Türk Büyükleri

Çevrimdışı evgi-47

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 956
  • 5.482
  • 956
  • 5.482
# 29 Mar 2013 08:56:12
Gazi YAŞARGİL
     Mahmut Gazi Yaşargil, dünyaca ünlü Türk tıp doktoru, nöroşirüji uzmanı. Mikro cerrahinin nöroşirüji alanında kullanılabilirliğini keşfetti. Epilepsi ve beyin tümörlerinin tedavisi için yeni yöntemler buldu. Nöroşirüji alanında yüzyılın en büyük gelişmelerine imzasını attı.
    6 Temmuz 1925’te, Diyarbakır’ın Lice ilçesinde bir Kaymakam çocuğu olarak dünyaya geldi. Anne tarafı Karadeniz'den, baba tarafı Beypazarı’na ilk yerleşen Kayhan aşiretine mensup aileye dayanır. Babası Asım Bey 1924′te Diyarbakır Lice’ye kaymakam olarak atanır.    
    Lise eğitimini Ankara Atatürk Lisesinde tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesine girdi. 1944 yılında Almanya’ya giderek Friedrich Schiller Üniversitesi’nde çalışmalarını sürdürdü. İkinci Dünya Savaşı’nın etkileri yüzünden 1945 yılında buradan ayrılarak İsviçre’deki Basel Üniversitesi’ne girdi. 1950 yılında bu üniversitede doktora eğitimini tamamladı.
     1957 ve 1965 yılları arasında Zürih’teki üniversite hastanesinde çalışmalarını sürdürdü. 1965 yılında yardımcı profesör olan Yaşargil, 1965 ve 1967 yılları arasında, Amerika Birleşik Devletleri’nin Burlington kentindeki Vermont Üniversitesi’nin Nöroşirüji Bölümü’nde, Profesör Peardon Donaghy ile birlikte mikrovasküler cerrahi alanında çalışmalar yürüttü.
      Buradaki çalışmalarını tamamlayan Yaşargil, Zürih’e döndü ve 30 Ekim 1967 tarihinde, cerrahi mikroskop kullanarak ilk beyin bypass ameliyatını gerçekleştirdi. Bu başarısı ile nöroşirürji dünyasında kendinden bahsettirmeye başlayan Yaşargil, cerrahi alanında kullanılan ekipmanları yetersiz bularak, bu alanda yeni arayışlar içine girdi. Bu yönde yaptığı çalışmalar sonunda cerrahi alanına yüzer mikroskop ve anjiyografi gibi önemli katkılarda bulundu. Beyin ameliyatlarında kullandığı mikroskop, anverizmaların giderilmesinde çok önemli bir rol alarak bu alanda çığır açtı. 1973 yılında profesörlük ünvanını kazandı ve Zürih Üniversite’si Nöroşirüji Bölümü’nün bölüm başkanlığına getirildi.
     Harvey Cushing ile beraber 20. yüzyılın en önemli nöroşirüji uzmanı olarak nitelenen Yaşargil, kendisinden sonra gelen üç nesile bu alanla ilgili çok önemli bilgiler aktardı. Görev aldığı üniversitelerde dünyanın çeşitli yerlerinden gelen üç binden fazla öğrenciye bilgi ve tecrübelerini, nasıl uygulanması gerektiğini göstererek anlattı.
      Prof. Dr. Yaşargil’in icatları arasında; kızının adını verdiği, beyin loplarını açmada kullanılan “Otomatik Leyla Ekartörü” ve dizaynını yaptığı “Yaşargil Anevrizma Kliplerini” sayabiliriz. Yaşargil patentli buluşlarına çocuklarının adını veriyor.
     1973 yılından beri cerrahi operasyonlarda yanında bulunan hemşire Dianne Bader-Gibson ile evli olan Yaşargil, meslek yaşamını ABD’de Arkansas Tıp Bilimleri Üniversitesi’nde sürdürmektedir. Amerikan Beyin Cerrahları Birliği tarafından “yüzyılın adamı” seçilen Yaşargil, birliğin saygın yayın organı olan Neurosurgery adlı derginin de kapağında yer almıştır.

Çevrimdışı 38fatma

  • Bilge Üye
  • *****
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 30 Mar 2013 06:42:16
Abdülhamid İbn Türk Tarihte Türk lakabını taşıyan nadir Türk bilim adamlarındandır. Hârezmi'nin çağdaşıdır. Cebir konusunda yazmış olduğu kitabın ancak küçük bir bölümü bugün elimizde bulunmaktadır. Burada, özel tipler halinde gruplandırılmış ikinci derece denklemlerinin çözümleri, Hârizmi'ninkilerden daha ayrıntılı olarak verilmiştir. Mesela x² + c = bx denkleminin, diğer denklem tiplerinden farklı olarak iki çözümü olduğunu ayrı ayrı şekillerle göstermiş olduğu halde, Hârizmi bir tek şekil kullanmıştır; ayrıca Abdülhamid ibn Türk, c * (b/2)² durumunda çözümün imkansız olacağını da şekil vererek kanıtlamıştır. Bu nedenle İbn Türk'ün açıklamasının Hârizmi'ninkinden daha mükemmel olduğu söylenebilir. İbn Türk'ün söz konusu cebir kitabı, Hârizmi'nin ilk cebir kitabı yazarı olma özelliğini şüpheli bir hale getirmektedir, buna rağmen Hârizmi'nin cebir tarihindeki etkisi tartışılamaz önemdedir.

Çevrimdışı evgi-47

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 956
  • 5.482
  • 956
  • 5.482
# 30 Mar 2013 11:26:10
Sadık Ahmet
 (7 Ocak 1947 Gümülcine - 24 Temmuz 1995 Gümülcine), mensubu olduğu Batı Trakya Türkleri'nin hakları için verdiği mücadele ile tanınmış bir tıp doktoru ve siyasetçidir.
     Sadık Ahmet Gümülcine'nin Sirkeli köyünde doğup, ilköğrenimi köyünde, orta öğrenimini ise il merkezindeki Celal Bayar Lisesi'nde tamamladı. 1966-1967 öğrenim yılını Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde geçirdikten sonra, Selanik üniversitesi tıp fakültesine girdi. Cerrah unvanını 1984 yılında edindi, ve aynı dönemde Batı Trakya Türkleri'nin toplumsal sorunlarına eğilmeye başladı.
     Bu sorunların başında Yunanistan'ın Batı Trakya Türk Azınlığının budunsal (etnik) kimliğini tanımaması, ve onun yerine Lozan Antlaşması'na sığınarak dini kimliği kullanması gelir. Bunun yanı sıra, çoğunluğu çiftçilik ve hayvancılık ile uğraşan Batı Trakya Türkleri'nin topraklarının kamulaştırılması, insan haklarına aykırı olarak 1955-1998 yılları arasında Yunanistan vatandaşlık yasasının 19. maddesi gereği 46.638 Batı Trakyalı ve Oniki Adalı Türk'ün vatandaşlıktan çıkarılması, ve Lozan Antlaşması'na aykırı olarak Batı Trakya Türk Azınlığının eğitim kurumu kurup denetleyememesi ve dini önderini seçme hakkının gasp edilmesi diğer önemli sorunlar arasındadırlar.
     Bu sorunlar karşısında, Sadık Ahmet ilk olarak 1985 yılında, Batı Trakya Türklerinin sorunlarını uluslararası kamuoyuna duyurmayı amaçlayan bir imza kampanyası başlattı, ve 8 Ağustos 1986'da bunun üzerine tutuklandı. Engellemelere rağmen, 15.000'e yakın imza toplamayı başarmıştı.
    Sonraki yıl, 25 Eylül’de Selanik'te bulunan İnsan Hakları üyelerine Batı Trakya Türklerinin sorunlarını açıklayan bildiriler dağıttı ve dolayısıyla 30 ay hapis cezasına çarptırıldı. Bu karar uluslararası kuruluşların baskıları nedeniyle hala Yunanistan yüksek mahkemesinde temyiz halinde bulunmaktadır.
    18 Haziran 1989 genel seçimlerinde Batı Trakya Türklerinden seçilen ilk bağımsız milletvekili oldu, ancak çok sürmeden milletvekili adaylığı iptal edildi. 26 Ocak 1990 tarihinde gerçekleşen bir konuşmasında, Batı Trakya Azınlığı ile "Türk" sıfatını kullanmasından ötürü tutuklandı ve Selanik Dudullu hapishanesinde 2 ay geçirdikten sonra cezasının kalanı paraya çevirilip serbest bırakıldı.
    8 Nisan 1990'da ikinci kez bağımsız milletvekili seçilen Sadık Ahmet, Batı Trakya Türklerini temsil eden ilk siyasi parti olan Dostluk, Eşitlik, Barış (DEB) partisini 13 Eylül 1991'de kurup genel başkanlığını üstlendi. Bunun üzerine 1993'de seçim yasasında değişikliğe gidilerek, seçimlere katılan partilere %3'ü geçme zorunluluğu getirildi. Yunanistan nüfüsunun %1.5-2'sini oluşturun Batı Trakya Türk Azınlığı ile DEB'in Meclis'e girmesi böylece engellendi.
      Sonraki yıllarda, Yunan makamlarının caydırıcı politikasının devamına rağmen, Sadık Ahmet, ülke içinde ve uluslararası ortamlarda Batı Trakya Türklerinin sorunlarını başarı ile dile getirmeye devam etti. 24 Temmuz 1995'de Lozan Anlaşmasının 72. yıldönümünde şüpheli bir trafik kazası ile hayatını kaybetti. Türkiye'de, özellikle Trakya bölgesinde, bir çok okul, yol ve park adını taşımaktadır.
      Kazanın üzerindeki sis perdesi hala aralanamamıştır.

Çevrimdışı hydr61

  • Aktif Üye
  • **
  • 8
  • 1.049
  • Zihin Eng. Öğrt.
  • 8
  • 1.049
  • Zihin Eng. Öğrt.
# 30 Mar 2013 18:58:18
Büyük İnsan Mevlana ..

Çevrimdışı greko1461

  • Aktif Üye
  • **
  • 27
  • 60
  • 27
  • 60
# 30 Mar 2013 20:02:24
Kesinlikle alttaki yazım da ona ait.

Çevrimdışı aysu6778

  • B Grubu
  • 1
  • 1
  • 1
  • 1
# 30 Mar 2013 20:43:07
Mesela ahmet kara,ahmet kutsi tecer, aşık veysel şatıroğlu,bedri, rahmi eyüboğlu

Çevrimdışı 38fatma

  • Bilge Üye
  • *****
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 31 Mar 2013 07:57:05
İ15 yüzyılda, Fatih Sultan Mehmet ve II Beyazıd dönemlerinde yaşamış meşhur matematikçilerdendir Sinan Paşa’nın ve Ali Kuşçu’nun talebesi olmuş, Ali Kuşçu’dan öğrendiği matematik bilgilerini Sinan Paşa’ya aktarmıştır Böylece Sinan Paşa, onun vasıtasıyla matematik öğrenmiştir Sinan Paşa’nın tavsiyesiyle, Fatih, Molla Lütfi’yi, özel kütüphanesinin müdürlüğüne getirmiştir Molla Lütfi, bu sayede pek çok değerli kitaptan değişik bilimleri öğrenme fırsatına sahip olmuştur Sinan Paşa, Fatih tarafından Sivrihisar’a sürülünce, Molla Lütfi de hocası ile birlikte gitmiş, Sultan II Beyazıd’ın tahta çıkmasının ardından hocasıyla birlikte İstanbul’a dönmüştür Önce Bursa’daki Yıldırım Beyazıd Medresesi’nde, sonra Filibe’de ve Edirne’de medrese hocalığı yapmıştır

Molla Lütfi, çevresindeki devlet erkanına ve bilginlere latife yaparak onları eleştirdiğinden, çoğu kimse tarafından sevilmezdi Fatih Sultan Mehmet’le bile iki arkadaş gibi şakalaşırdı Kendisini çekemeyen bazı kimselerin, dinsizlik suçlamaları nedeniyle kovuşturmaya uğradı ve Sultan Beyazıd döneminde idam edildi
Ölümü üzerine pek çok kimse yas tutmuş, tarihler düşmüş ve şehit sayılmıştı

Molla Lütfi’nin, çoğu Arapça olan eserleri 17 yüzyıla kadar elden düşmemiştir Taz’ifü’l-Mezbah (Sunak Taşının İki Katının Bulunması Hakkında) adlı kitabı iki bölümden oluşur Birinci bölümde kare ve küp tarifleri, çizgilerin ve yüzeylerin çarpımı ve iki kat yapılması gibi geometri konuları ele alınmıştır İkinci bölümde ise meşhur Delos problemi incelenmiştir Molla Lütfi’nin, bu problemi, İzmir’li Theon’un eserinden öğrendiği anlaşılmaktadır İzmir’li Theon, İskenderiye kütüphanesinin müdürü Eratosthenes’e atıfla, Delos adasında büyük bir veba salgını çıkınca, ahalinin, Apollon rahibine müracaat ederek bu salgının geçmesi için ne yapmak gerektiğini sorduklarında, rahibin tapınaktaki sunak taşını iki katına çıkarmalarını tavsiye ettiğini, böylece kolaylıkla çözülemeyecek bir matematik problemi ortaya çıkmış olduğunu yazar Mimarlar bu işi başaramıyınca, Platon’un yardımını isterler Platon, rahibin sunak taşına ihtiyacı olduğundan değil, Yunanlılara matematiği ihmal ettiklerini ve küçümsediklerini söyleme maksadında olduğunu bildirdikten sonra, problemlerin orta orantı ile çözüleceğini ifade etmiştir Molla Lütfi, işte bu hikayeye dayanarak eserini yazmıştır Kitabında, küpün iki kat yapılmasının, yanına başka bir küp ilave etmek demek olmayıp, onu sekiz defa büyütmek demek olduğunu açıklar Molla Lütfi Mevzuatü’l Ulüm (Bilimlerin Konuları) adlı eserinde de yüz kadar bilimi tasnif etmiştir



Çevrimdışı teachergokce

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.262
  • 24.476
  • Müdür Yardımcısı
  • 5.262
  • 24.476
  • Müdür Yardımcısı
# 31 Mar 2013 09:04:17
Osman Bey

Babasından 4800 km2 olarak aldığı toprakları 16.000 km2’ye çıkaran Osman Bey

Çevrimdışı 38fatma

  • Bilge Üye
  • *****
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 02 Nis 2013 07:02:44
AKŞEMSETTİN 
 Akşemsettin, (1389/1390 İskilip - 1460 Göynük) asıl adı ile Şeyh Mehmet Şemsettin Bin Hamza, 15. yüzyılın en büyük sufilerinden biri ve çok yönlü Türk Bilim adamıdır.
1389 yılında çağımızda İskilip'e bağlı olan Evlik köyünde doğmuştur. Daha sonra babası ile Şam’a gitmiş ve oradan 7 yaşında dönmüşlerdir. Haci Bayram Veli’nin müridi ve Fatih Sultan Mehmet’in hocalarındandır. İstanbul'un manevi fatihi olarak da anılır. Saçının ve sakalının ak olması ve beyaz elbiseler giymesinden dolayı 'Akşeyh' veya 'Akşemseddin' adlarıyla meşhur olmuştur. Bazı el yazmalarında soyu, Hazret-i Ebu Bekir'e kadar ulaşır. İskilip'te çocuklarından Nurulhuda'nın türbesi ile diğer yakınlarının mezarları vardır. Evlik köyünde yer alan tek bir çivi çakılmadan yapılan camiiyi onun yaptırdığı yazılıdır.
Ünlü İslam büyüğü Akşemsettin, küçük yaşlardan itibaren bilime ve sanata karşı ilgi duydu. Medrese öğrenimini zamanın büyük velisi Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin yanında tamamladıktan sonra seçkin bilginler arasında yerini aldı. Üstün zekası ve anlayışı, yılmak bilmeyen çalışma gücüyle kendini kitaplara adadı. Başta İslami bilimler olmak üzere tıp, astronomi, biyoloji ve matematikte zamanın ünlülerinden oldu. Uzun yıllar Osmanlı medreselerinde çalışarak yüzlerce öğrenci yetiştirdi. Tıp alanında bulaşıcı hastalıklar üzerinde de önemli çalışmalar yaptı. Araştırmaları sonunda tıp ile ilgili Türkçe yazdığı Maddet-ül Hayat ve Arapça yazdığı Hall-i Müşkilât ve Risalet-ün Nuriye adlı Tasavvuf kitapları, bilinen ünlü eserleridir.Tıp ile ilgili Türkçe yazdığı Maddet-ül Hayat'ta geçen Hastalıkların insanlarda teker teker peyda olduğunu zann etmek yanlıştır.Hastalıklar insandan insana gözle görülmeyecek kadar küçük tohumlar vasıtasıyla geçer cümle ile ilk mikrop teorilerinden birini ortaya atmıştır. Tarihte mikroorganizmalardan bahseden ilk kişidir.Ve Mikrobiyolojinin babası sayılmaktadır.
Akşemsettin'in asıl ünü, büyük veli, Hacı Bayram Veli ile tanışmasından sonra başlamıştı. İlmi konulardaki önemli başarılardan sonra tasavvuf konusunda da ağırlığını göstermiş, daha sonra da II. Murat'ın emir ve isteğiyle Fatih Sultan Mehmet'in hocalığına tayin edilmişti. İstanbul'un fethi sırasında büyük yararlılıklar göstermiş, genç sultanı teşvik ederek zaferin kazanılmasında önemli katkılarda bulunmuştu. Fethin en önemli günlerinde Ebu Eyyub'el Ensari'nin kabrini bularak ordunun maneviyatını yükseltmişti. Dünya malına önem vermeyen Akşemsettin, Fatih Sultan Mehmet'in büyük saygı ve sevgisini kazanmıştı. Fatih Sultan Mehmet ile İstanbul'a girişleri daha sonra ünlü olacak bir hikayeye dönüştü.
İstanbul'a giriş
Beyaz atına binmiş, ordusunun önünde giren Fatih Sultan Mehmet, yanında onu yetiştiren Akşemsettin, Molla Hüsrev ve Molla Gürani ile İstanbul'a giriyor. Türk Ordusunu karşılayan şehir halkı yol boyunca dizilmiş, ellerindeki çiçek demetlerini padişaha sunmak için yaklaşıyor.
Şehir ahalisi, beyaz sakalıyla, ağır duruşuyla Akşemsettin'i padişah sanıp çiçekleri ona sunmaya çalışıyorlar. Akşemsettin atını geri çekip göz ucuyla Fatih'i göstererek:
"Sultan Mehmet odur, çiçekleri ona veriniz", demek istiyor.
Fatih Sultan Mehmet, çiçeklerle kendisine doğru yürüyenlere hocası Akşemsettin'i göstererek:
"Gidiniz, çiçekleri gene ona veriniz. Sultan Mehmet benim, ama o, benim hocamdır", diyor.
Fatih Sultan Mehmet tarafından(1464) yılında yaptırılmış olan türbesi Bolu ilinin, Göynük ilçesindedir. İlçede her yıl, İstanbul'un fetih günü olan 29 Mayıs(mayısın son pazarı) tarihinde anma günleri düzenlenmektedir.
Eserleri
            Risalet-ül-Nuriyye (Nur Risalesi)
■Def’ü Metain
■Risale-i Zikrullah
■Risale-i Şerh-i Ahval-i Hacı Bayram-ı Veli
■Makamat-ı Evliya (Velilerin Makamları)
■Maddet-ül-Hayat (Hayat Maddesi)
■Nasihatname-i Akşemsettin (Akşemsettin Nasihatnamesi)
■Kitab-ül-Tıp (Tıp Kitabı)
■Hall-i Müşkülat (Güçlüklerin Halli)

Not:İstanbul Feyzullah Efendi Kütüphanesinde Hayatın Maddesi ve Tıp adında, Türkçe, elyazması iki büyük cilt eseri vardır.
 

Çevrimdışı öğretmen 54

  • Uzman Üye
  • *****
  • 3.993
  • 12.961
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 3.993
  • 12.961
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 02 Nis 2013 07:58:34
Mikrobun varlığını ilk ispatlayan kişi Akşemsedin Hazretleri Bolu Göynük ilçesinde metfun bulunmaktadır.Her yıl mayıs ayında adına festival düzenleniyor.Bana bir kez nasip oldu.

Çevrimdışı ayteking

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.027
  • 20.884
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 2.027
  • 20.884
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 02 Nis 2013 08:12:43
EROL GÜNGÖR (25 Kasım 1938 - 24 Nisan 1983)

Onun hayatı, şahsiyeti ve fikirleri incelendiğinde, Türkiye’de bilinen akademisyen tipinin çok ötesinde bir alimle karşılaşırız. Erol Güngör’ü anlayabilmek, ondan bahsedebilmek için onun mütebahiresinin farkında olmak gerekir. O, dilimize, edebiyatımıza, tarihimize, dinimize; yani kültürümüzün ana kaynaklarına hakim bir mütefekkirdi. Erol Güngör, sade, akıcı ve anlaşılır bir üslubu derinliğiyle birleştirebilmiş ender kalemlerdendir. Onun Türkçe’ye olan tasarrufu kendisine has bir üslubu inşa etmiş ve okuyucunun ilgisini toplamıştır. Öyle ki hocası Mümtaz Turhan’ın bile Osmanlıca kelimeleri düşünceyi en iyi aksettirebilecek şekilde kullanabilmek için kendisine danıştığını biliyoruz. Aslında son yıllarda iyiden iyiye gündemimizi meşgul eden ‘bir sahada uzmanlaşma’ meselesinin Erol Güngör örneği iyi anlaşıldıktan sonra sorgulanması gerekir.

Erol Güngör’ün de dahil olduğu sosyoloji ve düşünce geleneğinin bir başka önemli temsilcisi olan Yılmaz Özakpınar, onun çok cepheliliğini şu cümlelerle anlatıyor: “Erol Güngör, müstesna bir zihni terkipti. Onda Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sanatkar ruhu, Yahya Kemal Beyatlı’nın tarih duygusu, Mümtaz Turhan’ın ilim zihniyeti ve Anadolu velilerinin ilhamı vardı.” Erol Güngör bize ilim sahalarının ilişkilerini, özellikle sosyoloji ve tarihin birbirinden ayrılamayacağını; içinde yaşadığı toplumun tarihini, düşünce verimlerini ve kültürünü iyi bilen bir sosyologun neler üretebileceğini yaptığı çalışmalarla gösterdi.

Her kültürün klasikleri vardır ve bu klasikler mutlaka mühim bir insan potansiyeli tarafından bilinir, okunur ve tartışılır. Bizdeki okumuş insan kaynağı ise büyük çoğunlukla mesleki çalışmalarının vakit bırakmadığı mazeretine sığınır. Biz bu yoğun mesleki çalışmaların bilimsel neticelerini merak ederken bakın Erol Güngör bu konuyla ilgili neler söylüyor: “Bir vilayete İstanbul’dan bir vali geldiği zaman ilk 10-15 gün içerisinde oranın halkından, yerlilerden kendi etrafında gayet kuvvetli bir kültür çevresi topluyordu ve bunlarla birlikte orası için gerçekten bir meşale hizmeti görebiliyordu. Şimdi Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde yüzlerce mühendisimiz, şu veya bu teknik sahasında yetişmiş gayet iyi insanlarımız vardır ama bu şekilde bir kültür çevresi meydana getirebilecek kimselerimiz yok denecek kadar azdır.”

Bir sahada uzmanlaşma meselesinin bir başka boyutu da aşırı sistematize edilmiş bir bilgi çerçevesinin içine gömülerek, sahip olduğumuz birikime modernite’nin kalıplarıyla yaklaşmaktır. “Bilimsel ve rasyonel olalım” derken iş öyle bir yere gidiyor ki, neredeyse bütün kavramlar batıdaki varlıkları ölçüsünde dikkate alınıyor.

TOPKAPI SARAYININ FARKI NE ?

Erol Güngör’de sosyoloji ve tarihin birlikteliğine net bir örnek olarak Topkapı Sarayı`nın ismiyle müsemma bir saray değil her parçasıyla orada yaşayanların mütevazılığını yansıtan bir yönetim merkezi olduğu tespiti gösterilebilir. Erol Güngör, Topkapı Sarayı için şöyle diyor: “Turistlere bilgi ve istikamet vermek üzere konulan levhalar olmasa Topkapı Sarayında padişahların yaşamış oldukları bile kolay anlaşılmaz. Bu adamlar kendi şahsiyetlerini inandıkları kıymet sistemi uğrunda silmekle uğraşmış gibidirler. Topkapı Sarayı Tanrı’ya ve onun kullarına hizmet etmek için kurulmuş mütevazi bir tekkedir. İslam dünyasının en büyük mabedini yaptırmış olan hükümdarın burada kendisi için yaptırdığı yer, bir dervişin çilehanesinden büyük değildir”. Bu tespit bir mekanın sadece maddesiyle değil işleviyle ve ona emsal zannedilenlerle mukayese edilmesiyle ortaya çıkmıştır. Uzun yıllar tartışılıp bir çözüme varılamayan bir çok konuya orijinal tespitleriyle açıklık getiren Erol Güngör, pek çok okuyucusunun zihninde “düşünmeyi öğreten adam” olarak yer etmiştir.

Böyle büyük beyinlerin hayatlarını sadece okumak-düşünmek ve yazmakla geçirmesi gerektiği genel bir kanaattir, fakat Erol Güngör gibi biraz evvel sıraladığımız üç faaliyeti hayatının vazgeçilmezleri halinde benimsemiş ve uygulamış bir ilim adamının hayatı, şahit olan herkesin başarısını takdir ettiği bir idarecilik görevindeyken son bulmuştur. O, Selçuk Üniversitesinin rektörü olarak Konya halkının gönlünü kazanmış, halkla üniversiteyi bütünleştirerek şehirde büyük bir canlanmayı meydana getirmiştir. “Camideki Rektör”e duyulan sevgi şehirdeki bütün otobüslerin cenazesi için tahsis edilmesine sebep olmuştur.

ÖN SAFTA ÇARPIŞAN MUHARİP GİBİ…

Aslında kendisi de Erzurum Atatürk Üniversitesi için büyük emek sarf etmiş olan Prof. Mehmet Kaplan, Erol Güngör’ün ölümünden sonra, “Şahsen bir fikir adamının idareci olmasını doğru bulmadığımı kendisine yazdım. Fakat o, kendisini bir savaşın içinde ön safta çarpışan bir muharip gibi hissediyordu.” diye yazmıştı. Bütün çalışmalarını “Bu Ülke”nin terkibini yakalayabilmek için yürüten Erol Güngör bulunduğu her yerde kendi orijinalitesini ortaya koyan bir aydındı. Erol Güngör İstanbul Üniversitesinin koridorlarını, Marmara kıraathanesiyle birleştirmiş, yıllarca okumuş, dinlemiş, düşünmüş ve yazmıştır. Teoriyle pratiği birarada götürüp kendi ifadesiyle “Çağdaş bir Türk milli kültürünün kurulması”nda katkıda bulunabilmek için zihninin ve zamanının bütün imkanlarıyla çalışmıştır. Erol Güngör’ün ilim ve düşünce aşkı en yakınlarına dahi “Vaktimiz az, konuşmayı ona göre yapmak lazım.” demesine sebep olan bir hassasiyet seviyesindeydi. Ne yaptığı doktora çalışmasından kimsenin haberi oluyor ne de profesör olduğu gün bunu aynı binada çalıştığı eşine söyleme gereği duyuyor. Onun bu iddiasız, sadece kendi yolunda yürüyen ve dolayısıyla kendi gündemini oluşturabilen, ünvanlara ve mevkilere değil sadece ne üretildiğine önem veren kişiliğinden alacağımız çok büyük dersler var.

PARADİGMANIN DIŞINDA BİR ADAM

Erol Güngör henüz ortaokul çağlarındayken Osmanlıca öğrenmiş, daha üniversite öğrencisi olmadan, yerli-yabancı klasikleri hafızasına yerleştirmiş; bu çabaları dolayısıyla geleceğinin işaretini vermiştir. Onun eski yazıyı öğrendiği yıllar, Türkiye’nin bürokrasisinde ve eğitim müesseselerinde körü körüne batıcılığın hüküm sürdüğü yıllardı. Batılı insanın “Über Mensch”, kalanların “Mensch” olarak nitelendirildiği o yılların ortamında ve kamuoyunda Batı’nın dışında bir insan modeli olabileceğini söylemek adeta zeka yoksunluğuyla bir tutuluyordu. Batı uygarlığını ‘tek seçenek’ telakki eden ‘standart aydın’ımız yerli kültürün imkanlarını kullanmamış ısrarla üzerini örtmüştür. Aslında dünyanın hiçbir yerinde toplumu birarada tutan değerler tartışma veya ideolojik kamplaşma konusu haline getirilmez. Hiç kimse varoluş sebebini bu değerleri yozlaştırmakta veya ortadan kaldırmakta bulmaz. Erol Güngör, bu toplumun birlikte yaşama iradesini ortaya çıkaran “asli değerler”in, “ideal değerler” haline gelmemesi için çabalıyordu.

Erol Güngör ve onun gibi az sayıda aydın işte bu zor zamanlarda sorgulanamaz, yanlışlanamaz zannedilen batılı bilgiyi sahip oldukları alternatif değerler sistemi ve medeniyet birikiminin verdiği özgüvenle sigaya çekmeye başladılar. Aynı zaman diliminde istisnalar haricinde yayıncılık anlamında ne varsa bunların birinci özelliği kaliteli olmak değil yerli olmamaktı. 20. yüzyılın Türkiye’sine baktığımızda, Nurettin Topçu’nun “Hareket”, Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu”, Peyami Safa’nın “Türk Düşüncesi” gibi dergiler çıkararak, yanlarında az sayıda insanla birlikte yerli düşünceyi yeniden inşa etmek ve kamuoyu oluşturmak mücadelesini verdiğini görüyoruz. Erol Güngör de bu mücadeleyi akademik sahada veren en önemli isimlerden biridir. O, “Kültürde kesiklik, kopukluk olmaz, devamlılık esastır” diyor, eski ve yeni deyince birbirinden farklı iki ayrı yapıyı değil, bir süreklilik içinde değişen kültür formlarını kastediyordu. Biz milletimize ait tarihi kültür birikimiyle, mevcut yüzeyselliği ve kalıpları aşıp sağlam bağlar kuramadığımız için geçmişte üretilerek uygulanan ancak kavramlaştırılmayan çözüm yollarını da bilmiyoruz. Erol Güngör kendisini takip edenler için bu nevi bir “köklü düşünme” ortamını oluşturmaya çalıştı.

“HER DEĞERE DOST, HER SAHTEYE DÜŞMAN”

Hafızasını kaybetmiş bir insan sokağa bırakılsa, ne yapacağını, nereye gideceğini bilemeden döner, dolaşır. Tarihini, tecrübelerini unutmuş bir toplum da sağlam bir duruşa sahip olamaz, yaşadığı hayata da hakim olamaz. Asıl yapılması gereken asırların biriktirdiği büyük tarih tecrübesiyle ilgili bir bakış açısı geliştirmek ve yaşadığımız kültür şokunun sancılarını ortadan kaldırmaya yarayacak zerre kadar bilginin peşine düşmektir. Bilmediğini ve anlayamadığını yok sayan bir yarı-aydın topluluğu arasında, karşılaştığı her meseleyi anlamaya ve anlamlandırmaya çalışan Erol Güngör şu satırlarıyla anlayışa, itidale, sağlam bir bakış açısına ne kadar ihtiyacımız olduğunu ifade ediyordu: “Türk münevveri yüz yıl önceki Türkçeyi kullanmayacak ama bin yıl önceki metinleri bile anlayacak, yeni harfleri kullanacak ama üniversite kapısı önündeki kitabeyi görünce alık alık bakmayacak, demokrat olacak ama atalarının siyasi ve idari dehasından faydalanmasını bilecek; bir Osmanlı Türk’ü gibi ayakları yerde başı dik, gönlü geniş, kalbi metin olacak hiç bir zaman basitliğe düşmeyecek.”

İnsanın, yani düşünen bir beynin, hisseden bir ruhun bulunduğu yerde, burası ulaşabileceğimiz en son noktadır, demek kendi kendini tahribi başlatır. Gerçek kültür ortaya bir insan modeli koymaktır. Şahsiyetin yani ferdi sorumluluk bilincinin ortaya konulmadığı yerde, gelişmek ve ilerlemek ancak slogan olabilir. Bununla birlikte kültür canlılığını kaybettiği için dayandığı temeller, gelecek nesillere sağlıklı bir biçimde aktarılamaz. Kelimelerin manaları yaşanan kültürün çerçevesinde yüklenir. Yaşanabilirlik ortadan kalktığında kullanılan bir çok kelime kafalardaki mana yükünü kaybetmeye başlar.
Erol Güngör’ün her satırı okuyana ‘kendi kafasıyla düşünen insan’ olmayı tavsiye ediyordu. Erol Güngör, her yerden alınması gerekeni alıp kendi çizdiği yolda yürümesini bilen aydınların yetişmesini hayati bir mesele olarak görüyordu.

“Gençler ideoloji yerine fikir sahibi olmalı” derken okuyucusunu kendi zihninin imkanlarını harekete geçirmeye, kendi kendisini ciddiye almaya çağırıyordu. Erol Güngör hayatını Türkiye’de ciddi bir ilim ve düşünce geleneğinin kurulmasına hasretmişti. O, yaşadığı devre hakim olan günlük tartışmaların ve yüzeyselliklerin etkisinde kalmadan çalışmalarını yürütüyor, en çok dillerde dolaşan kavramların dahi içinin boşaltıldığı bu ortamda geleneği düşünerek ve gelenekten hareketle düşünerek taşları yerine oturtuyordu. Aynı kelimelerden farklı anlamlar çıkarma ve dolayısıyla ortaya çıkan kavram kargaşası bugün de devam ediyor ve Türk fikir hayatı Erol Güngör gibi ‘anlamayı’ ve ‘inşa etmeyi’ karakteri haline getirmiş aydınlara ihtiyaç duyuyor...

Cem SÖKMEN’İN

Yazısından Alıntıdır.

ESERLERİ

Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2000)
Dünden Bugüne Tarih Kültür ve Milliyetçilik (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2005)
İslam’ın Bugünkü Meseleleri (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2005)
İslam Tasavvufunun Meseleleri (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2004)
Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2003)
Sosyal Meseleler ve Aydınlar (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2003)
Türk Kültürü ve Milliyetçilik (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2004)
Türkiye’de Misyoner Faaliyetleri (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2005)
Tarihte Türkler ( Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2006)
Kelâmî Sahada Estetik Yapı Organizasyonu (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1999)
Şahıslar Arası İhtilafların Çözümünde Lisanın Yönü (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1998)
Değerler Psikolojisi Üzerine Araştırmalar (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1998)

TERCÜME ESERLERİ

Batı Düşüncesinde Büyük Değişme (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1996)
Dünyayı Değiştiren Kitaplar (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2005)
İktisadi Gelişmelerin Merhalesi (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1999)
Sosyal Psikoloji (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1999)
Yirminci Asrın Manası (Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1997)

MEKANLARI NUR OLSUN
ALLAHIN RAHMETİ ÜZERLERİNE OLSUN

Çevrimdışı 38fatma

  • Bilge Üye
  • *****
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 03 Nis 2013 07:07:25
GELENBEVİ İSMAİL EFENDİ (1730 - 1790)

1730 yılında şimdiki Manisa'nın Gelenbe kasabasında doğan Gelenbevi İsmail efendi, Osmanlı İmparatorluğu matematikçilerindendir. Asıl adı İsmail'dir. Gelenbe kasabasında doğduğu için ikinci adı onun bu doğduğu kasabadan gelir. Daha çok Gelenbevi adıyla ün kazanmıştır.
Önce, kendi çevresindeki bilginlerden ilk bilgilerini almıştır. Daha sonra, öğrenimini tamamlamak üzere İstanbul'a gitmiştir. Burada, çok değerli ve kültürlü öğretmenlerden yararlandı ve matematiğini oldukça ilerletti. Müderrislik sınavına girerek kazandı ve 33 yaşında müderris oldu. Bundan sonra kendisini tümüyle ilme verdi.
Gelenbevi, eski yöntemle problem çözen son Osmanlı matematikçisidir. Sadrazam Halil Hamit paşa ve Kaptan-ı Derya Cezayirli hasan paşa'nın istekleri üzerine, Kasımpaşa'da açılan Bahriye Mühendislik Okulu'na altmış kuruşla matematik öğretmeni olarak atandı. Bu atama ona parasal yönüyle bir rahatlık getirdi.
Bazı silahların hedefe vurmaması, padişah III. Selim'i kızdırmış ve Gelenbevi'yi huzura çağırarak ona uyarıda bulunmuştur. Hedefe olan uzaklığı tahmin ederek gerekli düzeltmeleri yapmış ve topların hedefe vurmalarını sağlamıştır. Gelenbevi'nin bu başarısı padişahın dikkatini çekmiş ve padişah tarafından ödüllendirilmiştir.
Gelenbevi, Türkçe ve Arapça olmak üzere tam otuz beş eser bırakmıştır. Türkiye'ye logaritmayı ilk sokan Gelenbevi İsmail Efendi'dir.

Çevrimdışı 38fatma

  • Bilge Üye
  • *****
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 11.244
  • 134.794
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 04 Nis 2013 07:01:31
Ebu Maşer Belhi Kimdir
Bağdat’ta yetişen büyük astronomi âlimi. (785–886) Med-cezir olayını (gel-git) ilk keşfeden bilgindir.
İsmi, Cafer bin Muhammed bin Ömer el-Belhîdir. 785 (H.169) senesinde Belhte doğduğu, kaynaklarda zikredilmekteyse de bu tarih kesin değildir. Batı ilim dünyasında Albumasar ismiyle meşhur oldu.
886 (H.272) senesi Mart ayının sekizinde Vasıt şehrinde vefât etti.
Ebû Maşer, ilk ilmî çalışmalarını İran Tarihi, Horasanda konuşulan yerli diller ve Hint kültürü üzerinde yaptı. Hadis ilminde büyük âlimler arasında yer aldı. İlim öğrenmek için gittiği Bağdat’ta astronomi ilmine yöneldi. Bıkmadan, yorulmadan yaptığı çalışmalar ve hırsı sayesinde devrinin en büyük astronomları arasına girdi. Astronomi alanındaki çalışmalarında hocası Sened bin Âlinin eserlerinden faydalandı.
Ebû Maşer, büyük âlim Bettânî ile aynı zamanda yaşamıştır. Eserleri Avrupa’da astronomi ve matematik ilimlerinin gelişmesinde derin etkiler bıraktı. Kendi adıyla anılan meşhur hesaplama metodu, asırlar boyunca astronomi ilimleri sâhasında temel müracaat noktası oldu.
İlk defa med-cezir hâdisesini keşfeden Ebû Maşer, bunun mahiyetini ve ay ile olan münasebetini bildirdi. Bu bilgiler sonra Avrupa ilim çevrelerine intikal etti. İlim tarihi araştırmacılarından Philip K. Hitti: “Gel-git olayının prensip ve kânunlarını Avrupa’ya öğreten, bu alandaki teoriyi ilk defa ortaya atan Ebû Maşerdir.” demektedir.
Ebû Maşer ayrıca enlem derecelerini uzunlukları hakkında da fikirler ileri sürmüştür. Onun gerek med-cezir ile ilgili, gerekse enlem derecelerini hesaplama konusundaki açıklamaları, astronomik coğrafyada Avrupa’ya yol gösterdi.

Eserleri:
Ebû Maşerin astronomi ve vakitlerin hesaplanmasına dair birçok eseri vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

1) Zîc-ül-Kebîr: Bu eserde yıldızların hareket ve faaliyetlerini incelemektedir. Eser, astronomiye dair bir hayli bilgi ihtiva etmekte ise de bunların teknik izahlarına girilmemiştir. 2) Zîc-ül-Kırânât: Zîc-üs-Sagîr de denilen eser, yıldızların mevkilerinin tayini ile ilgili bilgileri ihtiva etmektedir.

3) Kitâb-ül-Emtâr ver-Riyâh: Yağmurlar ve rüzgârlara dair olan bu eser, Hind âlimlerinin görüşlerini aktarmaktadır.

4) Kitâb-ül-Medhal ilâ İlmi Ahkâm-in-Nücûm. Eser çeşitli târihlerde

Çevrimdışı teachergokce

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.262
  • 24.476
  • Müdür Yardımcısı
  • 5.262
  • 24.476
  • Müdür Yardımcısı
# 04 Nis 2013 07:08:43
 ALP ARSLAN (1029 ila 1032-1072)

 

Selçukluların ikinci hükümdarıdır. Malazgirt Savaşı’nda Bizanslılar’ı yenip Türklerin Anadolu’da yerleşmesini sağlayarak Türk tarihinde yeni bir sayfa açmıştır.Horasan Valisi Çağrı Bey’in oğludur.

 

Alp Arslan tahta çıktığında Selçuklu Devletinin toprakları İran,Horasan ve Afganistan ile sınırlıydı.Yalnızca dokuz yıl süren kısa saltanatında ülkesinin sınırlarını genişleten Alp Arslan’ın hükümdarlığı Selçuklular’ın güçlenme ve yayılma dönemidir.

 

Ölümü,Alp Arslan’ın kuşatmasına uzun süre direnen Balzam Kalesi komutanın teslim olduktan sonra huzura çıkarıldığında ,çizmesine sakladığı bir bıçakla sultanı ağır yaralaması sonucu ölmüştür.

Çevrimdışı teachergokce

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.262
  • 24.476
  • Müdür Yardımcısı
  • 5.262
  • 24.476
  • Müdür Yardımcısı
# 04 Nis 2013 07:09:03
NENE HATUN (1857- Erzurum 1955)

 

Türk kadın kahramanı 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sırasında  Erzurumlular ,Rusların eline geçen Aziziye tabyalarını geri almak için sopalar,taşlar ,kazma ve küreklerle Ruslara saldırdılar.Nene Hatun o zaman 20 yaşında yeni evlenmiş bir kadındı.Küçük kızını ve oğlunu evde bırakarak bu savaşa katıldı,tabyanın geri alınmasında canla başla çalıştı. Nene  Hatun 1955 teki Anneler gününde((Anneler annesi))seçildi.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK