Köy Enstitüleri

Çevrimdışı deniz74

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 326
  • 366
  • 326
  • 366
# 07 Mar 2008 01:41:39
Kaynakçalarınızı taradığımda Bilimsel bilgi niteliği taşıyanlar Köy enstitülerin iyiliğinden bahsediyor....
Bana bir şey demenize de gerek yok sanırım.....

Çevrimdışı sitemkar45

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.871
  • 936
  • 1.871
  • 936
# 07 Mar 2008 01:46:30
************

Sizi ikna etmek gibi zorunluluğum yok..Her şey ortada..Bu belge,bulgu ve kaynaklar gösteriyorki,bu kanaatim sizin gibi arkadaşların sayesinde daha da güçlendi..Tamamen ihanet tohumları ile yola çıkılan bir projedir..

Çevrimdışı deniz74

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 326
  • 366
  • 326
  • 366
# 07 Mar 2008 01:58:31
Bir bilginin "bilimsel bilgi" olabilmesi için bilim otoriteleri tarafından çıkarılan dergilerde yayınlanması şartı vardır.
Yazdığınız yazılar üzgünüm bilimsellikten uzaktır.

Yayınladığınız kaynakçalarda bulunan  bilimsel bilgiler Köy Enstitülerinin lehinedir.

Zaten o kaynakçaları Rizap öğretmenim yayınlamıştı.

Köy enstitülerine bu kadar nefret duymanızı da anlayamıyorum.
Sanırım algı dayanağınız çok farklı örülmüş....

Çevrimdışı deniz74

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 326
  • 366
  • 326
  • 366
# 07 Mar 2008 02:03:43
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Ya hiç güleceğim yok..


Sizi ikna etmek gibi zorunluluğum yok..Her şey ortada..Bu belge,bulgu ve kaynaklar gösteriyorki,bu kanaatim sizin gibi arkadaşların sayesinde daha da güçlendi..Tamamen ihanet tohumları ile yola çıkılan bir projedir..
sizi değiştirmek gibi bir amacım yok öğretmenim, Farklılıklar güzelliği getirir.

Çevrimdışı OKYANUS37

  • Üye
  • *
  • 13
  • 2
  • 13
  • 2
# 07 Mar 2008 02:27:37
Köy Enstitüleri  Kominist Öğretmen Yetiştirmiştir.bu Öğretmenler Ne Yazık Ki Körpecik Beyinleri Yıkamışlar,köreltmişlerdir.allahım  Sen Bizi Ateist,kominist Öğretmenlerden Koru.amin.

Çevrimdışı sitemkar45

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.871
  • 936
  • 1.871
  • 936
# 07 Mar 2008 08:14:14
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Bir bilginin "bilimsel bilgi" olabilmesi için bilim otoriteleri tarafından çıkarılan dergilerde yayınlanması şartı vardır.
Yazdığınız yazılar üzgünüm bilimsellikten uzaktır.

Yayınladığınız kaynakçalarda bulunan  bilimsel bilgiler Köy Enstitülerinin lehinedir.

Zaten o kaynakçaları Rizap öğretmenim yayınlamıştı.

Köy enstitülerine bu kadar nefret duymanızı da anlayamıyorum.
Sanırım algı dayanağınız çok farklı örülmüş....

Nasıl lehinedir...İyi okumanız gerek..

Bilimsel bir dergiden alınan kaynakçaları ile sunuyorum..Sizin yazdıklarınız duygusallıkla kaleme alınmış hissi,bilimsellik temeli olmayan yazılar..

Çoğu akademik makale olan bu yazılar aşağıda link verdiğim bir dergide akademisenler tarafından hazırlanmıştır..

Çok güzel bir sayı olmuş.İnceleyin,bilgilenin sonra konusun...

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

-Durumu hiç de iyi olmayan köylülerin bu yeni angaryadan rahatsızlıkları daha da artar. Yöneticilere göre söz konusu dönem, köylünün ölümden sonraki dirilişi, ağalık düzeninin çökmesi, öğretmenlerin klasik sitemdeki rollerinin önderliğe dönüşmesi ve daha da ötesi doğu-batı, kuzey-güney farklılıklarının sonu olacaktır. Hızını alamayan yönetim kıdemli öğretmenler dururken köy enstitülerinden mezun olanları baş öğretmen olarak atamalarını yaparlar (Sakaoğlu, 1991, s. 95-96).

-Bernard Lewis ise şu değerlendirmede bulunur: "Cumhuriyet, Anadolu köylüsüne, onu ülkenin belkemiği diye överek —fakat onun için en iyi olana kendisi karar vererek ve bunu uygulamak için devlet ve parti memurları göndererek— daima sözde bağlılık göstermişti. Yüzyıllarca, belki de bin yıldan beri, toprak ağasının ve devletin otoritesine boyun eğmeye alışmış olan köylü, bu rolü tevekkülle kabul etmişti" (1984, s.471).

-Okulların en fazla tepki çeken tarafları,ağır şartları,öğrenimden çok öğrencilerin bir tarım işçisi olarak (öğretmenler dahil) çalıştırılmaları olmuştur. Köylerini kalkındırmaları maksadıyla, öğrencilere kültür derslerinden çok çiftçiliğin, nalbaltlığın, müziğin, sağlık memurluğunun, sanatkarlığın ve daha başka mesleklerin hepsinin birden verilmeye çalışılması ve hepsinden başarılı olmalarının beklenmesi (bu okullarda sınıfta kalma yoktu) eleşti-rilmiştir. Ağır iş şartlarından dolayı öğrenci öğretmeninden bir şey öğrenemediği gibi, öğretmenin de öğrencilere verebileceği kültür dersleri için ne zamanı olmuş ve ne de kendisini yetiştirebilmiştir ( Turan, 1979, s. 168). Çünkü öğretmene maaş yerine arazi verilmiş, öğretmen geçimini sağlayabilmek için talebeleriyle birlikte burada çalışmak zorunda kalmıştır.

-Eleştirilerden bir tanesi de kültürle ilgilidir. Bu okulların açılmasının bir sebebi de kültür ihtilali olarak gösterilmiştir. Bu iddiaya göre, şehirdeki eğitimi bozarak yetiştirilen solcu devrimbazlar istedikleri gayeye ulaşamıyorlardı. Karşılarına, köyden ve kasabalardan gelen sağlam çocuklar çıkıyor, hedeflerine ulaşamıyorlardı. Bunun için enstitüleri açıp köylerden başlamak üzere işe giriştiler. Enstitülü gencin tezek edebiyatıyla iğrenç ve utanç verici yazılarını göklere çıkarırken başkalarını ifsada çalıştılar. Zorla bir sınıf mücadelesi oluşturarak, ezen muhtar, ezilen köylüden ibaret sınıfları yaratmaya uğraştılar. Köylünün milli, dini ve ahlaki nizamını yık-mayı hedeflediler (Turan, 1979, s. 165-167).

-Gerek kültür değişimi, gerekse solculuk iddialarına verilen cevaplar yalanlamayla değil savunma şeklinde olmuştur. Öğretmen, eğitmen olacak, asla sağcı olamayacak ve solcu olmak zorundadır. Köy Enstitülerinin, inkılap misyonerliği gibi hareket etmesi ve "Cumhuriyet imamlığı" yapması öğretmenden istemiştir. Bu meyanda öğretmen, köy hayatında imam kadar etkili bir konuma getirilmeye çalışılmıştır. Din ahlakı yerine, iş ve bilim ahlakı getirilecekti. İş saygısı yeni bir din gibi olacaktı. Batı anlamında solcu ve düzen değişikliği isteniyordu. Sağcılar; ataları, anne-babaları gibi yaşamak istiyor ve yenilikleri yadırgıyorlar. Solcular, eski yaşayışı beğenmeyen, yeniliği arayan, bilmediğini öğrenmek isteyen kişilerdi. Padişahı, halifeyi kapı dışarı eden yasalarını kılık-kıyafetini, yazısını değiştiren yeni devlet bunları yaparken ataları gibi yaşamak isteyen sağcılara benzemezdi. Atatürk eski düzene karşı olduğundan, hem Atatürk'ten yana hem de sağcı olmak mümkün değildi. Köy Enstitüleri bu sebeplerden dolayı Atatürk ilkelerine bağlı oldukları ölçüde solcu idiler. Bunlara karşı olan da sağcı ( Eyuboğlu, 1999, s.23,77,78).

-Köy Enstitülerinin yoğun proğramları arasında dini eğitim olmadığı gibi, köy insanın inancıyla mücadele edilmiştir. Okullarından mezun olup köylerine dönen öğretmenlere bakanlık tarafından 150 kitaptan oluşan kitap seti veriliyordu. Bu kitap-ların en önemli özelliği kulluk ve ümmet anlayışına karşı, bilgi, öykü ve düşünceleri ihtiva etmeleriydi ( Sakaoğlu, 1991, s. 96). Bu gelişmenin en menfi sonuçlarından bir tanesi ve belki de en önemlisi, özellikle kırsal kesimde yaşayan insanlarımızın yeni açılmakta olan okullara karşı soğuması ve yıllar boyunca çocuğunu göndermekten (özellikle kız çocuklarını) imtina etmesidir.


Milletvekilinden Cumhurbaşkanına kadar okulları ziyaret eden "devletlüler", övgüler yağdırırken 1948 yılında Bakanlık müfettişleri tarafından yapılan denetim raporları, hiç de iç açıcı olmayan vaziyeti ortaya çıkarmıştır :

Yatakhanedeki ranzalar ve yakınlık, çok sıkı olup, çarşaf ve yastıklar temiz değildir. Yatakların ekseriyeti çarşafsız olup çarşafı olanlar da yırtıktır. Battaniyeleri olmayan çocuklar, soğuk havalarda üşümekte, yemekhanelerde ayakta yemek yemektedirler. Yeterli sayıda çatal, kaşık, bardak, sürahi yoktur. Tokmakla çamaşırları yıkayan kız öğrenciler derslerinden geri kalmaktadırlar. Tuvalet akıntıları binanın önünden geçmektedir. Su bardakları öğrencilere dağıtılmayıp depoda saklanmaktadır. Kırık-dökük sıralar, badanasız duvarlar, çok kirli yerler... Hamam soğuk olup soyunma yeri yetersiz ve pistir... Bir yıl sonraki denetimde de durum farksızdır ( Sakaoğlu, 1991, s. 99).

-Sonuç

Çok büyük hedeflerle ve iddialarla açılan Köy Enstitülerinden iddia edildiği her açıdan başarı elde edilememiştir. Sekiz yıl boyunca Türkiye'de sadece 20 tane okul açılmış, milyonlarla ifade edilen öğrencilerden sadece birkaç binine söz konusu okullara (eğitimden öte çalıştırılmak üzere) alınmak imkanı sağlanmıştır.

İlkokulu bitirenlerin alındığı bu okullarda okuyacak öğrencilerin normal şartlarda (7 yaşında ilkokula başladıkları dikkate alınırsa) yaşları 12-17 arasındadır. Bu çocuklar, en çok kültür dersleri almaları gerekirken, okulda geçen beş yıllarının büyük bir kısmı yapı işlerinde, hayvan bakımında, tarlada vb. alanlarda geçmiştir.

Günümüzde bile halen bir çok köy okulunda, tek derslikte (1.2.3. sınıflar bir öğün, 4.5. sınıflar bir öğünde ve bir arada, aynı sınıfta) eğitim gördükleri; ne kadar başarılı ve gayretli öğretmenleri olursa olsun yeterli eğitimi göremeyip mezun olanların bir kısmının okuma-yazmayı dahi beceremedikleri gerçeği ortadayken bunların Köy Enstitülerinde geçen 5 yıl sonunda başarılı öğretmen adayı olduklarını iddia etmek mümkün değildir. İlkokulda yeterli eğitimi alamadıkları gibi enstitülerde de bir öğrenciden çok, amele, işçi, çiftçi, hayatını yaşamışlardır.

Yukarıda, örnekler ve alıntılar aktardığımız denetim raporlarının düzenlendiği tarih, okulların henüz yeni açıldığı, tesislerin bitmediği, öğretmen ve eğitmenlerin atanamadığı yıllar olmayıp, aradan 8 yıl gibi epey bir zamanın geçtiği döneme ait tutanaklardır. Okulların açılışının üzerinden yıllar geçmiş, (ikinci Dünya Savaşının olumsuz etkilerinin olduğunu varsayarsak bunun üzerinden de 3 yıl geçmesine rağmen) içler acısı durum devam etmiştir.

Öğretmenlerin durumu da öğrencilerinkinden pek farklı olmamıştır. Sadece 4 dolara karşılık gelen maaşları yeterli olmadığı için, geçimlerini sağlamak amacı ile çiftçilik yapmak zorunda idiler. Atandıkları yerlerde 20 yıl boyunca, hem kendi geçimlerini sağlamak için çalışacaklar, hem uygulamalı ders verecekler, hem o-kulda öğrencilerini kültürel yönden eğitecekler hem de komşu veya bölge okullarına yapı işlerinde yardım etmek üzere gideceklerdi.

Ağır hayat şartları ile boğuşan köylülere yeni bir angarya yüklenmiş, her yıl en az yirmi gün okul işlerinde çalışma mecburiyetinin getirilmesi, okulları daha kuruluş aşamasında sevimsiz hale getirmiştir. Çok önemli diğer bir konu da köye gelen öğretmen ve eğitmenlerin davranış hal ve hareketleri, saygı ve sevgide örnek olmaları gerekirken insanların inançlarıyla, kültürleri ile uğraşmaları hatta alay etmeleri genel olarak bir soğukluğa sebep olduğu gibi, çocuklarını uzun süre okula göndermek (özellikle kız çocukları) istememele-rine sebep olmuştur. Anadolu'da açılan normal okullara "şeytan mektepleri" denmesi tabiri halk arasında yayılmıştır.

Köy enstitülerine karşı tepkilerin yoğunlaşarak artması, bu okulların, açanları tarafından kapatılmasını netice vermiştir. İsmet Paşa tepkilerin faturasını H. Ali Yücel ve ekibine ödeterek bu işten sıyrılmaya çalışmış, Cumhuriyet tarihinin en uzun süreli eğitim bakanı (8 yıl) görevinden istifa etmiştir.

Önce programları hafifletilen, sonra karma eğitime son verilen (1951) bu okullardan kız öğrenciler ayrılmış üç yıl sonra da ilköğretim okullarına dönüştürülerek kapanmışlardır.

Kaynakça

Duman, Tayyip; Türkiye'de Ortaöğ-retime Öğretmen Yetiştirme (Tarihi Gelişimi), MEB, İstanbul 991.

Eyuboğlu, Sabahattin; Köy Enstitüleri Üzerine, Cumhuriyet Gazetesi Yay. İstanbul 1999.

İnan, M. Rauf; "50. Yılında Türkiye Cumhuriyeti ve Eğitimi", Atatürk Konferansları 1973-74, TTK, Ankara 1977.

Lewis, Bernard; Modern Türkiye' nin Doğuşu, TTK, Ankara 1984.

Sakaoğlu, Necdet; Cumhuriyet Dönemi Eğitim Tarihi, İletişim Yay. İstanbul 1991.

Tekeli, İlhan; "Osmanlı İmparatorluğundan Günümüze Eğitim Tarihi" Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi III. C. İstanbul?.

Turan, Osman; Türkiye' de Siyasi Buhranın Kaynakları, 2. Bas., İstanbul 1979.

Yücel, Hasan Ali; Pazartesi Konuşmaları, 1938

-Gerçektende halk evlerindeki yayılan düşünceler ve yapılan faaliyetler arasında Osmanlı kültürüne ait izler bulmak oldukça güçtür. Osmanlı reddedilmiş ve yerine, Halkevlerinde de geçmiş yüzyıldan beri bir 'hülya' olan batılılaşma uğruna Avrupa kültürüne ver verilmiştir.

-Türdeşliği arayan rejimin mürebbileri 'türdeşlikle' tek tipliği karıştırmış ve kaynaşmış kütle yaratacağız derken 'tektip' insan ve toplum oluşturma yanılgısına düşmüşlerdir. Bu tek tipleştirme CHP'in 1938 tarihli öğreneğinin 19 maddesinde açıkça görülmektedir; " Halkevleri çatısı altında derin içdemlik ve arkadaşlık duyguları hüküm sürer. Bu sebeple herkese yanı şekilde davranmak fikrine aykırı bir hareket düşüncesi Halkevler'inde yer bulamaz." (Yeşilkaya,1999, s. 75)

- Yeni devletin yöneticileri, oluşturmak istedikleri ulusun özellikleri arasında 'din' unsuruna yer vermek istemediler. Hemen hemen tüm toplumsal alanlardan dini çıkarmayı ve bireyin dünyasında ki dinsel değer yargıları yerine yeni değer yargıları yerleştirmeyi hedef edindiler. Fertlerin dinsel saiklerle hareket etmeleri istemiyordu ve muasır medeniyetler seviyesine çıkmanın engeli olarak görülüyordu. Bu düşünceler halk evlerine de hakimdi. Halkevleri bir nevi yeni Türkiye'de halkın camiler dışında toplanma merkezleridir. Ayrıca, yapılan faaliyetler ve düşüncelerde dine kesinlikle yer yoktur. Dolayısıyla dinden arındırılmış ve seküler bir toplum düzeni oluşturulmaya çalışılmıştır.

-Bu düşüncelerle hemen her alanda faaliyetler yapılmaya başlandı ama en ilginci müzik alanında yaşandı. Gelenek-sek müzik kültürü reddedilerek garbın müzik anlayışına geçilmek istenmişti. 1935 tarihli C.H.P programında yer alan ifadeyle; "fasıl ve saz musikinin esaretine düşmeden garp musikisi zevkinin aydınlığına çekmekte ve onlara (çocuklara) dersler vererek kabiliyetlerini doğru ve düzenli yola sevk etmektedirler (halkevleri)."

-Çavdar'a göre bu özelliklerin başarısızlıklarının temeli olmuştur ve çağdaş uygarlık seviyesine çıkmayı yüzeysel bir batılılaşma olarak algılamaları, Türk halkını üstün kılabilecek iç dinamikleri hiçbir zaman yakalayamamıştır. Ancak, halkın uluslaştırılmasında önemli görevler icra etmişlerdir. Halka yeni anlayışların benimsetilmesi ve geleneksel kültürün yok edilmesinde resmi ideolojiye çok önemli mevziler kazandırmıştır ancak halktan kopuk uygulamalar nedeniyle istenen hedefe ulaşamamış ve siyasi çekişmeler sonunda da kapatılmıştır.Tevfik Çavdar (1983) Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, c.4, İstanbul. İletişim Yayınları

-3: Eğitim felsefesinin "ideolojik mis-yonerlik" anlayışı üzerine oturtulması da kantitatif eğitim anlayışını besleyen başka bir faktördür. Genel olarak bütün köktenci devrim hareketlerinin bir nevi ortak vasfı olarak kabul edilebilecek olan bu misyo-nerlik anlayışı, Türkiye'de zaman-zaman hayli sert ve katı uygulamalarla ortaya konmuştur. Bilhassa Atatürk'ün ölümünden sonra sahnelenen "Köy Enstitüleri" de-nemesi bu zihniyet için ilginç bir örnek olarak verilebilir. Yrd. Doç. Dr. Durmuş Hocaoğlu., Marmara Üniversitesi, Atatürk Eğitim Fakültesi-1999

-Pazartesi Konuşmaları (1937) adlı eserinde "Nutuk"u kutsallaştırmıştır. "Kitabımız" başlığı altındaki makalesinde; "her içtimai inanma sisteminin bir kitabı vardır. Bu kitap ona inananlarca kutsal tanınır. Kemalizmin kitabı Nutuk'tur; Onu biz Türkler mukaddes tanırız... Yeni Türk cemiyetinin her türlü hayat safhası ondaki prensiplere dayanır. Bu prensiplerin nasıl var olduğunu bize nutuk öğretmektedir..." bu sözlerin devamında Mustafa Kemal'in arması, Türk cumhuriyetçiliğinin levh-i mahfuzu olarak niteler. Devamında "...bizim kutsal kitabımız olan Nutuk ... Nutuk bizim kitabımızdır, onun büyük sahibine inananların kitabıdır" derken; bu düşünceleriyle Kemalizmi bir "din" Nutuk'u da onun kutsal kitabı olarak algılanmaya sebebiyet vereceğinin ve bu yüzden eleştirileceğinin belki de farkında değildir (1936 s. 1-4).

-Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkçülük hakim bir görüş iken 1930'lardan itibaren Batıcılık adeta devletin resmi ideolojisi haline getirilmiştir. 1930 yılında mevcut birkaç İmam Hatip lisesinin de kapanmasıyla din eğitimi tamamen kaldırılmış ve artık "üsvet-ül hasene" olarak, Kur'an'ın örnek almamızı istediği peygamberi öğrenmek, gericilik olarak lanse edilmiş, horlanmış, hatta yasaklanmıştır. Özellikle kırk'lı yıllarda İnönü ve Hasan Ali Yücel tarafından, ders kitaplarında Darvin, Yunan felsefesi vb. konular işlenmiş, Halkevleri ve Köy Enstitülerinde kendileri açısından çok başarılı dine düşman materyalist bir nesil yetiştirilmiştir. Bu eğitim sistemi komünist, faşist, kapitalist gibi ne kadar "izm" varsa hepsinden bol miktarda yetiştirmiştir. Çünkü, devlet bir ideolojiyi dayatarak kabul ettirmek isteyince, karşısında bir çok farklı ideolojiler doğurmuştur. Bu da anarşizme zemin hazırlamıştır.

-Sonuç

İdeolojiler bilimsel anlayıştan uzaklaşan düşünce ve fikirlerdir, genellikle baskıcıdır. Bunun için Yargıtay başkanının itiraf ettiği gibi ve üniversitelerde halen uygulamaları görüldüğü gibi ideolojik devlet bilimden, ilerlemeden, özgürlükten uzak, anlamsız çeşitli çatışmaların, yolsuzlukların, iltimasların, despotlukların hüküm sürdüğü bir devlettir. Batı büyük ölçüde bu ideolojik yaklaşımları aşmış, eğitimde ve diğer sistemlerde bilimsel yaklaşımlara ulaşmıştır.

Din adına da, bilim adına da katı doğmalar ve ideolojiler tarih boyunca olagelmiştir. Gerçek dinin nasları ile gerçek ilmin verileri birbiriyle çatışmaz. Çünkü ilim "adetullah kanunları" dediğimiz kâinatın, kevnî ayetlerin araştırılması ve keşfedilmesidir. Çatışma insanların farklı yorumlarından ve düşüncelerinden kaynaklanmaktadır. Osmanlının son dönemlerinde medreselerdeki yozlaşma ve taassup dine fatura edilmiş, Cumhuriyet döneminde din tamamen eğitim sisteminden ve bütün diğer alanlardan çıkarılmış vicdanlara hapsedilmiştir. Yeni Türk terbiyesinin felsefesi 19. yüzyıldaki felsefenin bazı değişikliklerle yeniden kuruluşudur. En önemli değişiklik de ferdi fayda mefhumunu biraz daraltarak hareket ve faaliyete milli gaye ile birleştirilmiştir. Hele terbiye sistemi olarak Asr-ı Saadet gibi dost düşman herkesin kabul ettiği bir saadet dönemi varken, ahlaklı olmak dinden kaynaklanmıyor, bilimden, vicdandan kaynaklanıyor demek fevkalade yanlıştır. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömecek kadar her türlü vahşiliği yapabilen insanlar, İslam ile şereflendikten sonra," acaba bir karıncayı incitir miyim?" diye hassasiyet kesbetmiş ve tarih-te benzeri görülmeyen fazilet ve ahlak timsali bir "Asr-ı Saadet" dönemi meydana getirmişlerdir.

Artık tarihteki eğitim alanındaki bu ifrat ve tefritten ders almanın zamanı geldi, geçmektedir. Eğitimde en doğru metot, din ile tecrübî ilimleri kaynaştıran metotdur. Büyük araştırmalara, tecrübelere ve deneylere dayanan bilime karşı olmak mümkün olmadığı gibi, dine karşı olmak veya dışlamak da mümkün değildir. Zaten Batı geçen yüzyılın yanlışlarından dönmekte ve her geçen gün din eğitimine ağırlık vermektedir. Bizde problem Batıyı geriden takip etmektir. Yani Yargıtay Başkanının dediği gibi, Fransa'nın yaptığı yanlışları yapmadan doğruyu bulamamaktadır. İnşallah ideoloji değil aklıselim galip gelir.

Dipnotlar

1. M. Saffet Engin, “Terbiyede Kemalist Felsefe”, Atatürk Devri Fikir Hayatı, C. II, s. 313.

2. Prof. Sadreddin Celal Antel, " Tanzimat Maarifi", Tanzimat I, s. 442-443.

3. A.g.y., s. 446

4. Hasan Ali Yücel, Türkiye'de Orta Öğretim, s. 24

-1935 yılında Atatürk mason localarını yerinde bir kararla kapattığında ise, masonlar kendilerine ilginç bir teselli buldular.

Ülkedeki en yüksek dereceli masonlardan biri olan İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, mason localarının kapatılması kararını basına açıklarken Halkevlerinin mason localarının işlevini yerine getirdiğini ve bu yüzden mason localarının kapatılmasında bir sakınca görmediklerini söylüyordu.

-Yani, Şükrü Kaya’ya göre masonluk ile Halkevleri aynı felsefenin temsilcileri idi.

Halkevleri projesi ilerleyen yıllarda geliştirilmiş ve "Köy Enstitüleri" adıyla daha da geniş ve kapsamlı bir program başlatılmıştır.

Mason Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in yönetiminde kurulan Köy Enstitüleri de aynı Halkevleri gibi, masonik felfeseyi topluma aktarma amacına yönelikti.

Bu felsefenin içeriği kısa sürede ortaya çıktı.

1945 yılında Ankara bulunan Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde kurulan Köy Enstitüleri Dergisi, İslam dinine ve İslam dininin kutsal saydığı tüm değerlere gizli ve açık saldırmaya başladı. Marksist eğilimleri ile tanınan İsmail Hakkı Tonguç'un, adı geçen dergide yazmış olduğu bir makalede şu satırlar dikkat çekiyordu:

‘Ümid edelim ki, yarının dünyası imanını göklerden gelecek görünmez kuvvetlerle ve fizik ötesi fikirlerle beslenmesin. Eğer onun kuvvetli ve mesut bir temeli olsun istiyorsak biz insanlar yeni dünyaya şamil, ihtirassız, yalansız, insani, rasyonel ve reel taze bir din vermeliyiz. Köy Enstitüleri'nde yetiştirilen çocuklar, skolastiğe köle olmaktan kurtarılmaya çalışılmıştır..’

Bu alıntıdaki "insani, rasyonel, reel ve taze din" gibi içi boş kavramlar da masonizm’ in temeli olan seküler (din karşıtı) hümanizmin terimleridir.

Köy Enstitüleri'nin yayınlarında:

Nazım Hikmet'in materyalist felsefeyi savunan şiirleri, öğrencileri Allah'ın varlığını inkara sürüklemeye yönelik mısralar, dinle ve kutsal değerlerle alay eden hikayeler de yer alıyordu. Türkiye Gizli Komünist Partisi'nin ilk Merkez Komitesi Azası Ethem Nejat'ın ve Mustafa Suphi'nin fikirlerine dahi başvurulmuştu.

-Dönemin güçlü kalemlerinden Peyami Safa, Köy Enstitülerindeki Marksist propagandayı bir makalesinde şu şekilde yorumlamaktadır:

Çocuklara Nazım Hikmet'in şiirlerini ezberleten, marksizm hakkında konferanslar verdiren, dergilerinde de marksizm hakkında makaleler neşreden Köy Enstitülerinin komünist yuvaları olduğunu bilmeyen bir tek şuurlu Türk aydını yoktur... Köy Enstitüsü mezunlarından yazı hayatına girenleri Moskova Radyosu öve öve bitiremez. Daha geçen gün bir lisede Komünist propaganda yaparken yakalanıp ağır ceza mahkemesine verilen bir öğretmen de, yazıldığı gibi filoloji mezunu değil, Köy Enstitüleri yetiştirmelerindendir. Köy Enstitülerinin kapanması Kara Kuvvet'in zaferi ise, 30 Ağustos zaferine benzetilen kuruluşları Kızıl Kuvvet'in zaferi midir? Kızıl olmayan mutlaka Kara mıdır? Hür milletler camiası, kara milletler camiası mıdır?... Bu ters mantık sistemine ve Moskova iddiasına göre Köy Enstitülerinin yerini alan öğretmen okullarımız da kara öğretim okullarıdır. Çünkü bu okullarda Marx'a kasideler okunmaz, Moskof hademesi Nazım Hikmet'in plakları çalınmaz, şiirleri okutulmaz, şehirli ile aynı hak ve imkanlara sahip köylü ayrı bir sınıf sayılmaz, milli birlik parçalanmaz, sınıf kategorilere ayrılmaz.

Köy Enstitüleri'ndeki bu Marksist propagandanın ortaya çıkması üzerine TBMM üzerinde büyük bir kamuoyu baskısı oluştu. CHP saflarından da Köy Enstitüleri'ne karşı eleştiri okları fırlatılmaya başladı. mason Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in yerine Milli Eğitim Bakanlığı'na getirilen R. Şemsettin Sirer'in Bakanlık müfettişleri tarafından hazırlatmış olduğu Köy Enstitüleri raporu ise ahlaki açıdan utanç vericiydi. İşte bu rapordan bazı alıntılar:

1-12 Numaralı Belge: .... Enstitüsünün kuruluşundan 1947 senesine kadar muhtelif zamanlarda kız öğrencilerin büyük bir kısmı Enstitü öğretmenleri tarafından rahatsız edilmiştir. Küme öğretmenlerinin, disiplin kurulu üyelerinin, bakanlık müfettişi Ziya Karamuk'un imzalarını taşıyan bu belgede, kız öğrencilerin öğretmenleri tarafından bizzat öpülüp sıkılmak sureti ile çirkin muamelelere zorlandığı ve ahlaksızlığa zorlandığı tesbit edilmiştir. Bu ahlaksız ilişkiler sonucunda bazı öğretmenler, kız öğrencileri ile kanun zoru ile evlenmek durumunda kalmıştır.

2-13 Numaralı Belge: ..... Köy Enstitüsünde kız ve erkek öğrenciler enstitü civarındaki Kalaycı civarında ve enstitü yatakhanesinde uygunsuz vaziyette yakalanmıştır.

3-14 Numaralı Belge:.... Köy Enstitüsü mezunu bir köy öğretmeni, kendi okulu öğrencilerinden bir kızı iğfal etmiştir. Ahlaki durumları arzedilen öğretmenlerin yetiştirmiş olduğu öğrencilerin mezun olduktan sonra tayin edildikleri okullarda öğretmenlerinden gördükleri gibi hareket ettiklerinin delili olmak bakımından bu belge ayrıca bir önem taşımaktadır.

Köy Enstitüleri ile ilgili raporda anlatılanlar bu kadar değildir. Cinsel serbestliğin yanısıra öğretmen ve öğrencilerin modernlik adına sabahlara kadar süren içki alemleri raporda yeralan diğer örnekler arasındadır. Ayrıca 47 Numaralı belgede Enstitülerde gizli ve açık olarak ahlaksız yayınlar yapıldığından ve Köy Enstitüleri Dergisi'nde bu ahlaksız yayınlara çanak tutulduğundan, aile içi (ensest) ilişkilere kadar vardırılan cinsel sapkınlıklara yer verildiğinden bahsedilmektedir.

Milli Eğitim Bakanlığı Başmüfettişi Fethi İsfendiyaroğlu, Köy Enstitüleri'nde yapmış olduğu incelemeler sonucu elde ettiği izlenimlerini şu sözleri ile ifade ediyor:

Umumiyetle sureti mahsusada köyden, köy çocuğunun ailesi muhitinden çok uzaklarda, adeta dağ başlarında kurulup, gerek köylülerin ve gerek şehirlilerin çevresinden ayrı bulundurarak her türlü muzir telkinlere kolayca imkan ve fırsat bulacak ıssız yerlerde işler hale getirilen ve 40 binden fazla köylümüzü milli ruhtan mahrum, muzir ve solcu fikirlerin telkinine memur birtakım köy öğretmeni yetiştirmeye çalışmışlar ve bunların vatan sevgisi ile dolu olmayanlardan bir takımını maalesef tamamıyla zehirlemişlerdir. Bereket versin ki bir çoğu, temiz köylülerimizin tertemiz kanlı evlatları olduğundan bu menfi ve muzir propagandalar ve yıkıcı telkinler onların asil ruhlarında bir iz bırakmamışlardır. Hatta bir nevi reaksiyon husule getirmiştir


Halkevlerinde ve Köy Enstitüleri'nde yürütülen tüm bu ateist ve materyalist propaganda ile ahlaki dejenerasyon sürecinin, masonların Türkiye için öngördükleri stratejinin bir parçası olduğuna dikkat etmek gerekir. Bu nedenledir ki, Köy Enstitüleri'nin kapanmasından yıllar sonra bile mason yazarlar ve gazeteciler Köy Enstitüleri'ni savunmuş ve hatta bunların yeniden hayata döndürülmesi için çaba harcamışlardır. Masonların yayın organlarından Mason Dergisi'nde yer alan bir makalede, Köy Enstitüleri için "Türk eğitim tarihinin en görkemli projesi" ifadesinin kullanılması, yeterince açıklayıcıdır:

Kaynakça:

1(Türkiyede'ki Masonluk Tarihi, Kemalettin Apak s.34-35)
2 Şükrü Hanioğlu, Dr. Abdullah Cevdet ve Dönemi, s.21
3 Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, c.2, sf.368
4 Tevhid-i Efkar Gazetesi, 21 Nisan 1922
5 Abdullah Cevdet, Aklı Selim,
6 15 Kasım 1983, Yeni Nesil
7 Doç. Dr. Anıl Çeçen, Halkevleri, s.115
8Behçet Kemal Çağlar, 1935 Halkevleri, s.1
9 Köy Enstitüleri, Mehmet Başaran, s.32
10 Tercüman, 23 Nisan 1960
11 Havadis, 23 Temmuz 1960
12 Mason Dergisi, Ocak 1995, sy.93, sf.30

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
www.köprüdergisi.com

Çevrimdışı sitemkar45

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.871
  • 936
  • 1.871
  • 936
# 07 Mar 2008 08:15:15
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Köy Enstitüleri  Kominist Öğretmen Yetiştirmiştir.bu Öğretmenler Ne Yazık Ki Körpecik Beyinleri Yıkamışlar,köreltmişlerdir.allahım  Sen Bizi Ateist,kominist Öğretmenlerden Koru.amin.


Olayı çözen başka bir meslektaşımız..

Hocam değerlendirmeleriniz için teşekkürler...

Çevrimdışı M.TARIK

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.153
  • 2.487
  • 1.153
  • 2.487
# 07 Mar 2008 09:10:42
Sitemkar hocam,
Alıntı yaptığınız derginin, yayın içeriğini iyice anlayarak o düşüncelere kapılıyorsanız üzücü bir durum.

Çevrimdışı rizab

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.057
  • 2.797
  • Özel Eğitim Öğrt.
  • 2.057
  • 2.797
  • Özel Eğitim Öğrt.
# 07 Mar 2008 12:39:57
KÖY ENSTİTÜLERİ GERÇEĞİ 


Köy enstitüleri gerçeği
Eğitimin önemini her ortamda belirten “üstü yaldızlı söylemlerimiz” oluyor. Her ne kadar bu söylemler Sevgili Cem Yılmaz’ın “Eğitim şart” söylemi kadar etkin olmasa da(!) , eğitimin önemi ortada...

Kadınlarının yüzde 25’i okuma yazma bilmeyen bir ülkede yaşıyoruz...
Üzerinden bunca sene geçti. Hâlâ oturup, ‘köy enstitüleri’ni yazmak mı, gerekir?
Bir kez değil,defalarca yazmak gerekiyor. Cumhuriyet döneminin eğitim reformundaki iki kritik nokta “eğitimde birlik yasası” ve “köy enstitüleri”dir...
Dönemin koşullarında aylıklarını düzenli olarak alamayan ve aldığı ile geçinemeyen öğretmenler her yıl yüzde 10 gibi yüksek bir oranda meslekten ayrılıyorlardı. 1928-1933 dönemi içinde ölüm, emeklilik ve istifa ile 4565 öğretmen meslekten ayrılmıştı. Aynı sürede mesleğe katılanlar bu sayıyı telafi edemeyecek kadar azdı...
1935 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’na Saffet Arıkan getirilir. Atatürk, Arıkan’a “Köyün içinden gelen oranın koşulları içinde yaşayan insan gücünden yararlanma” düşüncesini ve emrini verir. Böylece “eğitmen hareketi” başlatılır...
“Çavuş eğitmenler” ile giderilmeye çalışılan öğretmen açığı giderilememişti. 1936’da Ziraat ve Maarif vekaletleri/bakanlıkları ortaklaşa bir çalışmayla “köylere eğitmenli okullar” açılması konusunu yasallaştırmıştı. Böylece Çifteler’de ilk “eğitmen kursu” açılır. 1937’de köy enstitülerinin deney evresini oluşturan köy öğretmen okulları açılmıştı...
Bu okullar öğretmen okulları programlarının dışında tarım ve sanat ile ilgili konularda da eğitim veriyordu...
1939’da toplanan I.Eğitim Şurası’nda iki ay süresince Avrupa’da incelemelerde bulunan dönemin İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un “Eğitmen yetiştirme ve köy enstitüleri projesi” gündeme gelmişti...

Köy enstitüleri
Tüm bu gelişmelerin ardından dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan AliYücel ile 17 Nisan 1940’ta 3803 sayılı kanunla “köy enstitüleri” kuruldu...
Kanun “Köy Enstitüleri ve Köye Lüzumlu Sanat Erbabı Yetiştirme Kanunu” adını taşıyordu. Bunun ardından 4274 sayılı “Köy Okulları ve Köy Enstitüleri Teşkilat Kanunu” çıkarıldı...
Toplam 21 köy enstitüsünden 1948 yılına kadar 25 bin öğretmenin mezun olduğu belirlenmiştir...
Günde 8 saat, haftada 44 saat çalışan bu enstitülerde derslerin yarısı kültür,yarısı da uygulamalı tarım/el sanatları, marangozluk, inşaat gibi teknik konuları içeriyordu...
Beş yıllık öğretim sürecinde 114 hafta kültür derslerine, 58 hafta tarım dersleri ve uygulamalarına, 58 hafta teknik dersler ve uygulamalarına ayrılıyordu...
Bunların yanı sırsa 1942-43 ders yılında Hasanoğlan’da Yüksek Köy Enstitüsü kuruldu...

Köy enstitüleri öğretisi
Köy enstitüleri öğretisi şu temel felsefeler üzerine kurulmuştu:
“Bilgi amaç değil, üretimcilik ve yaratıcılıkta araçtır; eğitimin gerçek görevi, insanı güçlendirmek,yaşam savaşında doğayı yenebilir ve çevresini değiştirebilir hale getirmektir. İnsan önce öğrenen ve sonra yapan bir varlık olmadığı için yaparak, yaratarak küçük yaştan katkılarda bulunarak eğitilebilir...”

Kapatılış öyküsü
1946 yılında köy enstitüleri bir politika malzemesi haline geliyor ve projenin yaratıcıları Bakan Hasan Ali Yücel ve Tonguç CHP’ce görevden alınıyordu. Bakanlığa Reşat Şemsettin Sirer getiriliyordu. 1947’de köy enstitülerinin kalbi sayılan Hasanoğlan Köy Enstitüsü kapatılıyordu. 1950’de kızlar ve erkeklerin aynı yerde okumalarına son verildi. 1954’te ise enstitülerden eser kalmıyordu...
Özellikle Hasan Ali Yücel bakanlıktan ayrıldıktan sonra partisi tarafından da yalnız bırakılıyordu. Bir gün İzmir’de bir bahçede Hasan Ali Yücel çay içerken çevredekiler ,“Kır belini Ali dayı, Sar belini Ali dayı “ diye türkü söyleyerek, ülkemizin en önemli eğitim projelerinden birisi olan köy enstitülerinin fikir babası ile alay ediyorlardı...
Yazar Osman Şahin dönemin Demokrat Parti Milletvekili Kinyas Kartal ile yaptığı söyleşide, Kinyas Kartal şunları söylüyordu:
“Köy enstitüleri kesinlikle komünist uygulama değildi. Doğuda en yüksek eğitim gören insan benim. Köy enstitüleri bizim, devlet üzerindeki gücümüzü ortadan kaldırmaya yönelikti. Bunu içimize sindiremedik...
Benim Van yöresinde 258 köyüm var. Bunlar devletten çok bana bağlıdır. Ben ne dersem onu yaparlar. Ama köylere öğretmenler gidince benim gücümden başka güçler olduğunu öğrendiler...
DP ile oturduk pazarlığa girdik ve kapattık...”
Özet olarak CHP ile başlayan köy enstitülerinin kapatılma süreci, DP ile tam olarak sonlanıyordu...

Son söz
Türkiye Cumhuriyeti, köy enstitülerinin kapatılışı ile çağdaş eğitime giden yolda büyük bir eğitim darbesi yemiştir...
Bu darbeleri süreçler içinde yaşanan diğer darbeler takip etmiş ve bugünkü ne yetiştirdiği belli olmayan bir sistem doğmuştur...
Eğitime ama gerçek eğitime gönül vermiş herkese saygıyla...
Eğitim şart!



Murat KURTERMurat KUTER

muratkuterbursahakimiyet.com. tr

Çevrimdışı rizab

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.057
  • 2.797
  • Özel Eğitim Öğrt.
  • 2.057
  • 2.797
  • Özel Eğitim Öğrt.
# 07 Mar 2008 12:44:13
İsmail Hakkı Tonguç

Köy enstitülerinin kurulup geliştirilmesinde büyük rol oynayan eğitimci İsmail Hakkı Tonguç 23 Haziran 1960’ta Ankara’da öldü. 1897’de Silistre’de doğan Tonguç, İstanbul Öğretmen Okulu’nu bitirdikten sonra Almanya’ya öğrenim görmeye gitti. Ancak savaş dolayısıyla 1919’da yurda döndü; Eskişehir Öğretmen Okulu’nda resim, elişi ve beden eğitimi öğretmenliği yaptı. 1921-1925 arasında Almanya Karlshure-Baden’de yarım kalan eğitimini tamamladı. 1922-1925 arasında Konya, Ankara ve Adana’daki çeşitli okullarda öğretmenlik yapan Tonguç, 1932’de Gazi Eğitim Enstitüsü’nün resim bölümünü kurarak yöneticiliğini üstlendi. 1935’te vekaleten getirildiği İlköğretim genel müdürlüğüne 1940’ta asaleten atandı. Bu yıllarda köy enstitülerinin kuruluş ve çalışma programını hazırladı. 17 Nisan 1940’ta çıkan köy enstitüleri yasasıyla 21 köy enstitüsünün kuruluşunu yönetmekle görevlendirildi. İlköğretim genel müdürlüğünden alınarak Talim Terbiye Kurulu üyeliğine getirildiği 1946’ya kadar köy enstitülerinden 16,000 öğretmen yetişmesini sağladı. 1950’de Milli Eğitim Bakanlığı emrine alındı ve 1954’te bakanlıkça emekliye sevk edildi. Uygulamacılığın yanı sıra kuramsal çalışmalar da yapan İsmail Hakkı Tonguç Canlandırılacak Köy (1939-1947), İlköğretim Kavramı (1946), Öğretmen Ansiklopedisi ve Pedagoji Sözlüğü (1953), Pestalozzi Çocuklar Köyü (1960) gibi eğitim üzerine bir çok yapıt da verdi.

 
Bir Kitap Bir Tokat Bir Kırbaç  (Tonguç 17 Nisan)

 
Türkiye’nin bilinmeyen bir (yaşam) kitabından söz etmek istiyorum. (İki kitap, toplam 1151 sayfa)

Bir tarihsel çınar yaşam öyküsü...

- Biraz anlat, derseniz...

*** *** ***

Köy Enstitüleri\'nde doğdum, (Eskişehir) Çifteler-Mahmudiye bozkırında...

Toros\'ların eteğindeki İvriz Köy Enstitüsü\'nde kök saldım hayata...

Eğitbilim verileri; insanın temel kişilik yapılanmasının 5-6 yaşlarında çatılandığını bildirdiğine göre; Köy Enstitüleri\'nde çatıldım, çatılandım...

Köy Enstitüleri\'nde önce masallar dinlemeyi, anlatmayı, okuma-yazmayı, sonra da yarışmaya varan kitap okumaları öğrendim...

Hayata dair ilk sesleri Köy Enstitüleri\'nde duydum; ilk gözlemleri, ilk izlenimleri oralarda edindim.

Üç şeyi unutmadığıma göre, unutacağım da yok:

1. Derslikler
2. İşlikler
3. Şenlikler...

Yani...

. İşlek beyinler...
. Yaratıcı eller...
. Eleştirel \'Cumartesi Geceleri\'... ve sevdalı yürekler.

Bu bir uygarlıktı.

Uygarlık tasarımı ve yaratımıydı.

Bugünkü söylemle sivil (uygar) toplum oluşumu girişimiydi...

Nasıl kurulmuştu, nasıl kuruluyordu?

İş içinde eğitim yoluyla... Yokluklara ve zorluklara karşı göğüs göğüse... Boyun eğmeyerek. Korkuyu karanlığı yenerek...

Tarihe çivi çakarak...

Benim ilkokulumu öğretmenlerim elleriyle yapmışlardı; onların okullarını da babam elleriyle... Hep birlikte çivi-çivi... Babam, bana, oyun oynarken yerlerde çivi (eğik-düz, eğri-büğrü, paslı-passız neyse) bulursam mutlaka eve getirmemi söyler dururdu. Ben de dinlerdim sözünü. Ben dinledikçe o sevinirdi. Oyun gibiydi. Ben dinledikçe, o sevindikçe... evde çivi birikirdi. Bakardım ki çiviler yok. Ben yine toplardım...

Bunun gizemini, iyice bilinçlendikten sonra kavradım.

Doğduğum yıllara ilişkin bir anıyı yalnızca Türkiye’de değil dünya yazınında da başçınar yapıtlardan olduğunu vurgulayacağım bir kitabın satırlarından aynen okuyorum:

\"Yokluklar sürüyordu. Çivi yokluğu bayağı sorundu. Şuhut\'da staj yapmakta olan Yüksek Köy Enstitüsü öğrencisi İhsan Güvenç, (babamın Çifteler\'den öğrencis-V.Ö.) çivi bulunmadığı için yapı işlerinin durduğunu yazıyordu. \'Elde 5 kg. çivi bile yoktu.\' Ekonomi Bakanlığı\'nca hastane yapımında kullanılmak üzere Afyon Valiliği\'ne gönderilmiş çivilerden birazının okul yapımına verilmesini istiyordu Güvenç.

Yapı işlerine yardımcı olup hızlandırmak için Hasanoğlan\'dan Savaştepe\'ye gönderilmiş olan (adını çocuk kulaklarımla çokça duyduğum Macar usta-V.Ö.) Sili Layoş çivi yokluğuna karşı çözümü İstanbul\'a gidip hurdacılardan eski, paslı çivileri toplayıp getirmekte bulmuştu. Kilolarla kullanılmış çivi iki günlük yoğun bir çalışma ile düzeltilip doğrultuldu ve yapı işleri yeniden yürümeye başladı...\" (ikinci kitap, s.113)

Türkiye\'nin toplumsal tarihinin en büyük uygarlık projesinin çivisi böyle çakılmıştı.

Yakın tarihimizin kayalar siciline yazılmış bir çivi yazısı...

Köy Enstitüleri\'nin 65. kuruluş yıldönümündeki en büyük soru işareti bence bu:

- Bu işin (uygarlaşmanın) çivisi nasıl çıktı yerinden?..

Saat: 17 Nisan 2005

Bulmamız gerekiyor. Dersliklerle. İşliklerle. Şenliklerle...
Sevgiyle.

*** *** ***

Kitap; Türkiye’nin ıssız yapayalnız çınarları gibi bir yaşam çınaryapıt’tır. Bulmak istiyorsak.

. “Bir Eğitim Devrimcisi: İSMAİL HAKKI TONGUÇ (yaşamı, öğretisi, eylemi)“, birinci kitap (536 sayfa) ve ikinci kitap (615 sayfa), Güldiken Yayınları...

Yazan: Engin Tonguç

Kimdir İsmail Hakkı Tonguç?

Türkiye’nin sorulmayan sorusu... Aranmadığı için de bulunmayan cevabı.

*** *** ***

\"Kurtuluş Savaşı Eskişehir\'i (1919-1921)...

Eskişehir Darülmuallimin’i (Erkek Öğretmen Okulu) Resim-Elişleri ve Beden Terbiyesi Öğretmeni İsmail Hakkı 11.9.1919’da işe başladı. Bu onun 62 sicil no.su ile öğretmenlik mesleğine giriş tarihiydi. Eskişehir, meslek yaşamında önemli bir yer tutacaktı...

\"...1.4.1920’de Ankara’dakilere katılmak üzere trenle Eskişehir’den geçen Halide Edip, ‘Eskişehir’de görünümün yürekler acısı’ olduğunu yazacaktı. İsmail Hakkı’nın işe başladığı gün Sivas Kongresi yeni bitmişti...

\"...Kendisi bu dönemi şöyle anlatacaktı (tek cümleyle-V.Ö.): Ülkenin genel durumu korkunçtu...

\"...Koruyabildiğimiz değerler yalnızca \'kararlılık ve umut\'tu...

...Yaşama ve iş görme koşulları o kadar ağırdı ki, yapmak istediğimiz her atılımda bin engelle karşılaşıyorduk.

...O zamanlar yönetim işlerinin başında bulunanların çoğu ‘idare-i maslahatçı’ kişilerdi. Bulunduğumuz yerlerde, bizim görüşebildiğimiz ‘aydın’ denilen insanların çoğu, bizlere temkinli-ağırbaşlı olmayı, çevre koşullarına uymayı, namaz kılmayı, oruç tutmayı, ya da bunları yapıyormuş gibi görünmeyi, öğrencilere yüz vermemeyi ve onlarla arkadaş olmamayı...salık veriyorlardı.

...Karanlık, bunaltıcı bir çevrenin içinde, mum ışığı kadar da olsa bir aydınlık yaratmaya uğraşırdık...

\"...Bekar Öğretmen İsmail Hakkı Okul’da kalıyordu. Üstelik de o gece nöbetçiydi. Gece yarısı Okul’un kapısı çalınmaya başladı. Okul’u bırakmamış az sayıdaki öğrencilerin tümü de yatılıydı. Hep birlikte kapıyı açtılar. Karşılarında arkasındaki birkaç süngülü erle birlikte bir İngiliz Teğmeni duruyordu. Anlaşıldı ki, Okul’u işgal etmek istiyorlar. O, karşı çıktı. Ve İngiliz subayı tokadı yapıştırdı. Sarı, tüğsüz, genç bir oğlandı. Bir tane de o vursa, yerinden kalkamazdı bu oğlan! Kendini tuttu ve kendisini korumak ve İngiliz’in üstüne atılmak isteyen öğrencileri zorlukla durdurdu. Ama hep birlikte kapıyı kapatıp sürgülediler. İngilizler de dönüp gittiler. Öğrenciler yerlerinde duramıyor, dışarı çıkıp onları izlemek istiyorlardı. O tokadın öcünü alacaklardı. Hepsini durdurdu: ‘Bağımsızlıklarını yitiren uluslar böyle tokatlara layıktırlar. Sorun da sokak kavgalarıyla değil, o bağımsızlığı yeniden kazanmakla çözülür’... Öğrenciler kadar kendisi için de bir dersti bu...” (Birinci kitap, s.57)

*** *** ***

İsmail Hakkı, Eskişehir’de bu tokadı yerken...

O tarihten iki yıl kadar önce Bursa’nın işgalinde...kendisinden on yaş küçük babam Hamit, Muallim Mektebi’nde okur bir yandan köyü Hamitler’de manda otlatırken, işgalci Yunan Zabiti Kosti’den kırbaç yemişti.

Bir Tokat ve Bir Kırbaç!

Çakan öfkenin acısı... uygarlığa çivi çakarak çıkartılacaktı.

Ulusal kurtuluşçuluktan... Güneşin battığı yere koşulacaktı; çekip çıkarılacaktı.

Yolları 17 Nisan 1940’ta buluştu... Ve nice Tokat nice Kırbaç... Çiviler çakıldı. Bir uygarlık yaratıldı.

17 Nisan 2005... Köy Enstitüleri’nin kuruluşunun 65’nci yıldönümü... Uygarlığın 17 Nisan bahçesidir...

*** *** ***

Ya arkası!

Tarihte örneğine rastlanmadık bir suç işlendi. Dünyada bir benzeri hiç bir halkın, toplumun, ulusun başına gelmedik bir iş... ense köküne vuruldu.

Arka zindanlık!

Türkiye’nin ense kökü derinliğindeki kan-pas tutmuş hançeri!

Köy Enstitüleri uygarlık atılımının kırım ve kıyımının derinliğini kestiremiyorum...

*** *** ***

Bu kitap; benim de yaşam tanıklığımla ‘Bir Tokat Bir Kırbaç’ın öyküsüdür.

Tarihsel, toplumsal, uygarsal okuması ve duruşması yapılmadan çözümlenemeyecek öyküsüdür.

Uygarlık suçüstüsüdür.

Türkiye insanının dört bir yaşam yanı zulalık... Bir bitmeyen soyulmuşluk, bir bitmeyen şehitlik, tokatlanmışlık ve kırbaçlanmışlığının bu gün de süren öyküsü...

Bilinmeyen, duyulmayan, görülmeyen, tadılmayan ıssızlıklarda bir çınar ağacına dokunabilirsiniz.

Nisan yağmurlarında insanlığımız... Bu gün de... Tek başına kalsa da... Derseniz...

Uygarlık tarihinde kayalar sicilinde Türkiye’nin saklı çivi yazısı... Keşke alın yazısı olaydı.

Bilinmeyen, bilinmesi istenmeyen, andıçlı...

... Bana sorarsanız, okumadan olmaz. Asla olmayacak.

Tarih ne demek istediğimi anlıyor. Bunu demek istedim bu yazıyla.

Varlık ÖZMENEK

Çevrimdışı rizab

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.057
  • 2.797
  • Özel Eğitim Öğrt.
  • 2.057
  • 2.797
  • Özel Eğitim Öğrt.
# 07 Mar 2008 12:47:08
HASANOĞLAN’DA 17 NİSAN

16 Nisan 2006, günlerden Pazar, İ. Hakkı Tonguç’tan 66 yıl sonra Hasanoğlan yolundayız. Daha sabahtan pırıl pırıl bir Nisan aydınlığı odamın penceresinde. Heyecanla kalkıp yollara düşüyorum. Ankara’da ağaçlar çiçeğe durmuş. Can suları yürümüş dallara. Bulut gibi beyazlara bürünmüş. Bulutlar gibi çiçeklenmiş. Dokunmak istiyorum. Çiçeklere dokunmak, koklamak. Yaşadığımı fark etmek. Çoktandır kar altındaydı bu koca şehir. Bomboş sokaklara teslim olmuştuk. Çoktandır yaşam belirtisi yoktu sokaklarda. Ağaçlara, dallara, çiçeklere baktım. Anladım ki, yaşam sürüyor. Zaman ışık hızında sürüklüyor, sonsuzluğa hepimizi.

Sabah kokuyor her taraf. Çiçek kokuyor. Arkamdan gelen araçlara binmiyorum inatla. Ağaçlarda ve çiçeklerde iki gözüm. İçimden Ahmet Arifler, Bedri Rahmiler, Hasan Hüseyinler, Ali Yüceler geçiyor. Dizeler güçlü bir nehir gibi yüreğimden aşağılara akıp gidiyor.

16 Nisan 2006, günlerden Pazar, Tonguç’tan 66 yıl sonra Hasanoğlan’a; Çankaya Belediyesi, Hasanoğlan Belediyesi ve Köy Enstitüleri Vakfı’nın düzenlediği Köy Enstitüleri etkinliğine gidiyoruz. Ak saçlı Köy Enstitülüler, buluşma yerimiz Kurtuluş Parkı’nın önünde erkenden toplanmışlar. Bayramlık elbiselerini giymiş çoğu, saçı olanlar taramış. Ay yıldızlı rozetleri yakalarında. Ellerinde Cumhuriyet Gazetesi, sayfalarının katlanışından belli ayaküstü beklerken okudukları. Gelen otobüslere dolup Hasanoğlan yoluna çıkıyoruz. Otobüste koyu bir söyleşi başlıyor. Gençler soru soruyorlar Enstitülerle ilgili. Coşkuyla anlatıyor ömürlerini ülkenin aydınlanmasına harcayan ak saçlı kahramanlar. Benimse gözlerim ağaçlarda, dallarda, baharda. Gecekonduların arasından başını uzatıyor ara ara bahar. Bakışlarını yakalıyorum. Küçücük parklarda! Gecekondular iki oda. Kibrit kutusu gibi. Önlerinde çamaşır sıralı. Çevrede birkaç ağaç. Kiremitler simsiyah. Gecekonduların önünde kadın ve çocuklar görünüyor. Benizleri sarı bir portakal gibi! Umutsuz gözlerle bakıyor çocuklar. İğne ucu kadar bir ışık yok kederli bakışlarında. Gelecekleri karanlık bakışlı yobazların elinde tutsak!

Otobüsümüz Mamak’ta gecekonduların arasından geçerken Yüksek Köy Enstitülü öğretmenim Pakize Türkoğlu’nuN sözlerini anımsıyorum. Sözcükler beynime çakılıp kalmış; “Sosyoloji öğretmenimiz Dr. İbrahim Yasa Amerika’dan yeni gelmişti. Enstitüde yatılı kalırdı. Derslerinde ve ders dışında bize sosyal konuları, olguları tartıştırır, açıklamalar yapardı. “Gecekondu” dersini hiç unutmuyorum. Bir gün bizi Ankara’ya götürdü. Mamak’ta trenden inip yamaca tırmandık. O yıllarda oralar bomboş, kır. Yamacın yüksek bir yerinde toprağa oturduk. Önümüzde bekçi kulübesine benzer iki ıslak ve küçük yapı vardı. Küçücük pencerelerine basma perde asılmıştı. Birer küçük tenekeye de sardunya çiçeği dikilip konulmuştu.“Bunlara gecekondu denir” diye anlattı Dr. Yasa. Hazine arazisi olduğu için gece kaçak yapıldığını, böyle perde çiçek filan koyulunca yıkılamayacağını anlattı. Tüm Ankara’yı dolaştığını, çok derme çatma ev olduğunu, ama hiçbirinin gecekondu olmadığını Ankara’da şu anda sadece o iki gecekondu olduğunu söyledi. Amerika’da bunlardan çok olduğunu, bizde de çoğalırsa “kentleşme ve sosyal gelişmede bozulmalar yaşanacağı” gibi açıklamalar yaptı. 1945-1946 öğretim yılıydı”.

Yolun iki yanında binlerce gecekondu. Pakize öğretmenim ve Yüksek Köy Enstitülülere ders olarak anlatılan ilk iki gecekondu hangisi acaba? Binlerce gecekonduyu ve milyonlarca sıkıntılı, yoksul ve işsiz insanın yaşadığı gecekonduların arasından geçerek bu koca kenti; Ankara’yı geride bırakıyoruz. Birden yolun iki yanını ekin tarlaları sarıveriyor. Yemyeşil uçsuz bucaksız. İnmek ve yuvarlanmak geçiyor içimden. Bütün çocukları getirip çıplak ayaklarla dolaştırmak... Şarkı, türkü söylemek. Koşup oynamak.

1940 yılında Köy Enstitülerini kuran Tonguç, Ankara yakınlarında da bir Enstitü kurmak için arayışlar içine girmiş. En sonunda Hasanaoğlan’a gelmiş. Hasanoğlan küçük bir köy o zamanlar. Köyü gezmiş, incelemiş ve karar vermiş bir Enstitü de burada kurulacak. Hasanoğlan köy kahvesine de uğramış. Köylülerle konuşmuş. Köyün ileri gelenlerden Ahmet Çakır’la dost olmuş. Bozkırın ortasına “Hasanoğlan Köy Enstitüsü” tabelası dikmiş. Ortada ne bir bina var ne de bir inşaat. Hasanoğlan Köy Enstitüsünü kurmak için diğer enstitülerden çalışma ekipleri gelmiş. Binalar yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamış. Tonguç çok sevdiği öğrencilerle birlikte cephe komutanı gibi tuğla kesmiş. Duvar örmüş. Çatı çatmış... Bozkır yeşermiş. Öğrenciler arı gibi çalışarak Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nü bir anıt hâline dönüştürmüşler. Yüksek kısmı da burada açmış Tonguç. Köy üniversitesi yaratmış, o çölün ortasında. Enstitülerden seçilen başarılı öğrenciler Yüksek Köy Enstitüsünde okumaya başlamışlar. Birçok aydınlanma kahramanı buraya gelip ders vermişler. Onlar arasında kimler yok ki; Vedat Günyol, Ruhi Su, Aşık Veysel, İbrahim Yasa, İ. Hakkı Tonguç, Sabahattin Eyüboğlu, Mualla Eyüboğlu, Sabahattin Ali...

Bir gün Yüksek Köy Enstitüsü öğrencileri Sabahattin Ali’nin etrafını çevirmişler söyleşmek için, Musa Çınar onun “Rüzgâr” şiirinden bir bölüm okumuş;

“Zaman zaman mağlup olsam bile etime
İnsan olmak dokunuyor haysiyetime”

Sonra sormuş; “Hala insan olmak dokunuyor mu haysiyetinize?” diye. Sabahattin Ali yanıt vermiş. “Köy Enstitülerini ve siz enstitülü gençleri gördükten sonra artık insan olmak dokunmuyor haysiyetime” diye yanıtlamış.

II. Dünya Savaşı sürerken, boz elbiseli Köy Enstitülüler destan yaratmışlar. Çölü yeşertmişler. Binlerce ağaç dikilmiş enstitünün uçsuz bucaksız bahçesine. Toprak vatanlaştırılmış böylece. Sinema salonları yapılmış. İşlikler, Antik tiyatrolar, heykeller, fırınlar, ocaklar yapılmış. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü üretilenle, işle, değerle, alın teriyle bir anıt olmuş. Başarı masal gibi...

Sonra yıkım dönemi. Birbiri ardına saldırılar... İsmail Hakkı Tonguç’tan 66 yıl sonra, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü binalarını dolaşıyoruz. Şimdinin Anadolu Öğretmen Lisesi öğrencileri geçiyor yanımızdan. Bu destanın hiçbiri farkında değil. Altında oturdukları ağaçların öyküsünü de bilmiyorlar. Biri de tutup anlatmamış cehaletle savaşın geçtiği ovanın enstitünün yakınlarında olduğunu. Bir sır gibi saklanmış enstitüler yeni kuşaklardan. Antik tiyatro binasını gezerken “Bizim Köy”ü yazıp oynayan Köy Enstitüsü dördüncü sınıf öğrencilerini düşünüyorum. Nasıl da coşkuluydular kimbilir? Nasıl da gelecekten umutlu.

Hasanoğlan Kültür Merkezi tıklım tıklım dolu. Toplantıyı Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Başkanı Zeliha Kanalıcı yönetiyor. Konuşmacılar; Prof. Dr. Ayşe Baysal, Emekli Öğretmen Ali Kınacı, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Genel Sekreteri Erdal Atıcı... İzleyiciler arasında Çankaya Belediye Başkanı Prof. Dr. Muzaffer Eryılmaz, Hasanoğlan Belediye Başkanı Ahmet Poyraz, Damar Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Şair Özgen Seçkin, Lacivert Dergisi’nden Fulya Bayraktar, Şair A. Kadir Paksoy, Gazeteci Attila Aşut, Yüksek Köy Enstitülü Abdullah Özkucur, Perihan Gürler, Köy Enstitüleri Vakfı bursiyer öğrencileri, Prof. Dr. Tahir Hatipoğlu, TRT, Eğitim-Sen’li öğretmenler ve üniversiteli gençler var. Konuşmacılar Köy Enstitülerini, Köy Enstitüleri ruhunu, Köy Enstitüleri felsefesini ve Köy Enstitüsü sistemini anlatıyorlar.

Tonguç’tan 66 yıl sonra bir 16 Nisan günü Köy Enstitülerini anlatıyoruz... Ne yazık ki, bir karanlık çökmüş ülkemize. Ne yazık ki,............. gözü çocuklarımızın geleceklerinde...

20 Nisan 2006

Erdal ATICI

Çevrimdışı umutyaşarken

  • Aktif Üye
  • **
  • 51
  • 4
  • 51
  • 4
# 07 Mar 2008 13:09:50
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Sitemkar hocam,
Alıntı yaptığınız derginin, yayın içeriğini iyice anlayarak o düşüncelere kapılıyorsanız üzücü bir durum.

Dergi köklü üniversite kütüphanelerinde arşivlenen referans bir dergi...

Çevrimdışı muhsintekin38

  • Aktif Üye
  • **
  • 30
  • 28
  • 30
  • 28
# 07 Mar 2008 14:00:27
köy enstitülerinin yeniden açılması yerine eğitim fakültelerinin verdiği eğitimi daha kaliteli hale getirmeliyiz.

Çevrimdışı TMurat

  • Site Yöneticisi
  • *****
  • 10.225
  • 65.298
  • 10.225
  • 65.298
# 07 Mar 2008 15:34:23
Köy Enstitüleri konusu farklı kaynaklardan gelen alıntılar ile değerli bir arşiv niteliğine ulaştı. Arada bir yapılan ve karşıdakini inciten dil kullanıldığı da oldu. Bu tür mesajlar ya tamamen silindi ya da sansürlendi.

Bilgi içermeyen, karşıdakini incitecek mesajlar yine anlayışınıza sığınılarak silinmeye devam edilecektir.

Bu tür mesajları, mesajın altındaki "Yönetime Bildir" bağlantısına tıklayarak rapor edebilirsiniz.

Çevrimdışı sitemkar45

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.871
  • 936
  • 1.871
  • 936
# 07 Mar 2008 16:51:33
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Dergi köklü üniversite kütüphanelerinde arşivlenen referans bir dergi...


Teşekkürler hocam,güneş gibi bir ispatta sunsan kabul etmezler çünkü..Sorun köy enstitüleri sorunu değil zihniyet sorunu..Tek benim doğrum,tek benim bildiğim zihniyeti..Hak yalnızca benim düşüncemdir anlayışı...

Site yönetiminden özür diliyorum,silenen ve sansürlenen yazılarla burada yer almak istemezdim..

Fakat karsının bu tıp uslubuna da böyle uslupla cevap vermek zorunda kaldım..

Bu tartışmalar fikirlerimdeki kararlılığa olan inancımı daha da pekiştirdi..Benim bu konuda düşüncem bellidir..ve bunları her yerde söylemeye,savunmaya devam edeceğim...

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK