Okul bahçesindeki nöbetim sırasında çocuklarımızdan birine “yavrum şu kağıdı yerden alır mısın” diye ricada bulundum. Çocuk bana döndü, başını iki yana sallayıp, sözsüz iletişimle, gayet saygılı “hayır” cevabını verip gitti. Ben bu şekil
-Bir dakika çocuğum (o sırada bana döndü)
-Neden? Diye sordum.
Ne dersin beğenirsiniz
-Ben atmadım ki
(içimden; çocuk yerden göğe kadar haklı dedim kendime..)
Ben de:
-Tamam, haklısın sen atmadın, ben de atmadım, kim attı öyleyse?
Çocuk, yüz mimikleri ile “nereden bileyim” tarzında bir ifade gösterip bir an evvel oradan uzaklaşmanın gayretini gösterince ben de:
-Tamam almayalım öyleyse, yerde kalsın
Yavrucakta hiçbir tepki yok, boş boş gözlerle bana bakıyor..
O bakışta doğru davranışın en ufak bir parıltısını göremedim
Ne yalan söyleyeyim… Aklıma çocuğun yetişme ortamı ve aile geldi, sustum…
Gülümseyip:
-Gidebilirsin deyip, ısrar da etmedim
(espri bir yana gerçekten)
.............................
.............................
.............................
Bu ve benzer davranışlarla hemen hemen hepimiz zaman zaman karşılaşırız. O kısacık zaman diliminde bu davranışı gösteren herhangi birine; çocuk ya da yetişkin “ben ile biz”, “özgüven ile bencilik”, “bilinç ile ego istekleri” arasındaki farkları açıklamanın, ortak çaba bilinci geliştirmenin olanak dahilinde olması mümkün değil. Bu; uzun, ince bir yoldur eğitim adına.
Yanlış bir davranışın temellerine inilmedikçe, karaktere (zedelemeden) dokunmadıkça da düzeltilmesi, doğru, makul ölçülere çekilmesi mümkün görünmüyor. Zaten bu sebeple; “eğitim dünyanın en zor işlerinden biri” diyebiliyoruz. Çünkü insan yetiştirip, karakter dokuyorsunuz. Bir makine değil ki; “yanlış yaparsa düğmesini kapatıp, içini onarırız” deme imkanımız yok.
Bireyin ön yargı (kayıtlı) bilgileri, oluşturuldukları zaman dilimindeki tüm iç ve dış etkenlerle meydana gelir. O zaman dilimindeki duygu ve düşünce atmosferini (tüm etken ve enerji etkileşimlerini) bilmeden müdahalelerimiz beklediğimiz sonuçları vermek yerine, kişinin gözlemlenebilen (davranışlar) ve gözlemlenemeyen (bilinçaltı) davranış temel ön bilgilerini, (çekirdek inanç ve düşünce dünyasındaki) kabullerini daha da kötüleştirebilir.
Öte yanda karşımızdaki insanların olumlu veya olumsuz davranışlar sergilemesinde kendi etki gücümüzün de olabileceğini kolay kolay kabullenme ve hesaba katma sorumluluğu üstlenmeyiz genellikle...
Bu, karanlıkta kendi iç korkularımızın, endişelerimizin yarattığı canavarlarla savaşmaya benzer. Kendimizi, duygularımızı, karakter niteliklerimizi tanımıyorsak, davranışlarımızın çekirdek kodlarının yeterince farkında değilsek bu soyut savaşın nedenini ve sonucunu görme imkanımız neredeyse sıfır düzeyde kalmaya devam eder.
Eğitime yapılan yatırımların boşa gitmemesi için sağlıklı bir çocuk eğitiminde tüm taraflar (ebeveyn, öğretmen, yönetici, bakanlık) elini taşın altına sokmalıdır. Birey ve toplum inşasında doğru yaklaşımlar noktasında tüm bildiklerimizi zaman zaman gözden geçirmemiz kaçınılmaz olur. İstediğimiz sonuçları vermiyorsa sıfatımız ne olursa olsun, eğitim-öğretim adına yaptığımız her şeyi sorgulamayı, irdelemeyi de bilmeli, bu beceriyi öncelikle kendimizde oluşturmalıyız.
Ne ekersek, onu biçeriz. Artık içe, karaktere de (saygılı kalarak) odaklanmalıyız. İçte olmadıkça bir kıpırtı, heyecan; form, şekil, şema hiçbir şey… İlham mı dersiniz, dokunmak mı olur adı, her neyse o eğitimi daha fazla geciktirmenin faturasını karşılayacak lüksümüz kalmadı.
Kontrol amaçlı edilgen birey hedefleyen eğitim formatları artık işlevini bitirdi. Bilgi çağında en büyük güç şüphesiz ki yine bilgi olacak. Bilgi üretimimiz ve kullanma becerimiz kadar olacak gerçek gücümüz. Bu treni de kaçırmayalım…
.............................
.............................
........................
Öğretmen olarak gereğinden çok yorulup gün sonunda bitkin düşüyor olabiliriz ama umutsuz değiliz. Herkesin üzerine düşeni hakkıyla yapmaya çalıştığına inanıyorum. "İnsan" insan olduğu için zaten mükemmel olamaz. "100'de ısrar etme doksan da olur, insan dediğin noksan da olur"... Bu bakış açısını nerelerde yitirdik, onu bulalım öncelikle. Her şeyi öğretmenden beklemenin ne kadar doğru bir tutum olup olmadığı noktasında ısrarla bekleyenler “ancak öğretmen olunca anlama şansına sahip”. Lütfen biraz empati yapabilelim. Gerisi polemik ve yanılgı…
.............................
.............................
.....................
Mantık gücü ve güzelliği tarif edebilir fakat hissedemez. Onu yürekte bulur hissedersiniz. Güzelliğin sayı, rakam veya miktarla bir ilgisi yok, kalp işi..
Bir düşünür şöyle demiş evvel zaman içinde "Akıl ve kalp gözünün gördüğü hiçbir gerçek inkar edilemez"
.............................
.............................
....................
Nasıl bir okulda çalışmak isterdim?
Bir aile gibi..
Yarış değil, işbirliği…
Rekabet değil, yardımlaşma, dayanışma içinde olmak…
Birlikte üretmenin, çalışmanın mutluluğunu yakalamak…
Sevinçte, tasada birliğin mayasına, takım ruhuna odaklanmak...
Ortak çaba sonucu oluşturulan değerin paha biçilmez gücüne inanmak…
Tabii ki en evvelinde sevgi, saygı ve huzurlu bir aile gibi, güven veren...
"Okul bizim yuvamız, yaşasın okulumuz…" Buna inanıyorsak gereğini de yapmalıyız. Çocukları rekabete, öğretmenleri rekabete, yöneticileri rekabete sokarak okulu evimiz, yuvamız yapamayız. Kardeşler arasında rekabet ailenin mayasını, kimyasını ve güzel havasını bozar. Aile bireylerinin birbirine güveni sarsılır. Herkes birbirine düşer, küser, kalpler kırılır, dökülür hayaller, yıkılır… değer mi?
Biz düşüncesini neden oluşturamıyoruz?
Biz düşüncesini nasıl ve nelerle yok ediyoruz?
Karakter eğitimi önündeki engeller nelerdir?
Birey olamayanın toplumsal sorumluluk bilinci geliştirmesi mümkün mü?