Çin Bambu Ağacı

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 12 Tem 2007 11:37:35
 
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
BENUSA öğretmenim çalışmaya devam.
                        TAVLA
Pers imparatorunun baş veziri büzur mehir tarafından 1400yıl önce tasarlanan tavla oyunu; dünyanın en popüler oyunlarından biridir. Zaman kavramından alınan ilhamla tasarlanan oyunun, zamana böyle direnmesi son derece etkileyici..
-Senenin birliği olarak tavla bir tanedir.
-Tavlanın içindeki altışar hane, ayları temsil eder.
-On beş açık, on beeş koyu renkli pul, ayın on beş gece ve on beş gündüzünü simgeler.
-Karşılıklı on ikişer hane günün yirmi dört saatidir..
Eski zamanlarda Hint imparatoru, Pers İmparatoruna satranç oyununun yanında bir de mektup göndermiştir. Mektubunda oyunla ilgili hiç bir açıklama yapmazken, sadece bir mesaj yazmıştır:
-Kim daha  çok düşünüyor , kim daha çok biliyor, kim daha ileriyi görüyorsa o kazanır. İŞTE HAYAT BUDUR...
Pers İmparatoru dönemin en alim veziri olan Büzur Mehir ile bu mesajı paylaşarak, ondan oyunu çözmesi ve kendisinin de karşılık olarak Hint İmparatoruna  hediye edilmek üzere başka bir oyun icat etmesini ister. Vezir haftalarca çalıştıktan sonra gönderilen satrancın her taş hareketini ve oyunu çözer. Daha sonra da on günde tavlayı icat eder ve imparatora sunar. Hint İmparatoruna tavla oyunuyla birlikte gönderilmek üzere şöyle bir mesaj hazırlanır:
-Evet, kim daha  çok düşünüyor, kim daha iyi biliyor, kim daha ileriyi görüyorsa o kazanır. AMA GEREKEN BİRAZ DA ŞANSTIR...İşte  hayat budur...

Çevrimdışı ayşegülaslanlı

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 12 Tem 2007 13:10:54
Benusa hocam tavladan sonra aklıma bu kahve hikayesi geldi mükemmel...
Tuzlu kahve
Kıza bir partide rastlamıştı.. Harika birşeydi. O gün peşinde o kadar
delikanlı vardı ki... Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti.
Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı ama tam bir
kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular.
Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu.
Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı...
“Ben artık gideyim” demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı.
“Bana biraz tuz getirir misiniz” dedi. “Kahveme koymak için.”
Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı. Kahveye tuz! Delikanlı
kıpkırmızı oldu utançtan ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı.

Kız, merakla “Garip bir ağız tadınız var.” dedi.. Delikanlı anlattı: “Çocukken
deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım.
Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.
Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı
dilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu
ailemi hatırlıyorum... Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar.
Onları ve evimi öyle özlüyorum ki...”
Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının... Kız dinlediklerinden
çok duygulanmıştı. İçini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar
özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini
arayan, evini sakınan biri... Ev duyusu olan biri... Kız da konuşmaya
başladı. Onun da evi uzaklardaydı. Çocukluğu gibi...

O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu... Tatlı ve sıcak.
Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel başlangıcı olmuştu tabii...
Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses,
prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses
ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu...
Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü...
40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti. “Ölümümden sonra aç” diye
bir mektup bırakmıştı sevgili karısına. Şöyle diyordu, satırlarında: “Sevgilim,
bir tanem. Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum
için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim.. Tuzlu kahvede.

İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun? Öyle heyecanlı ve gergindim ki,
şeker diyecekken ‘Tuz’ çıktı ağzımdan. Sen ve herkes bana bakarken,
değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın bizim
ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı
defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim.
Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için hiçbir sebep yok...
İşte gerçek: Ben tuzlu kahve sevmem! O garip ve rezil bir tat.
Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim.
Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın
en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum.
Dünyaya bir daha gelsem, herşeyi yeniden yaşamak, seni yeniden
tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim,
ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da...”
Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı. Lafı açıldığında
birgün biri, kadına “Tuzlu kahve nasıl bir şey?” diye soracak oldu..

Gözleri nemlendi kadının...
Çok tatlı!.. dedi...

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 12 Tem 2007 14:30:25
Yazdığınız öykü de inanın tuzlu kahve kadar güzel bir tat verdi  okuyunca. Teşekkür ederim ayşegül öğretmenim.

Çevrimdışı ali2037

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.759
  • 1.326
  • 2.759
  • 1.326
# 12 Tem 2007 14:49:09
ANNE MERHAMETİ

 

   “Bebeğimi görebilir miyim?” dedi yeni anne. Bebeğinin minik yüzünü görmek için kundağı açtı ve şaşkınlıkla adeta nutku tutuldu! Anne ve bebeğini seyreden doktor, hızla arkasını döndü ve camdan bakmaya başladı. Bebeğin kulakları yoktu... Muayenelerde, bebeğin duyma yetisinin etkilenmediği, sadece görünüşü bozan bir kulak yoksunluğu olduğu anlaşıldı Aradan yıllar geçti, çocuk büyüdü ve okula başladı.

    Bir gün okul dönüşü eve koşarak geldi ve kendisini annesinin kollarına attı. Hıçkırıyordu... Bu onun yaşadığı ilk büyük hayal kırıklığıydı; ağlayarak:

    “Büyük bir çocuk bana ucube dedi...”

    Küçük çocuk bu üzüntüyle büyüdü. Arkadaşları tarafından seviliyordu ve oldukça da başarılı bir öğrenciydi. Sınıf başkanı bile olabilirdi; eğer insanların arasına karışmış olsaydı. Annesi, her zaman ona:

    “Genç insanların arasına karışmalısın” diyordu.

    Ancak aynı zamanda yüreğinde derin bir acıma ve şefkat hissediyordu.

    Delikanlının babası, aile doktoru ile oğlunun sorunu ile ilgili görüştü;
“Hiçbir şey yapılamaz mı?” diye sordu.

    Doktor:

    "Eğer bir çift kulak bulunabilirse, organ nakli yapılabilir" dedi.

    Böylece genç bir adam için kulaklarını feda edecek birisi aranmaya başlandı. İki yıl geçti bir gün babası:

    "Hastaneye gidiyorsun oğlum, annen ve ben, sana kulaklarını verecek birini bulduk ancak unutma bu bir sır" dedi.

    Operasyon çok başarılı geçti ve adeta yeni bir insan olmuştu. Yeni görünümüyle psikolojisi de düzelen genç, okulda ve sosyal hayatında büyük başarılar elde etti. Daha sonra evlendi ve diplomat oldu. yıllar geçmişti, bir gün babasına gidip sordu:

    "Bilmek zorundayım, bana bu kadar iyilik yapan kişi kim? Ben o insan için hiçbir şey yapamadım...”

    Babası:

    “Bir şey yapabileceğini sanmıyorum" dedi. "Fakat anlaşma kesin, şu anda öğrenemezsin, henüz değil...”

    Bu derin sır yıllar boyunca gizlendi. Ancak bir gün açığa çıkma zamanı geldi... Hayatının en karanlık günlerinden birinde, annesinin cenazesi başında babasıyla birlikte bekliyordu. babası yavaşça annesinin başına elini uzattı; kızıl kahverengi saçlarını eliyle geriye doğru itti; annesinin kulakları yoktu.

    "Annen hiçbir zaman saçını kestirmek zorunda kalmadığı için çok mutlu oldu" diye fısıldadı babası "..ve hiç kimse, annenin daha az güzel olduğunu düşünmedi değil mi?

 

    Gerçek güzellik fiziksel görünüşe bağlı değildir, ancak kalptedir!

 

    Gerçek mutluluk, gördüğün şeyde değil, asıl görünmeyen yerdedir...

 

    Gerçek sevgi, yapıldığı bilinen şeyde değil, yapıldığı halde bilinmeyen şeydedir!"



Çevrimdışı ali2037

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.759
  • 1.326
  • 2.759
  • 1.326
# 12 Tem 2007 14:51:16
BABA UNUTUR

       Dinle oğlum, bunları sana sen uyurken söylüyorum. Küçücük elini yanağının altına sokmuşsun, nemli alnındaki sarı lülelerin yapış yapış ıslak. Odana bir hırsız gibi süzülerek girdim. Birkaç dakika önce kütüphanede oturmuş gazetemi okurken vicdan azabım nefes kesen bi dalga gibi üstüme geldi. Bir suçlu gibi yatağının başucuna geldim.
       Neler mi düşündüm oğlum? Sabah sabah kızmıştım. Okula gitmek üzere giyinirken seni azarladım, çünkü yüzünü ıslak havluyla öylesine silivermiştin. Ayakkabılarının kirli olduğunu görünce sana onları temizlettim. Bazı eşyalarını yere attığında sana öfkeyle bağırdım.

     Kahvaltı ederken bir sürü kusurunu buldum. Yiyecekleri etrafına saçıyordun, lokmalarını çiğnemeden yutuyordun, ekmeğine çok fazla tereyağı sürmüştün. Sen oyun oynamaya gidiyordun, bense trenime yetişmek zorundaydım. Bana baktın elini salladın ve “Güle güle babacığım” dedin. Ben ise kaşlarımı çattım ve “Dik dur!” dedim sana.
Akşam üzeri de durum farksızdı. Eve gelirken seni yere çömelmiş arkadaşlarınla bilye oynarken buldum. Çorapların yırtılmıştı. Arkadaşlarının önünde seni küçük düşürdüm ve kolundan tutup eve götürdüm. Bu çoraplar çok pahalıydı ve giymek istiyorsan dikkatli olmalıydın. Düşün oğlum bunları sana baban söylüyordu!

        Hatırlıyor musun? Sonra çalışma odama girdin.Gözlerinde incinmiş bir ifade vardı. Kağıtlarımın üzerinden sana baktığımda bir an için çıkmaya yeltendin. “Ne istiyorsun?” diye bağırdım sana.

        Hiçbir şey söylemeden koşup boynuma sarıldın ve beni öptün. Hem de büyük bir sevgiyle. Sonra koşarak dışarı çıktın.
         Kağıdım elimden düştü. Bana neler oluyordu? Sürekli senin hatalarını buluyordum. Seni böyle ödüllendiriyordum. Seni sevmediğim için değil bu; senden çok şey beklediğim için. Seni kendi çağımın değer yargılarına göre değerlendiriyorum çünkü.
         Oysa ki senin pek çok güzel özelliğin var. Kalbin öylesine yüce ki! Bu gece gelip beni öpüşün de bunu kanıtlıyor.Bu gece başka hiçbir şeyin önemi yok oğlum. Karanlıkta, yatağının yanında diz çöktüm ve çok utanıyorum.Bunları sana uyanıkken anlatsam da anlamazsın biliyorum. Ama yarın gerçek bir baba olacağım. Seninle oynayacağım. Sen acı çektiğinde acı çekecek, sen güldüğünde güleceğim. Dilimin ucuna kötü şeyler geldiğinde dilimi ısıracağım. Kendi kendime sürekli, “O bir çocuk!” diyeceğim.
         Ben seni büyük bir adam gibi gördüm. Oysa ki sen daha küçük bir çocuksun. Daha dün annenin kolları arasındaydın, başını onun omzuna dayamıştın. Ah, senden çok şey bekledim oğlum, çok şey bekledim.

      İnsanları eleştirmek yerine onları anlamaya çalışalım. Ne yapmak istediklerini anlayalım. Sempati, hoşgörü ve nezaket eleştiriden çok daha yararlıdır.

Eleştirmeyin, kınamayın ve şikayet etmeyin!

Çevrimdışı ayşegülaslanlı

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 12 Tem 2007 17:08:56
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Yazdığınız öykü de inanın tuzlu kahve kadar güzel bir tat verdi  okuyunca. Teşekkür ederim ayşegül öğretmenim.
teşekkür ederim o kadar güzel öyküler yazıyosunuz ki benimde bi tuzum olsun dedim:)

Çevrimdışı sudee

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 7.534
  • 14.530
  • 7.534
  • 14.530
# 12 Tem 2007 23:04:58
HAREKETE GEÇMEK İÇİN İHTİYACINIZ OLAN NE?     

Kurbağalardan biri bir traktörün açtığı teker izinin dibinde zıplayıp durmaktadır. Öbürü onu görür ve aşağıya seslenir:
Kurbağalardan biri bir traktörün açtığı teker izinin dibinde zıplayıp durmaktadır.

Öbürü onu görür ve aşağıya seslenir:

“Hey aşağıda ne yapıyorsun sen? Yukarısı çok daha iyi daha çok yiyecek var burada.”

Kurbağa yukarı bakar:

“Buradan çıkamıyorum ki !”

“Sana yardım edeyim.” der ikinci kurbağa.

“Hayır git başımdan. Ben iyiyim. Burada bana yetecek kadar yiyecek var.”

“Peki öyleyse.” der ikinci kurbağa. “Ama burada araştıracak gezinecek çok daha fazla yer var.”

“İhtiyacım kadar olan yere sahibim ben.”

“Peki öbür kurbağalarla tanışmaya ne dersin?”

“Bazen buraya iniyorlar olmazsa oradaki arkadaşlarıma seslenebilirim.”

İkinci kurbağa kurbağa usulü iç geçirir ve zıplaya zıplaya gider.

Ertesi gün aşağıdaki kurbağanın yanında zıpladığını görünce şaşırır.
“Hey ! Asağıda şu tekerlek izinde yaşıyorsun sanıyordum. Ne oldu?”

“Bir kamyon geliyordu da...”

Sizin harekete geçmek için ihtiyacınız olan ne?
 
 

Çevrimdışı sudee

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 7.534
  • 14.530
  • 7.534
  • 14.530
# 12 Tem 2007 23:20:02

İHTİYAÇ MI; İSRAF MI?

   
Ondokuz yıl evveldi. Stockholm’ e gitmiştim. Bir otele indim. Geceydi. Sabahleyin , tıraş olmak için lavaboya gittiğimde, aynanın yanında ilginç bir yazı gördüm. Lütfen diyordu, tıraştan sonra jiletinizi çöpe atmayın. Yanda bir kutu var, oraya bırakın . Bir tek jiletle dahi olsa , İsveç çelik sanayiine yardımcı olun.

Doğrusu hayretler içinde kaldım. Çocukluğumdan beri çelik eşya denince akla İsveç çeliği gelir. Birçok eşya üzerinde “İsveç çeliğinden yapılmıştır” diye yazardı. İşte o ülke, kullanılmış bir tek ufacık jiletin bile çöpe gitmesini istemiyor , ona sahip çıkıyor , gelen turistlere rica yollu uyarıda bulunuyordu.


İsviçre’de zaman zaman , belli periyotlarda radyolar, televizyonlar, basın bir haber duyurur. Şu tarihte , şu saatte , adamlarımız gelecek. Siz lütfen hazırlığınızı yapın .


Okumadığınız , ilgilenmediğiniz , kullanmadığınız ne kadar kitap ,dergi, gazete varsa , kağıt , ambalaj , kutu varsa, velev ki , bir ilaç prospektüsü dahi olsa , kapının önüne koyun. İsviçre’nin kalkınmasına yardımcı olun. Fazla ağaç ziyanına engel olun.


 
******************************
 


Beş yaşında idim. Babaannem rahmetli, pirinç ayıklıyordu. Bir tane yere düştü. Babaannem eğildi, aramaya başladı. Sağa bakıyor, sola bakıyor , bulmaya çalışıyor. Çocukluk işte, aman babaanne dedim. Bir pirinç tanesi için bu kadar çaba harcamaya yorulmaya değer mi ?



Rahmetli ilk defa sertleşti bana karşı , öfkeyle doğruldu. Sen oturduğun yerden ahkam kesiyorsun ,dedi .

Hiç pirinç üretilirken gördün mü? İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar.

Bir pirinç tanesinde kaç insanın göz nuru, alın teri, emeği, çilesi var biliyor musun ?


Utancımdan kıpkırmızı olmuştum.


Aradan yıllar geçti. Hukuk Fakültesinde öğrenciyim . Alain’in proposlarını okuyorum. Birden irkildim. Babaannemi hatırladım. Alain , bir insan yerde bir iğne görüp de eğilip almazsa, bütün uygarlığa karşı ihanet etmiş olur diyordu. İlave ediyordu. Bir iğnenin üretiminde binlerce insanın alın teri, göz nuru , el emeği vardır diyordu .


Japonlar son derece sade, basit ,yalın mütevazi yaşan insanlardır. Evlerini mobilya ile eşya ile dolduranlar Japonlara göre ruhen tekamül edememiş, hayatın manasını anlayamamış , zavallı kimselerdir.


Böyleleriyle, zavallı, evini belediye mezat salonuna çevirmiş diye eğlenirler.

Bir insanın gösteriş için eşyasının esiri olması ne kadar acıdır.


Vaktiyle japon ekonomisi bir darboğazdan geçiyor. İç borçlar ,dış borçlar gırtlağı aşıyor. Zamanın başbakanı meclisi toplar. Kürsüye çıkar.


Durumu olanca açıklığı ve tehlikeleri ile anlatır ve şu andan itibaren der , Allah şahidim olsun ki , Japonların iç ve dış borçları son kuruşuna kadar ödenmeden , pirinçten başka bir şey yemeyeceğim. Şu üstümdeki elbiseden başka elbise giymeyeceğim.


Dediklerini yapar , en üstten en altta bir israftan kaçınma kampanyası açılır. Japonya bütün borçlarını öder. Bu durumun toplumun bütün kesimlerini, tek istisna olmadan kapsadığını söylemeye gerek yok .


Geçenlerde Japon imparatorunun sarayını gördüm. Yarabbim, ne kadar sade , ne kadar mütevazı , ne kadar gösterişten uzak...


Gerekmediği halde elektriği yakmakla, suyu kapamadan boş yere akıtmakta ,gece çamurlu ayakkabılarımızı temizlemeden yatmakla, yemek yediğimiz kapları yıkamadan bırakmakla biz de zalimler sınıfına geçmiyor muyuz ?


Hayat çok ince, akıl almaz incelikte iplikler örülmüştür. Her şey o kadar birbirine bağlıdır ki, ilkokul okuma kitabımızdaki bir sözü hiç unutmadım.


“Bir mıh , bir nal kaybettirir. Bir nal, bir atı, bir at orduya savaşı kaybettirir.” diyordu.



Başarı , ayrıntılarda saklıdır .....


Maddi durumunuz ne olursa olsun , ister zengin olalım ,ister fakir , hepimiz çok dikkatli olmak zorundayız. Bunda parayı da , maddiyatı da aşan büyük bir edep ve incelik vardır.

 

Çevrimdışı ezoss

  • Uzman Üye
  • *****
  • 427
  • 307
  • 427
  • 307
# 12 Tem 2007 23:23:03
 eski bir efsane.........

önce yazıyı okuyon...sonra da resme bakın...

Eski zamanlarda civarın kralının kızı ile
bir balıkçı birbirlerine aşık olmuş.
Ancak, kral kızı balıkçıya varamaz...
Hal böyle olunca,
kız ile delikanlı gizli gizli
buluşuyorlar tabii...
Kral baba bunu zaman içerisinde öğreniyor
ve bir gece takip ettiriyor kızını...
Diyorlar ki; balıkçı denizden geliyor, kız
kumsalda onu bekliyor,
bulunduğu yeri ışıkla işaret ediyor
delikanlıya...
Ve kral kızı ile delikanlı, gün ağarana
kadar aşk oyunları yapıyorlar birbirlerine...
Kral bir gece askerlerine kızını
yakalamalarını ve kumsalda ışıkla balıkçıya
işaret göndermelerini buyuruyor. Delikanlı
ışığı görünce atlıyor kayığına
ve kürek çekiyor bir manga askerin üzerine
doğru...
Kız askerlerin elinden kurtuluyor ve
koşmaya başlıyor sevdiğini
kurtarabilmek için ama koyun taaa öbür
ucuna yetişmesi imkansız...
Ama sevda bu; kural falan dinlemez, atıyor
kendini sulara...
İşte o anda bir mucize gerçekleşiyor!
Kızın adım attığı her yer kumsala
dönüşürken peşinden koşan askerler
bastıkça denize gömülüyor onca ağırlıkla...
Kız kayığa kadar koşabiliyor...
Ancak bir okçu tam o anda delikanlıyı
hedefleyip salıyor okunu... Heyhat!
Kız ile delikanlı birbirlerine
sarılmışlardır bile ve ok gelip kızla
buluşuyor...
Derler ki; o kumlar, kızın kanı denize
karışınca kırmızıya boyanmış...
Delikanlı ise aldığı gibi gidiyor kızı,
sonrasını ne gören var ne duyan...

(http://www.radyofm32.com/forum/attachment.php?aid=50)

Çevrimdışı ayşegülaslanlı

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 12 Tem 2007 23:27:51
Esra hocam resmi açamadım bidaha gönderirmisiniz :)

Çevrimdışı ezoss

  • Uzman Üye
  • *****
  • 427
  • 307
  • 427
  • 307
# 12 Tem 2007 23:36:05
(http://www.radyofm32.com/forum/attachment.php?aid=50)



hocam hala gelmedi mi? ya da ben beceremedim..

Çevrimdışı ayşegülaslanlı

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 12 Tem 2007 23:38:51
diğer konudaki resminiz açıldı doğru göndermişsinizdir de başkalrıda göremiyorsa bir hata var.önizleden sonra ek seçenekler yapıyorsanız olur.resmi merak ettim..

Çevrimdışı sudee

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 7.534
  • 14.530
  • 7.534
  • 14.530
# 12 Tem 2007 23:39:24
Boyutunu küçültürseniz, kolaylıkla eklenecektir Ezoss Öğretmenim  :)

Çevrimdışı tekbaba

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.514
  • 499
  • 1.514
  • 499
# 13 Tem 2007 00:26:38
24-25 Sene evvel yaşadığım bir olay.Eski konulardaydı.Buraya alayım dedim.Evet...

Kars ilinin ARPAÇAY ilçesinden zorunlu olarak,beni AKYAKA İlçesindeki Hacıpiri köyüne gönderdiler.Sene1982,üç öğretmen arkadaştık.Arkadaşlarmdan birinin tayini İZMİR/Torbalı'ya çıktı ve gitti.Biz iki öğretmen kaldık.Kars ilinin kışı müthiştir.Fırtına.tipi.kar ne zaman ne olacağını tahmin etmek mümkün değil.Arkadaşım evli ve bir tane de Havva isimli çok tatlı bir kızı vardı.Ben tek olarak köy evinde kalıyordum.Küçücük kız bana annesinin yapmış olduğu yemeklerden getirirdi.Ben de kendisine rahat gelmesi için kar yolu açmıştım,soba külü dökerek kaymasını önlüyordum.
Yine bir cuma günü İSTİKLAL MARŞIMIZI söyleyerek,Bayrağımızı göndere çektik.Ben 4,5'i , arkadaşım 1,2,3'sınıfları okutuyordu.
 Lojmana çağırdı çay iç,yemek ye, televizyonda (sadece TRT-1)izle kimin kimsen yok ne yapacaksın evde?Dedi.
Birkaç saat geçti müsaade istedim ve lojmandan ayrıldım.Fırtına vardı.Eve kurt ve köpeklerin korkusundan korka,korka eve vardım.Sabah hava biraz düzelmişti.Su bidonunu aldım.Çeşmeden suyumu dolldurdum.Evime döndüm.Tezek sobasında çay pişirirken,kapı hızla vurulmaya başladı.Açtım hoca koş! METİN hoca direkten düşmüş,kıpırdamıyor dediler.Hemen okulun önüne gittim arkadaşımın burnundan ve kulağından kan geliyordu.Köylülerle kızakla sağlık ocağına götürdük.Yanıtları ÖLMÜŞ oldu.Köye getirdik.....
Köylülere nasıl olduğunu,görenlerin varsa anlatmalarını istedim.Yusuf TANI adlı köylü:
Metin hocanın; Rüzgardan direğe dolanan ŞANLI BAYRAĞIMIZI açıp dalgalanmasını sağlamak amacıyla,bayrak direğinin üstüne yakın yerden düştüğünü söyledi.
İlçeden geldiler,gittiler.Öğretmen arkadaşlar destek verdiler.
Memleketine uğurlarken METİN'imin tabutuna uğruna yere düştüğü Bayrağı sardım.Tüm şehit öğretmenler anısına.......
KARS-AKYAKA-HACIPİRİ KÖYLÜLERİNE TEŞEKKÜR EDİYORUM-1983
 

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 13 Tem 2007 01:11:39
değerli öğretmen arkadaşlarım. Sizlere teşekkür etmekten asla yorulmayacağım. Sağolun hepiniz.
tekbaba öğretmenim. Çok üzücü bir olay bu yaşadığınız. Bir öğretmen olarak okuyunca etkilenmemek mümkün değil. Allahtan bu vatansever  Türk öğretmenine rahmet diliyorum.
 Bayrağı için şehit olmuş herkesin  hikayesi çok etkiler beni. Bu olaydan ise etkilenmemek mümkün değil.
Bizlerle  paylaştığınız için teşekkür ediyorum size. Sağolun...

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK