İsmail Hakkı Tonguç
Köy enstitülerinin kurulup geliştirilmesinde büyük rol oynayan eğitimci İsmail Hakkı Tonguç 23 Haziran 1960’ta Ankara’da öldü. 1897’de Silistre’de doğan Tonguç, İstanbul Öğretmen Okulu’nu bitirdikten sonra Almanya’ya öğrenim görmeye gitti. Ancak savaş dolayısıyla 1919’da yurda döndü; Eskişehir Öğretmen Okulu’nda resim, elişi ve beden eğitimi öğretmenliği yaptı. 1921-1925 arasında Almanya Karlshure-Baden’de yarım kalan eğitimini tamamladı. 1922-1925 arasında Konya, Ankara ve Adana’daki çeşitli okullarda öğretmenlik yapan Tonguç, 1932’de Gazi Eğitim Enstitüsü’nün resim bölümünü kurarak yöneticiliğini üstlendi. 1935’te vekaleten getirildiği İlköğretim genel müdürlüğüne 1940’ta asaleten atandı. Bu yıllarda köy enstitülerinin kuruluş ve çalışma programını hazırladı. 17 Nisan 1940’ta çıkan köy enstitüleri yasasıyla 21 köy enstitüsünün kuruluşunu yönetmekle görevlendirildi. İlköğretim genel müdürlüğünden alınarak Talim Terbiye Kurulu üyeliğine getirildiği 1946’ya kadar köy enstitülerinden 16,000 öğretmen yetişmesini sağladı. 1950’de Milli Eğitim Bakanlığı emrine alındı ve 1954’te bakanlıkça emekliye sevk edildi. Uygulamacılığın yanı sıra kuramsal çalışmalar da yapan İsmail Hakkı Tonguç Canlandırılacak Köy (1939-1947), İlköğretim Kavramı (1946), Öğretmen Ansiklopedisi ve Pedagoji Sözlüğü (1953), Pestalozzi Çocuklar Köyü (1960) gibi eğitim üzerine bir çok yapıt da verdi.
Bir Kitap Bir Tokat Bir Kırbaç (Tonguç 17 Nisan)
Türkiye’nin bilinmeyen bir (yaşam) kitabından söz etmek istiyorum. (İki kitap, toplam 1151 sayfa)
Bir tarihsel çınar yaşam öyküsü...
- Biraz anlat, derseniz...
*** *** ***
Köy Enstitüleri\'nde doğdum, (Eskişehir) Çifteler-Mahmudiye bozkırında...
Toros\'ların eteğindeki İvriz Köy Enstitüsü\'nde kök saldım hayata...
Eğitbilim verileri; insanın temel kişilik yapılanmasının 5-6 yaşlarında çatılandığını bildirdiğine göre; Köy Enstitüleri\'nde çatıldım, çatılandım...
Köy Enstitüleri\'nde önce masallar dinlemeyi, anlatmayı, okuma-yazmayı, sonra da yarışmaya varan kitap okumaları öğrendim...
Hayata dair ilk sesleri Köy Enstitüleri\'nde duydum; ilk gözlemleri, ilk izlenimleri oralarda edindim.
Üç şeyi unutmadığıma göre, unutacağım da yok:
1. Derslikler
2. İşlikler
3. Şenlikler...
Yani...
. İşlek beyinler...
. Yaratıcı eller...
. Eleştirel \'Cumartesi Geceleri\'... ve sevdalı yürekler.
Bu bir uygarlıktı.
Uygarlık tasarımı ve yaratımıydı.
Bugünkü söylemle sivil (uygar) toplum oluşumu girişimiydi...
Nasıl kurulmuştu, nasıl kuruluyordu?
İş içinde eğitim yoluyla... Yokluklara ve zorluklara karşı göğüs göğüse... Boyun eğmeyerek. Korkuyu karanlığı yenerek...
Tarihe çivi çakarak...
Benim ilkokulumu öğretmenlerim elleriyle yapmışlardı; onların okullarını da babam elleriyle... Hep birlikte çivi-çivi... Babam, bana, oyun oynarken yerlerde çivi (eğik-düz, eğri-büğrü, paslı-passız neyse) bulursam mutlaka eve getirmemi söyler dururdu. Ben de dinlerdim sözünü. Ben dinledikçe o sevinirdi. Oyun gibiydi. Ben dinledikçe, o sevindikçe... evde çivi birikirdi. Bakardım ki çiviler yok. Ben yine toplardım...
Bunun gizemini, iyice bilinçlendikten sonra kavradım.
Doğduğum yıllara ilişkin bir anıyı yalnızca Türkiye’de değil dünya yazınında da başçınar yapıtlardan olduğunu vurgulayacağım bir kitabın satırlarından aynen okuyorum:
\"Yokluklar sürüyordu. Çivi yokluğu bayağı sorundu. Şuhut\'da staj yapmakta olan Yüksek Köy Enstitüsü öğrencisi İhsan Güvenç, (babamın Çifteler\'den öğrencis-V.Ö.) çivi bulunmadığı için yapı işlerinin durduğunu yazıyordu. \'Elde 5 kg. çivi bile yoktu.\' Ekonomi Bakanlığı\'nca hastane yapımında kullanılmak üzere Afyon Valiliği\'ne gönderilmiş çivilerden birazının okul yapımına verilmesini istiyordu Güvenç.
Yapı işlerine yardımcı olup hızlandırmak için Hasanoğlan\'dan Savaştepe\'ye gönderilmiş olan (adını çocuk kulaklarımla çokça duyduğum Macar usta-V.Ö.) Sili Layoş çivi yokluğuna karşı çözümü İstanbul\'a gidip hurdacılardan eski, paslı çivileri toplayıp getirmekte bulmuştu. Kilolarla kullanılmış çivi iki günlük yoğun bir çalışma ile düzeltilip doğrultuldu ve yapı işleri yeniden yürümeye başladı...\" (ikinci kitap, s.113)
Türkiye\'nin toplumsal tarihinin en büyük uygarlık projesinin çivisi böyle çakılmıştı.
Yakın tarihimizin kayalar siciline yazılmış bir çivi yazısı...
Köy Enstitüleri\'nin 65. kuruluş yıldönümündeki en büyük soru işareti bence bu:
- Bu işin (uygarlaşmanın) çivisi nasıl çıktı yerinden?..
Saat: 17 Nisan 2005
Bulmamız gerekiyor. Dersliklerle. İşliklerle. Şenliklerle...
Sevgiyle.
*** *** ***
Kitap; Türkiye’nin ıssız yapayalnız çınarları gibi bir yaşam çınaryapıt’tır. Bulmak istiyorsak.
. “Bir Eğitim Devrimcisi: İSMAİL HAKKI TONGUÇ (yaşamı, öğretisi, eylemi)“, birinci kitap (536 sayfa) ve ikinci kitap (615 sayfa), Güldiken Yayınları...
Yazan: Engin Tonguç
Kimdir İsmail Hakkı Tonguç?
Türkiye’nin sorulmayan sorusu... Aranmadığı için de bulunmayan cevabı.
*** *** ***
\"Kurtuluş Savaşı Eskişehir\'i (1919-1921)...
Eskişehir Darülmuallimin’i (Erkek Öğretmen Okulu) Resim-Elişleri ve Beden Terbiyesi Öğretmeni İsmail Hakkı 11.9.1919’da işe başladı. Bu onun 62 sicil no.su ile öğretmenlik mesleğine giriş tarihiydi. Eskişehir, meslek yaşamında önemli bir yer tutacaktı...
\"...1.4.1920’de Ankara’dakilere katılmak üzere trenle Eskişehir’den geçen Halide Edip, ‘Eskişehir’de görünümün yürekler acısı’ olduğunu yazacaktı. İsmail Hakkı’nın işe başladığı gün Sivas Kongresi yeni bitmişti...
\"...Kendisi bu dönemi şöyle anlatacaktı (tek cümleyle-V.Ö.): Ülkenin genel durumu korkunçtu...
\"...Koruyabildiğimiz değerler yalnızca \'kararlılık ve umut\'tu...
...Yaşama ve iş görme koşulları o kadar ağırdı ki, yapmak istediğimiz her atılımda bin engelle karşılaşıyorduk.
...O zamanlar yönetim işlerinin başında bulunanların çoğu ‘idare-i maslahatçı’ kişilerdi. Bulunduğumuz yerlerde, bizim görüşebildiğimiz ‘aydın’ denilen insanların çoğu, bizlere temkinli-ağırbaşlı olmayı, çevre koşullarına uymayı, namaz kılmayı, oruç tutmayı, ya da bunları yapıyormuş gibi görünmeyi, öğrencilere yüz vermemeyi ve onlarla arkadaş olmamayı...salık veriyorlardı.
...Karanlık, bunaltıcı bir çevrenin içinde, mum ışığı kadar da olsa bir aydınlık yaratmaya uğraşırdık...
\"...Bekar Öğretmen İsmail Hakkı Okul’da kalıyordu. Üstelik de o gece nöbetçiydi. Gece yarısı Okul’un kapısı çalınmaya başladı. Okul’u bırakmamış az sayıdaki öğrencilerin tümü de yatılıydı. Hep birlikte kapıyı açtılar. Karşılarında arkasındaki birkaç süngülü erle birlikte bir İngiliz Teğmeni duruyordu. Anlaşıldı ki, Okul’u işgal etmek istiyorlar. O, karşı çıktı. Ve İngiliz subayı tokadı yapıştırdı. Sarı, tüğsüz, genç bir oğlandı. Bir tane de o vursa, yerinden kalkamazdı bu oğlan! Kendini tuttu ve kendisini korumak ve İngiliz’in üstüne atılmak isteyen öğrencileri zorlukla durdurdu. Ama hep birlikte kapıyı kapatıp sürgülediler. İngilizler de dönüp gittiler. Öğrenciler yerlerinde duramıyor, dışarı çıkıp onları izlemek istiyorlardı. O tokadın öcünü alacaklardı. Hepsini durdurdu: ‘Bağımsızlıklarını yitiren uluslar böyle tokatlara layıktırlar. Sorun da sokak kavgalarıyla değil, o bağımsızlığı yeniden kazanmakla çözülür’... Öğrenciler kadar kendisi için de bir dersti bu...” (Birinci kitap, s.57)
*** *** ***
İsmail Hakkı, Eskişehir’de bu tokadı yerken...
O tarihten iki yıl kadar önce Bursa’nın işgalinde...kendisinden on yaş küçük babam Hamit, Muallim Mektebi’nde okur bir yandan köyü Hamitler’de manda otlatırken, işgalci Yunan Zabiti Kosti’den kırbaç yemişti.
Bir Tokat ve Bir Kırbaç!
Çakan öfkenin acısı... uygarlığa çivi çakarak çıkartılacaktı.
Ulusal kurtuluşçuluktan... Güneşin battığı yere koşulacaktı; çekip çıkarılacaktı.
Yolları 17 Nisan 1940’ta buluştu... Ve nice Tokat nice Kırbaç... Çiviler çakıldı. Bir uygarlık yaratıldı.
17 Nisan 2005... Köy Enstitüleri’nin kuruluşunun 65’nci yıldönümü... Uygarlığın 17 Nisan bahçesidir...
*** *** ***
Ya arkası!
Tarihte örneğine rastlanmadık bir suç işlendi. Dünyada bir benzeri hiç bir halkın, toplumun, ulusun başına gelmedik bir iş... ense köküne vuruldu.
Arka zindanlık!
Türkiye’nin ense kökü derinliğindeki kan-pas tutmuş hançeri!
Köy Enstitüleri uygarlık atılımının kırım ve kıyımının derinliğini kestiremiyorum...
*** *** ***
Bu kitap; benim de yaşam tanıklığımla ‘Bir Tokat Bir Kırbaç’ın öyküsüdür.
Tarihsel, toplumsal, uygarsal okuması ve duruşması yapılmadan çözümlenemeyecek öyküsüdür.
Uygarlık suçüstüsüdür.
Türkiye insanının dört bir yaşam yanı zulalık... Bir bitmeyen soyulmuşluk, bir bitmeyen şehitlik, tokatlanmışlık ve kırbaçlanmışlığının bu gün de süren öyküsü...
Bilinmeyen, duyulmayan, görülmeyen, tadılmayan ıssızlıklarda bir çınar ağacına dokunabilirsiniz.
Nisan yağmurlarında insanlığımız... Bu gün de... Tek başına kalsa da... Derseniz...
Uygarlık tarihinde kayalar sicilinde Türkiye’nin saklı çivi yazısı... Keşke alın yazısı olaydı.
Bilinmeyen, bilinmesi istenmeyen, andıçlı...
... Bana sorarsanız, okumadan olmaz. Asla olmayacak.
Tarih ne demek istediğimi anlıyor. Bunu demek istedim bu yazıyla.
Varlık ÖZMENEK