Kapitalizmden Doğruluğu İspatlanmış Yalanlar

Çevrimdışı ünalk

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 12.096
  • 43.843
  • 12.096
  • 43.843
# 27 Mar 2013 18:08:24
ABD’de bir askeri okulda ders olarak anlatılan Horoz ve Tilki Hikayesi

“Dershanede hocayı beklerken ışıklar kapanmış ve bir çizgi film gösterilmeye başlanmış.

...Filmin adı ” Küçük Tavuk “. Bir kümes var. Kümeste bir çok tavuk ile genç ve küçük horozlar, bir de kümesin yaşlı ve büyük horozu bulunuyor. Kümesin etrafında da bir tilki dolaşıyor.

Yaşlı ve büyük horoz, tilki içeri girmesin diye kümesi...n kapısını sıkı sıkıya kapatmış, tavukları dışarı bırakmıyor. Tabii dışarı çıkamadıkları için doğru dürüst yemlenemeyen tavuklar da zayıf ve küçük tavuklar. Yaşlı ve büyük horoz ise dışarı bırakmadığı tavuklara ölmeyecek kadar mısır tanesi dağıtarak yaşamalarını sağlıyor.

Kümese giremeyen tilki bunun üzerine kümesin tellerinde küçük bir delik açarak küçük ve genç bir horoza sesleniyor ve ona biraz mısır veriyor. Mısırı yiyen küçük ve genç horoz her gün gelip tilkiden mısır
alıyor. Bir süre sonra tilki küçük ve genç horoza tek başına yiyebileceğinden fazla mısır verince genç horoz hem kendisi yiyor hem de diğer tavuklara mısır dağıtıyor. Böylece yavaş yavaş yaşlı ve büyük horozun kümesteki gücü kırılıyor. Horozun etrafındaki tavuklar azalmaya başlıyorlar. Artık popüler olan genç ve artık irileşen horozun etrafında ise tavuklar toplanıyor.Bu aşamada tilki kümesin kapısının önüne mısır bırakıyor. Kümeste bir tartışma çıkıyor. Kapıyı açalım mı açmayalım mı diye. Sonunda korkarak kapıyı açıyorlar ve kafalarını dışarı uzatıp yemlenip hemen geri çekiyorlar. Bir süre böyle devam ediyor. Hiçbir şey olmuyor. Kümesteki tavuklar rahatlıyor. Korkuları azalıyor. Nihayet bir gece tilki kümesin önündeki avluya mısır döküyor. Artık korkusuz olan tavuklar genç ve artık güçlü horozun öncülüğünde dışarı çıkıyor ve rahat rahat yemleniyorlar. Kümesteki her tavuk semiriyor. Tilki bir süre sonra gece kümesin kapısından kendi mağarasına kadar mısır tanelerini döküyor. Sabah kümesten çıkan ve korkusuzca yemlenen tavuklar yemlene yemlene mağaraya kadar gidiyorlar. Sonra mağaraya giriyorlar. Onları içeride bekleyen tilki bütün kümes mağaraya girince mağaranın kapısını kapatıyor.”

Çizgi film burada bitmiş. Işıklar yanmış. Ve dersin hocası kürsüye çıkarak, “İşte Üçüncü Dünya ülkeleri böyle yönetilir” diyerek derse başlamış.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 28 Mar 2013 10:10:20
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
“İşte Üçüncü Dünya ülkeleri böyle yönetilir” diyerek derse başlamış.
Hayırlı günler dilerim.

Haklısınız. Tavukların oluşturduğu üçüncü dünya ülkeleri bu şekilde yönetilir. İnsanlardan oluşan üçüncü dünya ülkelerini bu şekilde yönetmek mümkün olmaz.

Çevrimdışı mukru

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.564
  • 20.990
  • 2.564
  • 20.990
# 28 Mar 2013 10:27:48
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
ABD’de bir askeri okulda ders olarak anlatılan Horoz ve Tilki Hikayesi

“Dershanede hocayı beklerken ışıklar kapanmış ve bir çizgi film gösterilmeye başlanmış.

...Filmin adı ” Küçük Tavuk “. Bir kümes var. Kümeste bir çok tavuk ile genç ve küçük horozlar, bir de kümesin yaşlı ve büyük horozu bulunuyor. Kümesin etrafında da bir tilki dolaşıyor.

Yaşlı ve büyük horoz, tilki içeri girmesin diye kümesi...n kapısını sıkı sıkıya kapatmış, tavukları dışarı bırakmıyor. Tabii dışarı çıkamadıkları için doğru dürüst yemlenemeyen tavuklar da zayıf ve küçük tavuklar. Yaşlı ve büyük horoz ise dışarı bırakmadığı tavuklara ölmeyecek kadar mısır tanesi dağıtarak yaşamalarını sağlıyor.

Kümese giremeyen tilki bunun üzerine kümesin tellerinde küçük bir delik açarak küçük ve genç bir horoza sesleniyor ve ona biraz mısır veriyor. Mısırı yiyen küçük ve genç horoz her gün gelip tilkiden mısır
alıyor. Bir süre sonra tilki küçük ve genç horoza tek başına yiyebileceğinden fazla mısır verince genç horoz hem kendisi yiyor hem de diğer tavuklara mısır dağıtıyor. Böylece yavaş yavaş yaşlı ve büyük horozun kümesteki gücü kırılıyor. Horozun etrafındaki tavuklar azalmaya başlıyorlar. Artık popüler olan genç ve artık irileşen horozun etrafında ise tavuklar toplanıyor.Bu aşamada tilki kümesin kapısının önüne mısır bırakıyor. Kümeste bir tartışma çıkıyor. Kapıyı açalım mı açmayalım mı diye. Sonunda korkarak kapıyı açıyorlar ve kafalarını dışarı uzatıp yemlenip hemen geri çekiyorlar. Bir süre böyle devam ediyor. Hiçbir şey olmuyor. Kümesteki tavuklar rahatlıyor. Korkuları azalıyor. Nihayet bir gece tilki kümesin önündeki avluya mısır döküyor. Artık korkusuz olan tavuklar genç ve artık güçlü horozun öncülüğünde dışarı çıkıyor ve rahat rahat yemleniyorlar. Kümesteki her tavuk semiriyor. Tilki bir süre sonra gece kümesin kapısından kendi mağarasına kadar mısır tanelerini döküyor. Sabah kümesten çıkan ve korkusuzca yemlenen tavuklar yemlene yemlene mağaraya kadar gidiyorlar. Sonra mağaraya giriyorlar. Onları içeride bekleyen tilki bütün kümes mağaraya girince mağaranın kapısını kapatıyor.”

Çizgi film burada bitmiş. Işıklar yanmış. Ve dersin hocası kürsüye çıkarak, “İşte Üçüncü Dünya ülkeleri böyle yönetilir” diyerek derse başlamış.

Başlığı en iyi özetleyen bu hikaye olmuş öğretmenim. Teşekkürler.

Çevrimdışı Misterno_17

  • Uzman Üye
  • *****
  • 3.498
  • 19.655
  • 3.498
  • 19.655
# 28 Mar 2013 10:43:46
 Kapitalizmin insana vereceği özgürlük ( özgürlükse ) insandan alacaklarıyla ilgilidir .
ABD'nin Arap baharı, suriyedeki iç çatışmalar ,Bizdeki Demokratik açılm gibi
 Haklı olanmı Güçlüdür ?
 Güçlü olanmı haklıdır?
 Bu sorunun cevabı 3. dünya ülkelerinde çok nettir. Kapitalizm bizi parayla kandırdı. İnsanlara ideal aşılamıyor ,tüketim istiyor.
 kapitalizm neden bitmiyor .
(Kedinin ,fareyi kandırmak için peynir kullanması ve peynirin bitmesi,peynirde kalmayınca eğer birbirlerini yemezlerse mesele anlaşılacak)

Çevrimdışı passion

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.181
  • 1.876
  • Türk Dili ve Ed.
  • 1.181
  • 1.876
  • Türk Dili ve Ed.
# 28 Mar 2013 10:49:08
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
ABD’de bir askeri okulda ders olarak anlatılan Horoz ve Tilki Hikayesi

“Dershanede hocayı beklerken ışıklar kapanmış ve bir çizgi film gösterilmeye başlanmış.

...Filmin adı ” Küçük Tavuk “. Bir kümes var. Kümeste bir çok tavuk ile genç ve küçük horozlar, bir de kümesin yaşlı ve büyük horozu bulunuyor. Kümesin etrafında da bir tilki dolaşıyor.

Yaşlı ve büyük horoz, tilki içeri girmesin diye kümesi...n kapısını sıkı sıkıya kapatmış, tavukları dışarı bırakmıyor. Tabii dışarı çıkamadıkları için doğru dürüst yemlenemeyen tavuklar da zayıf ve küçük tavuklar. Yaşlı ve büyük horoz ise dışarı bırakmadığı tavuklara ölmeyecek kadar mısır tanesi dağıtarak yaşamalarını sağlıyor.

Kümese giremeyen tilki bunun üzerine kümesin tellerinde küçük bir delik açarak küçük ve genç bir horoza sesleniyor ve ona biraz mısır veriyor. Mısırı yiyen küçük ve genç horoz her gün gelip tilkiden mısır
alıyor. Bir süre sonra tilki küçük ve genç horoza tek başına yiyebileceğinden fazla mısır verince genç horoz hem kendisi yiyor hem de diğer tavuklara mısır dağıtıyor. Böylece yavaş yavaş yaşlı ve büyük horozun kümesteki gücü kırılıyor. Horozun etrafındaki tavuklar azalmaya başlıyorlar. Artık popüler olan genç ve artık irileşen horozun etrafında ise tavuklar toplanıyor.Bu aşamada tilki kümesin kapısının önüne mısır bırakıyor. Kümeste bir tartışma çıkıyor. Kapıyı açalım mı açmayalım mı diye. Sonunda korkarak kapıyı açıyorlar ve kafalarını dışarı uzatıp yemlenip hemen geri çekiyorlar. Bir süre böyle devam ediyor. Hiçbir şey olmuyor. Kümesteki tavuklar rahatlıyor. Korkuları azalıyor. Nihayet bir gece tilki kümesin önündeki avluya mısır döküyor. Artık korkusuz olan tavuklar genç ve artık güçlü horozun öncülüğünde dışarı çıkıyor ve rahat rahat yemleniyorlar. Kümesteki her tavuk semiriyor. Tilki bir süre sonra gece kümesin kapısından kendi mağarasına kadar mısır tanelerini döküyor. Sabah kümesten çıkan ve korkusuzca yemlenen tavuklar yemlene yemlene mağaraya kadar gidiyorlar. Sonra mağaraya giriyorlar. Onları içeride bekleyen tilki bütün kümes mağaraya girince mağaranın kapısını kapatıyor.”

Çizgi film burada bitmiş. Işıklar yanmış. Ve dersin hocası kürsüye çıkarak, “İşte Üçüncü Dünya ülkeleri böyle yönetilir” diyerek derse başlamış.



tek kelimeyle harika,anlayana:)teşekkürler hocam.

Çevrimdışı bekir7133

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.785
  • 9.880
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.785
  • 9.880
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 29 Mar 2013 10:22:43
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
ŞEF SEATTLE'IN MEKTUBU

Washington’daki Büyük Reis bizim toprağımızı satın almak istediğinizi bildirdi. Dostluk ve iyi niyet sözleri söyledi. O bizim dostluğumuza layık olmadığı için bu sözleri söylemesi iyi. Biz yine de onun teklifini düşüneceğiz, çünkü satmazsak beyaz adamın belki de silahla gelip toprağımızı alacağını biliyoruz.

Gökyüzü nasıl satın alınır ya da satılır, ya da toprağın ısısı? Bunun düşünemeyiz bile biz. Havanın tazeliğine, suyun pırıltısına biz sahip değiliz ki siz bizden onları satın alasınız. Kararımızı vereceğiz.

Beyaz kardeşlerimiz mevsimlerin geri geleceğine nasıl inanıyorlarsa Washington’daki Büyük Reis de Reis Seattle’ın dediklerine öylesine inanmalıdır. Benim sözlerim yıldızlar gibidir, hiç kaybolmayacaklardır. Yeryüzünün her yeri halkım için kutsaldır. Her bir parıldayan çam iğnesi, her kumlu kıyı, karanlık ormanlardaki sis, ağaçsız köşe, vızıldayan böcek halkımın düşüncesinde kutsaldır. Ağacın içinde yükselen özsu Kızılderililerin anılarını taşır içinde.

Beyazların ölüleri yıldızlar arasında dolaşmaya gittiklerinde, doğdukları toprakları unuturlar, bizim ölülerimiz ise bu harika toprağı hiç unutulmazlar. Çünkü o bizim anamızdır. Biz toprağın bir parçasıyız ve o da bizim bir parçamızdır. Kokulu çiçekler bizim kız kardeşlerimizdir; geyikler, atlar, büyük kartal da erkek kardeşlerimiz... Yüksek kayalıklar, yumuşak çayırlar, midillinin ve insanın vücut ısısı hep aynı aileye aittir.

Washington’daki Büyük Reis bize topraklarımızı almak için haber saldığında bizden çok şeyler istiyor demektir. Büyük Reis bize kendi kendimize rahatça yaşayacak bir yer vereceğini de söylüyor. O bizim babamız, biz de onun çocukları olacağız. Ama bu hiç olabilir mi? Tanrı sizin halkınızı seviyor, Kızılderili çocuklarını ise terk etti. Beyaz adamlara işlerinde yardımcı olsunlar diye makineler yolladı, onlara büyük köyler yaptı... Yakında beklenmedik bir yağmurdan sonra gelen seller gibi kaplayacaksınız toprağın üstünü.

Benim halkım giden bir sel gibi, ama dönüşü olmayan... Hayır, biz ayrı ırklardanız. Çocuklarımız bile birlikte oynamıyor, yaşlılarımız da aynı öyküleri anlatmıyor birbirlerine. Tanrı size iyi davranıyor, bizler ise yetimiz. Toprağımızı satma teklifinizi düşüneceğiz, ama bu kolay olmayacak, çünkü bu toprak bizim için kutsaldır. Biz bu ormanları seviyoruz. Bilmiyorum, yaşamımız sizinkinden o denli farklı ki...

Derelerimizde ve nehirlerimizde akan su yalnızca su değil, atalarımızın kanıdır. Size toprağı satarsak bilesiniz ki o kutsaldır. Çocuklarınıza onun kutsal olduğunu öğretin. Denizin berrak suyundaki her kımıltı benim halkımın yaşamından olaylar, anılar anlatmalıdır size. Suyun şırıltısı dedelerimin sesidir. Nehirler kardeşlerimizdir; susuzluğumuzu giderir, kanolarımızı taşır, çocuklarımızı birbirine yaklaştırırlar.

Nehirler kardeşlerimizdir.

Eğer kardeşlerimizi satarsak şunu hep anımsayın ve çocuklarınıza da öğretin: Nehirler bizim --ve sizin de-- kardeşimizdir, onlara diğer kardeşlerinize olduğu gibi davranmalısınız. Dağlarda sabah güneşi sisi nasıl kovarsa, Kızılderili de beyaz adamın kovalamasından hep öyle geri çekildi. Ama babalarımızın külleri kutsaldır, onların mezarları bu kutsanmış topraktır. Beyaz adamın bunu anlamayacağını biliyoruz. Onun için bir toprak parçasının diğerinden farkı yoktur. Çünkü o bir yabancıdır, gece gelir ve istediği toprağı alır. Toprak onun kardeşi değil, düşmanıdır. Onu fethettiği anda daha ötelere gider, babalarının mezarlarını geride bırakır ve onları bir daha düşünmez bile. Toprağı, çocuklarından çalar ve bunu da dert etmez kendisine. Babalarının mezarları ve onların çocuklarının doğum hakları unutulur. Anası olan toprağa ve onun kardeşi göğe, koyun ya da pırıltılı incilermişçesine satılacak eşya muamelesi yapar. Beyazların açlığı toprağı tüketecek, geride hiçbir şey bırakmayacak, tıpkı bir çöl gibi.

Bilemiyorum, yaşamımız sizinkinden çok farklı. Sizin kentlerinizin görünümü Kızılderililerin gözünü acıtıyor. Belki de biz vahşiyiz ve ondan anlamıyoruz. Beyazların kentlerinde sessizlik yok. Baharda hışırdayan yaprakları ve böceklerin vızıltısını duyacak hiçbir yer yok oralarda. Belki de bu, ben vahşi olduğum ve anlamadığım için böyle. Oralardaki gürültü sanki kulaklarınıza hakaret ediyor. Meleyen keçi kuşlarının sesini ya da geceleyin göl kenarında bağıran kurbağaları duyamadıktan sonra yaşamda ne var ki? Ben bir Kızılderili'yim ve bunu anlamıyorum. Kızılderili bir gölün üstünde rüzgarın şarkı söylemesini sever, öğle yağmurları ile yıkanan rüzgarın kokusunu da, hele o çamların, o sert çamların sert kokusunu... Hava, Kızılderili için çok değerlidir; çünkü her şey solumaktadır, hayvan, ağaç, insan, her şey. Beyaz adam soluduğu havanın farkında değil sanki, günlerdir etrafında oluşan pis kokuyu algılamayan bir ceset gibi... Ama biz size toprağımızı satarsak unutmayın ki, hava bizim için çok değerlidir. Hava ruhunu yaşayanlarla paylaşır. Rüzgar babalarımıza ilk soluklarını verdi, onların son soluklarını aldı ve çocuklarımıza da yaşamın ruhunu verecektir. Size toprağımızı sattığımızda rüzgarın, çayır çiçeklerinin hoş kokusunu taşıyan çok özel ve kutsal değerini bilmelisiniz.

Hayvanlar olmasaydı

Toprağımızı satma teklifini düşüneceğiz. Kabul etmeye karar verirsek de tek koşulumuz var: Beyaz adam toprağın hayvanlarına kendi kardeşi gibi davranacaktır. Ben bir vahşiyim ve başka türlüsünü de anlamam. Beyaz adamın geçen bir trenden ateş edip öldürdüğü ve sonra da bıraktığı binlerce kokuşmuş sığır cesedi gördüm. Ben bir vahşiyim ve anlamıyorum. Nasıl olur da o duman çıkaran demir at, bizim ancak yaşayabilmek için öldürdüğümüz sığırlardan daha önemli oluyor? Hayvanlar olmazsa insan nedir ki? Tüm hayvanlar yok olsaydı insan, ruhunun büyük yalnızlığı içinde ölür giderdi. Hayvanlara ne olursa hemen sonra insanlara da aynısı olur. Her şey birbirine bağlıdır.

Toprağa ne olursa toprağın çocuklarına da aynısı olur. Ayaklarınızın altındaki toprağın atalarınızın külleri olduğunu çocuklarınıza öğretmelisiniz. Toprağı korumaları için onlara toprağın, atalarımızın ruhları ile dolu olduğunu anlatın. Çocuklarımıza öğrettiklerimizi çocuklarınıza öğretin. Toprak anamızdır. Toprağa ne olursa, toprağın çocuklarına da aynısı olur. İnsan toprağa tükürürse kendi suratına tükürmüş olur. Çünkü biliyoruz ki, toprak insana değil, insan toprağa aittir, bunu iyi biliyoruz. Kan nasıl bir aileyi birleştirse, her şey de öyle birbirine bağlıdır. Toprağa ne olursa toprağın çocuklarına da aynısı olur. Yaşamın dokusunu insan yaratmadı, o, dokunun içinde yalnızca bir iplikçiktir. Siz o dokuya ne yaparsanız aynısını kendinize yapmış sayılırsınız. Hayır, gece ve gündüz birlikte yaşayamazlar, ölüler o güzelim ırmaklarda, uzaklarda yaşarlar, ilk baharın sessiz adımlarıyla geri dönerler ve gölü okşayan rüzgar onların ruhlarıdır.

Toprağımızı satma teklifinizi düşüneceğiz. Ama halkım soruyor: Beyaz adam ne istiyor? İnsan gökyüzünü ya da toprağın sıcaklığını satın alabilir mi? Ya da antilopun hızını? Biz bunları size nasıl satabiliriz ve sizler bunları nasıl satın alabilirsiniz? Kızılderili bir kağıt parçasını imzalayıp beyaz adama verdi diye toprağa istediğinizi yapabilir misiniz? Havanın tazeliği ve suyun pırıltısı bize ait olmadığına göre bunları bizden nasıl satın alabilirsiniz?

Teklifinizi düşüneceğiz. Toprağı satmazsak, beyaz adamın silahla gelip, onu zorla alacağını biliyoruz. Ama biz vahşiyiz. Şimdilik güçlü olan beyaz adam; tanrı olduğuna inanıyor, toprağın onun olduğunu sanıyor. Bir insan nasıl olur da anasının sahibi olur?

Toprağımızı satma teklifinizi düşüneceğiz. Gece ve gündüz birlikte yaşayamazlar. Rezervasyon alanına gitme teklifinizi düşüneceğiz. Bir kenarda barış içinde yaşayacağız. Geri kalan günlerimizi nerede geçireceğimiz önemsiz. Çocuklarımız babalarının korkaklaştığını ve yenildiğini gördüler. Çocuklarımız utandırıldı. Yenilgilerden sonra günlerini boşa geçiriyorlar, vücutlarını tatlı yemekler ve kuvvetli içkilerle zehirliyorlar.

Geri kalan günlerimizi nerede geçireceğimiz önemli değil, zaten çok günümüz de kalmadı. Birkaç saat, birkaç kış... Bir zamanlar bu topraklarda yaşamış olan büyük kabileden hiçbir çocuk doğmayacak. Bir zamanlar sizin gibi kuvvetli ve umut dolu olup da ormanda küçük gruplar halinde dolaşan o insanlardan, halkının mezarlarında ağlamak için kimse kalmayacak.

İnsanlar denizin dalgaları gibidir.

Ama neden kabilemin çöküşü için üzüleyim? Kabile, insanlardan oluşur, başka bir şeyden değil. İnsanlar denizin dalgaları gibi gelir ve giderler. Tanrıları kendileri ile birlikte dolaşan ve arkadaşça konuşan beyaz adam bile bu ortak hükme karşı çıkamaz. Belki de biz gerçekten kardeşizdir. Göreceğiz. Bildiğimiz bir şey var, beyaz adam da anlayacak onu bir gün: Bizim tanrımızla sizinki aynı. Bizim toprağımıza sahip çıkmayı düşündüğünüz gibi ona da sahip olduğunuzu düşünüyorsunuz belki, ama bunu yapamazsınız. O, beyazların olduğu kadar Kızılderililerin de; tüm insanların tanrısıdır. Bu toprak onun için değerlidir, toprağı yaralamak, onun yarattıklarına kötü davranmak demektir.

Beyazlar da bir gün yok olacaklar, belki diğer kabilelerden de önce. Daha iyi bir yatak bulmak için uzaklara gidin. Bir gece kendi çöpünüzde boğulacaksınız. Sizi buralara getirip bu toprakların ve Kızılderililerin fatihi yapan tanrının kuvvetine güvenip, bizim batışımıza çok sevineceksiniz. Bu hüküm bizim için bir sırdır. Bütün sığırlar öldürülüp, bütün yaban atları ehlileştirildiğinde, ormanın gizli köşeleri insanların kokusu ile ağırlaştığında, bereketli tepeler tel çitlerle sarılıp utandırıldığında nerede olacak o kuşlar? Kartal nerede? Yok... O zaman ava ve hızlı midilliye "Yaşa, çok yaşa!" demenin anlamı ne ki?

Yaşamın sonu ve kurtuluşun başlangıcı. Tanrı özel bir nedenle sizi hayvanların, ormanların ve Kızılderililerin fatihi yaptı, ama bu neden bizim için bir sır. Eğer beyaz adamın düşlerinden haberimiz olsa idi, belki de bu sırrı anlayabilirdik. Uzun kış akşamlarında çocuklarına anlattıklarını bilseydik anlardık belki de. Ama biz vahşiyiz, beyaz adamın rüyaları bize ödünç verilemez ki. O rüyalar bize ödünç verilemeyeceğine göre, biz de kendi yolumuza gideceğiz. Çünkü biz her şeyden çok, bir insanın kendi istediği gibi yaşama hakkına saygılıyız. Onun yaşamı kendi kardeşinden çok farklı olsa bile. Bizi bağlayan çok fazla şey yok.

Teklifinizi düşüneceğiz. Kabul edersek bu yalnızca söz verdiğiniz rezervasyonu sağlama almak için olacak. Orada belki de kısa günlerimizi istediğimiz gibi geçirebiliriz.

Son Kızılderili bu topraklardan gittiğinde ve anısı yalnızca ovanın üstündeki bulutun gölgesi olarak kaldığında yine de atalarımızın ruhları bu kıyılarda ve ormanlarda canlı olarak kalacaktır. Çünkü onlar yeni doğan bebeğin, anasının kalp atışlarını sevdiği gibi sevmişlerdi bu toprağı.

Toprağımızı size satarsak onu sevdiğimiz gibi sevin sizde onu. Ona özendiğimiz gibi özenin. Ve tüm gücünüzle, ruhunuzla, yüreğinizle onu çocuklarınız için koruyun ve tanrının bizi, hepimizi sevdiği gibi sevin onu. Çünkü bir şeyi biliyoruz: Bizim tanrımız sizinkinin aynısıdır. Bu ortak hükme beyaz adam bile karşı çıkamaz. Kim bilir, belki yine kardeşizdir sizinle. Göreceğiz...


Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak...

Çevrimdışı sebocan

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 32.896
  • 512.895
  • 32.896
  • 512.895
# 29 Mar 2013 10:39:26

Bir tavuk hikayesi de benden... :)

Stalin bir gün etrafındaki devlet komuta kademesi üyeleri ile oturup sohbet edip votka çekerken yanındakilere soruyor; "Söyleyin bakalım halkın yönetime baş eğmesi, kayıtsız şartsız itaat etmesi için yöneticiler ne yapmalı, nasıl davranmalıdır?"

Her kafadan bir ses çıkıyor,kanundan nizamdan,idamdan,sehpadan,hak ve hukuktan, aş ve işten dem vuruluyor. Stalin dayanamıyor ve onlara "bekleyin beyinsizler" diyor;
Hemen hizmetçiyi çağırıp, "Çabuk bana canlı bir tavuk getirin..." diye emrediyor.

Aceleyle getirilen şaşkın tavuğu, zaten kafası iyice dumanlanmış Stalin alıyor ve adamlarının gözleri önünde tavuğun tüylerini tek tek canlı canlı yolmaya başlıyor.Tüm tüyleri yolunan tavuğu odanın ortasına salıveriyor ve "seyredin!" diyor Stalin.

Tüyleri yolunan zavallı tavuk bu azaptan kaçıp kurtulmak için aralıklık kapıdan dışarı canını atıyor ancak o da ne? Dışarısı buz gibi soğuk. Tavuk soğuktan tir tir titrer halde içeri dalıp doğru şömineye yaklaşıyor ama bu sefer de sırtı ateşin harından yanmaya başlıyor. Masanın altına giriyor, masanın ayakları sırtını incitiyor, duvar dibine sıkışmaya çalışıyor sıva çıkıntıları sırtını acıtıyor. Sonunda çaresiz, tüylerini yolan Stalin'in bacakları arasına sinip saklanmaya çalışıyor.

O zaman Stalin, cebinden bir avuç yem çıkarıp tüylerini yolduğu tavuğun önüne birer birer atmaya başlıyor. Yemlenen tavuk,o andan itibaren Stalin nereye yönelse onun peşinden ayrılmamaya başlıyor...

Ağızları bir karış açık kalan dostlarına bakıp, pos bıyıklarının altından gülerek şöyle diyor Stalin:

- Gördünüz mü? Halk dediğiniz topluluk bu tavuk gibidir; tüylerini yol ve serbest bırak, o zaman yönetmek kolay olur.

Çevrimdışı Misterno_17

  • Uzman Üye
  • *****
  • 3.498
  • 19.655
  • 3.498
  • 19.655
# 29 Mar 2013 11:40:42
SOSYALİZM : İki ineğiniz varsa, birini komşuya verirsiniz.

KOMÜNİZM : İki ineğiniz varsa, devlet ikisini de alır, size süt verir.

KAPİTALİZM: İki ineğiniz varsa, devlet ikisini de alır, size süt satar.

NAZİZİM : İki ineğiniz varsa, devlet ikisini de alır,sizi kurşuna dizer.

TEOKRASİ : İki ineğiniz varsa, devlet ikisini de alır, siz süt duasına çıkarsınız.

... BÜROKRASİ : İki ineğiniz varsa, devlet ikisini de alır ,birini öldürür, sütü sağar ,kovayı da devirir.

İneğiniz Yoksa Şanslısınız (!) ) Şöylenecek bir şey varmı daha ?
 
 
 

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK