Bambu ağacıyla misyonerlik ve irtica arasında ki benzerlik nedir biliyor musunuz? Böyle de sorumu mu olurmuş diyebilirsiniz. Haklısınız.
Ancak, her ikisinin de vücut buluş biçiminin, birbirine çok benzediğini anlatırsak, Sanırız soru bir parça anlam kazanır.
Biz önce bambu ağacının büyüme biçiminden söz edelim. Bambu ağacının yetiştirilmesi ilginçtir. Bu konuda pek çok insanımızın bilgisi olmadığını düşünüyoruz.
Çinliler bambu ağacını şöyle yetiştirir.
Önce ağacın tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir.Birinci yıl tohumda değişiklik olmaz.
Tohum yeniden sulanıp gübrelenir. Bambu ağacı ikinci yılda da, toprağın dışına filiz vermez.Üçüncü ve dördüncü yıllarda her yıl yapılan işlem tekrar edilerek, bambunun tohumu sulanır ve gübrelenir.
Tohum bu yılda da dışarıya filiz vermez.
Çinliler sabırla, beşinci yılda da bambuya su ve gübre vermeye devam ederler.
Sonunda beşinci yılın ikinci yarısından sonra bambu yeşermeye başlar.
Altı hafta gibi kısa sürede de yaklaşık 27 metre boyuna ulaşır.
Akla gelen önemli soru şudur:
Bambu ağacı 27 metrelik boyuna altı haftada mı, yoksa beş yılda mı ulaşmıştır?
Sorunun yanıtı tabi ki beş yıldır.
Sabır ve ısrarla tohum beş yıl sürecince sulanıp gübrelenmeseydi, ağacın büyümesinden hatta var olmasından söz edebilir miydik?
Bir kararlılığın başarıya dönme koşulu demek neymiş?Çalışmak, sabırlı olmak, inanmak ve kararlılıktan hiçbir zaman dönüş yapmamak..
Ülkemizde ki şeriat özlemli irticai gelişim de; dış güçlerin her gün mesafe aldıkları misyonerlik yani Hıristiyanlığı ülkemizde yayma çabaları da, bambu ağacı tohumunun toprak altında yıllarca gün yüzüne çıkmadan gizlenerek gelişimiyle büyük benzerlik gösteriyor. Ne denli yadsımaya kalkarsak kalkalım; bambu ağacının gübrelenerek yer altında gizli saklı büyüyüp gelişmesi ve birden bire akıl almaz biçimde fışkırıp hızla boy atması nasıl oluyorsa; misyonerlik ve irticai faaliyetler de ayni süreçten geçiyor.“Konuyu abartıyorsunuz, ülkemizde irtica söz konusu değildir, bunları ortaya atanlar hortumları kesilenlerdir…” şeklindeki nakaratı tekrarlayanlar, artık seslerini kesmelidirler!.. Çünkü söylemleri hiçbir şekilde inandırıcı ve samimi değil!.. Hortumlar kesilmedi, hortumun ucundakiler değişti. Ülkede irtica yoktur diye söylemde bulunanlar hortumun ucundakiler oldular! Anlayacağınız; “Yumruk yine o yumruk bir varsa vuran el değişti” diye boşa söylememiş şair.Misyonerlik faaliyetleri ülkemizde sinsi sinsi sürdürülürken; bambu ağaçlarının yetiştirilmesinde, toprak altında ki tohumlar nasıl boyuna gübrelenip sulanıyorsa; medyada söylemlerde “Cemaat” diye adlandırılan ve ülkenin omurgasında varlığını sürdüren şeriat özlemcisi ve yatırımcısı tarikatlar da; tüm Türkiye’nin gözü önünde, misyonlarını rahatça sürdürmeye devam ediyorlar!..Her ne hikmetse, Türkiye Cumhuriyeti’nin meri kanunları bunları etkilemiyor. Sokaklarda alenen dolaşan cüppeli, sarıklı, kara çarşaflı dolaşanlar; ülkeyi yönetenlerin ya da memleketin kaderinde söz sahibi olanların dikkatini çekmiyor..Bambu ağacı gibi her an fışkırırcasına büyüyüp hedefine ulaşabilecek olan irticaya, şeriata ve misyonerliğe dikkat çeken bir yazıyla, satırlarımıza noktayı koyarken; sevgili vatandaşlarımızı sağduyuya çağırıyoruz. İnançlı yurttaşlarımızın, din tüccarlarından hem kendilerini hem de çocuklarını önemle korumalarını, tarikat, cemaat adı altında saf, temiz ve inançlı insanlarımızı sömüren, kendi dünyevi çıkarları uğruna onları robot haline getiren odaklardan uzak durmalarını önemle hatırlatıyoruz.
“BİR öğretim üyesinin feryadı... Genç kızı kendisini bir tarikata kaptırmış, "mürit" olmuştur. "Kız müritleri"yle, şantajlarıyla ünlü bir 'sosyetik tarikat'ın müridi!
Kızını bu tarikata kaptıran öğretim üyesi baba, mahkemede böyle diyor:
"Beyni öyle yıkanmış ki, eline silah verilse, beni vurur!"
Başka bir "mürit", tarikat hakkında mahkemede tanıklık yapan annesini "cinsel tacizci", babasını "organ kaçakçısı" diye suçluyor!
Bu nasıl vicdan! Sözlüklerde yeterli kelime yok bunu tarif etmek için!
Bu nasıl bir beyin yıkama, bu nasıl bir totaliter örgütlenmedir ki, evlatları annelerden, babalardan çalıyor, robot haline getiriyor. Çocukların da istikbalini mahvediyor!
Okul, meslek, iş, gelecek, hepsi kararıyor?
Nazi ve Bolşevik örgütlenmeleri de böyleydi. Stalin, annesinin ve babasının "burjuva ajanı" olduğunu KGB'ye ihbar edip kurşuna dizdiren 15 yaşındaki bir çocuğun heykelini diktirmişti! Ne farkı var?!
Nasıl bir tuzağa düştüklerinin farkında değiller. Aksine büyük bir "adanmışlık" duygusuyla mutlular! Anne baba ne demek? Kardeş ne demek? Okul, çevre, arkadaş, iş, meslek ne demek? "Adanmışlık" duygusunun yanında vız gelir bunlar!
Bu duyguyla "adanmışlar"dan ibaret küçük, sıkılmış yumruk gibi kapalı, sık dokulu bir tarikat, bir kabile, bir totaliter örgüt gibi yaşarlar. Dışarıyla, hayatla irtibatları sadece 'misyon' içindir!..”
BU MEMLEKET BİZİM
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdenize bir kısrak başı gibi
uzanan bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde,
dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim. Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, yok edin insanın insana kulluğunu,
bu davet bizim...Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi KARDEŞÇESİNE,
bu hasret bizim...