Hayırlı günler dilerim.
4 Temmuz 2013 Perşembe 25 Şaban 1434
EBU'D-DERDA
«Ebud-Derda dünyayı, elleri ve göğsüyle kendinden uzaklaştırdı...»
Künyesi Ebud-Derda olan Uveymir İbn-i Malik el-Hazreci, erkenden uykudan kalkıp evinin en yüksek yerine diktiği putuna gitti. Onu saygıyla selamladıktan sonra, büyük ticarethanesinden getirdiği en güzel kokulardan sürdü ve üzerine has ipekten yeni bir örtü örttü. Bu ipek örtüyü dün ona, Yemen'den gelen tacirlerden birisi hediye etmişti.
Güneş yükselince Ebud-Derda, ticarethanesine gitmek üzere evinden çıktı. Bir de ne görsün! Yesrib'in cadde ve sokakları, Bedir'den dönmekte olan ve önlerinde de Kureyşli esirler bulunan Muhammed'in taraftarlarıyla dolup taşmıştı. Onlara hiç bakmadan çekip gitti. Fakat az sonra, onların arasındaki Hazredi bir gence yönelip Abdullah İbn-i Ravaha'yı sordu.
Hazredi genç ona şöyle cevap verdi:
« Abdullah harpte güzel bir döğüş çıkardı. Sağ-salim ve ganimet kazanarak döndü». Genç onu böyle savuşturmuştu.
O gence, Ebu'd-Derda'nın Abdullah İbn-i Ravaha'yı sorması garip gelmemişti. Çünkü onları birbirine bağlayan kardeşlik ilgisinden herkesin haberi vardı. Ebu'd-Derda ile Abdullah İbn-i Ravaha Cahiliyye çağında birbirlerini kardeşlik edindikleri için Ebu'd-Derda onu sormuştu. İslam gelince, İbn-i Ravaha onu (İslam'ı) kabul etmiş, Ebu'd-Derda ise reddetmişti.
Ancak bu durum aralarındaki sıkı ilişkiyi bozmamıştı. Çünkü Abdullah İbn-i Ravaha, zaman zaman onu ziyarete gelir, İslam'a davet eder ve ömründen müşrik olarak geçirdiği her güne üzülürdü.
Ebu'd-Derda ticarethanesine girip yüksek koltuğuna kuruldu. Alıp satmaya, kölelerine şöyle yapın, böyle yapmayın diye bağırıp çağırmaya başladı...
Ama evinde cereyan eden olaylardan haberi yoktu...
O saatlerde Abdullah İbn-i Ravaha bir şey yapmaya niyet ederek, arkadaşı Ebu'd-Derda'nın evine gidiyordu.
Eve varınca kapıyı açık buldu ve Ebu'd-Derda'nın karısı Ümmü'd-Derda'yı avluda gördü ve ona şöyle dedi:
« Es-Selamü aleyki». Kadın şöyle cevap verdi:
« Ve aleyke-s-Selam Ebu'd-Derda'nm kardeşi!»
Ebu'd-Derda nerede?»
«Ticarethaneye gitti, az sonra döner».
« İçeri girmeme izin verir misin?»
Tabii, memnuniyetle» deyip ona yol gösterdi ve odaya götürdü.
Kadın, işi ve çocuklarıyla meşgul olmaya başladı.
Abdullah İbn-i Ravaha, Ebu'd-Derda'nın put koyduğu odaya girdi ve yanında getirdiği keseri çıkarıp putun üzerine eğildi ve keserle onu parçalamaya başladı. Bir taraftan da şöyle diyordu:
« Allah'ın ismi yanında her şey batıldır... Allah'ın ismi yanında her şey batıldır...»
Putu parçaladıktan sonra evden ayrıldı.
Ummu'd-Derda putun bulunduğu odaya girdi, onu kırık ve parça farını dağınık bir halde görünce şöyle diyerek dövünmeye başladı:
«Mahvettin beni İbn Ravaha...
Mahvettin beni İbn Ravaha...»
Az sonra Ebü'd-Derda evine döndü. Karısını putun bulunduğu odanın kapısına oturmuş, ağlayıp sızlanırken gördü. Yüzünde de kendisinden çekindiğini gösteren belirtiler vardı. Ebu'd-Derda:
« Ne bu hal?» dedi. Karısı:
«Sen yokken Abdullah İbn Ravaha evimize gelip putunu gördüğün hale getirdi».
Ebu'd-Derda putu parça parça görünce öfkesinden ateş püskürdü ve ondan öç almaya niyet etti. Fakat az sonra öfkesi dağıldı. Olanları düşündü ve şöyle dedi:
« Eğer bu putta bir hayır olsaydı, bu kötülüğü kendinden defederdi».
Hemen Abdullah İbn Ravaha'nin yanına gidip beraberce Rasulüllah'a (s.a.v.) vardılar. Ebu'd-Derda, Allah'ın dinine girdiğini açıkladı. Böylece o, kabilesinden İslam'a en son giren oldu.
Ebu'd-Derda -ilk andan itibaren- vücudunun her zerresine karışmış bir şekilde Allah'a ve Rasulüne iman etti.
Kaçırdığı iyi işlere çok pişman oldu. Arkadaşlarının Allah'ın dinini anlama, Kur'an-ı ezberleme ve Allah katında kendileri için ayırdıkları ibadet ve takvada onu geçmelerine derin bir anlayış gösterdi.
Kaçırdıklarını, çok çalışmak suretiyle telafi etmeye ve onlara yetişip öne geçinceye kadar gece-gündüz hiç durmadan çalışmaya karar verdi.
Dünyadan el etek çekercesine ibadete sarılıp, susamış gibi ilme atıldı. Sözlerini ezberlemek, ayetlerini derinliğine incelemek üzere Allah'ın Kitabına yöneldi.
Ticaretin kendisinde ibadetin tadını bulandırıp, ilim meclislerini kaçırttığını görünce, hiç tereddüt etmeden ve üzülmeden onu bıraktı.
Birisi ona bunu sormuş, o da şöyle cevap vermişti :
«Allah'ın Rasulü'ne inanmadan önce tacir idim. Müslüman olduğumda, hem ticaret hem de ibadet etmek istedim. Ama benim için istediğim şey gerçekleşmedi. Ben de ticareti bırakıp ibadete yöneldim.
Daha sonra bu soruyu soran kişiye bakıp şöyle dedi:
« Ben, Aziz ve Celil olan Allah alış-verişi haram kıldı demiyorum. Fakat ben, ticaret ve alış-verişin kendilerini Allah'ın zikrinden alıkoymayan kimselerden olmak istiyorum».
Ebu'd-Derda sadece ticareti terk etmedi. O dünyayı terk etti. Dünyanın süs ve ziynetlerinden yüz çevirdi. Dünyalık şeyler arasında neslini meydana getirecek katı bir lokma, vücudunu örtecek kaba bir elbiseyle yetindi. Soğuğu şiddetli, dondurucu bir gecede bir topluluk ona misafir oldu. Onlara sıcak bir yemek ikram etti. Fakat yorgan vermedi. Yatmak istediklerinde, yorgan isteyelim mi? istemeyelim mi? diye aralarında tartışmaya başladılar. Birisi:
« Ben gidip söyleyeceğim» dedi. Bir başkası:
« Bırak gitme» dedi ama o gitti.
Ebu'd-Derda'nın kaldığı odanın kapısına vardığında; onun yatmış, karısının da yanında oturmakta olduğunu gördü. Fakat karısının üzerinde sıcağa ve soğuğa faydası olmayan hafif bir elbise vardı. Adam Ebu'd-Derda'ya şöyle dedi:
« Senin de geceyi bizim gibi geçirdiğini görüyorum».
« Eşyalarınız nerede?» Ebu'd-Derda şöyle cevap verdi
«Bizim, ötede bir evimiz var, kazandığımızın hepsini hemen oraya gönderiyoruz. Eğer onların bir kısmını buradaki evimizde bırakmış olsaydık, mutlaka verirdik,
Ayrıca, bizim ötedeki evimize gideceğimiz yolda hafifin ağırdan daha iyi olduğu çetin bir yokuş var. Biz ağırlıklarımızı atmak istedik ki belki geçeriz».
Arkasından adama:
Anladın mı?» dedi. Adam:
« Evet, anladım. Allah sana iyilikle mukabele etsin».
Halifeliği sırasında Hz. Ömer, Ebu'd-Derda'nın Şam valisi olmasını istedi. Ama o, kabul etmedi. Ömer'in ısrarı üzerine:
« Onlara Rablerinin Kitabını, Peygamber'lerinin sünnetini öğretmek ve onlara namaz kıldırmak için gitmeme razı olursan, giderim».
Ömer buna razı oldu ve o Şam'a gitti. Oraya varınca halkın konfora merak sardığını ve refaha daldıklarını gördü. Bu durum onu endişelendirdi. Halkı mescide çağırdı. Orada toplandılar, aralarında ayağa kalkıp şöyle dedi.
« Ey Şamlılar! Siz din kardeşlerisiniz, yurt komşularısınız. Düşmanlara karşı birbirilerinizin yardımcılarısınız.
Ey Şamlılar! Beni sevmekten ve nasihatimi kabul etmekten alıkoyan nedir? Hâlbuki ben sizden hiçbir şey ummuyorum. Nasihatim sizedir. Benim geçimimi sağlayan da siz değilsiniz.
Bu ne hal böyle! Alimlerinizin öte dünyaya göç ettiklerini ve cahillerinizin ise hala ders almadıklarını görüyorum. Allah'ın sizin için tekeffül ettiklerine yöneldiğinizi ama size emredileni yapmadığınızı görüyorum.
Yiyemeyeceğiniz şeyleri topladığınızı, oturamayacaklarınızı bina ettiğinizi, erişemeyeceklerinizi düşündüğünüzü görüyorum.
Sizden önceki kavimler topladılar ve ümitlendiler. Çok geçmedi onların toplulukları yok oldu. Ümitleri aldanmaya, evleri kabirlere dönüştü.
İşte dünyayı para ve çocukla dolduran Ad kavmi Bugün benden Ad'ın mirasını iki dirhem karşılığında kim satın almak ister?»
Halk ağlamaya başladı, öyle ki hıçkırıkları mescidin dışından duyuluyordu.
O günden itibaren Ebu'd-Derda, Şam halkı arasında ve çarşılarda dolaşmaya başlamıştı.
Her münasebetten istifade ederek ve her fırsatı ganimet bilerek soru soranlara cevap veriyor, bilmeyenlere öğretiyor ve gafilleri uyandırıyordu.
Bir defasında birkaç kişiyle karşılaşmıştı. Onlar bir adamın başına toplanmışlar, ona hem vuruyorlar, hem de hakaret ediyorlardı. Yanlarına gelip sordu:
« Ne oluyor?»
« Bu adam büyük bir günaha düşmüş» dediler.
« Ne dersiniz? Eğer bir kuyuya düşmüş olsaydı oradan çıkamaz mıydınız?»
« Evet, çıkarırdık».
« Ona kötü söz söylemeyin, onu dövmeyin. Ona ancak öğüt verip öğretin ve sizi onun günahına düşmekten koruyan Allah'a hamd ediniz».
« Sen ona kızmıyor musun?»
« Ben sadece onun yaptığı işe kızıyorum. Eğer onu terk ederse, o benim kardeşimdir».
Bunun üzerine adam tövbe ettiğini açıklayarak ağlamaya başladı.
İşte bir genç Ebu'd-Derda'ya gelip şöyle diyor:
«'Bana tavsiyede bulun, ey Rasulüllah'ın (s.a.v.) sahabesi!» Ebu'd-Derda da ona şöyle diyor:
« Oğlum! Bolluk zamanında Allah'ı an ki, sıkıntıda o da seni ansın.
Ya alim, ya öğrenci, ya da dinleyici ol, dördüncüsü olma çünkü helak olursun.
Yavrum, mescit evin olsun». Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu duymuştum:
«Mescitler her Allah'tan korkanın evidir. Aziz ve Celil olan Allah, mescitleri evleri haline getiren kimseler için, rahatlık ve rahmet vermeye, sıratı da Allah'ın hoşnutluğuyla geçmeye kefil olmuştur».
Birkaç genç yol kenarına oturmuş, hem sohbet etmekteler, hem de gelip geçenlere bakmaktadırlar. Ebu'd-Derda yanlarına gelip şöyle, dedi:
« Çocuklarım! Müslüman kişinin oturacağı yer evidir. Orada kendini ve gözünü kötülüklerden korur. Çarşı ve pazarlarda oturmaktan sakının. Çünkü böyle bir hareket insanı boş şeylerle meşgul edip oyalar».
Ebu'd-Derda Şam'da oturduğu sıralarda, Muaviye İbnul-Ebu Sufyan onun kızı Derda'yı oğlu Yezid'le evlendirmek istedi. Ebu'd-Derda kızını Yezid'e vermeyi kabul etmedi. Dinini ve ahlakını beğendiği, halktan Müslüman bir gence verdi. Bu halk içinde yayıldı. Şöyle konuşulmaya başlandı:
« Muaviye'nin oğlu Yezid, Ebu'd-Derda'nın kızıyla nişanlanmış, kızın babası kabul etmeyip, onu halktan bir Müslümanla evlendirmiş».
Birisi Ebu'd-Derda'ya böyle yapmasının sebebini sorduğunda şöyle cevap verdi:
« Bu davranışımla sadece Derda'nın iyiliğini düşündüm».
« Nasıl?»
« Derda'nın huzurunda hizmet eden köleler beklerse ve o parıltıları göz kamaştıran saraylarda oturursa siz onun hakkında ne düşünürsünüz...?
O zaman dini nerede olur?!»
Yine Ebu'd-Derda Şam diyarındayken, durumlarını araştırmak üzere Müminlerin Emiri Ömer İbnu'l-Hattab onların yanma geldi. Arkadaşı, Ebu'd-Derda'yı geceleyin evinde ziyaret etti. Kapıya gitti. Gördü ki, kapı kapalı değil, evin ışığı da yoktu. Ebu'd-Derda Ömer'in sesini duyunca, kalkıp yanına geldi, hoş geldin dedi ve onu bir yere oturttu.
Karanlıkta birbirlerini görmeksizin, karşılıklı konuşmaya başladılar.
Hz. Ömer araştırdı ki, Ebu'd-Derda'nın yastığının bir eğerden, yatağının çakıl taşlarından, elbisenin ise Şam'ın soğuğunda hiçbir faydası olmayan ince bir elbiseden ibaret olduğunu anladı. Ömer:
« Allah iyiliğini versin, sana geçimini sağlamak için maaş bağlamadım mı? Sana göndermedim mi?» dedi.
« Ömer! Rasulüllah'ın (s.a.v.) bize söylediği bir hadisi hatırlamıyor musun?»
«Hangisi o?»
« Rasulüllah : «Sizin dünyadaki malınız bir yolcunun azığı kadar olsun» demedi mi?»
« Evet».
« Ondan sonra biz ne yaptık ya?»
Ömer ağladı, Ebu'd-Derda ağladı. Sabaha kadar hiç durmadan ağladılar...
Ebu'd-Derda ölünceye kadar, Şam'da halka vaaz vermeye ve onlara Kitapla hikmeti öğretmeye devam etti. Ölmeden önce, hastalandığında arkadaşları yanına girip şöyle sordular:
« Şikâyetin nedir?»
« Günahlarım».
«Canın bir şey istiyor mu?»
« Rabbimin affını».
Sonra etrafındakilere:
« Bana La ilahe illa'llah, Muhammedün Rasulüllah, deyiniz Bunu tekrar ede ede hayata gözlerini yumdu.
Ebu'd-Derda Rabbine kavuşunca, Avf İbn Malik el-Eşcai rüyasında, yeşil, geniş ve gölgeli bir çayırlık gördü. Çayırlıkta deriden yapılmış büyük bir çadır vardı. Çadırın etrafında da gözün öylesini asla görmediği yatan bir koyun sürüsü.
« Bu kimin?» dedi. Ona:
« Abdurrahman İbn Avf in» denildi.
Abdurrahman İbn Avf çadırdan çıkıp yanma geldi ve şöyle dedi:
« Ey İbn Malik! Bu, Aziz ve Celil olan Allah'ın Kur'an'da bize vadettiği şeylerdir. Eğer bu yolun üzerine çıkıp baksaydın, gözünün görmediğini görür, kulağının duymadığını duyar, aklından geçirmediğin şeyleri görürdün». İbn Malik sordu:
« Bütün bunlar kime ait? Ey Ebu Muhammedi» Abdurrahman İbn Avf şöyle cevap verdi:
« Aziz ve Ceiil olan Allah, bunları Ebu'd-Derda için hazırlamış tır. Çünkü o, dünya sıkıntılarını elleriyle (sadakayla) ve göğsüyle (kurbanla) defederdi»