Çin Bambu Ağacı

Çevrimdışı tekbaba

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.514
  • 499
  • 1.514
  • 499
# 13 Tem 2007 01:16:39
Eşini ve küçük "HAVVA' yı bulamamanın üzüntüsünü yaşıyorum hala..

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 13 Tem 2007 01:39:26
Umarım bir gün bulursunuz. Küçük havva büyümüştür artık.  kimbilir babası gibi bayrağı için can verebilecek bir öğretmen olmuştur belki de....

Çevrimdışı ezoss

  • Uzman Üye
  • *****
  • 427
  • 307
  • 427
  • 307
# 13 Tem 2007 10:54:20
değerli öğretmenimize Allah' tan rahmet diliyorum.Böyle hikayeler hep oluyor ama hiç bilinmiyor,paylaşımınız için teşekkürler,hayat gerçekten çok garip ve bazen inanılmaz acı...

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 13 Tem 2007 18:04:32
Hayatta hiç birsey yolunda gitmiyor diyenlere...
Cin Bambu agacinin yetismesi, olumlu israr icin guzel bir ornektir.
Cinliler bu agaci soyle yetistirir:
Once agacin tohumu ekilir,sulanir ve gubrelenir.
Birinci yil tohumda herhangi bir degisiklik olmaz. Tohum yeniden sulanip gubrelenir.
Bambu agaci ikinci yilda da topragin disina filiz vermez.
Ucuncu ve dorduncu yillarda her yil yapilan islem tekrar edilerek bambu tohumu sulanir ve gubrelenir. Fakat inatci tohum bu yilda da filiz vermez.
Cinliler buyuk bir sabirla besinci yilda da bambuya su ve gubre vermeye devam ederler.
Ve nihayet besinci yilin sonlarina dogru bambu yesermeye baslar ve alti hafta gibi kisa bir sürede yaklasik 27 metre boyuna ulasir.
Akla gelen ilk soru sudur:
Cin bambu agaci 27 metre boyuna alti hafta da mi Yoksa bes yilda mi ulasmistir? Bu sorunun cevabi tabii ki bes yildir.
Büyük bir sabirla ve israrla tohum bes yil süresince sulanip gübrelenmeseydi agacin buyumesinden hatta var olmasindan soz edebilir miydik? ...

Bir basarinin sartlari her zaman çok basittir.

Bir sure için çalisin,

Bir sure tahammül edin.

Her zaman inanin

Ve hicbir zaman geri dönmeyin.

Çevrimdışı ayşegülaslanlı

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 13 Tem 2007 21:57:10
Dil bilgini ve kayıkçı

Bir dil bilgini kayığa binmişti.kendini beğenmiş dil bilgini kayıkçıya küçümseyerek baktı.
-Sen giç gramer okudun mu
-Hayır.
-Eyvah,dedi bilgin.Gitti ömrünün yarısı...
Kayıkçı bu adamın yüksekten atmasına kızdı,alındı,gönlü kırıldı.Fakat sustu.Hemen cevap vermedi.Derken rüzgar kayığı bir girdaba düşürdü.o zaman kayıkçı titreyen dil bilginine bağırdı:
-sen yüzme bilirmisin?
-Hayır,dedi bilgin bende yüzgeçlik arama.
Ozaman kayıkçı güldü:
-Eyvah! gitti ömrümün hepsi.çünkü kayık bu girdaptan kurtulamayacak.
Deniz suyu ölüyü el üstünde tutar ama düşen adam diri olursa nasıl kurtulsun?sen de eğer benliğini,iddianı öldürürsen,hakikat denizi,seni başının üstünde taşır.Ey bilgin,sen halka eşek diyorsun ama işte eşek gibi buz üstünde kalakaldın.
(Mevlana,mesnevi c.1)

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 14 Tem 2007 07:04:49
KIRMIZI ARABA

Arkadaşım Gayle dört yıldan bu yana kansere karşı
yaşam mücadelesi veriyordu.

Diğer arkadaşlarımla birlikte onu ziyarete gittiğim bir gün çocukluk düşlerimizden söz ediyorduk. Gayle başını pencereye doğru çevirdi. Gözleri çok uzaklarda, sesi sitem dolu “Ben, kumandalı, kırmızı bir oyuncak arabamın olmasını isterdim hep, ama doğum günümde ne istediğimi söylersem; dileğimin gerçekleşmeyeceği korkusuyla hiç kimseye söyleyememiştim bunu. Bu nedenle de asla radyolu,
kırmızı bir oyuncak arabam olmadı.” dedi.

Gayle’i ziyaretimden bir kaç gün sonraydı. Çok sevdiğim
dondurmayı almak için sırada beklerken birden dondurmacının vitrinindeki kırmızı oyuncak arabayı gördüm.

Yanına da bir not iliştirilmişti: "Dondurmanızı alırken vereceğimiz kuponu doldurmayı unutmayın, belki de çekiliş sonunda
bu kumandalı araba sizin olabilir."

Hemen Gayle’in sözleri geldi aklıma. Bir kaç hafta boyunca sürekli dondurma alıp , verdikleri kuponları doldurdum. Hiç bir çekilişte de kazanamadım. Bu kırmızı arabayı mutlaka Gayle’e almalıydım.

Dördüncü haftanın sonunda artık çekilişte
kazanmaktan ümidimi yitirmiştim.

Dükkan sahibi ile konuşarak bana bu arabalardan
bir tanesini satmalarını rica ettim.

Dükkan sahibi dört haftadır hergün dondurma alıp, kuponları doldurduktan sonra büyük bir heyecanla çekiliş sonuçlarına
baktığımın gözünden kaçmadığını söyledi.

Ardından da gözlerimin içine bakarak:
"Söyler misiniz, neden bu kadar çok istiyorsunuz
bu arabayı? "diye sordu.

Gözlerimden süzülen yaşlara aldırmadan ona arkadaşımdan
söz ettim. Çok etkilenmişti. "İstediğiniz oyuncak arabayı
verdiğiniz adrese göndereceğim" dedi. Yazdığım çeki masanın
üstüne bırakarak , büyük bir mutlulukla evime geldim.

Ertesi günü Gayle’i ziyarete gittiğimde gözleri ışıl ışıldı.
Elindeki kırmızı oyuncak arabayı göstererek küçük bir çocuk heyecanıyla: "Bak" dedi. "Bunca yıl bekledim ama nihayet
dileğim gerçekleşti, hem de tam istediğim gibi !"

Ertesi günü postacı bir zarf uzattı elime.
Açıp okumaya başladım:

"Sevgili Bonnie, annem ve babam da kanserdi ve ikisinide,
altı ay gibi kısa bir sürede kaybettim. İkisi içinde çok çabaladım
ama doğrusu dostlarımın sevgisi ve cömertliği olmasaydı hiç
bir şey yapamazdım. Gerçek dostlarım olduğu için kendimi hep
şanslı hissettim. Gayle’de senin gibi bir dostu olduğu için
çok şanslı. En iyi dileklerimle. Norma"

Dondurma dükkanının sahibiydi mektubu yazan.
Benim masasına bıraktığım çek de zarfın içindeydi.

Bonita L. Anticola

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 14 Tem 2007 07:06:54
Melek Annem

Bir zamanlar dünyaya gelmeye hazırlanan
bir bebek varmış. Bir gün Tanrı'ya sormuş:

-Tanrım, beni yarın dünyaya göndereceğini
söylediler, fakat ben o kadar küçük ve
güçsüzüm ki, orada nasıl yaşayacağım?

-Tüm meleklerin arasından senin için bir
tanesini seçtim. O seni bekliyor olacak
ve seni koruyacak. Meleğin sana hergün
şarkı söyleyecek ve gülümseyecek.
Böylece sen onun sevgisini
hissedecek ve mutlu olacaksın.

-Pekiiiii... İnsanlar bana birşeyler
söylediklerinde, dillerini bilmeden
söylenenleri nasıl anlayacağım?

-Meleğin sana dünyada duyabileceğin en
güzel ve tatlı sözcükleri söyleyecek, sana
konuşmayı dikkatle ve sevgiyle öğretecek.

-Peki Tanrım, ben seninle konuşmak
istersem ne yapacağım?

-Meleğin sana ellerini açarak
bana dua etmeyi de öğretecek.

-Dünyada kötü adamlar olduğunu duydum,
beni kim koruyacak?

-Meleğin seni kendi hayatı pahasına
dahi olsa daima koruyacak.

-Fakat ben, seni bir daha
göremeyeceğim için çok üzgünüm.

-Meleğin sana sürekli benden söz edecek
ve bana gelmenin yollarını sana öğretecek.

O sırada Cennette bir sessizlik olur
ve düyanın sesleri cennete kadar ulaşır.
Bebek gitmek üzere olduğunu anlar
ve son bir soru sorar:

-Tanrım eğer şimdi gitmek üzereysem lütfen
çabuk söyle, benim meleğimin adı ne?

-Meleğinin adının önemi yok yavrum,
sen onu ANNE diye çağıracaksın ...

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 14 Tem 2007 07:14:35
Kurdele

New York'ta yasayan bir öğretmen, Lise son sınıfındaki öğrencilerinin "diğer insanlardan farklı özelliklerini" vurgulayarak onurlandırmaya karar vermiştir. California Del Mar'dan Helice Bridges tarafından geliştirilmiş süreci kullanarak, her bir öğrencisini teker teker tahtaya kaldırdı. İlk önce öğrencilere sınıf ve kendisi için ne kadar özel ne kadar özel olduklarını belirtti. Sonra her birine üzerinde altın harflerle"Siz çok önemlisiniz" yazılı birer mavi kurdele verdi.Daha sonra kabul görmenin toplum üzerinde ne gibi etkileri olacağını anlayabilmek amacıyla sınıfına bir proje yaptırmaya karar verdi. Her bir öğrencisine üçer tane daha kurdele verip, onlardan bu töreni gerçek dünyada devam ettirmelerini istedi. Öğrenciler, daha sonra sonuçları takip edecek, kimin kimi onurlandırdığını tespit edecek ve bir hafta boyunca sınıfa bilgi vereceklerdi.Çocuklardan biri, gelecekteki kariyer çalışmaları için kendisine yardımcı olan yakınlarındaki bir şirketin üst düzey görevlisini onurlandırmış, adamın yakasına mavi kurdeleyi iliştirmişti. Ardından, iki tane daha kurdele vermiş ve ; "Sınıfça bu konuda bir projemiz var. Sizden onurlandırmanız için birini bulmanızı istiyoruz. Onurlandırdığınız insanlara ekstra kurdele de verin. Böylece onlarda bu projenin devam etmesi için başkalarını bulabilirler. Daha sonra, lütfen bana ne olduğu konusunda bilgi verin" diye rica etti. O gün üst yönetici, süratsiz biri olarak bilinen patronunun yanına gitmeye karar verdi. Patronun odasına girdi ve onun "iş dünyasında bir deha olduğundan ötürü" onu takdir edip örnek aldığını söyledi. Bu mavi kurdeleyi yakasına takması için izin verip vermeyeceğini sordu? Şaşkına dönen patron ; " Tabi ki " şeklinde cevap verdi.Yönetici de mavi kurdeleyi, patronun tam kalbinin üstüne, ceketine iliştirdi.Ekstra kurdeleyi verirken de ; "Bana bir iyilik yapar misiniz?... Siz de bu kurdeleyi onurlandırmak istediğiniz birine verir misiniz?...Bunu bana veren çocuk, okulda bir proje yaptıklarını söyledi. Bu kabul görme töreninin devam etmesi gerekiyormuş. Böylece "bunun, insanları nasıl etkilediğini belirleyeceklermiş..." Dedi... O gece patron evine geldiğinde, on dört yaşındaki oğlunun yanına oturdu. "Bugün inanılmaz bir şey oldu" dedi."Ofisteydim. Üst düzey yöneticilerimden biri içeri geldi, bana hayran olduğunu söyleyip, "iş dünyasında bu kadar basarili olduğum için" göğsüme bu kurdeleyi iliştirdi...Bir hayal etmeğe çalış... Benim bir dahi olduğumu düşünüyor..."Siz çok önemlisiniz" yazılı bu kurdeleyi tam göğsümün üstüne takti.Bana ekstra bir kurdele verdi ve onurlandıracak başka birini bulmamı istedi. Arabayla eve gelirken, bu mavi kurdeleyle kimi onurlandırabileceğimi düşündüm ve aklıma sen geldin...Ben "seni" onurlandırmak istiyorum. Günlerim aşırı yorucu geçiyor. Eve gelince sana pek ilgi gösteremiyorum. Bazen derslerden aldığın notları beğenmeyince veya odanı toparlamayınca sana bağırıp çağırıyorum... Oysa bu gece bir şekilde buraya oturup, sana benim için ne kadar farklı ve özel olduğunu söylemek istedim. Annen gibi sen de benim hayatımdaki en önemli insansın. Sen mükemmel bir çocuksun."Seni seviyorum" diye devam etti... Şaşkına dönen çocuk simdi ağlamaya başlamıştı...Bütün vücudu titriyordu...Basını kaldırdı, gözleri yas içinde olarak babasına baktı, ve : "Yarin intihar edecektim" baba, dedi..."Baba, ben senin... çünkü ben senin... beni hiç sevmediğini... beni hiç önemsemediğini düşünüyordum... Ama artık her şey çok farklı.Sen baba, su an... oğlunun hayatini kurtardın!..."
Sizin de sevginizi duymak, hissetmek isteyen insanların var olduğunu sakın unutmayın...

HEPINIZE YETECEK KADAR KURDELA VAR. SIZLER BULUNMAZ ARKADASLARSINIZ.

Bu yazıda benim size vermiş olduğum ek mavi kurdeledir.

Çevrimdışı ayşegülaslanlı

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 14 Tem 2007 12:21:10
Melek annem ne kadar şirin bir öykü teşekkürler.Benusa hocam:)

Çevrimdışı humeyra7

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.399
  • 4.170
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 2.399
  • 4.170
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 16 Tem 2007 00:21:58


Yaşlı kızıldereli reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve
oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.
Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri kurt köpeğiydi bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerinin neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla, sordu dedesine: Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.
- "Onlar" dedi, "benim için iki simgedir evlat."
- "Neyin simgesi" diye sordu çocuk.
- "İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları."
Çocuk, sözün burasında; 'mücadele varsa, kazananı da olmalı' diye düşündü ve her çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
- "Peki" dedi. "Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa.
-"Hangisi mi evlat? Ben, hangisini daha iyi beslersem!" alıntıdır


 

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 16 Tem 2007 10:25:15
Mutluluk Üzerine...
Mutluluğun yerini, ona nasıl ulaşılacağını merak edenler için...

Bir çokları gibi bende düşündüm, insanları mutlu eden şeyler, büyük emeller, büyük amaçlar, büyük tutkular, büyük beklentiler midir diye... Bırakın kumarhaneleri, at yarışlarını, ama en azından, devletin Loto, Toto, Sayısal Loto, Millî Piyango gibi kumar kuruluşlarına olan büyük rağbete bakarak bu soruya, "Evet, öyle!" denilebilir. Oysa, kendilerine "Önemlice bir ikramiye kazanırsanız ne yaparsınız?" diye soru sorulan kişilerin yanıtlarına bakarsanız pek de öyle olmadığını görürsünüz. Pek çoğu, "Bir ev alırım, bir araba alırım" diye yanıtlar sizi. Bir dünya gezisine çıkarım diyenler, parmakla gösterilecek kadar azdır. Bir kısmı ise, paramı vadeli mevduata yatırır, çalışmadan yaşarım der. Öteki dünyadaki yerini sağlamlaştırmak için hayır yapacağını söyleyenlere de rastlanır aralarında...

Para içinde yüzen insanlar, daha doğrusu o parayı emek harcamadan kazananlar, paralarıyla ne yapacaklarını bilemezler. Gece kulüplerinde tabak kırarak, ceket yakarak eğlendiklerini sananlar, göbek dansçılarının koyunlarına dolarları tıkıştıranlar, orta yere para saçanlar, düğünlerde, partilerde kompleksini tatmin edecek şekilde şampanya patlatanlar, aslında mutluluğun ne olduğunu bilmeyenlerdir.

Tabiî, kıt kanaat geçinecek kadar para kazanabilenler de ne yapacaklarını bilemezler! Türkiye'de, yirmi birinci yüzyılın başında, asgarî ücret, dört kişilik bir ailenin ekmek parası; bir gecelik mutluluk parası bile değil!

Orta sınıfın hali de farklı değil. Sabahları çok erken bir saatte kalkar, akşamdan kalma çökelmiş kahvelerini ısıtıp, aceleyle bir iki lokma atıştırarak yollara dökülürler, yoğun trafik akışına dalar, egzoz kokularını içlerine çekerek iş yerlerine ulaşırlar. İşlerinden hoşlanıp hoşlanmadıklarını, iş arkadaşlarını sevip sevmediklerini düşünmeye bile fırsat bulamadan aslında akıllarından hiç çıkmayan, bir sabah ansızın işsiz kalabilecekleri korkusuyla, akşama kadar bir robot gibi çalışır, öğleyin, çok kez ayakta, fast-food yiyip kola içer, akşam olunca yorgunluktan bitkin bir hâlde evlerine dönerler. Eşlerine sarılacak, çocuklarıyla oynayacak güçleri bile kalmamıştır. Akşam yemeğinde televizyon seyreder, daha sonra, yine televizyon karşısında, koltuk ya da kanepelerinde bir süre uyukladıktan sonra yataklarına çekilir ve hemen uyurlar. Evet, evlerinde her çeşit dayanıklı tüketim malı vardır. Fırın, çamaşır ve bulaşık makineleri, buzdolapları, televizyonlar, en gelişmiş müzik setleri, kapının önünde arabaları... "Acaba?" diyor insan...
"Para mutluluk getirmez, ama parasız da mutluluk olmaz!"........

Haydi bu kategorilerin dışında olanlar var diyelim. Hoşlandıkları bir işte çalışıyor olsunlar. Kazandıkları da onlara haydi haydi yetsin. Günlerinde mesai saati diye bir şey olmasın. Canlarının istediğini istedikleri zaman yapabilsin bu insanlar... Hayal, ütopya ama neyse olsun. Bana kalırsa böyle kişiler bile mutluluğun yanından geçemezler. Neden mi? Çünkü hep korktukları bir şeyler vardır. Çünkü her an, ne ölçüde dayanıklı inşa edildiğini bilmedikleri evlerinin 7.2 şiddetinde bir depremle kafalarına çöküp çökmeyeceği konusunda şüpheliler. Suratlarını bir kalaşnikoftan çıkan mermilerin dağıtıp dağıtamayacağından, kontak anahtarını çevirir çevirmez arabalarının havaya uçup uçmayacağından emin değiller. Ramazanda oruç tutmadıkları için evlerinin taşlanabilme ihtimalini ve de tesettürlü dolaşmadığı için eşlerinin sokak serserilerinin saldırısına uğrayabilme ihtimalini düşünmek zorundalar. Herkes öyle aslında. Her an tepelerine hafifletilmiş bir nükleer uçak mermisinin düşebileceğini düşünmek zorunda herkes... Ne acı değil mi?

Eeee... Ne yapacağız peki mutlu olabilmek için?
Cevabını ben de bilemiyordum. Ta ki geçenlerde sıradan bir Şarlo güldürüsü izleyene kadar. Charlie Chaplin, filmin bir sahnesinde, ormanlık ve karlı bir yerde; çevresinde kan gövdeyi götürüyorken; bombalar, tüfekler ateş saçıyorken, bir elinde tüfeği, saf saf sağına soluna bakınıyor, gözü biraz ilerde karlar arasında yeni açmış bir kardelen çiçeğine ilişiyor. Tüfeğini bir yana bırakarak eğilip, çiçeği kopararak yakasına iliştiriyor. Her şeye karşın mutlu olduğu belli.

Bir süre düşündüm o sahne hakkında. Şarlo'nun ne demek istediğini biraz geç anlayabildim... Mutluluk neredeydi, savaş meydanı nerede?.. Her şey bir yana herhalde mutluluğu bulmak o kadar da zor bir şey değil.. Kasmaya gerek yok gibi... Hem kassan ne fark eder ki?


öğretmen olmaktan mutlumuyuz ? konusuna yazdığım düşüncelerimle çelişerek buraya aktardım. çok güzel bir yazı. okumanızı tavsiye ederim.
şarlonun yerinde ben olsaydım ne yapardım?
 diye düşündüm...yorgunluktan  uyuyakalırdım...savaş meydanında bile...

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 16 Tem 2007 10:32:34
Yaşama dair
Yaşam ve kelimeler hakkında, kısa ve öz.

Yaşamda bir kez gitti mi dönmeyen üç değer:

Zaman, sözcükler, fırsat..........

Yaşamda hiç bir zaman yitirilmemesi gereken üç deger:

Barış, umut, dürüstlük..........

Yaşamda, üzerinde yüksenilen üç dayanak:

Sevgi, kendine güven, dostluklar..........

Yaşamda sürekliliğine güvenilmeyen üç deger:

Başarı, sağlik, zenginlik.............

Yaşamda kişiyi geliştiren üç deger:

Çok çalışma, içtenlik, azim.............

Yaşamda kişiyi körelten üç öğe:

Cesaretsizlik, gurur, öfke....

Yaşamda önemli altı sözcük:

"Ben hatalıydım, bu gerçeği kabul ediyorum"

Yaşamda önemli beş sözcük:

"Gerçekten harika bir iş başardın"

Yaşamda önemli dört sözcük:

"Bu konuda ne düşünüyorsun?"

Yaşamda önemli üç sözcük:

"Sana yardımcı olayım."

Yaşamda önemli iki sözcük:

"Teşekkür ederim."

Yaşamda en az önemli tek sözcük:

"Ben"

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 16 Tem 2007 10:34:03
Yaşam
Hayatınızın uzunluğunu nasıl ölçersiniz?

Öykü, yüzyıllar önce gözlemlenen bir olayı nakletmektedir:



Bir keşiş araştırma yapmak için bir köye gitmişti.

Önce o köyün mezarlığına girdi.

Çünkü kültürlerin, yaşam felsefesinin böyle yerlerde gizli olduğuna inanıyordu.



Gözleri birden mezartaşlarının üzerindeki rakamlara takıldı.

Mezartaşlarında 5, 867, 900, 20003, 4979, 7,

421 örneği, birbiriyle hiç de bağlantısı olmayan rakamlar vardı.



Uzun uzun düşündü, fakat bu rakamların anlamını çözemedi Köyün en bilge kişisine gitti, ona sordu:

"Nedir bu rakamlar Tanrı aşkına?" dedi.

"Bu rakamların gösterdikleri ay mıdır, yıl mıdır, saat midir?"



Bilge kişi gülümseyerek yanıtladı:

"Bizler bebeklerimiz doğduğu zaman, bellerine bir ip bağlarız" dedi.

"Yaşamı boyunca her güldüğü an, o ipe bir düğüm atarız.

Öldükten sonra ise, bellerindeki düğümleri sayar, düğümün sayısını mezartaşına yazarız."

Bilge kişi, karşısındaki keşişin birşey anlamadığını görünce açıklamasını sürdürdü:

"Böylece onun ne kadar 'yaşamış' olduğunu anlarız."

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 16 Tem 2007 10:47:54
Eski bir Çin atasözü diyor ki:
- Bir saat mutlu olmak istiyorsan şarap iç...
- Bir hafta mutlu olmak istiyorsan sevgiline, birbirinden değişik yemekler yap, dene...
- Bir ay mutlu olmak istiyorsan evlen...
- Bir ömür boyu mutlu olmak istiyorsan, toprak ve çiçekle uğraş...
............................
Çinliler mutluluğun sırrını böyle bulmuşlar ama gel de bunu bizde uygula...
Kaçıp kovalamaktan, ay başını hesaplamaktan, taksit ödemek için kuyrukta beklemekten, ekmek-aş-iş düşünmekten, böyle bir mutluluk bulmak mümkün mü?
Benim ülkemde neler oluyor neler?..
Yok nüfus patlaması, trafik patlaması, kafa patlaması, oy patlaması derken, son zamanlarda canlı bombalar, uzaktan kumandalı bombalar, evde yapılmış C-3 ler, C-4 ler patlamaya başladı...
Ve kimin başına nerede, ne zaman, ne patlayacağı belli olmayan bir ülkenin içerisinde nasıl mutluluk arayalım?
Benim ülkemde yaşamak bile marifet sayılır. Bedri Rahmi dizelerinde olduğu gibi:
“Yaşamak
Kimi, eskidiği için yaşar
Kimi yaşadıkça eskir
Ne tohumda keramet
Ne toprakta
Ne başakta
MARİFET YAŞAMAKTA...”
Evet, marifet yaşamakta.
***
Tüm patlamalar arasında, siyasilerimiz OY PATLAMASI çalışmalarına büyük bir hızla devam ederken, bize de, mutluluk verir arayışı ile, yazı yazmak kalıyor.
Mutluluk arayışı bir yandan devam ede dursun, gelin, bugün sizlere değişik bir “KISSADAN HİSSE” aktarayım:
Adam ömrü boyunca solcu geçinmiş, SAĞCI liderlere demediğini bırakmamış. Hele son zamanın iktidardaki parti başkanına neler demiş, neler...
Bu adam, kendi cenahında aradığı mutluluğu bulamamış ve büyük bir değişim göstererek, aniden karşı tarafa geçmek istemiş. Karşı taraf bu geçişi vitrin zenginliği kabul edip, hemen bu adamcağızı içlerine alıvermişler.
İşte bu alışveriş sırasında, iktidar partisinin başkanına bir yakındaşı şöyle demiş:
- Beyfendi, adam bizim partiye geliyormuş...
- Fena mı olur?
- Aman beyefendi, adam partiye de, zatıalinize de demediğini bırakmayan biri...
Parti başkanı güler:
- Köpek karşıda durup, bize havlayacağına, bizim yanımızda durup karşıya havlasa, daha iyi değil mi?”
Hemen aklınıza birileri geldi değil mi? Yalnız yağma yok. Kıssadan hisse bugün yok.
Sizler KISSADAN HİSSEYİ:
Kime, kimlere, uyuyorsa, onlara gönderin.
***
Çimdikli bir sözle bitirelim bugünkü sohbetimizi:
“Ahlak, herkesin kendisi için gereksiz görüp, başkalarının köküne kadar uygulamasını çok yerinde bulduğu, bir yaşam kuralları toplamıdır (alıntı)
 

 

Çevrimdışı ayşegülaslanlı

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 16 Tem 2007 11:12:22
Riskleri Göze Almak
Bahar aylarının verimli topraklarının içiinde iki tohum yan yana yatıyolarmış.
tohumlardan biri diğerine "ben büyümek istiyorum"demiş"köklerimi altımdaki toprağın derinlerine filizimi yeryüzüne göndermek istiyorum...Güneşin sıcağını yüzümde sabahın tatlı dokunuşunu yapraklarımda hissetmek istiyorum!"
ve büyümeye başladı tohum.
ikinci tohum ise "ben korkuyorum"dedi.köklerimi altımda yatan toprağın derinliklerine gönderirsem karanlıklarda beni neyin beklediğini bilemem.üstümdeki toprağı zorlayıp yeryüzüne çıkmaya çalışırsam filizlerim zarar görebilir..hem tomurcuklarım açmaya başladığında üzerlerine salyangozlar gelip onları yemeye kalkarsa?ya tomurcuklarım açılıp çiçeğe dönüştüğünde küçük bir çocuk beni koparıverirse?yo,hayır en iyisi burada kalıp beklemek.büyümek için belki daha güvenli bir zaman bulabilirim.
Ve ikinci tohum beklemeye başladı.
o sırada yumuşamış olan bahar toprağını eşeleyen bir tavuk buldu tohumu ve bir lokmada yutuverdi onu..

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK