Birey ve Toplum (1)
Eğitim, birey ve toplum üçgeninde Sınav ve Çocuk
Becerisi, yeneteği, zeka düzeyi, seviyesi ne olursa olsun her insan kendi çapında başarılıdır. Çünkü yaşama isteği ve kararlılığı gösteren her canlı yaşama arzusunun sonucu olarak vardır ve varlığını sürdürme yetilerine (becerilerine) ve haklarına da sahiptir. Ayrıca insan yapımı pistlerde yarışmak ve kendi türdeşini elemek zorunda olmayacak kadar biricik ve özeldir. Bireyin yetişme, eğitilme hususunda odak noktamız bu olmalı diye düşünüyorum.
Güzel bir yaşam ve mutluluğu hak etme konusunda hiçbirimizin bir diğerinden ne fazlası ne de noksanı olmak zorunluluğu yok. Böyle bir evren yasası da yok. Hayatı yaşama ve yetileri oranında elde ettikleri ile mutlu olma çabası tek başına bile takdire değer bir davranıştır. Doğuştan var edilmiş bu hak; esnetilemez, istismar edilemez, beşer eliyle de geri alınması, yok sayılması meşru kabul edilemez.
İnsan yetilerini derecelendirme, kategorilendirme ve bu sınıflama türü yaklaşımı başlangıç kabul edip bireyin iyi ya da kötü, mutlu ya da mutsuz olmasına yol açan kriterler geliştirerek bir kısmını iyi, bir kısmını kötü diye etiketlemek insanca bir davranış da değildir. Er ya da geç bütün insanlar yaşamak için bir çaba içinde olmanın gerekliliğine (bilincine) varacak kadar akıl ve irade hazineleri ile var edilmiştir. Ayrıca dış uyarıcılarla dürtülmelerine gerek yoktur.
İnsanı, temel ihtiyaçları için bile yarıştıran, çarpıştıran, nihayetinde kaynakların yönetimi hususunda topluca savaştıran, öğüten, insani hasletleri aşan, bu çarpık mantık; insanlaşma önündeki engelin bizzat kendisi ve temel bakış aşısıdır. İnsan birbiri ile çarpışarak birinden birini (özde bir iken) elemek ve bolluktan men ederek, yokluğuna karar verme merci ve hakkına sahip değildir. Bu, kıtlık düşüncesinin hakim olduğu bir bakış açısıdır.
Bolluğu ve bereketi göremeyen veya görmek istemeyen bu bakış açısı gücünü korkudan ve karanlıktan alır. Kalplerin birleşmesini, bir parça ekmeği bölüşmesini yadırgar ve gerçeğin samimiyet ışığında parlamasından korkarak buna engel olmanın her hilesine başvurur. Ne yazık ki insan bu tuzağa düşecek kadar saf ve zayıf yaratılmıştır.
Bu bağlamda yarışlı bir eğitim, sınav ve çocuk ilişkisi üzerinde önemle durmak, irdelemek, sorgulamak gerekir. Başkalarınca yarıştırılan, neden ve sonuçları sorgulamayan, edilgen kişilik oluşumunu ön gören eğitim süreçleri ile eğitilmiş bireylerden oluşmuş bir toplumsal oluşumun bütünlüğünden, sağlıklı gelişiminden ve üzerinde yükseldiği var sayılan değerler bütünlüğünün gerçekliğinden söz etmek fazlaca saflık olur.
Kendini tanımayan, bilmeyen, birey olamayan çocuğun, sonraki evrede toplumsallaşma süreçlerine gönüllü katılımı, toplum faydasına, yararına olma bilinci edinmesi, toplumsal sorunlara çözüm adına sağlıklı katkılar sunma beklentisi kuru bir hayal sadece. Çünkü yarış ve sınav; rakibini eleyen, çıkarını öncelleyen, birlik ve bütünlük kavramlarını erteleyen, nihayetinde bencilliği normal davranış olarak öğreten bir ayrıştırma mekaniği geliştirir.
Tümün faydasına çabala-maması gerektiği öğretilen çocuk, yetişkinlikte bunu yapması için hiçbir sebep öne sürülemez. Paylaşmada adil ve hakkaniyet gözetmesi gereken toplumun, bunu değiştirmek yerine ayak uydurması, normal sayması şaşılacak bir kabullenmedir. Sonuçta toplum; dışta kalanı, kaybedeni (bünyeden atılanı, eleneni) değer olamamış bir çeşit parazit (hastalık) olarak göreceğinden çalışma hayatının dışında kalmasına ya da, çok düşük ücretlerle zor koşullarda yaşamasına göz yummakla elenmesini (bünyeden uzaklaştırılmasını) onaylamış olur. Bu, değersiz etiketinin işlemeye başladığı evredir.
Kişi bunu kabullenmediğinde hesap bozulur ve "eleyen ve elenen"in birlikte barındığı bünye hastalık belirtileri göstermeye başlar. Doğru çözüm yerine rakipli, yarışlı sistem bünyedeki uyumu, ahengi sarsmakla kalmaz, çürütmeye başlar. Ekonomik pastadan yeterince yararlanamayan bireylerin hayal kırıklıkları, kırgınlıkları ve kalitesiz yaşam koşulları toplumsal kırılmaların da başlamasına yol açar.
Toplumsal birlik ve bütünlük kavramlarını önceleyen ileri toplumlarda hiçbir birey atıl ve değersiz kabul edilemez. Çünkü söz konusu olan bir mikrop ya da böcek değildir, insandır.
Bir toplum; bireylerin bir kısmını bir kısmına karşı seçerek, kalanları da kötü yaşam koşullarına mahkum ederek sağlıktan, birlik ve bütünlükten söz edemez. Böyle bir toplumun bütünlük arzusu ve birliktelik bakımından değerlerinin varlığı şüpheli hale gelir. İnsan, zekası, çabası veya yeteneklerine bakılarak; temel ihtiyaçları, yaşamı ve mutluluğu söz konusu ise, çabasının ölçülüp yetersiz, az, kötü, vasat, başarısız v.b etiketlerle derecelendirme ve bunu yaptırımlarla kendisine hissettirme muamelesine maruz bırakılmayacak kadar şerefli, hassas ve kırılgandır. "İnsan" olması tek başına yeterli bir değerdir.
Çocuklarının tümünün değerli olduğunu her fırsatta söyleyen bir toplum, yarıştıran ve çarpıştıran eğitim süreçlerini ve özelinde sınavı sorgulamayı da görev bilmelidir.
Sınavı uygulayan da, sonuçlarına maruz bırakılan (kaybedeni ve kazananı) da insan ise, sınava neden gerek duyulur?
Sınavları kazanan çocukların geleceği garanti altında ise, kazanamayanların geleceği nerededir?