Türk Büyükleri

Çevrimdışı evgi-47

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 956
  • 5.482
  • 956
  • 5.482
# 16 Mar 2013 09:54:31
Attilâ      
         (395-453), Avrupa Hun İmparatorluğu hükümdarı
Babası Muncuk Han (Boncuk Han)'dır. Amcası Rua, onu babası öldükten sonra bozkırda tek başına yaşamaya çalışırken bulmuş ve yanına almıştır. Vizigotlara karşı Roma İmparatorluğu'yla ittifak yapan Attila, bir süreliğine Roma'ya Flavius Aetius'un davetlisi olarak gitmiştir. Rua'nın ölümü üzerine, kardeşi Bleda ile birlikte Hun İmparatorluğu'nun ortak hükümdarı olmuştur. Bleda 445 yılında ölünce, Attila tek başına Hun hükümdarı olmuştur. Daha sonra aşık olduğu esir kızla (Nakara) evlenen Attila'nın bir oğlu olmuş, eşi Nakara doğum sırasında hayatını kaybetmiştir.
     Hükümdarlığı boyunca ordusu ile Batı ve Doğu Roma İmparatorluklarını sık sık istila eden Attila, Orta Çağ kaynaklarında acımasızlığı ile anılır. Bu nedenle de Avrupa'da "Tanrının Kırbacı" (Latince: Flagellum Dei, İngilizce: Scourge of God, İtalyanca: Flagello di Dio, Fransızca: Fléau de Dieu) olarak tanınır.
      Buna karşılık Germen (Alman) efsanelerinde Attila, çok büyük ve iyiliksever bir hükümdardır. Attila'nın sarayında birçok Germen hükümdarı yaşar. Nibelungen Destanı, Hun-Germen mücadelelerinden meydana gelir.  
     Batı Roma İmparatorluğuna sefer yaparken Papa'nın araya girmesiyle Attila Roma'yı fethetmedi ve vergiye bağladı. Attila 453 yılında son eşi tarafından gerdek gecesi öldürüldü.
    Mezarının nerede olduğu bilinmemektedir. Cenazesine katılanlar, mezarın yerinin bilinmemesi için öldürülmüştür. Ama tarihçiler arasında Tuna Nehri'nin yatağının bir süreliğine değiştirildiğine ve hazineleriyle birlikte Attila'nın nehrin altına gömüldüğüne, daha sonra da nehir yatağının eski haline getirildiğine dair yaygın bir inanış vardır.  


Çevrimdışı harikulade

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 565
  • 9.458
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 565
  • 9.458
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 16 Mar 2013 19:04:25
II.ABDÜLHAMİD HAN

Sultan Abdülmecid'in oğludur. Henüz 10 yaşındayken annesi Tirimüjgan Sultan ölünce, bakımını Abdülmecid'in diğer çocuksuz eşi Piristû Kadın Efendi üstlendi. Piristû Kadın Efendi, Abdülhamid'i kendi çocuğu gibi büyüttü. Babasının ölümünden sonra yerine geçen amcası Abdülaziz diğer şehzadelerle birlikte Abdülhamid'in eğitimiyle de yakından ilgilendi. 1867 yılında çıktığı Avrupa gezisine Abdülhamid'i de beraberinde götürdü. Amcası Abdülaziz'in 1876'da tahttan indirilmesi ve şüpheli koşullarda ölümü, ağabeyi V. Murat'ın tahta geçirildikten üç ay sonra ruhsal çöküntü geçirdiği iddiasıyla tahttan indirilerek Çırağan Sarayı'na hapsedilmesi olaylarına tanık oldu. 31 Ağustos 1876'da padişah ilan edildi ve 7 Eylül günü Eyüp'te kılıç kuşandı.Ağabeyinin yerine tahta geçirildikten sonra, her iki saltanat değişiminin mimarı olan Mithat Paşa'yı sadrazam yaptı. 33 yıl padişahlık yaptıktan sonra 27 Nisan 1909'da tahttan indirildi. 3 yıl Selanik'teki Alatini Köşkü'nde ev hapsinde tutulduktan sonra 1912'de İstanbul'daki Beylerbeyi Sarayı'na getirildi. 10 Şubat 1918'de İstanbul'da vefat etti. Mezarı, büyük babası için Divanyolu'nda yaptırılmış Sultan II. Mahmut Türbesi'nde bulunmaktadır.

Abdülhamid Han'ın yöneticilik dehası  yabancılar tarafından bile takdire şayan görülmüştür. Nitekim Almanya'nın milli birliğinin kurulmasını sağlayan meşhur devlet adamı  Bismark;


 ''Dünyâda 100 gram akıl varsa, bunun 90 gramı Abdülhamîd Han'da, 5 gramı bende, kalan 5 gramı da diğer dünyâ siyâsîlerindedir.''demiştir.

Çevrimdışı 38fatma

  • Bilge Üye
  • *****
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 17 Mar 2013 06:57:19
Bumın (Bumin) Kağan
(1. Kaynak)
Göktürk Devletinin kurucusu ve ilk hükümdarı. Göktürkler târih sahnesine çıktıkları sıralarda Juan-juanlara tâbi olarak, Altay Dağlarında an?anevî sanatları demircilikle uğraşıyorlar ve bu devlete silah îmâl ediyorlardı. Devrin Çin yıllıklarından, Göktürklerin bu sıralarda da dağınık halde bulunmadıkları ve federatif bir mahiyette Juan-juanlara bağlı oldukları görülmektedir. Nitekim Tu-wa adlı başbuğun yerine hânedânın başına geçen Bumin, 534 yılında Kuzey-Tabgaç idârecileriyle siyâsî münâsebet kurdu. 542?de akıncıların başında Huagn-ho Nehri yakınlarına kadar ilerledi.
546′da Juan-juan Devletine karşı ayaklanan Tölesleri itaat altına aldı. Bu başarısından sonra Juan-juan Devleti hükümdarı ile eş değerde olduğunu göstermek maksadıyla kızına tâlip oldu. Ancak bu isteğinin kabaca reddedilmesi üzerine üst üste vurduğu darbelerle Juan-juan Devletini çökertip arâzisini tamâmen hâkimiyeti altına aldı. İl-kağan unvanını alarak tahta çıktıktan sonra eski Hun başkenti Ötüken?i ele geçirerek devlet merkezi yaptı (552). Bumin Kağan, hükümdarlığını ilan ettikten sonra, küçük kardeşi İstemi?ye, Yabgu unvanıyla ülkenin batı kanadının idâresini verdi. İstemi Han, yeni yerler fethederek Batı Göktürk Kağanlığının temellerini atarken, Bumin Kağan, tahta çıktığı yıl içerisinde öldü. Yerine, oğlu Kolo (Kara) ve bunun genç yaşta ölümü üzerine de diğer oğlu Mu-kan Kağan geçti.
2. Kaynak)
Bumin (Çince Tu-men)Gök Türk Devleti’nin kurucusu(534?-552).Juan-Juan/Avarlara silah üreten Gök Türk budununun toparlayıcısı olan Bumin ilk olarak 534 yılında Çin’de hüküm süren Batı Tabgaç/Wei devletiyle siyasal ilişkiler kurmuş,542′de Huang-ho/Sarı Irmak yakınlarına bir sefer düzenleyerek kendisini göstermişti. 545′te Tabgaç hükümdarının kendi ayağına elçiler göndermesi artık önemli bir güç haline geldiğini gösteriyordu.Uzun süredir Juan Juan/Avar federasyonunun bir üyesi olduğu anlaşılan Türk bodununun başında bulunan ve yabgu unvanı kullanan Bumin 552′de artık kendini Avar hakanı ile eşit görebilmekteydi:Avar hakanının kzıyla evlenme talebinde bulundu.
Bu istek reddedildi.Bunun üzerine Tabgaçlar ile akrabalık kuran Bumin Avarlara ağır bir darbe vurarak uzun süredir bağlı kaldıkları bu federasyonu çökertti ve Ötüken merkezli bağımsız Gök Türk/Türk Devleti’ni kurdu(552).Bumin bu olay üzerine il-kağan unvanı aldı.Devletinin batı kanadının yönetimini ve genişletilmesi işini küçük kardeşi İstemi Kağan‘a verdi.İstemi göreceli bir şekilde kendi yüksek egemenliğine tabi idi.Bağımsız devleti kurduğu yıl ölen Bumin’in ölümü hakkında fazla bir bilgi yoktur.Yerine oğlu Ko-lo/Kara Kağan geçti.

Çevrimdışı 38fatma

  • Bilge Üye
  • *****
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 22 Mar 2013 06:51:39
 Kürşad
 
Tarihimiz yüzlerce isimsiz kahramanla doludur.İşte onlardan biri.KÜRŞAD. Göktürk hanedanının 10. büyük Türk Hakanı Çuluk Kağan’ ın küçük oğlu.39 arkadaşıyla Çin sarayını basıp, yüzlerce Çinlinin arasından Çin imparatorunu kaçırmayı denemiş bir kahraman. Nedeni de kendi halkının bağımsızlığını tekrar sağlayabilmek.
Göktürk Devleti, parçalanmış, Çin’in egemenliğine girmişti.Yüzbinlerce Türk, Çin’ in esiri durumundaydı.Bu durma son vermek isteyen 40 Türk asilzadesi biraraya geldiler ve Prens Kürşad’ı başkan seçtiler.

Çin, 50 milyon nüfusuyla dünyanın en kalabalık devleti konumundaydı.Çin İmparatoru, 13. Tang hanedanından 40 yaşındaki Lİ Şih-min idi.

Kürşad ve arkadaşları, Çin imparatorunu esir ederek Türk illerine kaçıracak, sonra Çin’ in elindeki Türk toprakları ve Türk asilzadeleriyle değiştireceklerdi.

Çin imparatorunun kılık değiştirerek her gece başkent Çangan’da dolaştığı Türkler tarfından haber alınmıştı.İmparatorun bir sokak baskını ile esir edilmesi oldukça kolaydı.Ancak planın uygulanacağı gece, aksilik büyük bir fırtına koptu ve İmparator saraydan çıkmadı.

Kürşad planın duyulup, Türklerin kılıçdan geçirilmesinden korkup, sarayı basmaya karar verdi.Kürşad’ın güvencesi, diğer 39 arkadaşının Çinlilerle kıyaslanamayacak derecede iyi silah kullanmalarıydı.

Gerçekten de o gece 40 Türk asilzadesi, Çin İmparatorluk sarayını bastı.Çok kanlı çarpışmalar oldu.Yüzlerce Çinli asker öldürüldü.Fakat Çinliler mantar gibi çoğaldıkça çoğalıyor, Kürşad ve arkadaşları zorlanıyorlardı.

İmparatorun ele geçirilemeyeceğini anlayan Kürşad, Arkadaşlarıyla sarayın ahırını basıp atlara binerek Çin’in başkentinden kaçtılar.Bütün Çin ordusu 40 Türk ün peşine düşmüştü.Vey ırmağında yavaşlayan Türk Beyleri, yüzlerce Çin askerini de yanlarını götürerek kahramanca can verdiler.

Çin’in egemenliğindeki Türkler büyük bir canlılıkla öç almak için ayaklandılar.Bütün Türk illerinde bağımsızlık rüzgarı esti.40 Türk ‘ün kahramanlığı, Çinlileri yüreklerine kadar titretmişti.Bir süre sonra Göktürkler silkindi, bağımsız bir devlet kurdular.

Bilge Kağan'ın dediği gibi: '' EY TÜRK TİTRE VE KENDİNE DÖN.ÜSTDE GÖK ÇÖKMEDİKÇE YERDE YER DELİNMEDİKÇE SENİN TÖRENİ KİM BOZABİLİR'' Milletimizin isteyipte yapamayacağı hiçbir şey yoktur.Yeter ki birlik olalım, kendimize sahip çıkalım.

Çevrimdışı 38fatma

  • Bilge Üye
  • *****
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 23 Mar 2013 07:12:45
Balamber

Adı bilinen ilk Batı Hun Türk hükümdarı (IV. yüzyılın ikinci yarısı).

Doğu ve Batı Gotları ortadan kaldırdı. Hun topraklarını genişletti. Kafkasların kuzeyinde yaşayan Alanları, Volga-Don bölgesindeki Sarmat ve İskitleri buyruğu altına aldı. Daha sonra Doğu Got İmparatorluğuyla savaştı ve onları yendi (373-374 arası). Got kralı Ermanarik, intihar etti. Balamber, düşmana çok iyi davrandı. Memleketlerinde kalmalarına izin verdi. Kendilerine kral seçmelerini istedi. Yeni kral Vithimir, Doğu Got İmparatorluğunu eski haline getirmek için çalıştı. Komşu kavimlere saldırdı. Balamber, buna engel oldu. Vithimir öldürüldü. Halkı ise Batı Gotlara sığındı. Fakat bir gece ay ışığında nehri geçen Balamber, Gotları bastı ve bozguna uğrattı. Volga’dan, Aşağı Tuna’ya uzanan bir Hun İmparatorluğu kurdu.

Balamber (Balamir); Çiçi Yabgu’nun dokuzuncu, Mete Han’ın 15. göbekten torunu ,Hun hakanı Haylundur kabilesinin de reisiydi. 10 tümen askeri vardı. (100 bin asker).Hun başbuğu Balamber idaresindeki büyük taarruz, önce Doğu Gotlarına çarptı ve bu devleti yıktı (374), Kral Ermanarikh intihar etti.Haylundurlar Macaristan’dan Anadolu‘ya gelip Karaman, Sivas ve Konya’ya yerleştiler.Tanrıya inanan bir kavimdi. Bu göç MS. 560-600 yılları arasında gerçekleşti. Balamber’in bir hanımı Gotlardan idi. Çocukları Almanya’da kaldı ve Baltıklara gitti.Balamber’in, Oğuzlar’ın atası olduğu rivayet edilmektedir. Bala-mir yani çocuk kral anlamına gelir.

Çevrimdışı evgi-47

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 956
  • 5.482
  • 956
  • 5.482
# 23 Mar 2013 12:59:06
İbn-i Sina
 (Tam adı Ebu Ali el-Hüseyin ibni Abdullah ibn-i Sina el-Belhi), Latince: Avicenna; 980, Buhara yakınları - 1037, Hamedan), filozof, hekim ve çok yönlü Müslüman Türk bilim adamıdır.
       İbn-i Sina 980 yılında günümüz Özbekistanında yer alan Buhara yakınlarındaki Afşana kentinde doğdu. Babası Abdullah, Samani İmparatorluğu'nun önemli şehri Belh'ten gelen saygın bir bilim adamıydı. Buhara'da iyi bir eğitim aldı. Olağanüstü hafızası ve zekası da bu konuda ona çok yardımcı olacaktı. 14 yaşına geldiğinde öğretmenlerini geçmeye başlamıştı. 16 yaşında tıbba döndü ve bu konudaki bilgileri öğrenmekle kalmayıp yeni tedaviler de geliştirdi. 19 yaşında doktor ünvanı elde etti ve ücret almaksızın hastaları tedaviye başladı.
      İbn-i Sina, Kuşyar isimli bir hekimin yanında tıp eğitimi aldı. Değişik konular üzerine 240'ı günümüze gelen 450 kadar makale yazdı. Elimizdeki yazıların 150 tanesi felsefe 40 tanesi de tıp üzerinedir. Eserlerinin en ünlüleri felsefe ve fen konularını içeren çok geniş bir çalışma olan Kitabü'ş-Şifa (İyileşme Kitabı) ile El-Kanun fi't-Tıb'dır (Tıbbın Kanunu). Bu ikincisi ortaçağ üniversitelerinde okutulmuştur. Hatta bu eser Montpellier ve Louvain'de 1650 yılına kadar ders kitabı olmuştur.
     Samanoğulları sarayı kâtiplerinden Abdullah Bin Sina'nın oğlu olan İbn-i Sina (Batı'da Avicenna adıyla tanınır), babasından, ünlü bilgin Natili'den ve İsmail Zahit'ten ders aldı. Geometri (özellikle Öklid geometrisi), mantık, fıkıh, sarf, nahiv, tıp ve doğabilim üstüne çalışmalar yaptı. Farabi'nin el-İbane' s aracılığıyla Aristoteles felsefesini ve metafiziğini öğrenip, hastalanan Buhara prensini iyileştirince (997) saray kütüphanesinden yararlanma olanağına kavuştu. Babası ölünce, Cür-can'da Şiraz'lı Ebu Muhammed'ten destek gördü (Tıp Kanunu'nu Cürcan'da yazdı). Çağında tanınan bütün Yunan filozoflarının ve Anadolu doğacılarının yapıtlarını incelemiştir.
        İbn-i Sina'nın kalan 10 ya da 12 yılı Ebu Cafer'in hizmetinde geçti. Burada doktor, bilim danışmanı olarak çalıştı ve hatta savaşlara bile katıldı. Bu yıllarda edebiyat ve filoloji çalışmaya başladı. Bir Hamadan seferi sırasında şiddetli bir kolik atağına yakalandı. Güçlükle ayakta duruyordu. Hamedan'a vardığında önerilen tedavileri uygulamadı ve kendisini kadere teslim etti. Ölüm yatağında mallarını yoksullara bağışladı, kölelerini azat etti ve son gününe dek 3 günde bir Kuran okudu. 1037 Haziranında Ramazan ayında 57 yaşında öldü. Kabri Hamedan'dadır.

Çevrimdışı sewal42

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.654
  • 1.287
  • 1.654
  • 1.287
# 23 Mar 2013 18:36:01
melikşah

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 24 Mar 2013 00:32:34
Bugün Kore Çin Japon yapımı tarihlerini anlatan filmler kültürlerini de tanıtacak şekilde yapılmakta. Bizim Tarihimizde ise filmleştirilebilecek Birçok olay varken yapılmamaktadır. Kürşad'ın Baskınından tutunda Çanakkale'ye, Kıbrıs harekatına Fetihlere İrlandaya Endülüse Japonyaya Açeye yapılan yardımların hikayelerine kadar . Umarım bir kıpırdanma olur da bizlerde Sinema Sektörünü lehimize kullanabiliriz.
Yapılanlar ise örnek olmalı

Çevrimdışı 38fatma

  • Bilge Üye
  • *****
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 24 Mar 2013 05:57:53
İşbara Kağan Devri (582-587)

İşbara, bir sürü hadiseden sonra kağan seçilebilmiş, ancak adı gibi çok cesur ve bilge bir şahsiyete sahip olduğu için, devlete bağlı bütün boyların kalbini kazanmıştı. Bununla birlikte Türk olmayan diğer doğu ve kuzey doğudaki Moğol kabileleri de ona itaat etti. Özellikle P'an-tie adlı bir tudun ile onları idare ediyordu. Shih-wei kabilesi ise üç tudun ile idare olunuyordu. İşbara, Çin ile ilişkilere de başlamıştı. 581 kasımında elçi göndererek, Sui hanedanına hediye sundu. Bir ay önce Çin'e elçi gönderen Apo'ya karşı nazire olması için yollanmış olması muhtemeldir. Aslen Chou ailesinden gelen prenses Ch'ien-chin, Çin'de kendi hanedanının yıkılmasından derin üzüntü duyuyordu. Bu yüzden gece-gündüz ağlayarak İşbara'yı etkilemeye ailesinin intikamını vezirine (başbakan-en yüksek devlet adamı) kendisinin yıkılan Chou hanedanıyla akraba olduğunu, şimdi Sui devletinin onların yerini aldığını, bu durumda karısının yüzüne bakamadığını "söyleyerek, bir şeyler yapması gerektiğini" diyordu. Mukan Kağan zamanında prenses A-shih-na'nın gelin olarak gönderilişinden sonra Ch'ang-an'da kalan ve rahat bir şekilde yaşayan Gök-Türklerin geri gönderilmesi de İşbara'yı kızdıran bir başka sebep idi.

Bundan sonra İşbara eskiden Ch'i devletinin Ying eyaleti askeri valiliğini yapan, devlet yıkılınca Gök-Türklerle müttefik olup, Chou'lara karşı gelen Kao Pao-ning ile işbirliği yaptı. Beraberce Lin-yü garnizonuna hücum edip, ele geçirdiler. Gök-Türk saldırısından korkmaya başlayan Sui imparatoru derhal Çin şeddinin Shan-tung'daki kalelerinin tamirini ve de You ve Ping eyaletlerinde savunma hazırlıklarının yapılmasını emretti. Bu eyaletlerdeki bütün garnizon kumandanları hemen savunma faaliyetlerine giriştiler.

Çevrimdışı 38fatma

  • Bilge Üye
  • *****
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 25 Mar 2013 06:50:46
Uluğ Bey Kimdir? 

1393 yılında Sultaniye'de doğmuştur. Dönemin en büyük bilim alimlerinden bir tanesidir. Aynı zaman çokta iyi bir hükümdardır. Bilimde ilgilendiği alan matematik ve astronomidir. Timur'un erkek torunlarından hükümdar olanların bir tanesinin oğludur. Asıl adı Mehmettir. Ama onu herkes Uluğ Bey olarak tanır. Timur'un öldüğü sıralarda Uluğ Bey Semerkand'da bulunuyordu. Semerkand ve Maveraülnehir'e Mirza Halil Sultan'ın saldırısı üzerine babasının yanına gitmek zorunda kaldı. Babası bu bölgeleri yeniden ele geçirerek oğlu Uluğ Bey'e yönetimi bırakmıştır. Daha sonra Uluğ bey hem ülkeyi idare etmiş hem de öğrenimini sürdürmüştür. Uluğ Bey hem çok iyi bir bilim adamı hem de çok iyi bir padişahtı. Boş vakitlerini genelde kitap okuyarak ve bilim adamlarıyla fikir alış verişinde bulunarak geçirmiştir. Uluğ Bey tüm bilginleri etrafına toplamıştır. Aynı zamanda sadece kendisi bilimle ilgilenme kalmayıp diğer insanları da bilimle uğraşmaları için teşvik etmiştir. Medreselerde ders verilmesini sağlamıştır. O dönemin bir çok ünlü bilim adamını bir araya toplamıştır. Bilim merkezleri kurmuştur.

Uluğ Bey aynı zamanda çok zeki ve hafızası çok güçlü bir bilim adamıdır. Bir kitabı çok dikkatli okuduğunda o kitabı ezberleyebiliyordu. Daha çok matematik ve astronomi bölümleriyle ilgilenirdi. Bu bölümler hakkında bir çok bilgiye sahiptir. Bir rivayete göre kendi falına bakmış ve oğlu Abdüllatif tarafından öldürüleceğini görmüş ve bu sebepten dolayı oğlunu yanından uzaklaştırmıştır. Oğlunun babasına duyduğu bu soğukluk basının küçük oğluna daha fazla ilgi göstermesiyle daha da şiddetlenmiştir.

Semerkand'a bir rasathane kurmuştur, bu rasathanenin başkanlığını Kadı Zade etmiştir. Rasathane için yörede bulunan tüm mühendis, alim ve ustaları buraya çağırmıştır. Rasathanenin yapım ve rasat aletleri için çok para harcamıştır. Bu gözlem evinde yapılan gözlemler ancak on iki yolda bitirilebilmiştir. Gözlem evini sadece Kadı Zade değil Cemşit tarafından da yönetmiştir. Kadı Zade gözlemlerin sonucunu göremeden ölmüştür. Daha sonra gözlem evi Ali Kuşçuya bırakılmıştır. Uluğ Bey bu gözlem evinde en büyük eserini yani Zîc-i (Zeyç) burada yapmıştır. Bu eser daha bir kaç yüzyıl doğu ve batı tarafından kullanılmıştır. Zeyç'in ilk makalesi 1650 yılında Londra'da ilk olarak yayınlanmıştır. Avrupada bir çok dile çevrilmiş ve 1839 yılında cetvelleri Fransızca tercümesi ile basılmış. Daha sonrada orijinal olarak 1846 yılında basılmıştır.
Zîc-i Irak ve İran savaşı sırasında Türkiye'ye Aysofya'ya getirilmiştir. Bu büyük eserin sahibi 1449 yılında kendisinin de korktuğu gibi oğlu Abdüllatif tarafından öldürülmüştür.



Çevrimdışı 38fatma

  • Bilge Üye
  • *****
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 26 Mar 2013 06:09:50
.BİZ KİM MİYİZ..

- Korkusundan Çin seddi yaptırılan (Mete)
- Avrupa'ya aman dileten (Attila)
- 50 binle 200 bin kişilik orduyu yok eden (Alparslan)
- 2 bin kişi ile 500 bin haçlı ordusunu Hatay'a kadar kovalayan (Kılıçarslan)
... - 40 çeriyle binlerce kişilik Çin'e karşı duran (Kürşad)
- Gemileri karadan yürütüp çağ kapatıp çağ açan (Fatih)
-Ülkeyi ingilizlerin , yunanların,fransızların.rusların,italyanların işgalinden kurtaran (Mustafa Kemal Atatürk)

TORUNLARIYIZ..

Çevrimdışı 38fatma

  • Bilge Üye
  • *****
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 27 Mar 2013 06:08:28
15. yüzyılda yaşamış olan önemli bir astronomi ve matematik bilginidir. Babası Timur'un (1369-1405) torunu olan Uluğ Bey'in (1394-1449) doğancıbaşısı idi. "Kuşçu" lakabı buradan gelmektedir.

Ali Kuşçu, Semerkand'da doğmuş ve burada yetişmiştir. Burada bulunduğu sıralarda, Uluğ Bey de dahil olmak üzere, Kadızâde-i Rûmi (1337-1420) ve Gıyâsüddin Cemşid el-Kâşi (?-1429) gibi dönemin önemli bilim adamlarından matematik ve astronomi dersleri almıştır.

Ali Kuşçu bir ara, öğrenimini tamamlamak amacı ile, Uluğ Bey'den habersiz Kirman'a gitmiş ve orada yazdığı Hall el-Eşkâl el-Kamer adlı risalesi ile geri dönmüştür. Dönüşünde risaleyi Uluğ Bey'e armağan etmiş ve Ali Kuşçu' nun kendisinden izin almadan Kirman'a gitmesine kızan Uluğ Bey, risaleyi okuduktan sonra onu takdir etmiştir.

Ali Kuşçu, Semerkand'a dönüşünden sonra, Semerkand Gözlemevi'nin müdürü olan Kadızâde-i Rûmi'nin ölümü üzerine gözlemevinin başına geçmiş ve Uluğ Bey Zici'nin tamamlanmasına yardımcı olmuştur. Ancak, Uluğ Bey'in ölümü üzerine Ali Kuşçu Semerkand'dan ayrılmış ve Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın yanına gitmiştir. Daha sonra Uzun Hasan tarafından, Osmanlılar ile Akkoyunlular arasında barışı sağlamak amacı ile Fatih'e elçi olarak gönderilmiştir.

Bir kültür merkezi oluşturmanın şartlarından birinin de bilim adamlarını bir araya toplamak olduğunu bilen Fatih, Ali Kuşçu' ya İstanbul'da kalmasını ve medresede ders vermesini teklif eder. Ali Kuşçu, bunun üzerine, Tebriz'e dönerek elçilik görevini tamamlar ve tekrar İstanbul'a geri döner. İstanbul'a dönüşünde Ali Kuşçu, Fatih tarafından görevlendirilen bir heyet tarafından sınırda karşılanır. Kendisi için ayrıca karşılama töreni yapılır. Ali Kuşçu' yu karşılayanlar arasında, zamanın ulemâsı İstanbul kadısı Hocazâde Müslihü'd-Din Mustafa ve diğer bilim adamları da vardır.

İstanbul'a gelen Ali Kuşçu' ya 200 altın maaş bağlanır ve Ayasofya'ya müderris olarak atanır. Ali Kuşçu, burada Fatih Külliyesi'nin programlarını hazırlamış, astronomi ve matematik dersleri vermiştir.

Ayrıca İstanbul'un enlem ve boylamını ölçmüş ve çeşitli Güneş saatleri de yapmıştır. Ali Kuşçu' nun medreselerde matematik derslerinin okutulmasında önemli rolü olmuştur. Verdiği dersler olağanüstü rağbet görmüş ve önemli bilim adamları tarafında da izlenmiştir. Ayrıca dönemin matematikçilerinden Sinan Paşa da öğrencilerinden Molla Lütfi aracılığı ile Ali Kuşçu' nun derslerini takip etmiştir. Nitekim etkisi 16. yüzyılda ürünlerini verecektir.

Ali Kuşçu'nun astronomi ve matematik alanında yazmış olduğu iki önemli eseri vardır. Bunlardan birisi, Otlukbeli Savaşı sırasında bitirilip zaferden sonra Fatih'e sunulduğu için "Fethiye" adı verilen astronomi kitabıdır. Eser üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde gezegenlerin küreleri ele alınmakta ve gezegenlerin hareketlerinden bahsedilmektedir. İkinci bölüm Yer'in şekli ve yedi iklim üzerinedir. Son bölümde ise Ali Kuşçu, Yer'e ilişkin ölçüleri ve gezegenlerin uzaklıklarını vermektedir.

Döneminde hayli etkin olmuş olan bu astronomi eseri küçük bir elkitabı niteliğindedir ve yeni bulgular ortaya koymaktan çok, medreselerde astronomi öğretimi için yazılmıştır. Ali Kuşçu'nun diğer önemli eseri ise, Fatih'in adına atfen Muhammediye adını verdiği matematik kitabıd

Çevrimdışı evgi-47

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 956
  • 5.482
  • 956
  • 5.482
# 27 Mar 2013 07:36:37
Ziya GÖKALP

    Mehmet Ziya Gökalp (23 Mart 1876, Diyarbakır – 25 Ekim 1924, İstanbul), yapıtları ve görüşleriyle Türkçülüğü ve Türk milliyetçiliğini önemli ölçüde etkileyen Osmanlı ve Türk toplumbilimci, yazar, şair ve siyasetçidir. Meclis-i Mebusan'da ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde milletvekilliği yapmıştır. "Türk millîyetçiliğinin babası" olarak da anılır.
     Lise son sınıfta öğrenci iken “Padişahım Çok Yaşa” yerine “Milletim Çok Yaşa” diye bağırması, hakkında soruşturma açılmasına yol açtı. O sırada okul süresinin beş yıldan yedi yıla çıkması üzerine 1894’te okuldan ayrıldı.
    Liseden ayrıldıktan sonra amcasından Arapça ve Farsça dersleri aldı. Tasavvufla ilgilendi. Fransızca öğrenmeye başladı. Diyarbakır’daki kolera salgını nedeniyle bu şehirde görevlendirilen Doktor Abdullah Cevdet Bey ile tanıştı, fikirlerinden etkilendi. Ekonomik sıkıntılar yüzünden öğrenimine devam etmek için İstanbul’a gidememesi, ailesinin evlenmesi için baskı yapması gibi nedenler 18 yaşındaki Mehmet Ziya’yı intihara sürükledi. İntihar girişiminin sebebi olarak idadideki hocası Dr. Yorgi Efendi’den aldığı felsefe eğitimi ve ailesinin verdiği dini eğitim arasında yaşadığı çatışma da gösterilmektedir. Kafasına sıktığı kurşun, güç koşullar altında yapılan morfinsiz bir ameliyatla çıkarıldı. Ameliyatı gerçekleştiren Dr. Abdullah Cevdet Bey ve Diyarbakır’da bulunan genç bir Rus operatördü. İntihar girişiminden sonra kendisini tekrar okumaya verdi. Özgürlüğe düşman olanlara çatan pek çok şiir yazdı.
    1896'da , Erzincan Askeri Lisesi’nde öğrenci olan kardeşi Nihat sayesinde Harp Okulu öğrencileri ile birlikte İstanbul'a giden Gökalp, ücretsiz olduğu için Baytar Mektebi'ne kaydını yaptırdı. Buradaki öğrenimi sırasında ülkedeki özgürlük hareketine katılmış insanlarla tanışmak için gayret gösterdi; İbrahim Temo ve İshak Sükûti ile görüştü. Jön Türkler’den etkilendi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı. “Yasak yayınları okumak ve muhalif derneklere üye olmak” nedeniyle 1898’de tutuklandı. Bir yıl cezaevinde kaldı.
     Osmanlı Devleti'nin parçalanma sürecinde yeni bir ulusal kimlik arayışına girdi. Düşüncesinin temelinde, Türk toplumunun kendine özgü ahlaki ve kültürel değerleriyle, Batı'dan aldığı bazı değerleri kaynaştırarak bir senteze ulaşma çabası yatıyordu. "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" diye özetlediği bu yaklaşımın kültürel öğesi Türkçülük, ahlâki öğesi de İslamdı. Uluslararası kültürün yapıcı öğesinin ulusal kültürler olduğunu savundu. Saray edebiyatının karşısına halk edebiyatını koydu. Batı'nın teknolojik ve bilimsel gelişmesini sağlayan pozitif bilim anlayışını benimsedi. Dini, toplumsal birliğin sağlanmasında yardımcı bir öğe olarak değerlendirdi.
      Toplumsal modeli, Emile Durkheim'in teorik temellerini kurduğu "dayanışmacılık" temelinde şekillendi. Bireyi temel alan liberalizm ve kapitalist toplumun sınıf mücadelesiyle yıkılarak sınıfsız toplumun kurulmasını hedefleyen Marksizm'e karşı; sınıfsal ayrımları değil mesleki ayrımları gören, mesleki örgütleri temel toplum birimi olarak kabul eden, meslek örgütlerinin dayanışmasıyla toplumsal huzurun kurulabileceğini savunan solidarizmde karar kıldı. Toplumsal ve siyasi görüşlerini anlattığı sayısız makale yazdı. "Türkçülük" düşüncesini sistemleştirdi. Milli edebiyatın kurulması ve gelişmesinde önemli rol oynadı. Ziya Gökalp önce Türkiye Türkçülüğü sonrasında Oğuzculuk daha sonra ise Turancılık fikirlerinin destekçisidir.

Çevrimdışı 38fatma

  • Bilge Üye
  • *****
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 28 Mar 2013 06:24:08
Selçuk Bey

Selçuklu Devleti’ne adını veren Selçuk Bey, Aral Gölü ile Hazar Denizi arasına hakim olan Oğuz Devleti’nin komutanlarından Dukak Subaşı’nın oğludur. Babası ölünce, yerine, 18 yaşındaki Selçuk Bey, subaşı oldu. Genç yaşına rağmen, yüksek mevkilere ulaşan Selçuk Bey’in giderek artan itibarı, Oğuz Devleti’nin Yabgusu ve eşini rahatsız edince; Selçuk Bey, kendisine bağlı aşiretiyle birlikte Oğuz Yabgu Devleti topraklarını terk etti. Selçuk Bey ve maiyetindekiler, 985 ve takip eden yıllarda güneye giderek, Seyhun Irmağı kenarındaki Cend şehrine geldi. Yerleştikleri bölge, dönemin İslam ülkeleriyle sınır durumundaydı.
Selçuk Bey yönetimindeki Oğuz Türkleri, kısa zamanda İslamiyeti kabul etti. Bu durum, Selçuk Bey ile Yabgu’nun arasını iyice açtı. Selçuk Bey, “Müslümanlar, gayrimüslimlere haraç vermez’ diyerek, Yabgu’nun haraç memurlarını kovdu ve bağımsızlığını ilan etti. Ardından, çevresindeki gayrimüslimlere karşı cihada başladı. Selçuk Bey’in istiklalini ilan etmesi, Yabgu’ya karşı direnmesi ve cihada girişmesi, bölgede itibarını giderek artırdı ve Yabgu’ya karşı olan Türk beyleri, kendisinin etrafında toplanmaya başladı. Böylece, Maveraünnehir’de üstünlük sağlayan Selçuk Bey, Müslüman olan Samanilerle anlaşarak, Buhara yakınlarındaki Nur kasabasına yerleşti

Çevrimdışı evgi-47

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 956
  • 5.482
  • 956
  • 5.482
# 28 Mar 2013 19:03:09
Koca Yusuf
Yusuf İsmail, Korkunç Türk (d. 1857, Şumnu, Bulgaristan - ö. 4 Temmuz 1898 Atlantik Okyanusu), Deliormanlı efsanevi Türk güreşçidir.
      Mindere çıkan ve grekoromen güreşi yapan ilk Türk pehlivanı olduğu sanılmaktadır. 1885 yılında Kırkpınar başpehlivanı olmuş; 1894 yılından itibaren Avrupa ve ABD'de devrin en ünlü güreşçileri ile güreşmiştir. 144 kilo sıkletindeki sporcu, 1.88 metre boyundaydı. ABD turnesinden ülkesine dönerken bir gemi kazasında yaşamını yitirdi.
       Serbest Güreşin efsanevi isimlerinden olan Yusuf, iri gövdesi, güreş becerisi, gücü ve sporcu ahlakı ile "Koca" lakabını almıştır. Önceleri doğduğu köyden ötürü "Kararlı Yusuf", sonra "Şumnulu Yusuf" olarak anılmış, 1896'dan itibaren çırağı "Erikli Mehmet"e "Küçük Yusuf" denilmeye başlanınca kendisine "Büyük Yusuf" denilmişti.
     Dünyada “Terrible Turk” (Korkunç Türk) olarak tanındı. Kendisinden sonra başka Türk güreşçiler de bu unvanı kullandılar.
     1900 yılında Rıza Tevfik 'Güreşte Avrupa Usulü ile Türk Usulü arasındaki Fark ve Müşahebet’ başlıklı yazısında kendisinden Koca Yusuf diye bahsedince yurtta bu isimle anılmaya başlanmıştır
     Koca Yusuf'u yenebilen tek pehlivanın Kavalalı Çolak Mümin Pehlivan olduğu iddia edilir. 1894 yılında Rami'de yapılan ve Kel Aliço'nun hakem olduğu bir karşılaşmada Çolak Mümin, Koca Yusuf'u açık düşürmüştür. Hakem Aliço bu durumu yenik sayınca Yusuf tek yenilgisini almıştır. Çolak Mümin'in bu maçta sakatlanmasından ötürü güreş hayatına devam edemediği rivayet edilir.
    "Koca Yusuf namını ilerletince bir yolculuğa çıkar. Yolda bir öküz kağnısının çamura saplandığını görür 4 kişi kağnıyı bir karış oynatamaz, Yusuf yardıma koşar. “Bir de ben deneyeyim kardaşlar” deyip kağnının okunu tutar, herkes geri çekilip Yusuf’un gücünü izler. Yusuf kağnıyı öyle sert çeker ki, kağnı çamurdan çıkar, oku da Yusuf’un elinde kalır. "
    Avrupa'da büyük ün kazanınca Amerika Birleşik Devletleri'nden organizatörler onu New York’a davet ettiler. Antonio Pierri ve Doublier ile birlikte gittiği ABD'de menajeri William Brady oldu. Bu ülkede yaptığı 33 karşılaşmada yendiği sporcular arasında George Bothner, Ewan Lewis, Dan McLeod, Tom Jenkins vardır. Şikago’da bir karşılaşmada dünya şampiyonu Evan Lewis’i üst üste iki defa yendikten sonra yurda dönmeye karar verdi. Yaptığı güreşlerde yenilmemesi ve heybeti dolayısıyla ABD’de kendisine The Terrible Turk (Korkunç Türk) unvanı verilmiştir.
     Türkiye'ye dönmek üzere 21 Mayıs 1898'de Fransız bandıralı La Bourgogne transatlantiği ile yola çıkan Koca Yusuf, bindiği geminin 4 Temmuz sabahı New York'un kuzeydoğusundaki Sable Adası'nın 60 mil açıklarında İngiltere bandıralı Cromartyshire şilebiyle çarpışıp batması sonucu tüm yolcular ve mürettebatla birlikte boğularak ölmüştür.
     Kaza sonrasında filikalara binen diğer yolcularla birlikte kurtulmaya çalışan Koca Yusuf’un ölümüne, tutunduğu filikadaki diğer yolcuların onun koca gövdesinin sandalı devireceği korkusuna kapılıp kürek ve baltalarla ellerine vurmalarının ellerini çekmeyeceğini anlaşılınca filikadakiler baltayla bileklerini keser, kazanın ardından Amerikan dergilerindeki makalelerde yayımlandı.
Koca Yusuf’un cesedinin Atlas Okyanusu’nda kaybolduğu sanılmaktadır. Ancak şair Sunay Akın’ın Önce Çocuklar ve Kadınlar adlı kitabının “Okyanusa Yenilen Güreşçi” başlıklı bölümünde Azor Adaları'nda mezarının bulunduğu iddiasına yer verilmiştir. Kaza sonrasında civar adalara vuran gemi yolculara ait 20 cesetten pek heybetli değişik kılıklı olanının Koca Yusuf olabileceğini iddia eden yazar, cesedin adadaki kilisenin mezarlığına defnedildiğini belirtmiştir.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK