Hibrit düşünmenin hayatımıza etkileri 2Bir yerlerde bir şeyler tıkır tıkır işliyor. İnsan artık hiçbir şeye şaşırmıyor. Bunca insanı yönetmek için adamlar; yememiş içmemiş, gece-gündüz demeden çalışmış, rahatımız ve konforumuz için ellerinden geleni yapmışlar. Bu kadar insanı memnun etmek kolay iş değil elbette… Akıllı tasarımlara, fazla ortalıkta görünmesinler diye donanımlı evlere, yorulmasınlar diye, mahallenin bakkalından birkaç yumurta alacak avatarlara, çeyiz parası vermesinler diye programlanabilen eşlere, ulu orta milletin gözü önünde kıskançlık krizine girip tokat atmayan sevgililere, çerez parası istemesin diye zoraki sürdürülen arkadaşlıklara birer süper çözüm bulmuşlar... Çerez gibi sipariş almaları da haliyle hak oluyor.
Her şeyden sıkılan gençler için bedava internet, yetişkinler için artırılmış gerçeklik, sanal kahramanlar için kendin filmini kendin yap ve oyna sineması, parasız olanlar için kımıldamadan gezeceği şehir, müze, tarihi mekan, ne istersen; her şey ayağına getiriliyor insanın. Bunca kolaylık ve güzellik yapan scienceminist, ekonomist ve hayırsever iş adamlarımız, nihayetinde ”sen düşünme zahmetine girme, o güzel kafanı yorma, ben senin için her şeyi düşündüm” demişler, tüm ürünlerini raflara stoklamışlar, satmasınlar mı? Alır mıyız ki? Evet, hepimiz alırız.
Hani bazen canımızı taşımaktan bile gına gelir de, oflayıp poflarız ya her şeye… İşte oradan belli künyemiz. Önce karşı çıkarız, çok sürmez, sonra almayanı ayıplar, köylülükle damgalar, son kertede markamızla hava atarız. Burası işte en zayıf noktamız. Bu nedenle hibrit; geleceğimizin de matrix kapısı. Girsen bir türlü, kalsan bir türlü, bir de girip çıkamamak var işin içinde. Herkes Neo değil ki, her köşe başında virüs adamlar. Savaş savaş dur, bitmiyor… Ramlarımız kasmaya başlıyor. Al, al, bir daha al yetmiyor. Katman katman içinde, rüyada gezer gibi kalbur zaman içinde. Bırakın gerçeğin kapısına varmayı, bunca şey içinde evin kapısını bulsak buna da şükredeceğiz.
Dön dolaş kürkçü dükkanı, yine en başa... Kafa mı kalır insanda. Tekrar tekrar başlar o eski kavga “bu dünyanın en has kulları biziz”. İster kod yazımcı de, ister kahin, ister gözetleyenler, istersen çilingir… Tabi bir de ana programcı var, onu da unutmayalım… Bir üst katmanda hep birileri olacak ve halimize bakıp “bu kaçıncı, her şeyi öğrendiniz ama bir türlü kendiniz olmayı öğrenemediniz” deyip bir de alay ederlerse hiç şaşırmayalım. Bayılırız biz formata. Bir format her şeyi siler mi?
Daha şimdiden kuantum koçlar, benlik yöneticiler, şifacılar, bellek siliciler, çökme anı geri getiriciler, tasarım anı yapıcılar, yeniden inşacılar (servet-i fünun çağrışımı oldu, istemeden..af ola), sıfırdan karakter kurmacılar, çoklu kişilik tasarıcılar, modül rüya alıcılar, satıcılar, kötüsünü ayıklayıcılar, paket macera satıcılar, rüyasız uyku tasarımcılar (burası biraz karanlık, kes yapıştır tekniği kullanma ihtimalinden bu ürünü tercih edenlerin dikkat etmesi elzemdir. Çünkü döngüsel artıklık nedeniyle bir daha HD’niz ile bağlantı sağlanmayabilir) sırada bekleyen bekleyene… İşin çivisi çıkmış durumda.
Millet cümbür cemaat; kerpeteni, penseyi, çekici, keseri, boyasını, rulosunu, malasını, cilasını kapmış, kerestesini de sırtlamış, işin ruhuna uygun olarak usb, laptop, plan ve programlarını da unutmayıp inşaata başlamış, haberiniz yok. Gezegendeki çatırdama, guruldamalar, mahallendeki gürültü ve patırtıları boşuna mı sandın! Henüz başlamadık bile… “hele bir ortalık temizlensin, size de yerimiz mutlaka… Lütfen rezervasyon yaptırınız” deyip milyon dolarlar karşılığında tam teşekküllü kapsüllerde mülk satanlar, işporta işi gibi; “bize geliniz; biz sizi her şekilde o gelecek hayat trendine, muhteşem bin yıla taşıyalım. Bilimin her derde deva olacağını müjdeledikleri o altın çağa ulaştıralım” (parası olmayana da eee! kusura bakma sen de bu kara günler için biraz birikim yapsaydın da o kritik eşikte korunacak bir DNA verine sahip çıkabileydin) diyeceklerini şimdiden duyar gibiyiz.
Tabi ki bu işte de ekonomik statünüz geçerli olacak. Hesabınızdaki sıfırların miktarınca; kafa kol dağılmadan tüm, sadece kafa, ya da en ekonomik paket olan DNA hücre düzeyinde korunabileceksiniz. İşte böyle, gelecekte yeniden yaşama umuduyla her köşede tezgah açan, firma kuran, şartelleri kapatıp, (Ali Nazik gibi) aniden ortadan kaybolan bir sürü garip insanlar, işler ve düşünceler türedi. Komplolar çağı olarak da adlandırılan, insanın her şeye alıştığı, şokların en ufak bir tesirini dahi hissetmediği, dünya ortadan ikiye yarılsa; onu bile “1080 4K, HD Kalite Çekim ile kayda almadan kıpırdamam” modundayız.
Sadık klonumuz, kayıtlı anılar hatırına, tam kapasite gücüyle avazı çıkana kadar bağırıp; “Fakat beyefendi, hanımefendi bu; bildiklerinizden hiçbiri değil, geldiğiniz yol yarılıyor, gideceğiniz yol ise 10 saniye önce yok oldu, şu an altınızdaki zemin kayıyor, her yer çöküyor, hesaplarıma göre 2012 saniye sonra magmada yanıp kül olacaksınız…” uyarısı bile bizi kendimize getirmeye yetmiyor. “Olsun, dünya yok oluyor, ben gitmişim çok mu?”
Bu öyle sıradan bir uyuşma da değil, çok ama çok derin bir trans hali. Günün felsefesine uygun hani; anı yaşa, gerisinin, berisinin hiçbir önemi yok. Bir film bandına sıkışıp kalmış çizgi kahramanlar gibiyiz. Eğer yeterince espri yetenekleri gelişirse avatarımız nihayetinde son karar “bellek kurtar” derdine düşüp “tamam ya, sen bilirsin bekle de Neo gelip seni kurtarsın… ben uçuyorum” deyip, o da kendi sistem kurtarma moduna girer herhalde... Bu arada aslına bir güzellik yapar mı yapmaz mı (!!!?)
Durum böyle olunca şimdi gel de hibritleşme, yapay zekaya hayran kalma… Kıyamet kopuyor o hala bellek kurtarma derdinde. “Olmaz böyle şey… “ demenin geçerliliğinin kalmadığı, her an her şeyin olabileceği, garip bir zaman diliminin içindeyiz. Bu hikaye birer çiple biterse hiç şaşırmayalım. İnsan buna razı gelmez demeyin. Bedava çip bu… daha çok akıl demek. Kendi aklı yetersiz kalan insanın rakibini alt etmesi için bedava çipi (ya da hapı) yutması içten bile değil. Koşa koşa gitmeyenlere de bulunur elbet bir kolaylık
Aslında bunun ipuçlarını Spielberg “A.I.” filminin son sahnelerinde vermişti. Tedavülden kalkmasından çooook çook sonraları türümüzün izlerine rastlayan başka bir medeniyet memur sınıfı, (hibrit sonrası) sevimli mi sevimli çocuk klonlarımızdan birine ulaşmıştı. Bu değerli buluntu; hayattayken tüm çabasına rağmen doyamadığı, “anne” diye bildiği sahipten sevgi dolu küçük bir söz, minicik bir şefkati duymaya hasret kalmış çocuk bir klondu. “İmha” kararı çıkınca işler karışmış, klon çocuk annesini bulmak için yollara düşüp, kaderinin peşine takılmıştı. Nihayet doğduğu şirket merkezine ulaşmış ve birden çok kopyası ile karşılaşınca büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştı. Dünyası başına yıkılan yavrucak bedenini suların derinliğine bırakmıştı. Üzerinden uzun bir zaman (muhtemelen buzul çağı) geçmiş, başka medeniyet memuru takımınca bulunmuş ve belleği yoklanmıştı. Evrensel vatandaşlık ruhuna sadık, hayata saygılı bu narin varlıklar türün son örneği bu yavrucak için bir güzellik yapıp; isteğini, dileğini gerçekleştirmesine yardım adına tüm güçleriyle bir olmuşlardı.
Nihayetinde sevimli yavrucak annesine kavuşmuş, onun “bugün günlerden ne?” sorusuna zaman üstü bir bilinçle “bugün günlerden bugün” deyip olgunluk göstererek; sevginin tüm zaman ve mekanı aşan niteliğini biz insanoğluna tekrar hatırlatma misyonunu da hakkıyla yerine getirmişti.
“Bugün günlerden anneler günü”
Anneler Gününüz kutlu olsun..