Türk Büyükleri

Çevrimdışı hafız ahmet

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.068
  • 20.096
  • Okul Müdürü
  • 4.068
  • 20.096
  • Okul Müdürü
# 06 Mar 2013 18:06:24
 AHMET YESEVİ (1093-1166)

 Türk diliyle yazdığı hikmetleriyle dilimizin gelişmesi ve zenginleşmesine büyük katkısı olan, “Pîr-i Türkistan”, Büyük Veli, öncü şairdir. Tasavvufi Türk halk şiirinin öncüsü olan Ahmet Yesevi, düşüncelerini yayabilmek için millî nazım şekli olan dörtlüklerle, hece vezninde, yalın bir Türkçeyle şiirler yazmıştır. “Hikmet” adı verilen ve Divan-ı Hikmet adıyla bir kitapta toplanan şiirler, İslamiyetin Türkler arasında yayılmasında büyük rol oynamıştır.

Çevrimdışı 38fatma

  • Bilge Üye
  • *****
  • 11.244
  • 134.807
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 11.244
  • 134.807
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 07 Mar 2013 06:35:51
Yusuf Has Hâcib ve Kutadgu Bilig


11. yüzyılın başlarında Balasagun'da doğmuş olan Yusuf Has Hâcib asil bir aileye mensuptur. Balasagun'da yazmaya başladığı Kutadgu Bilig (Mutluluk Bilgisi) adlı yapıtını 1069 yılında Kaşgar'da tamamlayarak Karahanlı hakanlarından Ebû Ali Hasan ibn Süleyman Arslan Hakan'a sunmuştur.

Kutadgu Bilig, her iki Dünya'da da mutluluğa kavuşmak için gidilmesi gereken yolu göstermek maksadıyla yazılmıştır. Yusuf Has Hâcib'e göre, öteki Dünya'yı kazanmak için bu Dünya'dan el etek çekerek yalnızca ibadetle vakit geçirmek doğru değildir. Çünkü böyle bir insanın ne kendisine ne de toplumuna bir yararı vardır; oysa başkalarına yararlı olmayanlar ölülere benzer; bir insanın erdemi, ancak başka insanlar arasındayken belli olur. Asıl din yolu, kötüleri iyileştirmek, cefaya karşı vefa göstermek ve yanlışları bağışlamaktan geçer. İnsanlara hizmet etmek suretiyle faydalı olmak, bir kimseyi, hem bu Dünya'da hem de öteki Dünya'da mutlu kılacaktır.

Yusuf Has Hâcib bu yapıtında bilimin değerini de tartışır. Ona göre, alimlerin ilmi, halkın yolunu aydınlatır; ilim, bir meşale gibidir; geceleri yanar ve insanlığa doğru yolu gösterir. Bu nedenle alimlere hürmet göstermek ve ilimlerinden yararlanmaya çalışmak gerekir. Eğer dikkat edilirse, bir alimin ilminin diğerinin ilminden farklı olduğu görülür. Mesela hekimler hastaları tedavi ederler; astronomlar ise yılların, ayların ve günlerin hesabını tutarlar. Bu ilimlerin hepsi de halk için faydalıdır. Alimler, koyun sürüsünün önündeki koç gibidirler; başa geçip sürüyü doğru yola sürerler.

Yusuf Has Hâcib, astronomi bilimini öğrenmek isteyenlerin, önce geometri ve hesap kapısından geçmesi gerektiğini söyler. Aritmetik ve cebir, insanı kemâle ulaştırır; toplama, çıkarma, çarpma, bölme, bir sayının iki katını, yarısını ve kare kökünü alma işlemlerini bilen, yedi kat göğü avucunun içinde tutar. Her şey hesaba dayanır.

Bir siyasetnâme veya bir nasihatnâme olarak nitelendirilebilecek Kutadgu Bilig, Yusuf Has Hâcib'in ve içinde yetiştiği çevrenin ilmî ve felsefî birikimi hakkında çok önemli bilgiler vermektedir. Platon'un devlet ve toplum anlayışı çok iyi bilinmekte ve uygulanmaya çalışılmaktadır. Bilimin ve bilginlerin değeri anlaşılmıştır; bilim, güvenilir bir rehber olarak düşünülmektedir.

Çevrimdışı ayteking

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.027
  • 20.886
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 2.027
  • 20.886
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 07 Mar 2013 11:01:41
Nuri DEMİRAĞ Kimdir ?
Türkiye Cumhuriyeti demiryolları inşaatının ilk müteahhitlerinden ve cumhuriyet devrinin ilk sayılı milyonerlerinden, kardeşi Abdurrahman Naci Demirağ ile birlikte servetlerini Türkiye'nin sanayi kalkınmasında büyük işlere yatırmış ve iş hayatının yanında geniş ölçüde hayırsever insan olarak tanınmış bir kişi.

1886 yılında Sivas'ın Divriği kasabasında doğdu. Bu kasabanın eşrafından Mühürdarzade Ömer Bey'in oğludur, annesinin adı Ayşe Hanımdır. Babasını henüz üç yaşında iken kaybetmiş, annesinin himaye ve teşvik kanadı altında otodidakt olarak yetişmiştir. Rüşdiye tahsilini memleketinde yapmış ve aynı rüşdiyeye muallim tayin edilmiş, Ziraat Bankasının açtığı bir müsabaka imtihanını kazanarak, bu bankanın önce Kangal, sonra Koçkiri şubelerinde çalışmıştır. Maliye Bakanlığının açtığı bir imtihanı da kazanarak, bankacılıktan maliye hizmetine geçmiş, İstanbul'a gelerek Maliye'nin her kademesinde seçkin bir memur olarak calışmış ve 1918-1919 arasında 32-33 yaşlarında iken Maliye Müfettişi olmuştur. Divriği ile alakasını kesmeyerek, İstanbul'da Beşiktaş'a yerleşmiştir.

Kendi kaydına göre 56 altın (252 kağıt lira) birikmiş parası ile sigara kagıtçılığına başlamış ve "Türk Zaferi" adını verdiği bir sigara kağıdı çıkarmıştır. O acı ve karanlık günlerde " Türk Zaferi Sigara Kağıdı" fevkalade rağbet görmüş, o zamanki soyadı ile Mühürdarzade Nuri Bey'e hayli para kazandırmış, 252 lirasi üç sene içinde 84 000 lira olmuştur. Daha sonra, Cumhuriyet hükümeti'nin Türkiye Demiryolları ve şoseleri ile başladığı büyük imar işini benimseyerek, devlete en uygun tekliflerle müteahhitlik hayatına atılmıştır.(1)

"İlk Türk Demiryolu Müteahhidi, ilk kazmayı vurduğu yerden itibaren azminin ve imanın bütün kuvvetiyle ilerlemeye ve bütün geçtiği yerleri, demir ağlarla örmeye başladı." Fakat Nuri Bey'in muvaffakiyeti, Samsun'dan Erzurum'a kadar geçtiği yerleri demir ağlarla örmekten ibaret kalmadı. O büyük iddiasının tahakkukuna calıştı. Samsun'dan başlayan ilk tahakkukuna müteaakip (Fevzipaşa-Diyarbakır) (Afyon-Antalya) (Sivas-Erzurum) (Irmak-Filyos) hatlarında 1012 kilometrelik demiryolu yaparken, diğer büyük inşaat işlerine de atıldı. Bursa'da Sümerbank'in Merinos, Karabük'te Demir ve Çelik, Izmit'te Selüloz, Sivas'ta Çimento fabrikalarıyla, Istanbul'da Hal binasını ve Eceabad - Hava soşesini de yapti. Şunu da ilave etmek lazımdır ki Nuri Bey, bütün bu büyük eserlerinin önünde ve muhitlerinde, hayrat ceşmeler yapmayı unutmamıştı, nitekim bu ceşmelerin adeti kırk sekizi aşmıştır" (2)

Nuri Demirağ, 1936 yılında havacılık sanayiinin ilk temellerini atmaya başladı. İlk iş olarak 10 yıllık devreyi kapsayan bir plan - program hazırlattı. Bu program gereği, Besiktaş Barbaros Hayrettin İskelesinin yanında Tayyare Etüd Atölyesini kurdu. Bu tayyare atölyesi kısa bir sürede dev bir fabrika haline geldi. Yeşilköy'de Elmas Paşa çiftliğini tayyare meydanı yapmak için satın aldı. 1000 X 1300 metre boyutlarında düz bir tayyare alanı yaptırdı. Bunun bir örneği de o sıralar Avrupa'nın en modern havaalanı olan Amsterdam'da vardı. 1937-1938 yılı içinde Türk Hava Kurumu 10 okul uçaği ve 65 planör siparişinde bulundu. İstanbul fabrikalarında yapılan ilk yerli Türk uçağı, 1941 yılı ağustosunda Nuri Bey'in doğduğu yer olan Divriği'ye uçarak gidip gelmişti. Halkı da heyecanlandıran bu tür gösterilerin yararlı olduğunu düşünen Nuri Bey, Eylül ayında 12 uçaklık bir filoyu, Bursa, Kütahya, Eskişehir, Ankara, Konya, Adana, Elazığ ve Malatya rotasında uçurarak halka kendi tayyarelerimizle göklerimizi kendimizin koruyabileceğini göstermek ve onlara inanç vermek istemiştir. Nu.D.38 tipi yolcu ucağı, tamamen Türk mühendis ve işçilerinin ortaya çıkardıkları Türk tipi bir uçaktır. 6 kişilik yolcu ucağının çift pilot kumandası bulunmaktadır. Saatte 325 kilometre hız yapabilmekte ve 1000 KM uçabilmektedir. Türk Hava Kurumu, Nuri Demirağ'ın fabrikalarına sipariş vermiş olduğu bu uçakları almaktan vazgeçmiştir. (3)

"Nuri Demirağ, Cumhuriyet Tarihinde üçüncü kez çok partili hayata geçişte (1945) ilk muhalefet partisi olan Milli Kalkınma Partisi'nin kurucuları arasında yer aldı ve genel başkanlığını üstlendi"(4) Partinin resmi muamelesi 26/8/1945'te ikmal edilmiş olmakla birlikte, Nuri Demirağ 'artik yeter' sloganı ile 6/7/1945'te ortaya atılmış ve bir siyasi parti kurma teşebbüsüne fiilen o tarihte geçilmiştir. "Böylece Nuri Demirag sadece memleketin iktisadi kalkınmasında değil, siyasi hayatta tek partili rejimi yıkım işinde de öncü ve liderdir (5)" 1946 seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi ile Demokrat Parti'nin çetin seçim mücadelesinde Nuri Demirağ'ın Partisi seçimde kazanamadı ve Milli Kalkınma Partisi günden güne eriyerek siyasi sahadan tamamen silindi ; fakat 1954 seçimlerinde Nuri Demirağ Demokrat Parti'den Sivas'ta müstakil aday gösterildi ve Nuri Demirağ bu suretle Sivas Mensubu olarak Büyük Millet Meclisine girdi. Meclisteki hayatı uzun sürmedi, 13 kasım 1957'de vefat etti (1) ve Istanbul'da Zincirlikuyu Mezarlığında defnedildi. Mesude Demirağ'la evli bulunan Nuri Demirağ'in Galip ve Kayı Alp adli iki oğlu, Mefkure, Şukufe, Süveyda, Suheyla, Gülbahar ve Turan Melek adlarında kızları bulunmaktaydı.
Türkiye'de Havacılık Sanayii'nin Önderi

Seri Üretim olarak 1936'da ilk Türk uçağını yaptı.

Çok partili rejimdeki ilk muhalafet partisini kurdu.

Ankara'nin doğusuna ilk demiryolunu yaptı.

İlk yerli paraşütü yaptı.

1922'de ilk Türk sigara kagidini üretti.

Bursa'da Sümerbank'in Merinos fabrikasını kurdu.

İstanbul boğaz'ina özel köprü yaptırmayı projelendirdi.

İlk şehir ve köy planlarını hazırladı.

Karabük'te demir ve celik fabrikasını kurdu.

İzmit'te selüloz fabrikasını kurdu.

Sivas'ta çimento fabrikalarını kurdu.

İstanbul'daki büyük hal binasını yap
tı.

Kaynaklar: (1) "İstanbul Ansiklopedisi", Reşat Ekrem Koçu, Sayfa 4736, (2) "Nuri Demirağ Kimdir?", Ziya Şakir, Sayfa 50, (3) "Anadolu Üniversitesi Sivil Havacılık Bülteni", Yıl:1 sayı: 4 sayfa: 27, (4) "Büyük Larousse Sözluk ve Ansiklopedisi, sayfa 2994 (5) "Nuri Demirağ'ın Hayat ve Mücadeleleri, N.Necmettin Deliorman, sayfa 68

Çevrimdışı harikulade

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 565
  • 9.458
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 565
  • 9.458
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 07 Mar 2013 21:42:16
TÜM KADINLARIN KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN

TÜRKAN AKYOL ( İLK KADIN BAKAN )
31.05.1980 – 31.07.1982

Prof. Dr. Türkan Akyol 12.10.1928′de İstanbul’da doğdu. İlköğrenimini, babasının kurmay subay olması nedeniyle her yıl Anadolu’nun değişik yerlerinde okuyarak bitirdi. 1947 yılında Erenköy Kız Lisesi’nden mezun oldu. 1953 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. 1954 yılında Tıp Fakültesi asistanlık kadrosuna, ardından 1965′de doçentlik, 1970′de de profesörlük kadrosuna yükseldi. 1959-1962 yılları arasında ABD’de araştırmacı, 1965′de Fransa’da ve ardından Hollanda’da kısa süreli çalışmalar yaptı.

Prof. Dr. Türkan Akyol, 25 Mart 1971′de 1. Nihat Erim hükümetinde Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığına atanarak Türkiye’nin ilk kadın bakanı oldu. 13 Aralık 1971′de görevinden istifa ile ayrılıp tekrar Ankara Üniversitesi’ne döndü. 1980 yılında Ankara Üniversitesi’ne Rektör seçildi. Bu seçim Prof. Dr. Türkan Akyol’a İlk Kadın Bakan unvanının ardından, bir de Türkiye’nin İlk Kadın Rektör unvanını almasını sağladı. 1982 yılında YÖK Kanunu’na karşı çıkması nedeni ile YÖK’ün onayı ile rektörlük görevinden ayrıldı. Tekrar öğretim üyeliği görevine dönen Prof. Dr. Türkan Akyol, 1983 yılında Prof. Dr. Erdal İnönü’nün daveti ile Sosyal Demokrat Parti’nin (SODEP) kurucuları arasına katılarak başkan yardımcılığı görevini yaptı. 1987′de 18. dönem milletvekilliği seçimlerinde İzmir Milletvekili seçildi. Bu dönem sonunda tekrar öğretim üyeliği görevine döndü. 1992′de Erdal İnönü’nün Başkan Yardımcısı olduğu Demirel hükümetinde Devlet Bakanı (kadın işlerinden sorumlu) olarak dışardan atandı. Bu son görevinde yaklaşık üç sene çalıştı.

İki çocuk annesi olan Prof. Dr. Türkan AKYOL akademik ve siyasi görevleri dışında birçok dernek ve kurumda sosyal faaliyetlerde bulundu. Bunlardan en önemlileri WHO (World Health Organization) Avrupa Bölgesi şeref üyeliği ve dört sene yaptığı Sosyalist Enternasyonal Kadın Kolu başkan yardımcılığıdır. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyeliği ve Rektörlüğü, 18. Dönem İzmir Milletvekilliği ile Sağlık ve Sosyal Yardım, Devlet Bakanlıkları yaptı Evli ve 2 çocuk annesidir.

Çevrimdışı 38fatma

  • Bilge Üye
  • *****
  • 11.244
  • 134.807
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 11.244
  • 134.807
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 08 Mar 2013 06:44:31
Nene Hatun (1857 – 1955) Erzurum’da doğdu. 98 yıl Erzurum’da yaşadıktan sonra yine Erzurum’da, zatürre hastalığından hayata vedâ etti. Ölümünden üç ay önce Türk Kadınlar Birliği tarafından yılın annesi seçilmişti. Tarihimizde 93 Harbi olarak anılan 1877 – 1878 Osmanlı – Rus Savaşı sırasında, Erzurum’daki Aziziye Tabyası’nın savunulmasında kahramanca çalıştı. Adını bu şekilde tarihe yazdırdı. Mücâdeleye, küçük yaştaki oğlunu ve kızını evde bırakarak katılmıştı. O sıralarda 20 yaşlarında genç bir gelindi. 7 Kasım 1877 gününün gece yarısında, bölge halkından olan Osmanlı vatandaşı Ermeni çeteleri Erzurum’un Aziziye Tabyası’na girmeyi başarmışlardı. Tabyayı koruyan Türk askerlerini öldürdüler. Arkadan gelen Rus askerleri, hiçbir mukavemetle karşılaşmaksızın tabyayı ele geçirdiler. Baskından yaralı olarak kurtulmayı başaran bir er, şehir merkezine ulaşıp kara haberi Erzurum’lulara ulaştırdı. Sabah ezanından hemen sonra minârelerden şehir halkına duyuru yapıldı. "Moskof askeri Aziziye Tabyası’nı ele geçirdi." Bu haber, Erzurum halkı tarafından, vatan savunması için emir telakki edildi. Silâhı olan silâhını, olmayanlar; balta, tırpan, kazma, kürek, sopa ve taşları ellerine alarak Tabya’ya doğru koşmaya başladı. Kadın – erkek tüm Erzurum halkı yollara dökülmüştü. Koşanlar arasında, erkeği cephede çarpışan bir tâze gelin de vardı. Ağabeyi bir gün önce cepheden yaralı olarak gelmiş ve kollarında can vermişti . Üç aylık bebeğini emzirmiş, "Seni bana Allah verdi. Ben de O’na emânet ediyorum." Diyerek vedâlaştıktan sonra birkaç saat önce ölen ağabeyinin kasaturasını alarak sokağa fırlamıştı. Erzurumlular, ölüme gittiklerini bildikleri halde, Aziziye Tabyası’na doğru koşuyordu. Tabyaya yerleşmiş olan Rus askerleri, gelenlere yaylım ateşi açtı. Ön sıradakiler o anda şehit oldular. Arkadakiler, geri çekilmek yerine daha bir kararlı ve hızlı olarak ileri atıldılar. Demir kapılar kırılıp içeri girildi. Boğaz boğaza bir savaş başladı. Mükemmel silâhlarla donanmış Moskof ordusu, baltalı – tırpanlı, taşlı – sopalı eğitimsiz halk karşısında ancak yarım saat tutunabildi. 2300 Moskof öldürülüp, Tabya geri alındı. Türkler, 1000 kadar şehit vermişlerdi. Hemen yaralıların tedâvisine
başlandı. Nene Hâtun da yaralılar arasındaydı. Fakat o yarasına aldırmıyor, evindeki bebeğini unutmuş, diğer yaralıların kanını durdurabilmek, yaralarını sarmak için çırpınıyordu. Nene Hâtun böyle bir ortamda tanındı ve saygı ile sevil di. O’nun, vatan için gece başlayan mücâdelesi, tüm düşman Erzurum’dan kovuluncaya kadar devam etti. Erzurum’un her karış toprağında cephâne taşıyarak, yaralılara hemşirelik yaparak, yemek pişirerek, su dağıtarak, hizmetten hizmete koşarak destanlaştı. Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın zaferinde Nene Hâtun’un ve O’nun vatan aşkını paylaşan sivil insanların da payı vardı. Savaştan sonra da Nene Hâtun, destan kahramanlarına yaraşır bir asâletle yaşadı. Kendisini ziyâret eden NATO’da görevli Amerika’lı subayın bir sorusuna: "O zaman vazifemi yapmıştım. Bu gün de ilerlemiş yaşıma rağmen aynı hizmeti, daha mükemmeliyle yapacak güç ve heyecana sahibim." cevabını vermişti.

Çevrimdışı 38fatma

  • Bilge Üye
  • *****
  • 11.244
  • 134.807
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 11.244
  • 134.807
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 09 Mar 2013 06:50:27
Alp Er Tunga

Alp Er Tunga derler bir kağan vardı,
Ona yeryüzü dar, gökyüzü dardı.
Tuğ yapmıştı gökyüzüne güneşi,
Bilgelikte dahi yoktu bir eşi.
Gök-Türk, Uygur, Karluk ve Karahanlı,
Daha nice Türkler, adları şanlı,
Onu özlerine ata saydılar,
Utkusunu dört bucağa yaydılar.
 ••••••
Uçmağa varınca ol ulu kağan,
Yıkıldı üstlerine gök kurıkan...
Anca kanlı yaş döküp yoğladılar...
Çığrışıp ağladılar... ağladılar...

Alp Er Tunga'nın M.Ö. 7. yüzyılda yaşamış, çok sevilen, kahraman bir Türk hükümdarı olduğunu biliyoruz. Belgeler onun "Türk beğleri içinde adı ve kut'u ile tanınmış, bilgili, erdemli, büyük illeri elinde tutan, birçok kavme hükmeden..." bir hakan olduğunu söylüyor.

Bu Alp hükümdarın idaresindeki devletin de Saka Türk imparatorluğu olduğunu söyleyen tarihçiler çoğalmıştır. Bu devletin adı belki onun adıyla ya da babası Peşeng Kağan adıyla söyleniyordu. İranlılar Peşeng'e Turanlıların hükümdarı (yani Türklerin hükümdarı), Alp Er Tunga'ya da Afrâsyâb diyorlardı. Afrâsyâb'ın Alp Er Tunga olduğunu hem Kutatgu-Bilig, hem de Divan-û Lügatit Türk bildiriyor. Afrâsyâb, eski İranlıların kötülük ilahlarına verdikleri isimdir. Belki Alp Er Tunga onları çok yıldırdığı için ona bu ismi verdiler.

Alp Er Tunga, İran (Med) hükümdarı Keyhüsrev tarafından bir ziyafete çağrılarak hile ile öldürülmüştü. Bu olay M.ö. 624 (veya 625, 626) yılında meydana geldi. Asur kaynaklarında Maduva, Heredot'ta Madyes olarak geçen kahramanın da Alp Er Tunga'dan başkası olmadığı anlaşılıyor. Cüveyni ona Bükü Han, Mercanî ise Bükü Han bin Pişing (Peşeng) diyor.

Türklerin onu destanlaştırdıkları şüphesizdir. Fakat bu destan zamanımıza ulaşmamış, yalnız, destanın son bölümü olduğu anlaşılan sagu (ağıt) dan bazı mısralar Divan-û Lugat-it Türk'te verilmiş bulunuyor.

Alp Er Tunga'nın adından ve kahramanlığından çeşitli milletlerin tarihinde söz edilmesine rağmen, bu bilgiler onun başında bulunduğu devlet hakkında (şimdilik) yeterli bilgi veremiyor.


Çevrimdışı evgi-47

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 956
  • 5.482
  • 956
  • 5.482
# 09 Mar 2013 11:52:12
Osman Nuri Paşa
 (1832, Tokat - 1900, İstanbul), Türk asker. Gazi Osman Paşa olarak bilinir.
     1832'de, Tokat'ta, Yağcıoğulları ailesinin bir bireyi olarak dünyaya geldi. Beşiktaş’taki Askerî Rüştiyede ve Kuleli Askerî İdâdîsinde (lisesinde) okudu. Harbiye’yi yirmi yaşında ikincilikle bitirdi. Harp Akademisine girdi. Kırım Savaşı'nın çıkması üzerine Tuna cephesine gönderildi. Burada dört yıl kalarak, Teğmenliğe yükseldi. Savaşın sonunda ise Yüzbaşı oldu.
     Yemen’e gönderildi. Arkasından Paşa rütbesiyle 1875 yılında Rumeli’de bulunan 5. Ordu'ya bağlı Manastır Fırka (tümen) Komutanlığına tayin edildi. Buradaki çalışmalarından dolayı Birinci Ferik (Korgeneral) oldu. 27 Haziran 1876 yılında Sırbistan'ın, Osmanlı Devleti'ne ültimatom vermesi sebebiyle, Osman Paşa Vidin komutanlığına getirildi. Sırp İsyanları başlayınca emrindeki birliklerle İzver tepelerini ve Zayçar kasabasını geri aldı ve bu nedenle Sırp ordusu çekilmek zorunda kaldı. Osman Paşa'nın hedefi Belgrad'ı almaktı ancak Seraskerden izin verilmedi, zira şartlar uygun değildi. 1876'da bu savaşın hemen ardından Müşir (Mareşal) oldu. Osman Paşa'yı tanıtan, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndaki Plevne Savunması'dır.
     93 Harbi'nde 145 günlük Plevne Savunmasını komuta ettikten sonra kuşatmayı yararak şehirden çıkışında yaralanan, ancak müdafaa hattı stratejileriyle esir bulunduğu dönemde Rus çarından bile saygı görmüş, dönemin tüm komutanları tarafından örnek alınan Osmanlı Ordusu'nun komutanıdır. Ayrıca siper kazma yöntemini ilk bulan kişidir.
     5 Nisan 1900'de 68 yaşında öldü. Türbesini, onu çok seven ve saygı duyan Padişah II. Abdülhamid yaptırmıştır. Fatih Camii avlusuna gömüldü.
 
   Adına marş yazıldı;
 
Tuna nehri akmam diyor
 Etrafımı yıkmam diyor
 Şanı büyük Osman Paşa
 Plevneden çıkmam diyor
 
    Günümüzde İstanbul'da bir ilçenin adı da Gazi Osman Paşa'dır. Belediye önünde bir heykeli bulunmaktadır. Ayrıca aynı isimde memleketi Tokat'ta bir üniversite vardır.

Çevrimdışı çelebiç

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.720
  • 15.458
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 1.720
  • 15.458
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 09 Mar 2013 18:04:29
Ord. Prof. Zeki Velidi Togan (1890 - 1970)


Zeki Velidi Togan, 10 Aralık 1890 tarihinde Başkurt ilinde İsterlitamak'a bağlı Küzen köyünde doğdu. Daha ilk medrese tahsilini yaparken bir yandan da özel Rusça dersleri alıyordu. Öğretmen olan annesinden Farsça öğrenmeyi de ihmal etmiyordu. 1902 yılında orta tahsil için Ütek'e bulunan dayısı Habib Neccar'ın medresesine gitti. Buradaki öğrenimi sırasında Arapça dersler alarak dil bilgisini geliştirdi.

1908'de köyünden kaçarak Kazan'a gelip burada özel dersler aldı. Bu arada Katanov ve Aşmarin gibi bilginlerle tanıştı. 1909 yılında mezun olduğu Kasımiye medresesine “Türk Tarihi ve Arap Edebiyatı Tarihi Muallimi” oldu. 4 yıl süren bu öğretmenliği sırasında 1911 sonlarında yayınladığı "Türk ve Tatar Tarihi" adlı kitabı sayesinde meşhur olmaya başladı. Bu eserin iyi yankıları sayesinde Kazan Üniversitesi Arkeoloji ve Tarih Cemiyeti'ne Aza seçildi.

1913'te Fergane'ye, 1914'te Buhara'ya araştırmalar yapmak için gönderildi. Bu seyahat neticelerine ait hazırlamış olduğu raporlar başta Petersburg Arkeoloji Cemiyeti olmak üzere Kazan ve Taşkent Arkeoloji cemiyetleri mecmualarında yayınlandı. Bu arada Prof. Katanov'un şimdi İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü'nün esas nüvesini teşkil edecek olan kitaplarının Türkiye'ye gönderilmesine vesile oldu. Daha sonra Rus Millet Meclisi Duma'da Ufa Müslümanlarının temsilcisi olarak bulunmak üzere Petersburg'a gitti. Bilimsel çalışmalarına siyasî çalışmalarını da eklemiş oluyordu.

Bu sırada Bolşevik ihtilâli patlak verince o da Türklerin durumunun düzelmesi için mücadeleye girişti. Bolşevik İhtilâli'nden 22 gün sonra 29 Kasım 1917'de Başkurt ilinin muhtariyeti ilan edildi. Örenburg'u 18 Şubat 1918'de işgal eden Sovyetler onu tutukladılarsa da 7 Haziran'da hapisten kaçtı. Başkurt hükümeti kurulduğunda Togan, Harbiye Nazırı oldu. Bundan sonra Lenin, Stalin ve Troçki ile defalarca görüştü fakat olumlu sonuç alamayınca Türkistan'a çekilip orada mücadeleye karar verdi.

1920-23 yıllarında Türkistan'da amansız bir mücadeleye girişti ise de başarılı olamadı. Basmacı Hareketi'nin içinde bulundu. Türkistan Millî Birliği'nin kurucusu ve ilk başkanıdır. Paris, Londra ve Berlin'deki bir çok Orta-Asya tarihçisi onunla çalışmak istemesine rağmen, devrin Türkiye Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi, Fuat Köprülü, Rıza Nur, Yusuf Akçura'nın istekleri sayesinde Türkiye'den davet aldı. 20 Mayıs 1925'te geldiği Türkiye'de Maarif Vekâleti Telif ve Tercüme Encümeni'ne tayin edilmiştir. O zamanki Ankara'nın kitap açısından yetersiz olması yüzünden kendi isteği ile İstanbul Darülfünun'u Türk Tarihi Müderris Muavinliği'ne tayin edildi.

Bundan sonra İstanbul ve Anadolu kütüphanelerinde hummalı çalışmalarına başladı. Fakat, 1932'de I. Türk Tarih Kongresi'nde tıp doktoru Reşit Galip'in sunduğu Orta Asya'da iç deniz olduğu ve bunun sonradan kuruduğu konusu hakkındaki tebliğini eleştirince, Togan aleyhine bir kamuoyu oluştu. Kendisine takınılan bu kötü tutum üzerine ülkeyi terk etme kararını verdi. 8 Temmuz 1932'de istifa ederek Viyana'ya gitti. 1935'te doktora çalışmalarını bitirdikten sonra Bonn Üniversitesi'nde, 1938'de Göttingen Üniversitesi'nde ders verdi. 1939'da Millî Eğitim Bakanı'nın daveti üzerine tekrar Türkiye'ye geldi. İstanbul Üniversitesi'nde Umumî Türk Tarihi Kürsüsü'nü kurdu.

İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Türkiye'de Sovyetler aleyhine faaliyet ve Turancılık suçundan tutuklanıp mahkeme edildi. 10 yıl hapse mahkum edildiyse de Askerî Mahkeme kararı bozdu ve Togan beraat etti. 1948'de yeniden döndüğü üniversitedeki görevine ölümüne kadar devam etti. 1951'de İstanbul'da toplanan XXI. Müsteşrikler Kongresi'ne Başkanlık etti. Bu onun bilimsel alandaki şöhretini çok daha artırdı. Zeki Velidi Togan, 26 Temmuz 1970'te İstanbul'da vefat etti.

Çevrimdışı 38fatma

  • Bilge Üye
  • *****
  • 11.244
  • 134.807
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 11.244
  • 134.807
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 10 Mar 2013 07:06:44
FİKİR, SEVGİ, İMAN VE AKSİYON ADAMI (GALİP ERDEM)

10 Mart 1930’da Rize’nin Fındıklı ilçesinde doğan Galip Erdem, çeşitli kamu kuruluşlarındaki görevlerinin yanı sıra 1989-1995 yılları arasında Kültür Bakanlığı’nda uzman ve müşavir olarak görev yaptı. Hukuk fakültesinden mezun olmasına rağmen sadece görevini ifa eden Erdem, mağdur yakınlarına yardımcı olmak amacıyla yoğun bir çalışma dönemi geçirdi.  milliyetçi- çizginin en önemli fikir ve dava adamlarından biri olarak tarihe geçti. Erdem, 12 Mart 1997’de vefat etti.

Soyadına Layık Bir Devdi

Elbette Galip Erdem, girişe alınan birkaç cümleden ibaret değil; elbette Galip Erdem’in hayatı ve mücadelesi girişe alınan birkaç cümleyle izah edilemez. Çünkü O, soyadına layık bir dev, “erdemli” ve “onurlu” bir hayat sürmenin timsali haline gelmiş seçkin bir ülkücü ve münevverdi. “İnandığımız her şeyi söylemesek bile, söylediğimiz her söz, işimizin ve inancımızın aynası olmalıdır” sözünün sahibi Galip Erdem, Türkiye’de yaşanan huzursuzlukları da “birbirimizi yeterince sevemeyişimiz”e bağlar. Ömrü boyunca tam bir sevgi, iman, fikir ve aksiyon adamı olarak yaşayan Erdem, engin birikimi, güçlü sezgisi, berrak anlatımıyla çözümü çok zor görünen problemleri bile en pratik ve net bir şekilde ortaya koyabilen aydın bir şahsiyettir. Fikir ve aksiyon adamlığı gibi iki zor işi şahsında meczedebilen Erdem’in kendini anlatırken kullandığı şu ifadeler, hayatı boyunca hangi yolun yolcusu olduğunun da en çarpıcı örneğini teşkil eder(*):

“İnsan vardır, kendini dünyanın mihveri sanır; insan vardır, kendini aşan bir büyük gayenin vasıtası olduğuna inanır. Ben, inananlardanım. Hayatın yemek, içmek ve ‘serin serviler’ altında uyumaktan ibaret olmadığına, maddi varlığımızı devam ettirme içgüdüsü dışında, mahiyeti itibariyle farklı bir gayretin lüzumuna inanıyorum. Beşeri plandaki vazifelerimizin en başta geleni ve en ziyade saygıya değer olanı da, bütün gücümüz ve kabiliyetimizle, milletimizin emrinde yaşamaktır(7). Fikrimce, yeryüzündeki misafirliğimize sığabilen hakikatlerin en haysiyetlisi budur. Böyle inandım ve bir gün bile şüphe etmedim. Şahsıma veya dahil olduğumu zannedebileceğiniz zümrelere ait herhangi bir hesabı hakka ve halka hizmet endişesinden üstün tuttuğumu görürseniz, ikaz ve ihtar ediniz. Samimiyetine inandıklarımın yermesine üzülmem, riyakarlığını bildiklerimin övmesinden sakınırım(8).”

Çevrimdışı senolsari

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 196
  • 2.526
  • Türkçe Öğretmeni
  • 196
  • 2.526
  • Türkçe Öğretmeni
# 10 Mar 2013 09:48:14
Hakkında söylenecek o kadar çok şey var ki, sanırım o yüzden kimse paylaşmamış ama bizim için, bugünleri görmemiz için, kanlarının son damlasına kadar bu vatan için çarpışan vatan evlatları, başta ulu önder Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, tüm ecdadımıza Allah rahmet eylesin, mekanları cennet olsun.

Lütfen unutmayalım ve unutturmayalım, derslerde illa ki belirli günlerde değil her zaman öğrencilerimize hatırlatalım.

Çevrimdışı 38fatma

  • Bilge Üye
  • *****
  • 11.244
  • 134.807
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 11.244
  • 134.807
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 11 Mar 2013 06:43:49
İlteriş (Kutlug) Kağan
Göktürk hükümdârı. 630 yılında Çin hâkimiyetine girerek istiklâlini kaybetmiş olan Göktürk devletini, 682 yılında tekrar kurdu. İki ülkeyi derleyip topladığı için Kutlug adına ilave olarak, İlteriş unvânı verildi.
Çin?de doğup büyüyen İlteriş Kutlug Kağan, bir süre devlet memuru olarak çalıştı. Orta Asya hududunda görev yaptığı sırada, 681 yılında on yedi arkadaşı ile birlikte Türk devletini kurmak için teşebbüse geçti. Bilge Tonyukuk da yardımcı oldu. Kendisini destekleyenlerin sayısı yedi yüzü bulunca, istiklâlini ilân etti. Orta Asya Türkleri, Çin?deki Türk Hanedan mensupları ve kumandanları etrafında toplandı. Büyük bir kuvvet ortaya çıktı. 682 yılında, Göktürk Devletini ikinci defa kurup hükümdarlığını îlân etti. Bilge Tonyukuk?u kendisine vezir yaptı. İkinci Göktürk Devleti adıyla anılan bu devlete kurucusuna nispetle Kutlug Devleti de denildi.
Göktürk Devletini millî şuurla teşkilâtlandırıp Türk töresini ülkede hâkim kıldı. 682 yılından sonra, on yıl içinde, on yedisi Çin?e olmak üzere kırk yedi sefer tertip eden İlteriş Kutlug Kağan, yirmisine bizzât katıldı. Hepsinde muvaffak olup, hiç yenilmedi. 692?de ölünce kardeşi Kapagan (692-716), kağan oldu. Bilge Kağan (716-734) ile Kül Tigin, İlteriş Kutlug Kağan?ın oğullarıdır.

Çevrimdışı evgi-47

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 956
  • 5.482
  • 956
  • 5.482
# 11 Mar 2013 20:20:38
Mehmet Âkif Ersoy
(doğum adı: Mehmet Ragif, 20 Aralık 1873 - 27 Aralık 1936), baba tarafından Arnavut, anne tarafından Özbek asıllı olan Cumhuriyet Dönemi şairi, veteriner hekim, öğretmen, vaiz, hafız, Kur'an mütercimi, yüzücü, milletvekilidir.
      Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal marşı olan İstiklâl Marşı'nın yazarıdır. "Vatan Şairi" ve "Milli Şair" unvanları ile anılır. Çanakkale Destanı, Bülbül, Safahat en önemli eserlerindendir. II. Meşrutiyet döneminden itibaren Sırat-ı Müstakim (daha sonraki adıyla Sebil'ür-Reşad ) dergisinin başyazarlığını yapmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında milletvekili olarak 1. TBMM'de yer almıştır
1921'de Ankara'da Taceddin Dergâhı'na yerleşen Mehmet Âkif, Burdur milletvekili olarak meclisteki görevine devam etmekteydi. O dönemde Yunanlıların Ankara'ya ilerleyişi karşısında meclisi Kayseri'ye taşımak için hazırlık vardı. Bunun bir dağılmaya yol açacağını düşünen Mehmet Âkif, Ankara'da kalınmasını, Sakarya'da yeni bir savunma hattı kurulmasını önerdi; teklifi tartışılıp kabul edildi.
    Aynı dönemde Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey'in ricası üzerine arkadaşı Hasan Basri Bey kendisini ulusal marş yarışmasına katılmaya ikna etti. Konulan 500 liralık ödül nedeniyle başlangıçta katılmayı reddettiği bu yarışmaya, o güne kadar gönderilen şiirlerin hiç biri yeterli bulunmamıştı ve en güzel şiiri Mehmet Âkif'in yazacağı kanısı mecliste hâkimdi. Mehmet Âkif'in yarışmaya katılmayı kabul etmesi üzerine kimi şairler şiirlerini yarışmadan çektiler. Şairin orduya ithaf ettiği İstiklâl Marşı, 17 Şubat günü Sırat-ı Müstakim ve Hâkimiyet-i Milliye'de yayımlandı. Hamdullah Suphi Bey tarafından mecliste okunup ayakta dinlendikten sonra 12 Mart 1921 Cumartesi günü saat 17:45'te ulusal marş olarak kabul edildi. Âkif, ödül olarak verilen 500 lirayı Hilal-i Ahmer bünyesinde, kadın ve çocuklara iş öğreten ve cepheye elbise diken Dar’ül Mesai vakfına bağışladı.
    Mehmet Akif Ersoy’un ölümünün 75. ve İstiklal Marşı’nın Kabulünün 90. Yılı olması nedeniyle 2011 yılı T.C. Başbakanlığı tarafından "Mehmet Akif Ersoy Yılı" olarak ilan edilmiştir

Çevrimdışı 38fatma

  • Bilge Üye
  • *****
  • 11.244
  • 134.807
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 11.244
  • 134.807
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 13 Mar 2013 06:27:40
Kapgan Kağan

Göktürk Devleti hakanlarından Kapagan Kağan, 22 Temmuz 716′da öldü. Doğum tarihi bilinmiyor. Çinlilerle ve Kırgızlarla yaptığı savaşları kazandı, ülkesinin topraklarını genişletti. Veziri Tonyukuk, oğlu Bilge Kağanın döneminde de vezirlik ve danışmanlık yaptı. Oğuz Boylarından Bayırkuların tuzağına düştükten sonra öldürüldü.

Göktürk Devletini, 682 yılında yeniden kuran ağabeyi Kutluk Kağanın ölümü üzerine, 692 yılında Göktürk Hâkanı olmuştu. 24 yıl hüküm sürdü. Onun önderliğinde Göktürk Devleti batıda, Mâverâünnehir olarak anılan Batı Türkistan’ı, doğuda Çin topraklarının bir bölümünü aldı. Onun asıl hedefi Tang hânedânının hâkimiyeti altındaki eski Türk topraklarını ve Türklerin oturduğu Çin eyâletlerini almak, Çin’in, Göktürk Devletine uzak bölgelerinde oturan Türklerin de kendi ülkesine yerleşmesini sağlamaktı.

Kapagan Kağan, Çin kaynaklarında kendisinden korku ile söz edilen bir kişidir. Dış siyasette ve askerî komuta konularında başarılı olmakla birlikte, iç yönetimde aşırı sertliği sebebiyle hoşnutsuzluklara ve isyanlara sebebiyet verdi. İç karışıklıklarda, Çin entrikalarının da rolü olmuştu.

716 yılında, Göktürk boylarından Bayırkular yeniden isyan etmişlerdi. Kapagan Kağan, bu isyânı da çok sert bir şekilde bastırdı. Zafer sarhoşluğu içerisinde ihtiyatsız bir şekilde savaş alanından ayrılırken, sağ kalan Bayırkuların saldırısına uğradı ve öldürüldü. Kapagan Kağanın kesik başının, Çin sarayına götürülmesinden anlaşıldığına göre, bu olayda da Çin entrikası vardı.

Çevrimdışı 38fatma

  • Bilge Üye
  • *****
  • 11.244
  • 134.807
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 11.244
  • 134.807
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 14 Mar 2013 06:15:34
MUKAN KAĞAN'IN HÜKÜMDAR OLUŞU

Bumin Devletinin batı kanadını ''yabgu'' unvanını taşımak üzere küçük kardeşi İstemi'ye vermişti. İstemi batıda fetihlerine devam ederken Ötüken'de Bumin'in oğlu KOLO iktidara geçti. Fakat o da çok yaşamadı. Bunun üzerine MUKAN hakan oldu. (553)

Tarihi kayıtlar Mukan Kağan'ın heybetli bir görünüşü,parlak ve etkili gözleri olduğunu yazar. Kudretli ve haşin bir hükümdar olduğu da belirtilmiştir. İktidarı zamanında (553-572)Göktürk Devleti haşmetli çağına ulaşmıştır.

Mukan Kağan Juan-Juan'lara son bir darbe daha indirerek bu devletin tamamen tarih sahnesinden silinmesini sağladı. Daha sonra doğuda Kitan'ların, Kuzeyda Kırgız'ların ülkelerini hakimiyeti altına aldı. Çin'de Batı Tabgaç'ların yerine geçen Çu Hanedanı ile öteki Çi Hanedanını baskı altına aldı. Batıda İstemi'nin harekatı devam ediyordu. Bu bölgedeki Ak-Hun devleti ile Maveraünnehir halkı Çin'den yardım istemişlerdi. Onlara Çin askeri desteğinin sağlanmasını önledi.

564'ten sonra Çi başkentini kuşatan Mukan Kağan kızı Aşına'yı Çu İmparatoru ile evlendirdi. Geniş ülkelere ve 100.000 kişilik bir orduya sahip olan Göktürk hakanı Çin İmp. tarafından akrabalık kurma yolu ile yatıştırılmıştı.

Çevrimdışı melih_6361

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.212
  • 2.211
  • 1.212
  • 2.211
# 15 Mar 2013 21:12:11
Yavuz Sultan Selim'i de unutmayalım.. Atilla, Dede korkut.. niceleri

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK