Hayırlı günler dilerim.
1 Temmuz 2013 Pazartesi 22 Şaban 1434
ABDULLAH İBN ABBAS
«Şüphesiz o, olgun yaşta bir gençtir, Onun çok soran bir dili ve çok anlayışlı bir yüreği vardır».
Bu büyük sahabe birçok şerefe sahiptir. Hiçbir şereften mahrum kalmamıştır.
O, Rasulüllah'la (s.a.v.) sohbet etme şerefine nail olmuştur. Eğer dünyaya biraz daha geç gelseydi, Rasulüllah'la (s.a.v.) sohbet şerefinden mahrum kalacaktı.
Akrabalık şerefini de elde etmişti. Çünkü o, Rasulüllah'ın (s.a.v.) amcaoğludur.
İlim şerefi ki o; Muhammed (s.a.v.) ümmetinin alimi ve o ümmetin coşkun ilim denizidir.
Takva şerefine de sahiptir, çünkü o, gündüzleri oruçlu, geceleri namazla geçiren, seherlerde istiğfar eden ve Allah korkusundan dolayı gözyaşları yanaklarında iz yapıncaya kadar ağlayan birisiydi.
İşte bu, Muhammed (s.a.v.) ümmetinin alim ve arif kişisi Abdullah İbn-i Abbas'tır. O, Allah'ın Kitabı'nı en iyi bilen, onun tevilini en iyi anlayan, onun derinliklerine inmeye, onun meram ve sırlarına ermeye pek güçlü birisiydi.
İbn Abbas, hicretten 3 sene önce doğmuştur. Rasulüllah (s.a.v) vefat ettiği zaman sadece 13 yaşındaydı,
Buna rağmen o, Peygamber'den (s.a.v.) Müslümanlar için, Buhari'yle Müslim'in Sahihlerinde tespit etikleri 1660 hadis bellemiştir.
Annesi onu dünyaya getirince, Rasulüllah'ı (s.a.v.) götürdü Hz. Peygamber (s.a.v.) onun ağzına tükürüğünü koydu ve böylece onun karnına ilk giren şey, Peygamber'in (s.a.v.) mübarek ve temiz tükürüğü oldu. Tabii, o tükürükle birlikte takva ve hikmet de girmiş oldu.
«Kime hikmet verilirse, ona birçok da hayır verilmiş olur».
Haşim oğullarına mensup çocuğun nazar boncukları üzerinden atılıp yedi yaşına girince, Rasulüllah'tan (s.a.v.) hiç ayrılmaz oldu. Rasulüllah (s.a.v.) abdest almak istediğinde, onun abdest suyunu hazırlar, namaza durduğunda arkasında namaz kılar, yolculuğa çıktığında bineğinin terkisinde olurdu. Öyle ki gittiği yere onunla birlikte giden, o nasıl dönüyorsa yörüngesinde öylece dönen gölgesi gibiydi.
O bütün bu durumlarda, Rasulüllah'ın (s.a.v.) iki yanında anlayışlı bir yürek, saf bir zihin ve modern asrın tanıdığı bütün kayıt cihazlarının geride kaldığı bir hafızaya sahipti.
Kendisi şöyle anlatmıştır:
« Bir defasında, Rasulüllah (s.a.v.) abdest almak istemişti. Hemen suyunu hazırladım ve o yaptığımdan memnun olmuştu.
Namaz kılmak istediğinde bana, yan tarafına durmamı işaret etti, Ben de arkasına durdum.
Namaz bitince, bana eğilip şöyle dedi:
« Abdullah! Niçin benim yanıma durmadın?» Ben de şöyle cevap verdim:
« Benim gözümde sen, seninle yan yana olmaktan daha üstün ve daha değerlisin, Ey Allah'ın Rasulü!»
Ellerini gökyüzüne kaldırıp şöyle dedi
« Allah'ım ona hikmet ver».
Allah Peygamber'inin duasını kabul edip, Haşim oğullarına mensup bu çocuğa büyük hikmet sahiplerine üstünlük sağlayan hikmeti vermiştir.
Şüphe yok ki siz Abdullah İbn Abbas'ın hikmet tablolarından birini öğrenmeyi çok istersiniz değil mi?
Hz. Ali'nin taraftarları Hz. Muaviye İle olan anlaşmazlığı sebebiyle onu terk ettiklerinde Abdullah İbn Abbas söyle dedi :
« Ey Müminlerin Emiri! Bana izin ver de gidip onlarla konuşayım».
« Onların sana bir kötülük yapmalarından korkuyorum».
« Hayır, inşallah bir şey olmaz».
Abdullah daha sonra onların yanına gitti. O güne kadar onlardan daha çok ibadet eden bir topluluk görmemişti. Onlar şöyle dediler:
« Hoş geldin, ey İbn Abbas... Niçin geldin?»
« Sizinle konuşmaya geldim». Bir kısmı : « Onunla konuşmayın». Diğer bir kısmi da : « Söyle, seni dinliyoruz», dediler. Abdullah:
« Söyleyin bakalım. Rasulüllah'ın (s.a.v.) amca oğlu, damadı ve ona iman edenlerin ilki olan kişiye niçin kızıyorsunuz?!» dedi.
« Üç şeyden dolayı ona kızıyoruz» dediler-,
« Onlar nedir?»
« Birincisi: Allahın dininde, kişileri hakem tayin etmesidir.
İkincisi: Aişe ve Muaviye'yle savaşıp ganimet ve esir almamam.
Üçüncüsü: Müslümanların ona bey at edip emir yapmalarına rağmen kendinden Emirul-mü'minin lakabını kaldırmasıdır».
«Eğer size Allah'ın Kitabından ayet ve Rasulüllah'ın (s.a.v.) hadisinden inkâr edemeyeceğiniz deliller getirsem, şu anda ileri sürdüğünüz görüşlerinizden vazgeçer misiniz? Ne dersiniz?»
« Peki, tamam».
« Gelelim; Allah'ın dininde kişileri hakem kıldı sözünüze. Allah Teâla şöyle buyurmaktadır» :
«Ey İman edenler! Siz (hac veya umre için) ihramlı bulunurken av öldürmeyiniz. İçinizden kim onu bilerek öldürürse (üzerine) öldürdüğü o hayvanın benzeri bir ceza vardır ki, Kâbeye ulaşmış bir kurbanlık olmak üzere buna içinizden adalet sahibi iki adam hükmedecektir». (Maide Suresi: 95)
Söyleyin Allah aşkına, kişilerin; onların kanlarını, canlarını korumak ve aralarını bulmak için yaptıkları hakemlikler mi daha doğrudur? Yoksa değeri dört dirhem olan tavşan için yaptıkları hakemlikler mi?»
« Tabii ki Müslümanların kanlarını korumak ve aralarını düzeltmek için yapacakları...»
« Bu tamam mı?» « Evet».
« Gelelim; Ali harp yaptı ama Rasulüllah (s.a.v.) gibi esir almadı, sözünüze: Anneniz Aişe'yi esir alıp diğer esirler gibi onu kendinize helal kılmak ister miydiniz? Eğer evet derseniz, kâfir olursunuz. Şayet onun anneniz olmadığını söylerseniz yine kâfir olursunuz. Allah Teâla şöyle buyuruyor» :
«O Peygamber, Müminlere öz nefislerinden evladır. Zevceleri müminlerin anneleridirler». (Ahzab Suresi, ayet: 6) Şimdi kendiniz için dilediğinizi seçiniz».
« Bu da tamam mı?» « Evet»,
« Ali kendinden Müminlerin Emiri lakabını kaldırdı iddianıza gelince; Rasulüllah (s.a.v.) da Hudeybiye'de müşriklerle yaptığı sulh anlaşmasına; «Bu, Allah'ın Rasulü Muhammed'in (s.a.v.) yaptığı anlaşmadır» yazmalarını istediğinde onlar şöyle demişlerdi: «Biz senin Allah'ın elçisi olduğuna inansaydık, seni Kâbeyi ziyaretten alıkoymaz ve seninle harp etmezdik. Ancak «Abdullah'ın oğlu Muhammed» yazabilirsin. «Vallahi siz beni yalanlasanız da şüphesiz ben Allah'ın elçisiyim» diyerek isteklerini kabul etti. Bu da tamam mı?»
«Evet» diye cevap verdiler.
Bu görüşme neticesinde, Abdullah İbn Abbas'm derin bilgi ve etkili konuşmasıyla 2000 kişi tekrar Ali'nin saflarına geçti. 4000 kişi de inat ederek ve haktan yüz çevirerek düşmanlıklarına devam ettiler.
Genç Abdullah İbn Abbas, ilim elde etmek için her yolu deneyip her türlü gayreti sarf etmiştir. Rasulüllah'ın (s.a.v.) hayatında, onun çağlayanından içiyordu. O Rabbine kavuşunca alim sahabenin hayatta kalanlarına koştu, onların ilimlerinden faydalanmaya başladı.
Abdullah kendisi şöyle anlatmıştır:
« Rasulüllah'ın (s.a.v.) ashabından birinde hadis olduğunu duyarsam, o öğle uykusuna yattığı sırada evinin kapısına gelir, eşikte elbisemi başımın altına yastık yaparak beklerdim. Rüzgâr da üzerime savurabildiği kadar toz savururdu. Hâlbuki ondan izin istemiş olsaydım, bana izin verirdi.
Ama ben bunu, onun değerini yükseltmek için yapıyordum. Evinden çıktığında beni bu halde görünce şöyle derdi:
« Ey Rasulüllah'ın (s.a.v.) amcaoğlu! Niçin geldin, haber verseydin ben sana gelirdim». Ben de şöyle cevap verirdim:
« Benim sana gelmem daha münasiptir. İlmin ayağına gidilir. İlim ayağa gelmez». Bundan sonra öğrenmek istediğim hadisi sorardım.
İbn Abbas, ilim elde etmek için nefsini ayaklar altına aldığı gibi, alimlerin değerini yüceltirdi.
İşte, vahiy kâtibi olan, hüküm vermede, fıkıhta, kıraatte ve fera izde Medine halkının başı Zeyd İbn Sabit hayvanına binmek istiyor, Haşim oğullarına mensup genç Abdullah İbn Abbas onun huzurunda, kölenin efendisinin huzurunda durduğu gibi duruyor, üzengisini ve hayvanın yularını tutuyor.
Zeyd ona:
« Vazgeç Rasulüllah'ın (s.a.v.) amcaoğlu!» diyor. İbn Abba cevap veriyor:
Biz alimlerimize böyle davranmakla emrolunduk, Zeyd:
« Elini göster bana», dedi. İbn Abbas elini çıkardı. Zeyd onun elinin üzerine eğilip öptü ve şöyle dedi:
« Biz de, Peygamberimiz'in Ehl-i Beyt'ine böyle davranmakla emrolunduk».
Onun hakkında Tabiin büyüklerinden Mesruk İbnu'l-Ecda şöyle demiştir :
«, İbn Abbas'ı gördüğümde; insanların en güzeli,
Konuştuğunda; insanların en güzel konuşanı,
Sohbet ettiğinde; insanların en alimi demiştim».
İbn Abbas'ın elde etmek istediği ilim tamam olunca, kendisi halka Mim öğreten bir öğretmen,
Evi de Müslümanların üniversitesi olmuştu.
Evet, kelimenin tam anlamıyla modern çağımızdaki bir üniversite olmuştu.
İbn Abbas'ia bizim şimdiki üniversitelerimiz arasındaki fark şudur: Bugünün üniversitelerinde yüze yakın, bazen de yüzlerce profesör bir araya gelir.
İbn Abbas üniversitesi ise, bir tek profesörün omuzları üzerinde durmaktadır. O da İbn Abbas'ın kendisidir.
Arkadaşlarından birisi şöyle anlatmaktadır:
« İbn Abbas'ın bir toplantısını gördüm. Eğer bütün Kureyş, onunla övünmüş olsaydı, övünç vesilesi olarak onlara yeterdi».
Halkın onun evine giden yollarda toplanmış olduğunu, hatta yolların onlara dar geldiğini gördüm. Yanına girip kapısında insanların toplandığını ona haber verdim. Şöyle dedi:
« Bana abdest suyu hazırla». Abdest aldıktan sonra oturup şöyle dedi:
« Dışarı çık ve onlara de ki: Kim Kur'an lehçeleriyle ilgili bir soru sormak istiyorsa içeri girsin». Dışarı çıktım ve onlara söyledim. İçeri girenler evi ve odaları doldurmuştu. Birisi ona bir konuda sorar sormaz; hemen, tam olarak ve daha fazlasıyla cevap veriyordu: Arkasından da :
« Kardeşlerinize yol açın» dedi, onlar da çıktılar. Bana şöyle dedi:
« Dışarı çık ve şöyle söyle: Kim Kur'an'ın tefsirini ve tevilini sormak istiyorsa içeri girsin». Çıkıp onlara söyledim.
Yine evi ve odaları doldurdular. Kendisine sorulanlara hemen, tam olarak ve fazlasıyla cevap veriyordu. Arkasından da:
« Kardeşlerinize yol açın» dedi. Onlar da dışarı çıktılar. Baha da şöyle dedi:
« Dışarı çık ve şöyle söyle: Kim helal, haram ve fıkıhtan sormak istiyorsa içeri girsin». Dışarı çıktım ve onlara söyledim. Yine içeri girip evi ve odaları doldurdular. Kendisine sorulanlara hemen tam olarak cevap veriyordu. Sonra:
« Kardeşlerinize yol açın» dedi. Onlar çıktılar. Bana tekrar şöyle dedi:
«Dışarı çık. Kim feraiz ve benzeri şeyleri sormak istiyorsa içeri girsin». Çıkıp onlara söyledim. Yine evi doldurdular. Herhangi bir şey sorduklarında, sorularını hemen ve tam olarak cevaplandırıyordu. Sonra onlara:
« Kardeşlerinize yol açın» dedi ve onlar da dışarı çıktılar. A kasından bana şöyle dedi:
« Şimdi çık ve kim; dil, şiir ve Arapların kelam-ı gariplerine ait bir soru sormak isterse içeri girsin». İçeri girdiler ve evi doldurdular. Ona herhangi bir şey sorulduğunda hemen ve tam olarak cevap veriyordu.
Bu haberi nakleden kimse şöyle demiştir:
« Kureyş in tümü bunlarla övünmüş olsaydı, onlara övünç vesilesi olarak yeterdi».
İbn Abbas, sanki kapısında bu kalabalığın meydana gelmemesi için ilmi günlere dağıtmayı düşünmüştü:
Haftada bir gün, sadece tefsir anlatmak için, Bir gün sadece fıkıh anlatmak için,
Bir gün sadece mağazi anlatmak için,
Bir gün sadece şiir anlatmak için,
Bir gün sadece eyyam-i arab anlatmak için otururdu.
Onunla ilim meclisine oturup da ona boyun eğmeyen hiç bir alim yoktu.
Birisinin soru sorup da ondan cevap alamaması vaki değildi.
İbn Abbas yaşının küçüklüğüne rağmen ilim ve anlayışının fazlalığı sebebiyle Hulefa-i Raşidin'in danışmanı olmuştu.
Ömer İbnu'l-Hattab'ın bir işi çıktığında veya bir problemle karşılaştığında, sahabenin büyüklerini ve onlarla birlikte Abdullah İbn-i Abbası çağırtırdı. Abdullah geldiği zaman ona büyük değer verir, kendine yakın bir yere oturtur ve şöyle derdi:
« Halledilecek bir meselemiz var, onu halledecek olan sen ve senin gibilerdir».
Bir defasında, Abdullah'ı kendine tercih etmesi, genç olmasına rağmen onu yaşlılarla bir tutması sebebiyle tenkit edilmiş ve bunun üzerine şöyle demişti:
« Şüphesiz o, olgun yaşta bir gençtir. Onun çok soran bir dili, çok anlayışlı bir yüreği vardır».
İbn Abbas, yüksek tabakaya ilim öğretirken, halkın kendi üzerinde hakkı olduğunu unutmamıştı. Onlara da vaaz ve irşat toplantıları düzenlerdi. Onun şu sözleri günahkârlara hitap eden vaazlarındandır:
« Ey günahkâr! Günahının akıbetinden emin olma. Günahtan sonrakinin, günahın kendisinden daha büyük olduğunu bil.
Günah işlerken, sağındakiler ve solundakilerden utanmaman günahtan az değildir.
Allah'ın sana ne yapacağını bilmeden, günah işlerken gülmen, günahtan daha büyüktür.
Günah kazandığında sevinmen günahtan daha büyüktür.
Kazanamadığın günaha üzülmen günahtan daha büyüktür.
Allah'ın seni gördüğüne hiç aldırış etmeyip bütün varlığınla günah işlerken elbiseni kımıldatan rüzgârdan korkman günahtan daha büyüktür.
Ey günahkâr! Allah Teâla; Eyyub (a.s.) un vücuduna hastalık verip malını yok ettiği zamanki günahının ne olduğunu biliyor musun?
Onun günahı, sadece ve sadece bir zavallının kendisine yapılan zulmü gidermesi için yardım istemesi ve onun da yardım etmemesiydi».
İbn Abbas yapmadıklarını söyleyen, kendileri sakınmadıkları halde başkalarına yasaklayanlardan değildi. O çok oruç tutar ve çok namaz kılardı.
Abdullah İbn Muleyke ondan şöyle bahsetmektedir:
« Mekke'den Medine'ye kadar Abdullah İbn Abbas'la birlikte yolculuk etmiştim. Konakladığımız bir yerde, herkes aşırı yorgunluktan dolayı derin bir uyku çekerken, o gecenin yarısında kalkıp namaz kılmıştı.
Bir gece de, onun şu ayeti okuduğunu görmüştüm.
«Ölüm baygınlığı, gerçek olarak gelmiştir. İşte bu, senin kaçıp durduğun şeydir». (Kaf Suresi, ayet: 19)
Bu ayeti sabah oluncaya kadar defalarca okuyup ağlamıştı.
Bütün bunlardan başka Abdullah İbn Abbas'ın şöyle bir özelliği vardı:
O, güzel ve parlak yüzlü bir kimseydi. Allah (c.c.) korkusundan gece yanlarında kalkıp ağlardı. Öyle ki, yumuşak yanaklarına akan yaşlar kalın kaim izler yapardı.
İbn Abbas, ilmin son noktasına ulaşmıştı. İşte buna bir delil:
Halİfe Muaviye İbn Ebi Sufyan bir sene hacca gitmek üzere yola çıkmıştı.
Abdullah İbn Abbas da hacca gitmek üzere yola çıkmıştı. Abdullah ne bir komutan ne de bir başkan idi.
Muaviye'nin maiyetinde devlet adamları vardı.
Abdullah İbn Abbas'ın maiyetinde ise halifeninkinden üstün olan ilim öğrencileri vardı.
İbn Abbas 70 yıl yaşamıştır. Bu süre içinde dünya; ilim, anlayış, hikmet ve takva ile dolmuştur.
Öldüğünde namazını Muhammed İbnu'l-Hanefiyye hayatta kalan sahabeler ve büyük tabiiler kılmıştır.
Toprağa verdikleri sırada, birisinin şu ayeti okuduğunu duydular:
« Ey emin ve mutmain ruh! Birbirinizden razı olarak Rabbine dön. Haydi, kullarımın içine gir. Cennetime gir». (Fecr Suresi, ayet: 30)