlu Huzeyfe doğmuştu.
Daha sonra el-Yernan'ın Mekke'ye girmesine engel olan sebepler ortadan kalkmış, Yesrib'den Mekke'ye gidip gelmeye başlamıştı. Ancak o, daha çok Medine'de kalıyordu.
Ceziratu'l-Arab'ın üzerine İslam nuru doğunca, Huzeyfe'nin babası el-Yeman ve Abs oğullarından 11 kişi Rasulüllah'a (s.a.v.) gelip Müslüman olduklarını onun huzurunda açıkladılar. Bu, Medine'ye hicretten önce olmuştu. Bu sebeple Huzeyfe Mekke asıllı, Medine doğumluydu.
Huzeyfe İbnu'i-Yeman Müslüman bir evde yetişmiş, Allah'ın dinine girmede çabuk davranan anne babanın kollarında terbiye edilmişti. O, gözleri Rasulüllah'ı (s.a.v.) görmeden Müslüman olmuştu.
Huzeyfe, Rasulüllah'ı (s.a.v.) görme arzusuyla dolup taşıyordu. Müslüman olduğundan beri devamlı onunla ilgili haberleri takip ediyor, onun özelliklerini sorup duruyordu. Bunu, ona olan düşkünlüğünden ve sevgisinden yapıyordu.
Onu görmek için Mekke'ye gitti. Peygamber'i görünce hemen şöyle dedi:
«— Ya Rasulallah! Ben Muhacir miyim? Yoksa Ensar'dan mıyım?» Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu.
«— Dilersen Muhacirlerden, dilersen Ensar'dan olursun. Kendin için istediğini seç».
«— Ben Ensar'danım ya Rasulüllah!»
Rasulüllah (s.a.v.) Medine'ye hicret edince, Huzeyfe iki gözün birbirinden ayrılmadığı gibi Rasulüllah'tan ayrılmaz oldu. Bedir hariç bütün olaylarda onun yanındaydı. Bedir'de bulunmayışının hikâyesini bizzat kendisi anlatmaktadır:
«— Bedir'de bulunmayışımın sebebi şudur: Babamla ben Medine dışında idik. Bizi Kureyş kâfirleri yakalayıp
«— Nereye gidiyorsunuz?» dediler. «— Medine'ye» dedik.
Siz mutlaka Muhammed'e gitmek istiyorsunuz» dediler.
Hayır, biz sadece Medine'ye gitmek istiyoruz» diye cevap verdik. Muhammed'e yardım etmemek, onunla birlikte savaşmamak üzere söz aldıktan sonra bizi serbest bıraktılar.
Rasulüllah'ın (s.a.v.) yanına geldiğimizde, Kureyş'e verdiğimiz sözü ona söyleyip ne yapmamız gerektiğini sorduk. Rasulüllah (s.a.v.) şöyle cevap verdi:
«— Onlara verdiğiniz sözü yerine getireceğiz ama bizi onlara karşı üstün kılması için Allah'tan yardım dileyeceğiz».
Huzeyfe,  babası el-Yeman’la birlikte Uhud harbine katıldı.   Huzeyfe en güzel şekilde çarpışıp harpten sapasağlam çıktı. Babası ise şehit oldu. Ancak o, Müslümanların kılıçlarıyla şehit edildi. Müşriklerinkiyle değil.  Bunun hikâyesi şöyledir:
Uhud'da Rasulüllah (s.a.v.) el-Yeman ve Sabit İbn Kays'ı kadın ve çocuklarla birlikte surların içinde bırakmıştı. Çünkü onların yaşları hayli ilerlemişti. Çarpışma şiddetlenince el-Yeman arkadaşına:
«Biz ne bekliyoruz? İkimizin de az bir ömrü kaldı. Bir ayağımız çukurda. Niçin kılıçlarımızı alıp Rasulüllah'a (s.a.v.) katılmıyoruz. Belki Allah, Peygamberinin yanında şehit olmayı nasip eder» dedi. Arkasından kılıçlarını alıp savaşanların arasına girdiler ve çarpışmaya başladılar...
Sabit İbn Kays müşrikler tarafından şehit edildi. Huzeyfe'nin babası el-Yeman'ı ise bilmeyerek Müslümanların kılıçları takip etmeye başladı. Huzeyfe:
«— O benim babam, o benim babam...» diye bağırıyordu. Ama onu kimse duymuyordu. İhtiyar, arkadaşlarının kılıçlarıyla yere yıkıldı. Huzeyfe onlara şundan başka söz söylemedi:
«— Allah sizi bağışlasın. O merhamet edenlerin en merhametlisidir».
Rasulüllah (s.a.v.), babasının diyetini oğluna vermek istedi ama Huzeyfe şöyle dedi:
«— O zaten şehit olmayı istiyordu ve istediğine kavuştu. Allah'ım! Şahit ol. Ben onun diyetini diğer Müslümanlara bağışladım».
Böylece Rasulüllah'ın (s.a.v.) yanındaki değeri de artmış oldu.
Rasulüllah (s.a.v.) Huzeyfe İbnu'l-Yeman'ı araştırdığında onun üç özelliği olduğu ortaya çıktı: Problemleri çözebilen, benzeri bulunmayan bir zekâya sahip oluşu. Hemen kavrayabilen zihin açıklığı. Hiç kimseye duyurmadan sır saklaması.
Ashabının meziyetlerini anlamak ve cevherlerindeki gizli güçlerden faydalanmak Rasulüllah’ın  (s.a.v.)  siyaseti idi. Bundan maksat uygun kimseyi uygun yerde görevlendirmekti.
Medine'de Müslümanların karşılaştığı en büyük problem; Yahudiler ve  onların yandaşları  olan münafıkların  mevcudiyetiyle, Peygamber'e karşı düzenledikleri entrika ve hilelerdi.
Rasulüllah (s.a.v.), Huzeyfe İbnu'l-Yeman'a münafıkların isimlerini açıkladı.
—Bu, ashaptan hiçbirinin bilmediği bir sırdı. Onların hareketlerinin ve güçlerinin nasıl kontrol edildiğini, İslam'a ve Müslümanlara karşı zararlarının nasıl giderileceğini de izah etti.
O günden itibaren Huzeyfe İbnu'l-Yeman Rasulüllah'ın (s.a.v.) sırdaşı» diye çağırılmıştır.
Rasulüllah (s.a.v.), çok tehlikeli olup da üstün ve pratik zekâya ihtiyaç gösteren meselelerde Huzeyfe'nin kabiliyetlerinden istifade etmiştir. Hendek savaşının öncesinde böyle bir şey olmuştu: Düşman, Müslümanları, her taraftan kuşatmış ve kuşatma hayli uzamıştı. Bu imtihan Müslümanlara ağır gelmiş, şiddet ve sıkıntı son noktasına ulaşmıştı.
Hâlbuki bu sıkıntılı anlarda, Kureyş ve müşrik yandaşlarının durumu Müslümanlarınkinden daha iyiydi.
Allah, onların güçlerini zayıflatıp azimlerini kıracak gazabını indirdi. Onların üzerine, çadırlarını söken, kazanlarını ters çeviren, ateşlerini söndüren, güzlerine kumlar savuran, gözlerini ve genizlerini toprakla dolduran bir fırtına gönderdi.
Savaşlarda hemen telaşa kapılanın kaybettiği, gözünü düşmanın üzerinden hiç ayırmayanın da kazandığı muhakkaktır.
Askerler vasıtasıyla alınan haberlerle durumu değerlendirmek ve istişare yapmak harbin sonucunu etkiler.
Bundan dolayı Rasulüllah (s.a.v.) Huzeyfe İbnu'l-Yeman'ın kabiliyet ve tecrübelerine ihtiyaç duydu. Kesin bir karar vermeden önce bilgi toplaması için onu, gece karanlığında düşman ordusunun içine göndermeyi istedi.
Bu ölüm yolculuğunu bize anlatması için sözü Huzeyfe'ye bırakalım.
Huzeyfe anlatmaktadır:
«— O gece, saflar halinde oturuyorduk. Ebu Sufyan ve yanındaki Mekke müşrikleri üst tarafımızda, Benu Kureyza'lı Yahudiler de alt taraftardaydılar. Onların kadın ve çocuklarımıza zarar vermelerinden korkuyorduk, Biz o güne kadar böylesine karanlık bir gece ve böylesine şiddetli bir rüzgâr görmemiştik. Rüzgarın sesi sanki gök gürültüsüne benziyordu. Karanlık ise parmağımızı göstermiyordu...
Münafıklar şöyle diyerek Rasulüllah'tan (s.a.v.) izin istiyorlardı:
«—Bizim evlerimiz düşmana açıktır». Hâlbuki açık değildi. Rasulüllah (s.a.v.) izin isteyen her münafığa izin veriyordu. O da hemen çekip gidiyordu. Nihayet üç yüz veya o civarda kişi kaldık.
O sırada Rasulüllah (s.a.v.) kalkıp tek tek bizim yanımızdan geçmeye başladı. Benim yanıma geldi. Üzerimde soğuktan koruyucu olarak, karıma ait, dizlerimi geçmeyen bir peştamaldan başkası yoktu.
Yanıma yaklaştı. Ben yere diz çökmüştüm.
«— Bu kim?» diye sordu,
«— Huzeyfe» dedim.
«— Huzeyfe mi?» dedi. Açlığın ve soğuğun şiddetinden kalkmak istemeyerek yere büzülmüştüm».
«— Evet ya Rasulallah!» dedim. Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
«— Halk arasında bir haber dolaşıyor. Onların ordugâhına git ve bana onlarla ilgili bilgi getir...»
Dışarı çıktım ama hem çok korkuyor hem de üşüyordum. Rasulüllah  (s.a.v.) şöyle buyurdu:
«— Allah'ım! Bunu önünden, arkasından, sağından, solundan, üstünden ve altından koru!»
Vallahi, Rasulüllah'ın (s.a.v.) duası biter bitmez Allah, içimden korku namına ne varsa çekip aldı ve vücudumdan da üşüme hissini kaldırdı.
Yola koyulup giderken, Rasulüllah (s.a.v.) beni çağırıp şöyle dedi : «— Huzeyfe! Bana gelinceye kadar hiçbir şey yapma!»
«— Tamam» dedim.
Gece karanlığında gizlice yola çıktım. Müşrik ordusunun içine girdim. Artık sanki onlardan birisiydim.
Az sonra Ebu Süfyan ayağa kalkarak şöyle konuştu:
«— Ey Kureyş topluluğu! Şimdi ben size Muhammed'e ulaşmasından çekindiğim bir söz söyleyeceğim. Onun için her biriniz, yanındaki arkadaşının kim olduğuna dikkat etsin! Hemen yanımdakinin elini tutup:
«— Sen kimsin?» diye sordum. O da:
«— Ben falanım» diye cevap verdi.
Bu arada Ebu Sufyan konuşmasına şöyle devam etti
«— Ey Kureyş topluluğu! Siz burada kendi evlerinizde değilsiniz. Bizim hayvanlarımız kırıldı. Beni Kureyza da bizi terk etti. Gördüğünüz gibi şiddetli fırtınaya tutulduk. Şimdi burayı terk edin. Ben de terk edeceğim.
Bundan sonra kalkıp devesinin yanına gitti, bağını çözdü. Üzerine oturdu. Deveye vurdu ve deve ayağa fırladı. Eğer Rasulüllah (s.a.v.) bana, gelinceye kadar hiçbir şey yapmamamı emretmeseydi, onu bir okla mutlaka öldürürdüm.
Rasülüllah'a (s.a.v.) döndüğümde onu, hanımlarından birine ait bir peştamala bürünmüş namaz kılarken buldum.
Beni görünce ayaklarına yaklaştırıp peştamalın ucunu üzerime attı ona elde ettiğim bilgileri aktardım. Buna son derece memnun oldu. Allah'a hamd ve senada bulundu».
Huzeyfe İbnu'l-Yeman, hayatı boyunca münafıklarla ilgili gizli konularda güvenilen birisi olmuştur. Halifeler münafıklarla ilgili konularda ona başvururlardı. Hatta Ömer İbnu'l-Hattab Müslümanlardan birisi öldüğü zaman:
«— Huzeyfe onun namazında bulundu mu?» diye sorar:
«— Evet, Huzeyfe onun namazını kıldı» diye cevap verirlerse o kimsenin namazını kılardı.
«— Hayır, onun hakkında şüphesi var» derlerse, onun namazını kılmazdı.
Bir defasında Huzeyfe'ye sordu:
«— Memurlarım arasında hiç münafık var mı?» O da:
«— Bir kişi var» dedi.
«— Kim olduğunu söyler misin?»
«— Hayır, bunu yapamam» diye cevap verdi.
Huzeyfe anlatır:
«— Ancak çok geçmedi, Ömer onu vazifesinden uzaklaştırdı. Sanki doğrudan doğruya o, kendisine bildirilmişti».
Belki bazıları Huzeyfe İbnu'l-Yeman'm Müslümanlara Nihavend, Deynever, Hemedan ve Rey'i kazandırdığını, Allah'ın Kitabında ayrılığa düşme durumuna geldikten sonra, Müslümanların tek Mushaf’ta birleşmesine sebep olduğunu bilmezler.
Bütün bunlara rağmen, Huzeyfe İbnu'l-Yeman kendisi hakkında Allah'tan ve onun vereceği cezadan çok korkardı.
Ölüm yatağında hastalığı ağırlaştığı zaman geceleyin bazı sahabeler onun yanına geldiler. Onlara sordu:
«— Vakit nerelerde?»
«— Sabah olmak üzere» dediler.
«— Beni ateşe ulaştıran sabahtan Allah'a sığınırım... Beni ateşe ulaştıran sabahtan Allah'a sığınırım...» dedi. Daha sonra da:
«— Kefen getirdiniz mi?» dedi. «— Evet» diye cevap verdiler.
«— Kefenlerken haddi aşmayınız. Eğer Allah katında benim bir iyiliğim varsa, onun yüzünden iyiliğe değiştirilirim. Şayet öbürü varsa, o da benden sorulur...»
Daha sonra da şöyle diyordu:
«— Allah'ım! Sen biliyorsun ki ben fakirliği, zenginliğe; zilleti, izzete; ölümü, yaşamaya tercih etmiştim».
Ruhu çıkarken de şöyle demişti:
«— Özlenerek gelen sevgili, pişman olan kimse umduğuna kavuşamaz».
Allah, Huzeyfe İbnu'l-Yeman'a rahmet etsin. O İnsanlar için de eşsiz bir örnekti.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 15 Tem 2013 08:01:22
Hayırlı günler dilerim.

15 Temmuz 2013 Pazartesi  –  7 Ramazan 1434

UKBE İBN AMİR EL-CUHENİ

İşte Allah'ın Rasulü, uzun bir hasret ve bekleyişten sonra Yesrib tepelerine ulaşıyor.
İşte bunlar temiz Medine halkı. Rahmet Peygamber'ini ve arkadaşı Sıddik'ı karşılama sevinciyle La ilahe illallah ve Allahu Ekber diyerek yollarda ve evlerin damlarında toplanıyorlar...
İşte bunlar da Medine'nin küçük kız çocukları. Ellerinde defler, gözlerinde özlem olduğu halde şu şarkıyı söyleyerek ve tekrar ederek yollara çıkıyorlar:
«Seniyyetu'l-Veda dağından Bizim üzerimize ay doğdu. Davetçi bizi Allah'a davet etti de,
Bizim üzerimize şükür vacip oldu».
İşte Rasulüllah'ın (s.a.v.) devesi, saflar arasında yavaş yavaş yürüyor, Onu, özlem duyan canlar ve kalpler çevreliyor. Onların etrafında sevinç gözyaşları ve gülümsemeleri yayılıyor.
Ancak Ukbe Rasulüllah'ın (s.a.v.) devesini görememiş ve onu diğerleriyle birlikte karşılama mutluluğuna erişememişti.
Çünkü o, uzun süre aç kalan ve ölmelerinden korktuğu, dünyada tek sahip olduğu şey olan küçük sürüsünü otlatmak için çöllere çıkmıştı.
Medine-i Münevvere'yi kaplamış olan sevinç, çok geçmedi yakın ve uzak köylerine de yayıldı. Çöllerde insanlardan uzak, küçük sürüsüyle birlikteyken Ukbe'ye o sevinçli  haberin  müjdesi ulaşmıştı.
Rasulüllah'la (s.a.v.) karşılaşma hikâyesini bize anlatması için sözü Ukbe'ye bırakalım.
Ukbe şöyle anlatır:
«— Otlatmakta olduğum küçük sürümün arasındayken Rasulüllah (s.a.v.) Medine'ye geldi, Onun geldiğini haber alınca hemen küçük sürümü bıraktım. Durup dinlenmeksizin ona gitmek için yol yürüdüm. Onunla karşılaştığımda:
«— Ben size bey'at edeceğim, ya Rasulallah» dedim.
«— Sen kimsin?»
«— Ukbe ibn-i Amir el-Cuheni'yim».
«— Sence hangisi daha iyi: Bedevi beyatı mı yoksa hicret beyatı mı yapacaksın?»
«— Hicret beyatı yapmak istiyorum».
Rasulüllah'a (s.a.v.) muhacirler gibi beyat edip yanında bir gece kaldım ve küçük sürümün yanına döndüm».
«Biz, on iki Müslüman arkadaş sürülerimizi otlatmak için Medine’den uzakta kalıyorduk».
Aramızda şöyle konuştuk:
«— Bizde hiç iş yok, çünkü dinimizi anlatması için ve kendisine vahyedileni dinletmesi için hiçbir gün Rasulüllah'ın (s.a.v.) yanına gitmedik, Her birimiz Yesrib'e gitsin ve giden, sürüsünü burada kalanlara bıraksın». Ben şöyle dedim
"«— Her gün biriniz, Rasulüllah'a (s.a.v.) gitsin. Gidecek olan sürüsünü bana bıraksın». Ben sürümü başkasına bırakmaktan çok korktuğum için böyle yapıyordum.
Her gün birisi Rasulüllah'a (s.a.v.) gidiyordu. Otlatmam için sürülerini de bana bırakıyorlardı. Geldikleri zaman dinlediklerini ve öğrendiklerini ben onlardan alıyordum. Ancak çok geçmedi, kendime geldim ve şöyle dedim:
«— Yazıklar olsun sana! Sen, semiz olmayan faydası da dokunmayan koyunların yüzünden mi kendini Rasülüllah'la (s.a.v.) sohbetten ve aracısız yüz yüze ondan almaktan alıkoyuyorsun?»
Daha sonra koyunlarımı bırakıp Mescid’de  Rasulallah'ın (s.a.v.) yakınında ikamet etmek için Medine'ye gittim.
Ukbe İbn Amir el-Cuheni bu kesin kararı verdiğinde on sene sonra sahabenin büyük âlimlerinden, kurra üstatlarından, ünlü fetih komutanlarından ve İslam'ın sayılı valilerinden birisi olacağı hiç hatırına gelmemişti. Koyunlarından ayrılıp Allah ve Rasulü'ne giderken, dünyanın anası Şam'ı fetheden ordunun öncü kuvvetlerinden olacağını, Şam'ın Turna kapısı yanındaki güzel bahçeler arasında kendisinin bir evi olacağını hiç tahayyül etmemişti.
Dünyanın yeşil zümrüdü Mısır'ı fethedecek komutanlardan birisi ve orada vali olacağını, Mukattam dağının eteğinde kendisine bir ev yaptıracağını hiç tasavvur etmemişti. Bütün bunlar gaybın derinliklerindeki gizli şeylerdi. Bunları ancak Allah biliyordu.

Ukbe gölge gibi Rasulüllah'a (s.a.v.) yapışmıştı. Yürüdüğü zaman katırının yularını tutar, nereye gitse önünde giderdi. Çoğunlukla Rasulüllah (s.a.v.) onu terkisine alırdı. Hatta o, Rasulüllah'ın (s.a.v.) redifi (terkisine binen) diye  isimlendirilmişti.
Çoğu defa da Rasulüllah (s.a.v.) katırından indiğinde o biner, Peygamber de yürürdü.
Ukbe şöyle anlatır:
«— Bir defasında Medine koruluğunda Rasulüllah'ın (s.a.v.) katırının yularını tutuyordum. Bana şöyle dedi:
«— Ukbe, sen binmez misin?!»
«— Hayır» demeye niyet ettim. Fakat bunda Rasulüllah'a (s.a.v.) hürmetsizlik olduğundan korkup:
«— Bineyim, ya Rasulallah!» dedim. Rasulüllah (s.a.v.) katırından indi, emrini yerine getirmek için ben bindim. Biraz sonra katırdan indim, Rasulüllah (s.a.v.) bindi. Arkasından bana şöyle dedi:
«— Ukbe! Sana, şimdiye kadar benzeri görülmeyen iki sureyi öğreteyim mi?»
«— Evet Rasulüllah (s.a.v.)» dedim. Bana, Felak ve Nas surelerini okudu. Namaz vakti girince, imam oldu ve o iki sureyle namazı kıldırıp şöyle dedi:
«— Yatıp kalkarken bu sureleri daima oku».
Ukbe ; «Hayatım boyunca bu iki sureyi devamlı okudum» der.
Ukbe ilim ve cihada çok önem vermiştir. Ruhuyla ve bedeniyle onlara yönelmiş, kendini tam manasıyla onlara vermiştir.
İlmi Rasulüllah'ın (s.a.v.) bol ve tatlı kaynaklarından alıyordu. Sonunda; kurra, muhaddis, fakih, feraiz âlimi, edip ve şair oldu.
Kur'an-ı Kerim'i çok güzel okuyanlardandı. Gece olup ortalık sakinleşince Allah'ın Kitabı’nı okurdu. Sahabe onun tane tane okuyuşunu dinler, kalpleri huşu duyar ve Allah korkusundan gözleri yaşlarla dolardı.
Bir gün Ömer İbnu'l-Hattab onu çağırıp şöyle dedi : «— Bana biraz Kur'an oku, Ukbe!»
— Hay, hay, Emirulmü'minin» dedi. Ona bir miktar Kur'an okudu, Hz. Ömer gözyaşlarından sakalı ıslanıncaya kadar ağladı.
Ukbe kendi elleriyle yazdığı bir Kur'an bırakmıştı.
Bu Kur'an yakın zamana kadar Mısır'da Ukbe İbn Amir Camii adıyla bilinen camide kalmıştı. Bu Kur'an'ın sonunda : «Bu Kur'an-ı Ukbe İbn Amir el-Cuheni yazmıştır» cümlesi yer alıyordu.
Ukbe'nin bu Mushaf’ı yeryüzündeki en eski Mushaflardan birisiydi. Fakat kaybolan değerli kültür hazinelerimiz arasında o da kayıplara karışmıştır. Bunlardan haberimiz yok tabii.
Ukbe'nin yaptığı cihatlara gelince; onun Rasulüllah'la (s.a.v.) birlikte Uhud'da ve ondan sonraki gazalarda bulunduğunu bilmemiz yeterlidir. O, kahraman, yiğit ve cesur bir kimseydi. Şam'ın fethinde büyük kahramanlıklar göstermiş, bunun üzerine Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrah mükâfat olarak onu Medine'deki Ömer İbnu'l-Hattab'a fetih haberini müjdelemeye göndermişti. Sekiz gün yani bir cumadan diğer cumaya kadar durup dinlenmeksizin yol yürümüş ve büyük fethi Ömer'ul-Faruk'a müjdelemişti.
Bundan başka o, Mısır'ı fetheden Müslüman ordusunun komutanlarındandı. Bunun mükâfatı olarak da Emirulmü'minin Muaviye İbn Ebi Sufyan onu üç yıl Mısır'da vali olarak görevlendirmişti. Hz. Muaviye onu Akdeniz'deki Rodos adasında savaşmaya göndermişti. Ukbe Cihat’a çok düşkündü. Hatta cihatla ilgili hadisleri ezberlemiş ve onları Müslümanlara rivayet etmekle meşgul olurdu. Ok atmakta maharet kazanmaya çalışırdı. Hatta eğlenmek istediğinde ok atarak eğlenirdi.
Ukbe İbn Amir el-Cuheni Mısır'da ölüm yatağına düştüğünde oğullarını toplayıp onlara şu tavsiyeleri yapmıştır:
«Yavrularım! Sizi üç şeyden sakındırırım. Bunları iyi belleyin:
1. Ancak sika (güvenilir) kimsenin Rasulüllah'tan (s.a.v.) rivayet ettiği hadisi kabul ediniz.
2. Aba giyseniz bile borç istemeyiniz,
3. Kalplerinizi Kur'an'dan alıkoymaması için şiir yazmayınız».
Onu vefat ettiğinde Mukattam dağının eteğine defnettiler. Mirasını araştırdılar, geriye 70 küsur yay bırakmıştı. Her yayın bir kuburu ve okları vardı. Bunların Allah yolunda kullanılmasını tavsiye etmişti.
Allah; kurra, âlim ve gazi Ukbe'nin yüzünü ak etsin. Ona en hayırlı mükâfatı versin»

Çevrimdışı osman acar

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.156
  • 1.453
  • 1.156
  • 1.453
# 15 Tem 2013 11:49:06
HZ. ALİ ŞUURU

Bazıları Hz. Ali’ye Cemel savaşında karşılarına gelenlerin müşrik olup olmadığını sordular. “Hayır” diye cevap verdi Haydar-ı kerrar, “Onlar şirkten en çok sakınanlardı.”
“Peki, onlar münafık mıydı?” diye sordular bu kez. Yine ne güzel cevapladı “Hayır, münafıklar Allah’ı çok az zikreder.”
“Ya onlar kimlerdi?” dediklerinde ise, tarihi cevabı şu oldu;
“Bize cefa eden kardeşlerimizdi

Çevrimdışı ılgın01

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 15 Tem 2013 11:54:28
"Şüphe yok ki müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mümin erkeklerle mümin kadınlar, itaat eden erkeklerle itaat eden kadınlar, sadık erkeklerle sadık kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, mütevazi erkeklerle mütevazi kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkeklerle ırzlarını koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkeklerle Allah-'ı çok zikreden kadınlar var ya, işte onlar için Allah bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır." (Ahzap suresi 35)

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 16 Tem 2013 07:30:49
Hayırlı günler dilerim.

16 Temmuz 2013 Salı  –  8 Ramazan 1434

HABİB İBN ZEYD EL-ENSARİ

«Allah sizin aileyi mübarek kılsın. Allah sizin aileye rahmet etsin».
Habib ibn Zeyd, her köşesinden iman kokulan yayılan, içinde oturanların her birinin alnında fedakârlık tabloları parlayan bir evde doğup büyümüştür.
Babası; Yesrib'deki Müslümanların önde gelenlerinden, Akabe'de, karısı ve iki oğluyla birlikte, Rasulüllah'a (s.a.v.) yardım etmek üzere bey ‘at eden 70 kişiden birisi olan Zeyd İbn Asım'dır.
Annesi; Allah'ın dinini ve elçisi Muhammedi korumak için silah kuşanan ilk kadın Ummu Amara Nesibe el-Maziniyye'dir.
Kardeşi; Uhud'da Peygamber için kendini feda eden Abdullah İbn Zeyd'dir.
Rasülüllah (s,a.v.) onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
«—Allah, sizin aileyi mübarek kılsın... Allah, sizin aileye rahmet etsin...»
Daha tazecikken ilahi nur Habib İbn Zeyd'in kalbine girip yerleşmişti. Ona; meşhur, mübarek yetmiş kişilik toplulukla birlikte İslam tarihinde yer almak için, annesi, babası, teyzesi ve erkek kardeşiyle birlikte Mekke'ye gitmek nasip olmuştu. Orada küçük elini uzatıp gece karanlığında Akabe'de Rasulüllah'a (s.a.v.) bey ‘at etmişti.
O günden itibaren Rasulüllah (s.a.v.) ona, annesinden babasından daha sevimli; İslam, ona canından daha kıymetli hale gelmişti.
Habib İbn-i Zeyd, Bedir'de bulunmamıştı. Çünkü o zamanlar çok küçüktü. Uhud'a katılma şerefine de nail olamamıştı. Çünkü daha silah taşıyamıyordu.
Fakat bunlardan sonraki bütün olaylarda Rasulüllah'ın (s.a.v.) yanında yer almıştı.
Bu olayların her birinde ona ait bir izzet sancağı, bir şeref sayfası ve bir fedakârlık durumu vardı.
Ancak büyüklük ve dehşeti bakımından bu olaylar; gerçekte, Peygamber'in gelişinden içinde bulunduğumuz şu ana kadar milyonlarca Müslümanın içini sızlattığı gibi, şiddeti sizin vicdanınızı da sızlatacak, hikâyesi asırlar boyunca Müslümanları hayrete düşürdüğü gibi, sizi de hayrete düşürecek, sözünü edeceğimiz büyük olaya ait büyük bir hazırlıktan başka bir şey değildi.
Geliniz, başlangıcından itibaren, bu acı hikâyeye kulak verelim:
Hicretin 9. senesinde, İslam kuvvetlenip temelleri sağlamlaşmıştı. Arap heyetleri Rasulüllah'ı (s.a.v.) görmek, İslam'a girdiklerini huzurunda ilan etmek ve ona itaat ettiklerine dair bey ‘at etmek için yarımadanın her tarafından Yesrib'e geliyorlardı.
Bu heyetler arasında Necid bölgesinden gelen Beni Hanife heyeti de vardı:
Heyet Medine civarında develerini çöktürdü ve Museylime İbn-i Habib isimli birisini eşyaların başına bırakıp Peygamber'e gittiler. Kendilerinin ve kavimlerinin İslam'a girdiğini onun huzurunda açıkladılar. Rasulüllah (s.a.v.) onları, güzel bir şekilde ağırlayıp her birine ve eşyaların yanında kalan kimseye hediye verilmesini emretti.
Heyettekiler Necid'deki evlerine dönünce Museylime İbn Habib İslam'dan çıktı. Halkın arasına girip onlara:
Muhammed İbn Abdillah'ın Kureyş kabilesine peygamber olarak gönderildiği gibi, kendisinin de Allah'ın Beni Hanife'ye gönderdiği bir peygamber olduğunu ilan etti.
Müseylime'nin kavmi çeşitli sebepler ileri sürerek etrafında toplanmaya başladılar. Bu sebeplerden en önemlisi taraf tutma idi. Mesela: Onlardan birisi şöyle diyordu:
«— Muhammed'in doğru, Müseylime'nin yalancı olduğunu kabul ediyorum ama Rabia'nın yalancısı bence, Muzar’ın doğrusundan daha iyidir.
Müseylime'nin bileği kuvvetlenip taraftarları çoğalınca Rasulüllah'a (s.a.v.) şöyle bir mektup yazdı:
«Allah'ın Rasulü Müseylime'den, Allah'ın Rasulü Muhammed’e: Selam senin üzerine olsun.
Artık ben seninle ortak durumdayım. Yeryüzünün yarısı bizim, diğer yansı da Kureyş'indir. Ancak Kureyş, zulmeden bir kavimdir».
Mektubu iki adamıyla göndermişti. Mektup Rasulüllah'a (s.a.v.) okununca, onlara sordu:
«— Siz ne diyorsunuz?!»
«— Biz de, onun dediği gibi diyoruz» dediler.
«— Vallahi, eğer elçiye zeval yoktur kaidesi olmasaydı, sizin boynunuzu vururdum».
Daha sonra Rasulüllah (s.a.v.) Müseylirne'ye şöyle bir mektup yazdı:
«Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.
Allah’ın Rasulü Muhammed’den yalancı Müseylime’ye.
Selam doğru yolda olanların üzerine olsun. Yeryüzü şüphesiz Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona mirasçı kılar. Sonuç, Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır».
Mektubu iki kişiyle ona gönderdi.
Yalancı Müseylime'nin şerri ve bozgunculuğu artıp yayılmıştı. Rasulüllah (s.a.v.) ona, düştüğü sapıklıktan alıkoyan bir mektup göndermeyi tasarlamış ve mektubu götürmek için de hikâyemizin kahramanı Habib İbn Zeyd'i seçmişti.
O sırada Habib, aklı başında bir delikanlı ve tepeden tırnağa mümin bir gençti.
Habib İbn Zeyd, hiç gecikmeden, tepeler aşarak ovalar geçerek Rasulüllah'ın (s.a.v.) emrettiğini yerine getirmek için yol aldı. Necid’deki Beni Hanife diyarına vardığında mektubu Müseylime'ye verdi.
Mektubun içindekileri okur okumaz, Müseylime'nin göğsü öfke ve kinden kabardı. Çirkin ve sarı yüzünden kötülük ve zulüm ifadesi belirdi. Habib İbn Zeyd'in bağlanıp ertesi gün kuşluk vaktinde kendisine getirilmesini emretti. Ertesi gün Müseylime toplantıyı açtı. Yandaşlarından büyük zorbaları da etrafına oturtmuştu. Herkesin oraya gitmesine izin verdi. Arkasından Habib İbn Zeyd'in getirilmesini emretti. Habib ayakları bağlı bir halde yürüyerek geldi.
Habib İbn Zeyd, sert, başı dik ve gururlu bir şekilde bu kindar kalabalığın ortasında son derece düzgün, sert bir mızrak gibi dikildi.
Müseylime ona dönüp:
«— Muhammed'in, Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet ediyor musun?» dedi.
Habib:
«— Evet, Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet ediyorum» diye cevap verdi. Müseylime'nin öfkeden adeta organları parça parça oldu ve şöyle dedi:
«—Ya benim Allah'ın Rasulü olduğuma şehadet ediyor musun?» Habib kahredici bir alayla:
«— Kulağımda, söylediğini duymama engel olan bir sağırlık var». Şeklinde cevap verdi.
Müseylime'nin rengi değişip öfkeden dudakları titredi. Celladına:
«— Onun vücudundan bir parça kes» dedi. Cellad kılıcını Habib'e indirdi. Vücudundan bir parça kesti ve parça yere yuvarlandı...
Daha sonra Müseylime ona aynı soruyu tekrar etti:
«— Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet ediyor musun?»
Evet.  Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet ediyorum
«__ Ya benim Allah'ın Rasulü olduğuma şehadet ediyor musun?»
«— Sana söylemiştim. Kulağımda söylediğini duymama engel olan bir sağırlık var».
Vücudundan bir parça daha kesilmesini emretti, parça kesildiğinde yere yuvarlandı ve Müseylime'nin kız kardeşinin yanına kadar gitti.. Oradakiler gözlerini Habib'e dikmişler, onun azim ve kararlılığından hayrete düşmüşlerdi.
Müseylime sormaya, Cellad kesmeye, Habib
«— Muhammed'In Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet ediyorum» demeye devam ediyordu.
Yarısına yakın bir kısmı doğranmış ve yere yayılmış parçalar halinde, diğer bir yarısı da konuşan bir kütle haline gelmişti.
Daha sonra, temiz dudaklarında Akabe gecesi bey ‘at ettiği Peygamberinin ismiyle...
Allah'ın Rasulü Muhammed'in ismiyle ruhunu teslim etti.
Annesi Nestbe el-Maziniyye'ye Habib İbn Zeyd'in ölüm haberini verdikleri zaman şundan başka bir şey söylemedi:
«— Onu bu günler için doğurdum. Allah'tan onun için ecir diliyorum. O küçükken Akabe gecesi Rasulüllah’a (s.a.v.) bey ‘at etmişti. Büyüyünce ona verdiği sözü tam olarak yerine getirdi. Eğer Allah, Müseylime'ye karşı bana bir imkân verirse, arkasından kızlarını mutlaka ağlatacağım».
Nesibe'nin istediği gün çok gecikmedi...
Ebu Bekr'in tellalı Medine'de : «Haydi peygamberlik iddia eden yalancı Müseylime ile savaşa» diye seslendi...
Müslümanlar onunla karşılaşmak için hızla yürüdüler. Orduda Nestbe el-Maziniyye ve oğlu Abdullah İbn Zeyd de vardı.
Meşhur Yemame savaşında Nesibe’nin:
«— Nerede Allah'ın düşmanı?»
«— Bana Allah'ın düşmanını gösteriniz...» diyerek kükremiş aslan gibi safları yardığı görüldü.
Yanına varıp, onu Müslümanların kılıçlarıyla yere yuvarlanmış halde görünce, içi rahatladı ve gözü aydın oldu...
Niçin olmasın?!
Allah; azgın, sapık katilden onun iyi ve muttaki oğlunun intikamını almamış mıydı?
- Tabii...
Her ikisi de Rabbine kavuşmuştu ama... Birisi cennetteydi... Diğeri de cehennemdeydi.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 17 Tem 2013 08:39:07
Hayırlı günler dilerim.

17 Temmuz 2013 Çarşamba  –  9 Ramazan 1434

EBU TALHA EL-ENSARİ ZEYD İBN SEHL

«Ebu Talha'nın Ummu Suleym'e verdiği mehirden daha kıymetlisini görmedik... Çünki Ummu Suleym'in mehri İslam idi...»
Künyesi Ebu Talha olan Zeyd İbn Sehl en-Neccari, Ummu Suleym künyesi er-Rumeysa Bint Milhan en-Neccariyye'nin, kocası öldükten sonra evlenmediğini öğrenince sevinçten uçuyordu.
Bunda bir tuhaflık yoktu. Çünkü Ummu Suleym namuslu, iffetli, akıllı ve üstün nitelikte bir hanımefendiydi.
Böyle bir kadın arayanlardan önce onunla söz kesmeye karar verdi...
Ebu Talha, Ummu Suleym'in taliplilerinin hiçbirini kendisine tercih etmeyeceğinden emindi.
Çünkü o, herkesin beğendiği, zengin ve mükemmel bir kişiydi... Bunlara ilaveten o, Beni'n-Neccar'in süvarisi ve Yesrib'in sayılı okçularından birisiydi.
Ebu Talha, Ummu Suleym'in evine doğru hareket etti...
Yolda giderken Ummu Suleym'in Mekke'li davetçi Mus'ab İbn-i Umeyr'in konuşmasını dinleyip Muhammed'e iman ettiğini ve onun dinine girdiğini hatırladı.
Fakat hemen kendi kendine şöyle dedi:
«— Bunda ne var? Ummu Suleym'in ölen kocası atalarının dinine bağlı, Muhammed'den ve Muhammed'in çağrısından yüz çeviren birisi değil miydi?!»
Ebu Talha Ummu Suleym'in evine vardı, eve girmek İçin izin istedi. Ummu Suleym onu buyur etti. Oğlu Enes de yanındaydı. Ebu Talha, kendisini onlara tanıttı...
Ummu Suieym şöyle cevap verdi:
«— Ebu Talha! Senin gibisi reddedilmez ama ben, kâfir olduğun sürece seninle asla evlenmem...»
Ebu Talha, Ummu Suleym'in bu sözüyle sudan sebepler ileri sürdüğünü, daha zengin ve daha soylu başka bir kişiyi kendisine tercih ettiğini zannetti ve şöyle dedi:
Ummu Suleym! Senin benimle evlenmene engel olan şey bu değil».                                                                                                           
«— Öyleyse, benim seninle evlenmeme engel olan nedir?.
 «— Sarı ve beyaz... Altın ve gümüş».
Altın ve gümüş mü?»
Evet».
. «— Ebu Talha sen şahit ol. Allah ve Rasulü de şahit olsun. Eğer Müslüman olursan, altınsız ve gümüşsüz senin karın olmayı kabul ederim ve senin Müslüman olmamı da kendime Mehir yaparım».

Ummu Suieym'in sözünü duyunca Ebu Taiha'nın aklı; hemen kıymetli ağaçtan yaptığı ve kavminin ileri gelenlerinin yaptığı gibi kendisine ayırdığı putuna gitti.
Ancak Ummu Suleym ondan, demiri tavında dövmesini istemiş ve şöyle ilave etmişti:
«— Ebu Talha! Allah'tan başka taptığın tanrının yerden bitmiş olduğunu bilmiyor musun?!»
«— Biliyorum».
«— Bir parçasını kendine tanrı yaptığın diğer parçasıyla da başkalarının yakıp ısındığı veya üzerinde ekmeğini yaptığı bir ağaç dalına taparken utanç duymuyor musun?...»
Eğer Müslüman olursan, senin karın olmayı kabul ederim. Senden Müslüman olmandan başka Mehir istemiyorum».!;
«— Benim Müslüman olmama kim yardımcı olur?»
«— Ben»,
«— Nasıl Müslüman olurum?»
«— Allah'tan başka tanrı olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet edeceksin, sonra evine gidip putunu kıracaksın ve atacaksın».
Ebu Talha'nın yüzü güldü ve şöyle dedi.
«— Allah'tan başka tanrı olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet ederim».
Ve Ummu Suleym'le evlendi.
Müslümanlar:
«— Şimdiye kadar Ummu Suleym'in mehrinden daha kıymetlisini duymadık... O, Mehir olarak İslam'ı aldı...» dediler.
O günden itibaren Ebu Talha, İslam sancağının altına girmiş ve bütün enerjisini ona hizmette harcamıştır.
Akabe bey ‘atında hanımı Ummu Suleym'le beraber Rasulüllah'a (s.a.v.) bey ‘at eden 70 kişiden birisi de o idi.
Rasulüllah'ın (s.a.v.) o gece Yesrib Müslümanlarına başkan yaptığı 12 kişiden birisi yine o idi.
Daha sonra bütün gazalarda Rasulüllah'ın (s.a.v.) yanında yer almış, şerefle savaşmıştı.
Fakat Ebu Talha'nın Rasulüllah'ın (s.a.v.) yanındaki günlerinin en önemlisi Uhud günüdür.
Şimdi bununla ilgili bilgiyi alıyoruz.
Ebu Talha, Rasulüllah'ı (s.a.v.) yüreğinin zarlarına kadar sinen, kan gibi damarlarında dolaşan bir sevgiyle severdi. Ona bakmaya doyamaz, onun tatlı konuşmasına kanmazdı.
Onun yanında kaldığı zaman önünde diz çöker şöyle derdi:
- Canım, canın için fedadır. Yüzüm, yüzün için kalkandır».
Uhud'da Müslümanlar Rasulüllah'tan (s.a.v.) uzaklaşınca, müşrikler her taraftan ona saldırmışlar, dişini kırmışlar, alnını yarmışlar, dudağını yaralamışlar ve yüzünü kanatmışlardı.
Hatta yalancılar, Muhammed'in öldürüldüğünü uydurmuşlar, bunun üzerine Müslümanlar güç duruma düşmüşler ve bozulmuşlardı.
O sırada Rasulüllah'ın (s.a.v.) yanında, içlerinde Ebu Talha'nın da bulunduğu bir gruptan başkası kalmamıştı.

Rasulüllah (s.a.v.) korunmak üzere arkasında durduğunda Ebu; Talha onun önünde dağ gibi dikilmiş, daha sonra yenilmeyen yayını çekmiş, üzerine yanılmayan oklarını koymuş ve Rasulüllah’ı   (s.a.v.) korumaya ve okları müşrik askerlerine birer birer atmaya başlatmıştı.
Rasulüllah (s.a.v.), okların düştüğü yerleri görmesi için Ebu Talha'nın arkasından ayağa kalkıyordu. Bunun üzerine Ebu Talha, bir zarar gelmesin diye ona mani oluyor ve şöyle diyordu:
«— Anam, babam sana feda olsun, sen onların karşısında ayakta durma, çünkü sana isabet ettirebilirler...
Benim boynum senin boynun için fedadır. Benim göğsüm senin göğsün için fedadır.
Ben senin yolunda fedayım...»
Müslüman askerlerinden birisi ok kuburu ile birlikte kaçarken, Rasulüllah'ın (s.a.v.) yanından geçiyor, Peygamber de ona seslenip şöyle diyordu:
«— Okları Ebu Talha'nın önüne at, kaçarken onları götürme»!

Ebu Talha, üç yay kırıncaya, birçok müşrik askerini öldürünceye kadar Rasulüllah'ı (s.a.v.) savundu durdu.
Nihayet savaş bitti. Allah Peygamberini kurtarıp korudu.
Ebu Talha, savaş zamanlarında Allah yolunda canıyla cömert olduğu gibi bağış yapılacak yerlerde de malıyla pek cömertti.
İşte bunlardan biri:
O, hurma ağaçları ve asmaları olan bir bahçeye sahipti. Yesrib onunkinden daha büyük ağaçlı güzel meyveli ve daha tatlı suyu olan başka bir bahçeyi bilmezdi.
Bahçesindeki ağaçların gölgesinde namaz kılarken; yeşil renkli, gagası kırmızı, ayakları boyalı ve ötmekte olan bir kuş Ebu Talha'nın dikkatini çekti.
Kuş, ağaçların dallarında cıvıldıyor ve daldan dala konuyordu. Manzara hoşuna gitti ve onu düşünmeye daldı.
Biraz sonra kendine geldi ama kaç rekât namaz kıldığını hatırlayamıyordu.
İki mi?
Üç mü? Bilemiyordu.
Namazı bitirince, hemen Rasulüllah'ın (s.a.v.) yanına gitti. Bahçenin, gölgeli ağaçlarının ve cıvıldayan kuşlarının namazdan alıkoyduğu nefsini ona şikâyet etti.
Sonra da şöyle dedi:
«— Ya Rasulallah! Şahid ol. Allah rızası için bu bahçeyi, bağışladım... Onu Allah ve Rasulünün istediği şekilde kullan...»
Ebu Talha, hayatını oruçlu olarak ve cihat ederek geçirmiştir. Yine o, oruçlu bir halde ve cihat ederken ölmüştür...
Rasulüllah'ın (s.a.v.) vefatından sonra 30 yıla yakın oruçlu kaldığı sadece oruç tutmanın haram olduğu bayram günlerinde oruç tutmadığı kendisinden nakledilmiştir. Pir-i fani oluncaya kadar yaşamıştır. Fakat Allah yolunda cihada devam etmesine, Allah'ın kelimesini yükseltmek ve dinini aziz kılmak için yol yürümesine hiçbir şey engel olamamıştır.
İşte buna bir misal:
Müslümanlar Osman İbn-i Affan'ın halifeliği zamanında bir deniz harbine karar vermişlerdi.
Ebu Talha kendini Müslüman ordusuyla harbe çıkanların arasında sayıyordu. Oğulları ona:
«— Baba! Allah sana merhamet etsin. Sen artık çok yaşlandın. Hem sen Rasulüllah (s.a.v.), Ebu Bekr ve Ömer'le birlikte savaşmıştın. Şimdi ise, istirahate çekildin. Savaşmak için yerine bizi bıraktın» dediler. O da şöyle cevap verdi:
«— Aziz ve Celil olan Allah şöyle buyuruyor : «Hangi hal üzere olursanız olun, harbe çıkınız». (Tevbe suresi, ayet: 41) Allah hepimizi harbe çağırmaktadır... Yaşlıları da gençleri de... Bizim için bir yaş sınırlaması yapmadı ki...»
Ve harbe çıktı.

Yaşlı Ebu Talha, denizin ortasında, Müslüman askerleriyle birlikte gemideyken ağır bir hastalığa tutuldu. Çok geçmeden hayata veda etti.
Müslümanlar onu defnetmek için bir ada aradılar. Ebu Talha aralarında kefenlenmiş bir halde, aradıklarını ancak bir hafta sonra bulabildiler, Sanki uyuyormuş gibi hiç değişmemişti,
Ebu Talha ailesinden ve yurdundan uzak, Eş ve dostlarından ayrı, Denizin ortasında, gömüldü...
Aziz ve Celil olan Allah'a yakın olduğu müddetçe, insanlardan uzak olmasının ona ne zararı dokunur ki.

Çevrimdışı ılgın01

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 17 Tem 2013 14:51:53
Ramazanın ononcu  gününe neredeyse geldik bile..
 
Günler çok çabuk geçiyor; iyi değerlendirmek lazım ...
 
Yavuz Bahadıroğlu'nun  dediği gibi, oruç ve Ramazan
 
şu dünyada ''adam gibi yaşamak, iyi insan olmak" için bir fırsattır..
 
  Rabbim hepimizi değerlendirebilenlerden eylesin inşallah..

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 18 Tem 2013 07:23:58
Hayırlı günler dilerim.

18 Temmuz 2013 Perşembe  –  10 Ramazan 1434

RAMLE BİNT EBİ SUFYAN

 «Ummu Habibe, Allah'ı ve Rasulü'nü başka şeylere tercih etmiştir. Kişinin ateşe atılmayı istemediği gibi, o da küfre dönmeyi istememiştir».
Ebu Sufyan İbn-i Harb; Kureyş'ten birinin, otoritesine karşı çıkabileceğini hatırından geçirmemişti, Çünkü o, Mekke'nin efendisi ve itaat edilmesi gereken lideriydi.
Ancak Ummu Habibe künyeli kızı Ramie bu liderliği yıkmıştı. O babasının tanrıılarını inkar etmiş, kendisi ve kocası Ubeydullah İbn-i Cahş'la birlikte tek ve ortağı olmayan Allah'a iman etmiş, elçisi Muhammed İbn-i Abdullah'ın peygamberliğini tasdik etmişti.
Ebu Sufyan elindeki bütün güç ve kuvvetiyle kızıyla kocasını, kendisinin ve atalarının dinine çevirmeye uğraşmış ama başaramamıştı.
Ramie'nin Müslüman olması sebebiyle Ebu Sufyan kederlere boğulmuştu. Kızma istediğini yaptıramadıktan ve Muhammed'e uymasına engel olamadıktan sonra, Kureyş'e hangi yüzle bakacağını bilemiyordu.

Kureyş, Ebu Sufyan'ın Ramle'ye ve kocasına karşı kızgın olduğunu anlayınca, bundan cesaret alıp onları sıkıştırmaya ve işkence etmeye başladılar. Artık onlar Mekke'de yaşamaya tahammül edemez hale gelmişlerdi.
Rasulüllah (s.a.v); Müslümanların Habeşistan'a hicret etmelerine izin verdiğinde, Ebu Sufyan'ın kızı Ramle, kocası Ubeydullah İbn-i Cahş ve küçük kızı Habibe; dinleri için Allah'a hicret edenler, imanları için Necaşi'nin memleketine kaçanlar kafilesi içindeydiler.   
Ancak Ebu Sufyan İbn-i Harb'le yanındaki Kureyş ileri gelenlerine, bu Müslüman grubunu ellerinden kaçırmaları ve onların Habeşistan'da rahat içinde olmaları zorlarına gitti.
Necaşi'yi üzerlerine kışkırtmak, ondan Müslümanları kendilerine teslim etmesini istemek ve bunların İsa ile annesi Meryem hakkında hoşuna gitmeyen bir söz sarf ettiklerini söylemek üzere Necaşi'ye adamlarını gönderdiler.,
Necaşi, muhacirlerin liderlerine dinlerinin hakikatini ve İsa ile annesi Meryem hakkında söylediklerini sordu. Onlardan Peygamberlerinin kalbine inen Kur'an'dan biraz kendisine okumalarını istedi. Onlar İslam'ın hakikatini anlatıp bazı Kur'an ayetlerini ona okuyunca, Necaşi sakalı ıslanıncaya kadar ağladı ve onlara:
«—Şüphesiz Peygamberiniz Muhammed'e indirilenle Meryem oğlu İsa'nın getirdiği aynı lambadan çıkıyor» dedi.
Necaşi patriklerinin Müslüman olmayı kabul etmemelerine ve Hristiyanlıkta kalmalarına rağmen, yurduna hicret eden Müslümanları himaye edeceğini açıkladığı gibi, kendisinin; tek ve ortağı olmayan Allah'a iman ettiğini ve Muhammed'in peygamberliğini tasdik ettiğini açıkladı...
Ummu Habibe artık sıkıntılı günlerinin geride kaldığını, acılar içinde yaptığı zorlu yolculuğunun onu emniyete ulaştırdığını zannediyordu. Çünkü kaderin onun için neler gizlediğini bilmiyordu...
Hikmeti yüce olan Allah, Ummu Habibe'yi akılları şaşırtan ve fikirleri durduran zorlu bir imtihana tabi tuttu ve onu bu büyük imtihandan hem galip bir şekilde, hem de galibiyetin zirvesine çıkararak kurtardı.
Ummu Habibe bir gece, rüyasında; kocasını kat kat karanlıkların bürüdüğü dalgalı bir denize düşmüş ve çok kötü bir halde gördü.
Korku ve ürpertiyle uykudan uyandı.
Gördüklerini, kocasına veya bir başkasına söylemek istemedi.
Fakat uzun süre geçmeden rüyası gerçekleşti. Bu uğursuz gecenin gündüzü geçmeden Ubeydullah İbn-i Cahş dininden dönüp Hristiyan olmuştu...
Daha sonra kötülüklerin anası içkiye alışarak meyhanelerden çıkmaz oldu. Artık içkiye doyup kanmıyordu.
Ummu Habibe en tatlısı acı olan iki şeyden birini seçmek zorundaydı.
Ya boşanacaktı...
Ya da Hıristiyan olacaktı...
Ummu Habibe ansızın kendini şu üç şey arasında buldu:
Ya devamlı Hristiyan olması için ısrar eden kocasının istediğini kabul edecekti. Böylece —Allah korusun— dininden dönecek, dünya belasına ve ahiret azabına uğrayacaktı.
Bu eti demir taraklarla kemiğinden ayrılsa bile yapamayacağı bir şeydi.
Ya Mekke'deki babasının evine dönecekti. Bu da daima şirk kalesiydi. Çünkü orada dinine yenik olarak yaşayacak demekti.
Ya da tek başına, ailesiz, yurtsuz ve yardımcısız Habeşistan'da kalacaktı.
O, içinde bulunduğu durumu başkasına tercih etti.
Allah, ona bir ferahlık verinceye kadar Habeşistan'da kalmaya karar verdi.

Ummu Habibe'nin beklemesi uzun sürmedi.
Hıristiyan olduktan sonra çok az yaşayan kocasından iddeti tamam olunca, Allah ona ferahlık verdi...
Saadet ona, randevusu olmadığı halde, hüzünlü evinin üstünde yeşil zümrütten kanatlarını çırparak geldi...
Berrak, gümüş renkli bir kuşluk vakti kapısı çalındı. Kapıyı açınca Habeşistan kralı Necaşi'nin nedimesi Ebrehe'yle karşılaşıverdi.
Ebrehe saygıyla ve güler yüzle onu selamladı. Girmek için izin istedi ve şöyle konuştu:
«— Kral sana selam edip şöyle diyor: Allah’ın Rasülü Muhammed sana evlenme teklif etti...
Gönderdiği mektupta senin evlenme akdini yapma konusunda onu vekil tayin etmiş. Sen de istediğin birisini kendi adına vekil tayin et».
Ummu Habibe sevinçten uçuyordu ve şöyle diyordu:
«— Allah sana da hayırlı olanı müjdelesin. Allah sana da hayırlı olanı müjdelesin...»
Bileziklerini çıkarıp Ebrehe'ye verdi...
Arkasından halhallannı... küpelerini ve yüzüklerini de verdi...
Eğer dünyanın bütün hazinelerine sahip olsaydı, o anda hepsini ona verirdi. Daha sonra şöyle dedi:
«—Vekilim olarak Halid ibn-i Said İbnu'I As'ı tayin ettim. Çünkü bana en yakın kimse odur».
Necaşi'nin, Habeşistan'ın güzel bahçelerinden birine bakan ağaçlık bir tepe üzerindeki sarayında, güzel nakışlarla süslü, parlak lambalarla ışıklandırılmış ve lüks eşyalarla döşeli geniş salonlardan birinde, başlarında Cafer İbn-i Ebi Taiib, Halid İbn-i Said İbnu'I-As, Abdullah İbn-i Huzafe es-Sehmi ve başkaları olmak üzere, Sahabenin Habeşistan'daki büyük zatları Ummu Habibe Bint Ebi Sufyan'ın Rasulüllah'a (s.a.v.) nikah akdine şahitlik yapmak için toplandılar.
Herkes toplanınca Necaşi toplantıyı açtı ve onlara şu konuşmayı yaptı:                                                                                                           
«— Kuddus, rnü'min ve Cebbar olan Allah'a hamd ederim. Allah'tan başka Tanrı olmadığına Muhammed'in onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim. Şüphesiz o Meryem oğlu İsa'nın müjdelediği kimsedir. Rasulüllah (s.a.v.) benden Ummu Habibe Bint Ebi Sufyan'ı kendisiyle evlendirmemi istedi. Ben de onun isteğini kabul ettim. Ben, onun tarafından Ummu Habibe'ye dört yüz dinar altını Mehir olarak verdim...»Allah'ın emri ve Peygamber'in sünneti üzerine... Dinarları Halid İbn-i Said İbnu'i-As'ın önüne döktü. Bu arada Halid kalkıp şöyle konuştu:
«— Hamd Allah'adır. Ona hamd eder, ondan yardım ve mağfiret dilerim. Ona tövbe ederim. Muhammed'in onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim. Kafirler hoşlanmasa da dinini bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamber'ini doğru yol ve hak dinle göndermiştir. Rasulüllah'ın (s.a.v.) istediğini kabul ettim ve vekil olduğum Ummu Habibe Bint Ebi Sufyan'ı onunla evlendirdim.
Allah, Rasulüne zevcesini mübarek kılsın.
Allah'ın Ummu Habibe'yi takdir ettiği hayırlı olsun...»
Bundan sonra paraları aldı ve ona götürmeye niyet etti. O kalkınca arkadaşları da kalktılar. Necaşi onlara şöyle dedi:
«— Oturun. Evlendikleri zaman peygamberlerin yemek yedirmeleri sünnettir».
Onlara yemek getirtti ve yemeği yediler. Daha sonra dağıldılar.
Ummu Habibe anlatmaktadır:
— Paralar bana gelince, daha önce, müjdeyi getiren Ebrehe'ye elli miskal altın gönderdim ve şöyle dedim:
«— Bana müjdeyi getirdiğinde sana bu parayı verecektim. Ama o gün hiç param yoktu...»
Az sonra Ebrehe yanıma geldi. Altınları geri verdi. İçinde ona verdiğim ziynetlerin bulunduğu bir kap çıkardı ve onu da geri verdi ve şöyle dedi :
«— Kral senden hiçbir şey almamamı istiyor. Kadınlarına da bütün parfümlerini sana göndermelerini emretti».
Ertesi gün, bana  öd  ve anber getirdi ve şöyle dedi:
«— Benim senden bir isteğim var..,»
«— Nedir o?» dedim.
«— Ben Müslüman oldum. Muhammed'in dinine girdim. Peygamber'e benden selam söyle ve ona; benim Allah'a ve elçisine iman ettiğimi haber ver, bunu unutma».
Sonra benim çeyizimi o hazırladı. Rasulüllah'a (s.a.v.) götürüldüm.    .
Onunla buluştuğumda nikah merasimini ve Ebrehe'yle aramızda geçenleri anlattım, onun selamını da söyledim. Rasulüllah (s.a.v.) bu habere sevinip şöyle dedi:
«— Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketleri de onun üzerine olsun»

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 19 Tem 2013 07:25:04
Hayırlı günler dilerim.

19 Temmuz 2013 Cuma  –  11 Ramazan 1434

VAHŞİ İBN-İ HARB

 «Muhammed'den sonra en hayırlı kimseyi o öldürmüştür... İnsanların en kötüsünü de o öldürmüştür.
Uhud'da amcası Hamza İbn-i Abdulmuttalib'i öldürdüğünde Rasulüllah'ın (s.a.v.) içini kan ağlatan, Yemame'de yalancı Müseylime'yi öldürdüğünde Müslümanların kalplerine şifa veren adam kimdir?
Bu adam, künyesi Ebu Deseme olan Vahşi İbn-i Harb el-Habeşi'dir.. Onun sert, hüzünlü ve kanlı bir hikâyesi vardır.
Acıklı hikâyesini bizzat kendisinin anlatması için ona kulak verelim.
Vahşi anlatmaktadır:
«— Ben, Kureyş'in ileri gelenlerinden Cubeyr İbn-i Mut'im'in kölesi idim. Cubeyr'in amcası Tuayme, Bedir'de Hamza İbn-i Abdulmuttalib tarafından öldürülmüştü. Buna çok üzülmüş, amcasının öcünü almak ve katilini mutlaka öldürmek için Lat'ta Uzza'ya yemin etmişti...
Hamza için fırsat gözetliyordu.
Bunun üzerinden uzun zaman geçmedi. Kureyş Muhammed İbn-i Abdullah'ın işini bitirmek ve Bedir'deki ölülerinin intikamını almak için Uhud harbine karar vermişti. Kureyş birliklerini teşkil etmiş, yandaşlarını toplamış ve hazırlıklarını tamamlamıştı. Komutayı da Ebu Sufyan'a vermişti.
Ebu Sufyan, askerleri harbe teşvik etmek ve kaçmalarına engel olmak için, Bedir'de babaları, oğulları, kardeşleri veya yakınlarından birisi öldürülen bazı Kureyş kadınlarının da orduda bulunmasını istiyordu. Karısı Hind Bint-i Utbe orduda yer alan kadınlar arasındaydı...
Hind'in babası, amcası ve kardeşi Bedir'de öldürülmüştü.
Ordu hareket etmek üzereyken Cubeyr İbn-i Mut'im bana gelip şöyle dedi:
«— Ebu Deseme! Kendini kölelikten kurtarmak ister misin?»
«— Bana bu konuda kim yardım eder?» dedim.
«— Ben yardım ederim».
«- Nasıl?»
«— Eğer Tuayme İbn-i Adiyy'in karşılığı olarak Muhammed'in amcası Hamza İbn-i Abdulmuttalib'i öldürürsen hürsün».
«— Bu konuda bana kim teminat verir?»
«— İstediğin kimse. Bunun için herkes şahidim olsun
«— Tamam, bu işte varım...»
Ben Habeşistanlıydım. Habeşistanlılar gibi mızrak atar, attığımı daima isabet ettirirdim.
Mızrağımı alıp orduyla yola çıktım. Ordunun gerisinde kadınlara yakın olarak yürüyordum. Benim harp etme isteğim yoktu..
Ebu Sufyan'ın karısı Hind'e her rastlayışımda veya o bana rastladığında, güneşin altında, elimde mızrağın parladığını görünce şöyle diyordu:
«— Haydi Ebu Deseme!
Haydi, yüreğimize su serp... İntikamımızı al».
Uhud'a vardığımızda ve İki taraf karşılaştığında, Hamza İbn-i Abdulmuttalib'i aramaya çıktım. Onu önceden tanıyordum. Zaten Hamza'yı tanımayan yoktu. Arap savaşçılarından önemli şahsiyetlerin yaptığı gibi, akranlarının onu tanıması için tepesine devekuşu tüyü takardı.
Az sonra Hamza'nın kalabalığın arasında boz deve gibi nara attığını gördüm. Kılıcıyla insanları biçiyordu. Önünde kimse duramıyor ve ona hiçbir şey dayanmıyordu...
Onu öldürmeye hazırlandığım ve bana yaklaşmasını bekleyerek bir ağaç veya taşı kendime siper yaptığım sırada Siba' İbn-i Abdulluzza isimli bir Kureyş süvarisi:
«— Çık karşıma Hamza... Çık karşıma» diyerek önüme geçti. Hamza:
«— Gel yanıma müşriğin oğlu... Gel yanıma» diyerek onun karşısına çıktı. Hamza öyle hızlı vurdu ki, adam önündeki kan birikintisinin içine yığıldı...
O sırada Hamza'ya karşı uygun bir pozisyon elde ettim. Mızrağımı sallamaya başladım. İsabet edeceğinden emin olunca, mızrağımı Hamza'ya fırlattım. Mızrak karnının altına düşüp ayaklarının arasından çıktı. Bana doğru yavaş yavaş iki adım attı ve düştü. Mızrak vücudunda saplı kalmıştı. Mızrağı öldüğünden emin oluncaya kadar vücudunda bıraktım. Daha sonra gelip mızrağımı vücudundan çıkarıp aldım, çadırlara döndüm ve orada oturdum. Çünkü benim başka bir isteğim yoktu. Onu sadece kölelikten kurtulmak için öldürmüştüm...»
Çarpışma kızışmıştı, kimisi saldırıyor, kimisi de kaçıyordu. Ancak kısa süre sonra Muhammed'in tarafı yenildi ve onlardan ölen çok oldu.
Bu sırada Hind Bint Utbe, arkasında bir grup kadınla Müslüman ölülerinin yanma geldi. Onların karınlarını deşmeye, gözlerini oymaya, burun ve kulaklarını koparmaya başladı.
Burun ve kulaklardan gerdanlık ve küpeler yaptı. Onları takındı. Kendinin gerdanlık ve altın küpelerini bana verip şöyle dedi:
«— Ebu Deseme! Bunlar senin olsun... Senin olsun... Onları iyi sakla, çok değerlidirler».
Çarpışma durunca, orduyla birlikte Mekke'ye döndüm. Cubeyr ibn-i Mut'im sözünü tutup beni kölelikten azad etti ve ben de hürriyetime kavuştum...»
Ancak Muhammed'in durumu gün gün büyüyor ve Müslümanlar her an artıyordu. Muhammed'in durumu büyüdükçe benim de kederim büyüyor,  beni bir telaş ve korku alıyordu. Muhammed ordusuyla Mekke'ye girinceye kadar böyle kaldım. Canımı kurtarmak için Taife kaçtım.
Fakat kısa bir süre sonra Taif halkı da Müslüman oldu. Muhammed'le görüşmek ve İslam'a girdiklerini açıklamak için bir heyet hazırladılar.
Artık ne yapacağımı bilemiyordum. Bütün genişliğine rağmen yeryüzü bana dar gelmiş, bütün yollar bana kapanmıştı. Kendi kendime şöyle dedim:
«— Suriye'ye, Yemen'e ya da diğer ülkelerden birine gideyim».
Son derece üzgün olduğum bir sırada, sözünde samimi olan birisi bana:
«—Yazık sana Vahşi! Bir kimse Muhammed'in dinine girer ve kelime-i şehadeti getirirse, o kimseyi öldürmez».
Adamın bu sözünü işitince, hemen Muhammed'i aramak üzere Yesrib'in yolunu tuttum. Oraya varınca, araştırdım ve onun mescitte olduğunu öğrendim. Silahsız ve dikkatli bir şekilde içeri girdim. Yanına vardım ve başucunda durdum:
«— Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Abduhu ve Rasulüh» dedim.
Rasulüllah (s.a.v.) kelime-i şehadeti duyunca, gözünü kaldırıp baktı. Beni tanıdı ve gözünü indirdi:
«— Sen Vahşi misin?» dedi.
«— Evet, ya Rasulüllah!»
«— Otur bakalım. Hamza'yı nasıl öldürdüğünü bana anlat».
Oturup anlattım. Konuşmam bitince yüzünü çevirip:
«— Yazıklar olsun sana Vahşi! Gözümün önünden kaybol. Bugünden sonra seni katiyyen görmeyeyim!»
O günden itibaren Rasulüllah'ın (s.a.v.) gözünün bana ilişmesinden çekinir oldum. Sahabeler onun önünde oturdukları zaman ben arkasına geçerdim.
Rasulüllah (s.a.v.) Rabbine kavuşuncaya kadar böyle yaptım».

Vahşi sözüne şöyle devam eder:
«İslam'ın önceki günahları sildiğini bilmeme rağmen, işlediğim fiilin büyüklüğünü kabul ediyor ve İslam'la Müslümanların başına getirdiğim büyük belayı çirkin görüyordum. Geçmişte yaptığıma kefaret olacak bir fırsat kollamaya başladım».
Rasulüllah (s.a.v.) vefat edip Ebu Bekir halife olunca, yalancı Müseylime'nin kabilesi Beni Hanife dinden döndü. Rasulüllah'ın (s.a.v.) halifesi, Müseylime'yle savaşmak ve Beni Hanife'yi Allah'ın dinine çevirmek için bir ordu hazırladı. Kendi kendime şöyle dedim:
«—Vahşi! İşte bu sana bir fırsat, ondan faydalan. Elinden kaçırmamaya bak».
Müslüman ordusuyla birlikte çıktım. Yanıma şehitlerin efendisi, Hamza İbn-i Abdulmuttalib'i öldürdüğüm mızrağımı aldım. Müseylime'yi öldürmedikçe yahut şehitliği elde etmedikçe dönmemeye karar verdim.
Müslümanlar Ölüm Bahçesi’nde Müseylime ve ordusuna saldırdıkları ve savaş iyice kızıştığı zaman Müseylime'yi gözetlemeye başladım. Onu elinde kılıcı, ayakta dikilirken gördüm. Benim gibi Ensar'dan birinin de onu gözetlediğini gördüm. İkimiz de onu öldürmek istiyorduk.
Uygun bir pozisyon yakalayınca mızrağımı salladım. Elimde düzgün bir hale gelince, ona doğru fırlattım. Mızrak isabet etmişti...
Müseylime'ye mızrağımı fırlattığım anda, o Ensar’lı kişi üzerine atılıyor ve kılıçla ona bir darbe indiriyordu...
Onu hangimizin öldürdüğünü Allah bilir?

Şayet onu öldüren bensem, Muhammed'den sonra insanların en hayırlısını ve yine insanların en kötüsünü öldürmüş oluyorum...»

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.795
  • 227.350
  • 28.795
  • 227.350
# 19 Tem 2013 08:48:56
4 Üniversiteli Arkadaş

Bir gün 3 Arkadaş bir araya gelip iftar yapalım diyorlar..
Buluşuyorlar çok güzel bir iftar geçiriyorlar, gülüyorlar eğleniyorlar ama sonra bir eksiğimiz var diyorlar....
Mediha yoktu bugün.....
Yarın gidelim diyorlar...
Mediha çalışkan bir üniversite öğrencisi, hatta arkadaşları dersten kaçıp Gülhane parkına giderken o bi şekilde onları ikna edip derse getirmeye çalışıyordu....
Ertesi gün 3 arkadaş Medyanın evine gidiyorlar....
Tabiki kapıyı çalıyorlar, kapıyı Mediha açacak çok güzel bi karşılama olacak, beraber iftar yapacaklar bir sürü hayal var....
Kapıyı çalınca Mediha kapıyı açınca bütün hayaller suya düşer...
Mediha şok olmuş vaziyette onlara bakıyor, neden geldiniz ne işiniz var burda der gibi bakıyor...
O sırada arkadaşlarından biri havayı yumuşatmak amacıyla *iceriden güzel koku geliyor,Annen kadayıfmı yaptı.......
Annesi kapıya gelince biraz mahçup biraz sıkıntılı şekilde *Anne, okuldan arkadaşlar iftara gelmişler bize....
Annesi buyur ediyor hemen.......
Üç kız içeri geçtiklerinde gördükleri manzara bütün heveslerini bitiriyor......
Çünkü yerde eski bir halı, halının üzerinde tahta bir masa ve sofranın etrafında dört küçük çocuk ve sofranın üzerinde bir tepsi üzerindede bayat ekmeklerden yapılmış ekmek makarnası var, dört çocuk misafirleri görünce hepsi kaçışıyorlar...
Belki üzerinde eski elbiseden utanıyor birisi belkide pijamadan utanıyor birisi ama bi anda dağılıyorlar....
Sonra iftar vakti geldi ama 3 kız eve geldiklerinden pişman olmazsınız ağızlarına aldıkları o yumşak ekmekler Boğazlarından demir gibi geçiyor......
Ne yaptık niye geldik diyorlar keşke kelmeseydik diyorlar içlerinden ama gelmiş bulunuyorlar bir kere...
Mediha nın annesi durumu kurtarmak için aslında ben bugün tarhana yapacaktım aslında, kıyma almıştım köfte yapacaktım ama tüpcü tüpü geç getirdiği için yapamadım diyor....
Bunu duyan evin en küçük çocuğu gerçekten bunlar varmı bizim dolapta diye mutfağa koşuyor dolabı açıp bakıyor, bakiyorki hiç bir şey yok...
Bir öfkeyle dolabı kapatıyor ve annesine dolgun gözlerle bakarak Sofraya oturuyor...
I gün Üç kız arkadaş sovradan nasıl kalkiyorlar eve nasıl donuyorlar bilemeyiz artık ama girişleri bi düğüne gider gibi dönüşleride cenazeden döner gibi oldu.....
Evlerinde sahur kalkiyorlar, sahura kalktiklarinda Boğazlarından hiç bir şey geçmiyor hatta bir arkadaşın göz Yaşları yemek tabağa damliyor....
Ertesi sabah okula gitiklerinde ilk teneffüs bir araya geliyorlar durumu birbirlerine anlatıyorlar diyorlarki boğazımızdan hiç birşey geçmedi çünkü orda bir ev var ve o evde bir çok çocuk diyorlarki birseyler yapalım Mediha ya yardım edelim acaba paramı versek öylemi destek olsak?
Ama Mediha onurlu bir insan para onun onurunu kırar yani kaş yapalım diye göz cikarmayalim....
Kendi aralarında bir karar veriyorlar.... Mediha nın evinin bulunduğu mahalledeki markete gidip marketci yle anlaşma yapıyorlar....
Biz size bir miktar para verelim siz bununla ramazan kumanyası hazırlayın onların evine götürün....
Marketci bunu yapıyor...
Mediha nın evine gidip bırakıyor....
Ertesi gün Mediha okula geldiğinde çok mutlu...
O günü geldiğinizde hazırlıksız yakalandık, annem çok güzel şeyler yapacaktı ama siz ansızın geldiğiniz için birsey yapamadı, ama yarın iftara gelirseniz bize, güzel bir iftar yaparız birlikte.
Ve ertesi gün iftara gitiklerinde o gün buzdolabı açıp hayal kırıklığı yaşayan insanların küçük çocuk diyorki.... Annem corbyapti annem pilav yaptı annem şunu yaptı bunu yaptı tatlı yaptı .......
VE BELKİ DE BİZİM GIDIP KAPASINI CALMAMIZ GEREKEN BIRILERI VAR....
GITMEMIZ LAZIM..... O KAPIYI CALMAMIZ LAZIM.... BELKI BİR ÇOCUK O GÜN SEVINMEK İSTİYOR...
BELKI BİR ANNE ÇOCUKLAR O SOFRAYA BAKTIGINDA......

HAYDİ GELİN BU RAMAZAN BIRILERIN KAPILARINI CALALIM...
BIRSEYLER YAPALIM ÇÜNKÜ........

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 20 Tem 2013 08:29:17
Hayırlı günler dilerim.

20 Temmuz 2013 Cumartesi  –  12 Ramazan 1434

HAKİM İBN-İ HAZAM

 «Mekke’de müşrik olarak kalmalarına razı olmadığım ve İslam’a girmelerini arzu etliğim dört kişi var...  Bunlardan birisi Hakim İbn-i Hazam'dir».
Sizin bu sahabeden haberiniz var mı?!
Tarih onun; Ka'be-i Muazzama'nın içinde doğan tek kişi olduğunu kaydetmektedir...
Bu doğum hikayesi öz olarak şöyledir: Hakim’in annesi, akranı bazı kadınlarla birlikte, oyalanmak için Ka'be'nin içine girmişti,
O gün her nasılsa Ka'be açıktı. Annesi de o sırada hamile idi. Ka'be'nin içindeyken ansızın doğum sancısı geldi ve oradan çıkamadı...
Ona doğumlarda kullanılan deri bir örtü getirildi ve çocuğu onun üzerine doğurdu...
Bu doğan çocuk Hakim İbn-i Hazam İbn-i Huveylid idi.
O, Mü'minlerin annesi Hatice Bint Huveylid hanımefendinin de erkek kardeşinin oğlu idi.
Hakim İbn-i Hazam; soylu, mevkisi yüksek ve zengin bir aile içinde büyümüştür.
Bunlardan başka o, akıllı, şerefli ve faziletli birisiydi. Kavmi onu başkanlığa getirmiş, ona rifade görevini vermişlerdi.
Hakim, peygamber olmadan önce Rasulüllah’ın   (s.a.v.)  samimi dostuydu.
Peygamber'den beş yaş büyük olmasına rağmen, onunla arkadaşlık eder, onunla sohbet etmekten ve oturup kalkmaktan hoşlanırdı.
Rasulüllah (s.a.v.) da onun sevgisine sevgiyle, dostluğuna da dostlukla karşılık verirdi.
Daha sonra akraba oldular ve aralarındaki bağ daha da kuvvetlendi. Bu da; Rasulüllah (s.a.v.), onun halası Hatice Bint Huveylid'le evlendiğinde olmuştu.
Hakim'in Rasulüllah'la (s.a.v.) olan bütün bağlarını size açıkladıktan sonra, onun; Rasulüllah'a (s.a.v.) peygamberlik gelmesinin üzerinden 20 yıldan fazla geçtiği halde, ancak Mekke'nin fethedildiği gün Müslüman olduğunu öğrenirseniz hayretten kendinizi alamazsınız!!
Allah'ın akıl nimetini verdiği ve Peygamber'le akrabalığı lütfettiği Hakim İbn-i Hazam gibi bir kimse hakkında sanılan: Onun Rasulüllah'a (s.a.v.) ilk inananlardan, davetini ilk tasdik edenlerden ve onun gösterdiği yola ilk uyanlardan olmasıydı... Ancak Allah'ın dilediği oldu... Bizim Hakim İbn-i Hazam'ın Müslüman olmakta gecikmesine şaştığımız gibi bizzat kendisi de buna şaşmaktaydı.
İslam'a girip imanın tadını alınca, ömründen Allah'a ortak koşarak ve Peygamber'ini yalanlayarak geçirdiği her ana pişmanlık duymaya başladı.
Oğlu, onu Müslüman olduktan sonra ağlarken gördü ve sordu:
«— Seni ağlatan nedir baba?»
«— Oğlum! Beni ağlatan birçok şey var. Birincisi: Müslüman olmakta geç kalmamdır. Bu sebeple birçok iyi şeyde öncelik hakkına sahip olamadım. Hâlbuki dünya kadar altın bağışlasam bunlara ulaşamazdım.
Bedir ve Uhud harplerinde Allah beni kurtarmıştı. O zaman kendi kendime şöyle dedim:
«— Bundan sonra, Rasulüllah'a (s.a.v.) karşı Kureyş'e yardım etmeyeceğim ve, Mekke'den çıkmayacağım». Ama kısa bir süre sonra Kureyş'in zaferine ben de iştirak ettim. Her Müslüman olmaya niyetlenişimde hala cahiliye adetleriyle hareket eden yaşlı ve itibarlı erkeklerden sağ kalanlara bakıp onları örnek alıyor ve onlar gibi hareket ediyordum.
Keşke böyle yapmasaydım...
Bizi sırf, atalarımıza ve büyüklerimize uymak mahvetti.
İşte ben niçin ağlamayayım oğlum?!»
Hakim İbn-i Hazam'ın Müslüman olmakta geç kalmasına bizim ve kendisinin hayret ettiği gibi, Peygamber de Hakim İbn-i Hazam gibi akıllı ve anlayışlı birisi için buna hayret ediyordu. İslam ona nasıl kapalı kalırdı. Rasulüllah (s.a.v.) onun ve onun gibi bazı kimselerin Allah'ın dinine girmede acele etmelerini istiyordu.
Mekke'nin fethinden önceki gece, Rasulüllah (s.a.v.) ashabına şöyle demişti:
«— Mekke'de müşrik olarak kalmalarına razı olmadığım ve İslam'a girmelerini arzu ettiğim dört kişi var».
«— Onlar kimlerdir ya Rasulallah?» denildi.
«— Bunlar: Attab İbn-i Useyd, Cubeyr İbn-i Mut'im, Hakim ibn-i Hazdm ve Süheyl İbn-i Amr'dır».
Allah'ın lütfuyla, bunların hepsi Müslüman olmuşlardır.
Rasulallah (s.a.v.) Mekke'ye girdiğinde Hakim İbn-i Hazam'a lütufta bulunup şöyle seslenilmesini emretmiştir:
«— Kim, tek ve ortağı olmayan Allah'tan başka tanrı olmadığına, Muhammed'in onun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ederse, emniyettedir...
Kim Kâbe’de oturup silahını bırakırsa, emniyettedir. Kim kapısını kapar, evinde oturursa, emniyettedir... Kim Ebu Sufyan'ın evine girerse, emniyettedir... Kim Hakim İbn-i Hazam'ın evine girerse, emniyettedir».
Hakim İbn-i Hazam'ın evi Mekke'nin en aşağısında, Ebu Sufyan'ın evi ise en üstündeydi.
Hakim İbn-i Hazam, aklını alacak şekilde Müslüman olup kanına ve kalbine karışacak şekilde iman etti...
Cahiliyede yaptığı her şeyi veya Rasulüllah'a (s.a.v.) düşmanlıkta sarf ettiği her şeyi misli misline ödemeye ahdetti.
Ve sözünü yerine getirdi.
İşte bunlardan birisi:
Tarihi bir ev olan Daru'n-Nedve ona aitti.
Kureyş, Cahiliye devrindeki toplantılarını orada yapardı. Yine Kureyş'in ileri gelenleri ve büyükleri Rasulüllah'ın (s.a.v.) öldürülmesi için orada toplanmışlardı.
Hakim İbn-i Hazam ondan kurtulmak istedi. —Sanki bu iğrenç geçmişin üzerine bir unutma perdesi çekmek istiyordu— ve onu yüz bin dirheme sattı.
Kureyş gençlerinden birisi ona şöyle dedi:
«—Kureyş'ten kalan en iyi miras sattın amca!» Hakim şöyle cevap verdi:
«— Heyhat yavrum. Bütün iyi şeyler gitti. Sadece takva kaldı. Ben onu sadece; bedeliyle Cennet'te bir ev almak için sattım... Sen şahidim ol. Ben onun bedelini Allah rızası için bağışladım».
Hakim İbn-i Hazam Müslüman olduktan sonra Hacc'a gitti. Güzel örtüleri olan yüz deveyi de yanında götürdü ve onların hepsini Allah'a yaklaşmak için kesti...
Bir başka Haccında Arafat’ta durdu. Yanında yüz köle vardı. Her birinin boynunda gümüş birer halka vardı. Halkaların üzerine şöyle yazdırmıştı:
«Bunlar, Hakim İbn-i Hazam tarafından Allah rızası için azat edilmişlerdir».
Sonra hepsini azat etti...
Üçüncü haccında bin koyun evet bin koyun götürüp Mina'da hepsinin kanını akıttı. Etleriyle Allah rızası için yoksul Müslümanları doyurdu.
Huneyn gazasından sonra Hakim İbn-i Hazam Rasülallah'tan (s.a.v.) ganimet istedi ve Rasulüllah (s.a.v.) ona verdi. Daha sonra yine istedi. Rasülallah (s.a.v.) ona yine verdi. Nihayet aldığı develerin sayısı yüze ulaştı. O zamanlar yeni Müslüman olmuştu.  Rasulallah   (s.a.v.)   ona şöyle dedi:
«— Hakim! Bu, dünya malı tatlıdır, yeşildir, (yani nefse hoş gelir).. Kim tok gözlülükle alırsa, o kimsenin malına bereket verilir, kim açgözlülükle alırsa, o malın bereketi yoktur. Yüksekteki el, aşağıdaki elden daha hayırlıdır (Veren el, alan elden daha üstündür)».
Hakim, Rasülallah'tan (s.a.v.) bunu duyunca:
«— Ya Rasulallah! Seni hak ile gönderene yemin olsun! Senden sonra kimseden bir şey istemeyeceğim.
Dünya'dan ayrılıncaya kadar kimseden bir şey almayacağım.
Hakim, yemininde durdu.
Halifeliği zamanında Ebu Bekr onu birkaç defa Beytu'l-mal'den verilen maaşını alması İçin çağırttı ama o almamakta direndi.
Halifelik Faruk'a geçtiğinde, maaşını alması için çağırttı ama ondan da bir şey almamakta ısrar etti.
Ömer halkın içinde ayağa kalkıp şöyle dedi:
«— Sizler şahit olun ey Müslümanlar! Ben Hakim'i maaşını almaya çağırıyorum ama, o almamakta ısrar ediyor».
Böylece Hakim, ölünceye kadar kimseden bir şey almamış oldu.

Çevrimdışı osman acar

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.156
  • 1.453
  • 1.156
  • 1.453
# 20 Tem 2013 11:55:16
 “Recep Allah Tealanın, Şaban Benim, Ramazan ise ümmetimin ayıdır.”(Hadis-i Şerif

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK