Çin Bambu Ağacı

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 17 Tem 2007 11:38:09
hümeyra öğretmenim. ben 1990  Burdur eğitim mezunuyum. Yaşım sizden küçük değildir sanırım. ama  yaşın önemi de yok  zaten. nasıl hitap etmek istiyorsanız, içinizden nasıl geliyorsa öyle hitap edin.  ben hitabınızın içinde sevgi olduğunu biliyorum ya...bu önemli benim için.  teşekkür ederim güzel düşünceleriniz için de..sağolun.

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 17 Tem 2007 11:42:01
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Benusa hocam bu konuları takip etmemek bişeyler yazmamak mümkün mü? devam...
devam ayşegül öğretmenim...

Çevrimdışı ayşegülaslanlı

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 17 Tem 2007 11:52:21
İnşallah  :)
Hoca evde karısıyla beraber oturmuş ertesi günün planını yapıyordu. Karısına dedi ki:
- “Eğer yarın hava güzel olursa ormana ağaca giderim, iyi olmazsa hamama.” Karısı Hoca’yı uyarmış:
- “İnşallah de Hocam.” Hoca:
- “Hanım ne var bunda yarın hava ya iyi olur ya kötü ne var bunda.” Ertesi gün olur ve sabah namazından sonra bulutsuz ve güneşli havaya gören Hoca keyifle ormanın yolunu tutar. Köyden epeyce uzaklaşmıştır ki askeri bir birlikle karşılaşır. Askerler Hoca’dan komşu kasabanın yolunu tarif etmesini isterler fakat askerlerle uğraşmak istemeyen Hoca bilmiyorum deyince komutan Nasreddin Hoca’ya:
- “Kavuğundan utan bir de yalan söylüyorsun! Çabuk düş önümüze ve en kısa yoldan bizi Sivrihisar’a götür!” diye hep kızar hem de yolda rehberlik etmesini emreder. Hoca askerlerle birlikte onca yolu teper ve Sivrihisar’a ulaşıp serbest kalınca tekrar evinin yoluna koyulur. Bu sırada nereden geldiği belirsiz kara bulutlar güneş batmadan her yeri karartırlar. Bir şimşek ardına bir gümbürtü, rüzgâr fırtına derken bardaktan boşanırcasına yağmur başlar. Ancak gece yarısından sonra eve varabilen Hoca ayaklarına karasular inmiş, yarı ölü vaziyette kapının eşiğine yığılır. Kapının tokmağına güçlükle dokunur. Karısı içerden “kim o ?” diye seslenince, Hoca binbir güçlükle:
- “İnşallah benim karıcığım.” diyebilir...




KÖNE AY NEME EDERLER
Günlerin birinde Ependiden:
–Taze ay doganda könesini neme ederler diyip sorapdırlar.
Onda Ependi:
–Oni owunjak- owunjak kesişdirip ildız ederler diyip jogap beripdir.

(ESKİ AYLARI NE YAPARLAR? :
Bir gün Hoca’ya:
–Yeni ay doğunca eskisini ne yaparlar? Diye sorarlar.
Hoca: Kırpıp kırpıp yıldız yaparlar, der.)


Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 17 Tem 2007 11:52:44
500 GRAM BAL İÇİN ARILAR, 3 MİLYON 750 BİN DEFA ÇİÇEĞE KONUP KALKIYOR. BİR KG BAL İÇİN İSE 40 BİN TANE ARI, 6 MİLYON ÇİÇEĞİ DOLAŞIYOR. BAL ARILARI BİR PETEĞİ DOLDURABİLMEK İÇİN 100 MİLYON ÇİÇEĞİN NEKTARINI EMİYOR VE 100.000 KM KANAT ÇIRPIYOR.


BU DELİ ÇALIŞMANIN ARASINDA, 'DÖNÜP ÖBÜR ARI BENİM KADAR DOLAŞIYORMU?' DİYE KONTROL GEREĞİDE DUYMUYORLAR. BİRBİRLERİNE TAM BİR GÜVEN İÇİNDE SADECE HEDEFLERİNE ODAKLANMIŞLAR!... NEREDEYSE KÖLESİ OLDUĞUMUZ BİLGİSAYAR SANİYEDE 16 MİLYAR ARİTMETİK İŞLEM YAPARKEN, BİLGİSAYARIN DOĞADAKİ RAKİBİ BAL ARILARI BU SÜREDE DAHA AZ ENERJİ HARCAYARAK 10 TRİLYONLUK İŞLEM YETENEĞİNE SAHİP. DEMEK Kİ BİLGİSAYARDA HALA BILL GATES'İN KEŞFEDEMEDİĞİ BİR ŞEYLER VAR..!

BİR KOLONONİN PAZARLANACAK 1 KG BAL ÜRETMESİ VE YAŞAMINI SÜRDÜREBİLMESİ İÇİN 8 KG BAL TÜKETMESİ GEREKİYOR . BU DA KOLONİNİN 6 KEZ DÜNYA ÇEVRESİNİ DÖNMESİ DEMEK...ONLAR BU İŞİ CANLA BAŞLA YAPIYOR, VE GENETİK OLARAK NESİLDEN NESİLE AKTARILMIŞ BİR TEMBELLİK ASLA SÖZ KONUSU OLMAMIŞ!

BU ARI CUMHURİYETİNDE CİNLİK YAPMAK İÇİN 'BİRKAÇ GRAM BAL DA KENDİME SAKLAYAYIM' DİYE PETEĞİ HORTUMLAYANADA ŞİMDİYE DEK RASTLANMAMIŞ. HEPSİ GÜNEŞİN 'KALK' ZİLİYLE ÇALIŞMAYA BAŞLAYIP, GÜNEŞİN PAYDOS' ZİLİYLE DİNLENMEYE ÇEKİLİYORLAR. HİÇBİR ARI, 'KRALİÇE HANIM İŞİN KAYMAĞINI YİYECEK DİYE BEN GEBERENE KADARÇALIŞMAM ABİ...'DE DEMEMİŞ, BİRLİKTEN VE KOVANDAN ÇIKININI ALIP BAŞKAYOLLARA DÜŞÜP BAŞKA BİR KOVANDA CUMHURİYET KURMAYI DÜŞÜNMEMİŞ! KARŞI KOVANDAKİLERİ KISKANIP O PETEĞE DADANMAMIŞ!

ARI, VÜCUT AĞIRLIĞININ 330 KATI YÜK ÇEKİYORMUŞ. HER BİR PETEK GÖZÜNÜN ALTIGEN PRİZMA ŞEKLİNDE İNŞA EDİLMESİ ESAS PETEĞİN DİRENCİNİ SAĞLIYORMUŞ. BU NEDENLE KİLOLARCA BALI RAHATLIKLA TAŞIYABİLİYOR. 'GERÇEKTEN DE EN AZ BALMUMU HARCAYARAK, MAKSİMUM ÖLÇÜDE BAL DEPOLAMAK İÇİN EN UYGUN ŞEKİL, ARILARIN İNŞA ETTİĞİ ALTIGEN PRİZMADIR' DİYE ONAYLIYOR FİZİKÇİLER. HADİ BAKALIM ARILADAN ÖZÜRDİLEYELİM, ONLARA 'HAYVAN' DEDİĞİMİZ İÇİN. ELİN HAYVANI DÜZEN TUTTURMUŞ, MİLYON YILDIR HAYATINA FESAT SOKMADAN SÜRDÜRÜYOR SORUMLULUĞU İÇİNDE SAKLI! ARILARIN 'AYIKLA PİRİNCİN TAŞINI' DİYE BİR SÖZLERİ YOK. BAŞKA ARILARIN YAPTIKLARINI, ONLAR HAYATLARINI KISITLAYARAK TEMİZLEMEK ZORUNDA DEĞİLLER!..

SİZ HİÇ ARIYI SOKAN BİR ARI BİLİYOR MUSUNUZ? BELKİDE BU DÜNYAYA ARI OLARAK GELMEK VARDI.

(alıntı)

Çevrimdışı ezoss

  • Uzman Üye
  • *****
  • 427
  • 307
  • 427
  • 307
# 17 Tem 2007 13:38:22
GÖKKUŞAĞI

Dünyanın bütün renkleri bir gün bir araya toplanmışlar ve hangi rengin en önemli en özel olduğunu tartışmaya başlamışlar:



YEŞİL demiş ki:

"Elbette en önemli renk benim..ben hayatın ve umudun rengiyim..çimenler,ağaçlar,yapraklar için seçilmişim..Şöyle bir yeryüzüne bakın, her taraf benim rengimle kaplı..."



MAVİ hemen atılmış:

"Sen sadece yeryüzünün rengisin..ya ben? Ben hem gökyüzünün hem denizin rengiyim. Gökyüzünün mavisi insanlara huzur verir, ve huzur olmadan siz hiçbir işe yaramazsınız"



SARI söz almış:

"Siz dalga mı geçiyorsunuz? Ben bu dünyaya sıcaklık veren rengim..güneşin rengiyim.. ben olmazsam soğuktan donarsınız hepiniz"



TURUNCU onun sözünü kesmiş:

"Ya ben?? Ben sağlık ve direncin rengiyim...insan yaşamı için gerekli vitaminler hep benim rengimde
bulunur..portakalı, havucu düşünün.. ben pek ortalarda görünen bir renk olmayabilirim ama güneş doğarken ve batarken gökyüzüne o güzel rengi veren de benim unutmayın"



KIRMIZI daha fazla dayanamamış:

"Ben hepinizden üstünüm!!! Ben kan rengiyim!! Kan olmadan hayat olur mu!! Ben tehlike ve cesaretin
rengiyim!!! Savaşın ve ateşin rengiyim!! Aşkın ve tutkunun rengiyim!!!Bensiz bu dünya bomboş olurdu!!!"



MOR ayağa kalkmış:

"Hepinizden üstün benim.. ben asalet ve gücün rengiyim. Bütün krallar, liderler beni seçmişlerdir.. ben otorite ve bilgeliğin rengiyim, insanlar beni sorgulamaz.. dinler ve itaat ederler"



ve bütün renkler hep bir ağızdan kavgaya tutuşmuşlar... her biri diğerini itip kakıyor "en büyük benim" diyormuş... derken.. bir anda şimşekler çakmış ve yağmur damlacıkları gökten düşmeye başlamış... bütün renkler neye uğradıklarını şaşırmış, korkuyla birbirlerine sarılmışlar..



ve YAĞMUR'un sesi duyulmuş...



"Sizi aptal renkler..bu kavganızın anlamı ne, bu üstünlük çabanız neden? Siz bilmiyor musunuz ki her biriniz farklı bir görev için yaratıldınız, birbirinizden farklısınız ve her biriniz kendinize özelsiniz... Şimdi el ele tutuşun ve bana gelin"



Renkler bunun üzerine kendilerinden çok utanmışlar.. el ele tutuşup birlikte gökyüzüne havalanmışlar ve bir yay seklini almışlar..



Yağmur onlara "bundan böyle..." demiş.."her yağmur yadığında siz birleşip bir renk cümbüşü halinde gökyüzünden yeryüzüne uzanacaksınız ve insanlar sizi gördükçe huzur duyacaklar, güç bulacaklar..insanlara yarınlar için umut olacaksınız.....gökyüzünü bir kuşak gibi saracaksınız ve size G Ö K K U Ş A Ğ I diyecekler.. anlaştık mı?"



Bu yüzden ne zaman dünyamız yağmurla yıkansa, ardından gökyüzünde G Ö K K U Ş A Ğ I belirir..



Biz de gökkuşağındaki o renkler gibi birbirimizden farklıyız ve hepimiz özeliz..bunu bilerek etrafımızla uyum içinde yaşamalıyız.

Çevrimdışı ali2037

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.759
  • 1.326
  • 2.759
  • 1.326
# 17 Tem 2007 14:39:11
Microsoft şirketinde temizlikçi
Uzun süre işsizlikten sonra, genç adam Microsoft şirketinde temizlikçi olarak işe kabul edilmişti. Personel müdür yardımcısı, işe giriş işlemleri için birkaç belge getirmesi gerektiğini söyleyip ekledi:

"Bana e-posta adresinizi verirseniz" dedi. "Size getirmeniz gereken belgelerin listesini gönderirim."

Temizlikçi adayı, boynunu büktü:

"Benim e-posta adresim yok, efendim" dedi. "Çünkü henüz bir bilgisayanm bile yok."

Microsoft yetkilisi bu cevaptan hiç memnun kalmamıştı-. "Bir e-posta adresiniz olmadığına göre, Microsoft gibi bir şirkette çalışmaya hak kazanamayacağınızı söylemek zorundayım. Sizi işe almamız mümkün değil!"

İş bulma sevincini bir anda yitiren adam, tüm serveti olan on dolarıyla ne yapacağını kara kara düşünerek Microsoft binasından ayrıldı.

Bütün parasıyla domates satın aldı, sonra da kapı kapı dolaşarak bunları satmaya başladı. Akşam olduğunda serveti bir kat artmış, cebindeki on dolan, yirmi dolara çıkmıştı. Adam bu işi üç gün üst üste yaptıktan sonra servetinin 160 dolara yükseldiğim görünce, bundan böyle geçimini domates alım satım işinden sağlamaya karar verdi.

Her sabah, evden biraz daha erken çıkıyor, biraz daha geç dönüyor ve parasını ise her gün bir kat daha artırıyordu. Kısa bir süre sonra işini daha da büyüttü. Önce bir el arabası, daha sonra bir kamyon satın aldı.

Aradan beş yıl geçtiğinde, genç işadamı eyaletin en büyük gıda dağıtım şirketlerinden birini kurmuştu. Bir gün hem şirketim, hem de kendisini ve ailesini sigortalamaya karar verdi. Sigorta poliçesini hazırlayan acente görevlisi, gerekli kâğıtların doldurulmasından sonra ondan, e-posta adresim istedi:

"Bize e-posta adresinizi verirseniz, hazırlayacağımız ödeme planını size gönderirim" dedi.

Büyük işadamı omuzlanm kaldırarak cevap verdi: "Benim e-posta adresim yok ki!"

Duyduğuna inanamayan sigortacı, başını masanın üstündeki kâğıtlardan kaldırdı ve adama hayran hayran bakarak:

"Çok ilginç, e-posta adresiniz olmadığı halde bu kadar büyük bir şirketin sahibisiniz" dedi. "Ya bir de e-posta adresiniz olsaydı? Kim bilir o zaman ne olurdunuz?"

Adam, buruk bir gülümsemeyle: "Ben ne olacağımı çok iyi biliyorum" karşılığını verdi, "Microsoft şirketinde temizlikçi!" 

Çevrimdışı ali2037

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.759
  • 1.326
  • 2.759
  • 1.326
# 17 Tem 2007 14:41:19
Kuşak Çatışması
"Şunları bir araya toplayayım.Bir güzel muhabbet edelim" diye duşundum. Mutfak isinden de anlarım.Donattım sofrayı. Bayağı uğraştım.Hepsinin, ayrı ayrı ne yemekten, ne içmekten hoşlandığını iyi bilirim.Bayağı da para gitti. Birinin yediğini oburu yemez.Ötekinin içtiğini beriki içmez. Dört kişilik sofra kurdum. Mumları da yaktım. Bak hepsi, Erice Satie severdi. Hatırladım.Müziği de ayarladım. Geldiler.20 yaşında ben, 35 yaşımda ben, 40 yaşımda ben ve bugünkü ben dördümüz.Birden yirmi yaşımı, otuz beş yaşımın karşısına oturttum.Kırk yaşımın karşısına da, ben geçtim.Yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu.Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.Yatıştırayım dedim."Sen karışma moruk" dediler. Büyük hır çıktı.Komşular alttan üstten duvarlara vurdular. Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı.Evin de içine ettiler. Bende kabahat.Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine. Ömur dediğin üç gündür,dün geldi geçti yarin meçhuldür, O halde ömur dediğin bir gündür,o da bugündür.

Ali POYRAZOĞLU’ndan 

Çevrimdışı ali2037

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.759
  • 1.326
  • 2.759
  • 1.326
# 17 Tem 2007 14:43:11
SEVGİNİN BEDELİ


Küçük oğlu annesine geldi ve ona kağıdı uzattı. Annesi ellerini önlüğüne kuruladıktan sonra kağıdı okumaya başladı;

Çimleri biçtiğim için 5 dolar

Odamı temizlediğim için 1 dolar

Alışverişe gittiğim için 50 sent

Küçük kardeşime baktığım için 25 sent

Çöpü attığım için 1 dolar

İyi bir karne getirdiğim için 5 dolar

Bahçeyi temizlediğim için 2 dolar

Toplam borç 14 dolar, 75 sent

Anne, umutla kendisine bakan oğlunun elinden kağıdı aldı ve kağıdın arka yüzüne şunları yazdı;

Seni 9 ay karnımda taşıdım BEDAVA

Hasta olduğunda başında bekledim, elimden geleni yaptım, senin için dua ettim BEDAVA

Yıllar boyu değişik nedenlerle senin için gözyaşı döktüm BEDAVA

Senin için geceler kaygı duyup, uykusuz kaldım BEDAVA

Oyuncaklarını topladım, yemeğini hazırladım giysilerini yıkadım, ütüledim

BEDAVA YAVRUM

ve bunların hepsini topladığın zaman gerçek sevginin bedelinin olmadığını görürsün, bedavadır çünkü...

Oğul annenin yazdıklarını okuyunca gözleri doldu.

Annesine baktı, "Anneciğim seni seviyorum" dedi ve kalemi alarak bu kağıda

"HEPSİ ÖDENMİŞTİR" yazdı 

Çevrimdışı ali2037

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.759
  • 1.326
  • 2.759
  • 1.326
# 17 Tem 2007 14:44:15
DIŞ GÖRÜNÜŞE ALDANMA..

Kaba saba, soluk, yipranmis giysiler içindeki yasli çift Boston treninden inip utangaç bir tavirla rektörün bürosundan içeri girer girmez, sekreter masasindan firlayarak önlerini kesti.. Öyle ya, bunlar gibi ne idügü belirsiz tasralilarin Harvard gibi bir üniversitede ne isleri olabilirdi?
Adam yavasça rektörü görmek istediklerini söyledi. Iste bu imkansizdi. Rektörün o gün onlara ayiracak saniyesi yoktu.
Yasli kadin çekingen bir tavirla,
"Bekleriz" diye mirildandi.. Nasil olsa bir süre sonra sıkılıp gideceklerdi..
Sekreter sesini çikarmadan masasina döndü.
Saatler geçti, yasli çift pes etmedi. Sonunda sekreter dayanamayarak yerinden kalkti..
"Sadece birkaç dakika görüşseniz. Yoksa gidecekleri yok" diyerek rektörü iknaya çalisti..
Anlasilan çareyoktu.. Genç rektör isteksiz bir biçimde kapiyi açti. Sekreterinin anlattigi tablo içini bulandirmisti.
Zaten tasralilardan, kaba saba köylülerden nefret ederdi.. Onun gibi bir adamin ofisine gelmeye cesaret etmek.. Olacak sey miydi bu? Surati asilmis sinirleri gerilmisti.
Yasli kadin hemen söze basladi.
Harvard"da okuyan ogullarini bir yil önce bir kazada kaybetmislerdi. Ogullari burada öyle mutlu olmustu ki onun anisina okul sinirlari içinde bir yere, bir anit dikmek istiyorlardi..
Rektör, bu dokunakli öyküden duygulanmak yerine öfkelendi..
"Madam" dedi, sert bir sesle,
"Biz Harvard"da okuyan ve sonra ölen herkes için bir anit dikecek olsak, burasi mezarliga döner.."
"Hayir, hayir" diyerek haykirdi yasli kadin..
"Anit degil.. Belki Harvard"a bir bina yaptirabiliriz"..
Rektör, yipranmis giysilere nefret dolu bir nazar firlatarak,
"Bina mi?" diye tekrarladi,
"Siz bir binanin kaça maloldugunu biliyor musunuz? Sadece son yaptigimiz bölüm yedi buçuk milyon dolardan fazlasina çikti.."
Tartismayi noktaladigini düsünüyordu. Artik bu ihtiyar bunaktan kurtulabilirdi.
Yasli kadin sessizce kocasina döndü.
"Üniversite insaatina baslamak için gereken para bu muydu? Peki, biz niçin kendi üniversitemizi kurmuyoruz, o halde?
"Rektörün yüzü karmakarisikti.. Yasli adam basiyla onayladi..

Bay ve Bayan Leland Stanford disari çiktilar..
Dogu California"ya, Palo Alto"ya geldiler.. Ve Harvard"in artik umursamadigi ogullari için onun adini ebediyyen yasatacak üniversiteyi kurdular..

Amerika"nin en önemli üniversitelerinden birini.
Stanford"u... 

Çevrimdışı ayşegülaslanlı

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 17 Tem 2007 15:04:27
Temizlikçi kuşak çatışması ne hoş Teşekkürler.bir de şu olayı okuyun hoşuma gitti
Garip dervişin biri büyük bir köşkün önünden geçerken evin 'av meraklısı ve zalim' olan beyi, yardımcıları ile ava gitmek için evden çıkıyorlardır. Dervişle selamlaşırlar. Aksilik bu ya o gün hiç bir şey vuramadan dönerler. Bey çok sinirlidir:

          “-Sabah ava giderken karşılaştığımız o dervişi bulun çabuk! Onun yüzünden işlerim ters gitti. Uğursuzu getirin bana!”

          Yardımcıları hemen dervişi bulup beyin huzuruna çıkarırlar. Bey kükrer:

          “-Bre uğursuz adam! Senin yüzünden elimiz boş geldik! Hiçbir şey vuramadık! Tiz vurun kellesini!”

          Derviş, beye şöyle der:

          “-Beyim sabah selamlaştık. Siz hiçbir şey vuramadınız. Ben ise kellemi kaybediyorum. Siz söyleyin, hangimiz daha uğursuzuz?”

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 17 Tem 2007 16:21:58
Bambu ağacıyla misyonerlik ve irtica arasında ki benzerlik nedir biliyor musunuz? Böyle de sorumu mu olurmuş diyebilirsiniz. Haklısınız.
Ancak, her ikisinin de vücut buluş biçiminin, birbirine çok benzediğini anlatırsak, Sanırız soru bir parça anlam kazanır.
Biz önce bambu ağacının büyüme biçiminden söz edelim. Bambu ağacının yetiştirilmesi ilginçtir. Bu konuda pek çok insanımızın bilgisi olmadığını düşünüyoruz.
Çinliler bambu ağacını şöyle yetiştirir.
Önce ağacın tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir.Birinci yıl tohumda değişiklik olmaz.
Tohum yeniden sulanıp gübrelenir. Bambu ağacı ikinci yılda da, toprağın dışına filiz vermez.Üçüncü ve dördüncü yıllarda her yıl yapılan işlem tekrar edilerek, bambunun tohumu sulanır ve gübrelenir.
Tohum bu yılda da dışarıya filiz vermez.
Çinliler sabırla, beşinci yılda da bambuya su ve gübre vermeye devam ederler.
Sonunda beşinci yılın ikinci yarısından sonra bambu yeşermeye başlar.
Altı hafta gibi kısa sürede de yaklaşık 27 metre boyuna ulaşır.
Akla gelen önemli soru şudur:
Bambu ağacı 27 metrelik boyuna altı haftada mı, yoksa beş yılda mı ulaşmıştır?
Sorunun yanıtı tabi ki beş yıldır.
Sabır ve ısrarla tohum beş yıl sürecince sulanıp gübrelenmeseydi, ağacın büyümesinden hatta var olmasından söz edebilir miydik?
Bir kararlılığın başarıya dönme koşulu demek neymiş?Çalışmak, sabırlı olmak, inanmak ve kararlılıktan hiçbir zaman dönüş yapmamak..
Ülkemizde ki şeriat özlemli irticai gelişim de; dış güçlerin her gün mesafe aldıkları misyonerlik yani Hıristiyanlığı ülkemizde yayma çabaları da, bambu ağacı tohumunun toprak altında yıllarca gün yüzüne çıkmadan gizlenerek gelişimiyle büyük benzerlik gösteriyor.  Ne denli yadsımaya kalkarsak kalkalım; bambu ağacının gübrelenerek yer altında gizli saklı büyüyüp gelişmesi ve birden bire akıl almaz biçimde fışkırıp hızla boy atması nasıl oluyorsa; misyonerlik ve irticai faaliyetler de ayni süreçten geçiyor.“Konuyu abartıyorsunuz, ülkemizde irtica söz konusu değildir, bunları ortaya atanlar hortumları kesilenlerdir…” şeklindeki nakaratı tekrarlayanlar, artık seslerini kesmelidirler!.. Çünkü söylemleri hiçbir şekilde inandırıcı ve samimi değil!.. Hortumlar kesilmedi, hortumun ucundakiler değişti. Ülkede irtica yoktur diye söylemde bulunanlar hortumun ucundakiler oldular! Anlayacağınız; “Yumruk yine o yumruk bir varsa vuran el değişti” diye boşa söylememiş şair.Misyonerlik faaliyetleri ülkemizde sinsi sinsi sürdürülürken; bambu ağaçlarının yetiştirilmesinde, toprak altında ki tohumlar nasıl boyuna gübrelenip sulanıyorsa; medyada söylemlerde “Cemaat” diye adlandırılan ve ülkenin omurgasında varlığını sürdüren şeriat özlemcisi ve yatırımcısı tarikatlar da; tüm Türkiye’nin gözü önünde, misyonlarını rahatça sürdürmeye devam ediyorlar!..Her ne hikmetse, Türkiye Cumhuriyeti’nin meri kanunları bunları etkilemiyor. Sokaklarda alenen dolaşan cüppeli, sarıklı, kara çarşaflı dolaşanlar; ülkeyi yönetenlerin ya da memleketin kaderinde söz sahibi olanların dikkatini çekmiyor..Bambu ağacı gibi her an fışkırırcasına büyüyüp hedefine ulaşabilecek olan irticaya, şeriata ve misyonerliğe dikkat çeken bir yazıyla, satırlarımıza noktayı koyarken; sevgili vatandaşlarımızı sağduyuya çağırıyoruz. İnançlı yurttaşlarımızın, din tüccarlarından hem kendilerini hem de çocuklarını önemle korumalarını, tarikat, cemaat adı altında saf, temiz ve inançlı insanlarımızı sömüren, kendi dünyevi çıkarları uğruna onları robot haline getiren odaklardan uzak durmalarını önemle hatırlatıyoruz.
“BİR öğretim üyesinin feryadı... Genç kızı kendisini bir tarikata kaptırmış, "mürit" olmuştur. "Kız müritleri"yle, şantajlarıyla ünlü bir 'sosyetik tarikat'ın müridi!
Kızını bu tarikata kaptıran öğretim üyesi baba, mahkemede böyle diyor:
"Beyni öyle yıkanmış ki, eline silah verilse, beni vurur!"
Başka bir "mürit", tarikat hakkında mahkemede tanıklık yapan annesini "cinsel tacizci", babasını "organ kaçakçısı" diye suçluyor!
Bu nasıl vicdan! Sözlüklerde yeterli kelime yok bunu tarif etmek için!
Bu nasıl bir beyin yıkama, bu nasıl bir totaliter örgütlenmedir ki, evlatları annelerden, babalardan çalıyor, robot haline getiriyor. Çocukların da istikbalini mahvediyor!
Okul, meslek, iş, gelecek, hepsi kararıyor?
Nazi ve Bolşevik örgütlenmeleri de böyleydi. Stalin, annesinin ve babasının "burjuva ajanı" olduğunu KGB'ye ihbar edip kurşuna dizdiren 15 yaşındaki bir çocuğun heykelini diktirmişti! Ne farkı var?!
Nasıl bir tuzağa düştüklerinin farkında değiller. Aksine büyük bir "adanmışlık" duygusuyla mutlular! Anne baba ne demek? Kardeş ne demek? Okul, çevre, arkadaş, iş, meslek ne demek? "Adanmışlık" duygusunun yanında vız gelir bunlar!
Bu duyguyla "adanmışlar"dan ibaret küçük, sıkılmış yumruk gibi kapalı, sık dokulu bir tarikat, bir kabile, bir totaliter örgüt gibi yaşarlar. Dışarıyla, hayatla irtibatları sadece 'misyon' içindir!..”

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 17 Tem 2007 17:07:06
  çin bambu sayfalarında anne ve babalara dair çok güzel öyküler yazıldı, kıymetlerini daha iyi anlayalım diye... Malesef ki ülkemizin bir gerçeği de bu.. Hem de acı gerçeği...Hangi HOCA anamdan babamdan kıymetli olabilir ve iftira attırabilir onlara.. Mümkün değil elbet. Ama yine malesef ki hem de çoğu eğitimli insanlardan oluşan bu müritler hangi zihniyetle, nasıl bir kandırmacayla, nasıl bir inanmışlıkla böyle safsataların peşine takılıp ana-babayı hiçe sayabiliyorlar...İnsanlık mı bu??? Hem şaşırıyorum, hem üzülüyorum ülkemin geleceği adına...

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 17 Tem 2007 21:07:00
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 17 Tem 2007 21:08:05
çok güzel bir video. izleyin ya da okuyun...tavsiye ederim.

Çevrimdışı ezoss

  • Uzman Üye
  • *****
  • 427
  • 307
  • 427
  • 307
# 17 Tem 2007 21:21:29
SATILAN OĞLAN

Uzaklarda bir yerde bir baba ile bir oğul yaşıyormuş. Onlar çok fakirlermiş. Evlerinde çok bir şey yokmuş ve çoğu gece aç yatarlarmış, ama baba hiç bir zaman ah uh etmezmiş. Bir akşam çocuk babasına:

            - Baba beni neden satmıyorsun? demiş. Çocuğun babası bu sözler karşısında donakalmış.

            - Seni kim alır ki! Sen küçük ve hiç bir şey bilmiyorsun!

            - Fakat beni alırlar, ben dünyada üç önemli şeyi biliyorum: atı biliyorum, taşı biliyorum, insanı biliyorum.

            Babası gülmüş. Çocuğun söylediklerine inanmamış. Ama çocuk durmadan ısrar ediyormuş.

            Babasının da kendisinin de ömür boyu böyle sıkıntı ve ızdırap çekmesini istemiyormuş.

            Babası çocuğun bu masumane ısrarına dayanamadı, onu şehre götürüp satmaya karar verdi. O sabah erkenden kalktılar. Çocuk en güzel giysilerini giyindi. Şehre gittiler. Şehrin en kalabalık yerine vardılar, herkes orada alış veriş yapıyordu. Köleler, alınıp satılıyordu. Baba körpe oğlunu dizlerinin dibine oturttu; fakat kimse onların yüzüne bile bakmıyordu. O gün akşama doğru bir kişi gelip sordu:

            - Bu çocuğu pazara niye getirdin? Bu hiç bir şey yapamaz ki...

            - Ama o dünyada üç şeyi çok iyi bilir: atı, insanı ve taşı, dedi çocuğun babası.

            - Bu üç bilginin fiyatı kaçaymış? dedi adam.

            Çocuğun babası:

            - Sen kıymet biç! dedi.

            Adam çocuğun babasına biraz altın verdi ve oğlanı alıp evine götürdü. Evde oğlana altından kalkamayacağı işler yüklediler, köpeklerin bile yerken iğreneceği yemekleri koydular önüne, yine de satılmasından dolayı pişmanlık duymadı. Hep: "Olsun, hiç olmazsa bana karşılık aldığı parayla babam bari rahat yaşıyordur. Açlıktan yoksulluktan kıvranmıyordur." diyordu. Satın alan adam ise yoğun işlerinden dolayı çocukla hiç ilgilenmiyordu.

            Bir gün adam kendine bir at almayı düşünüyordu, ancak atın iyiliği ya da kötülüğü hakkında hiçbir bilgiye sahip değildi. Bir anda çocuğu alırken söylenilenleri hatırladı. "Çocuk at hakkında bir çok bilgiye sahipti."

            Oğlanla adam, at pazarına gittiler. Fakat adamın gözünün kestirdiği her atta çocuk mutlaka bir kusur buluyordu. Sonunda herkesin övdüğü fakat fiyatlı bir atın önünde durdular. Adam:

            - Evveet, bu atın hiçbir kötülüğünü söyleyemezsin! dedi çocuğa, ama çocuk bu at hakkında da:

            - Bu at gerçekten de iyi, fakat bir kötü yönü var ki senin ölümüne sebep olacak! dedi. Adam, tebessüm etti ve sonra:

            - Bin yıl yaşamayacağım ya, bizim için biçilen ömür ne kadarsa onu yaşayacağız. O süreyi uzatıp ya da kısaltmak bizim elimizde değil. Sebepsiz ölüm olmaz; benim ölümüme de at sebep oluversin ne çıkar! dedi ve atı söylenilen fiyata aldı. Kendi ölümünü istemediğinden dolayı çocuktan adam, çok memnun kaldı. Eve geldiklerinde ev halkına bundan sonra çocuğa iyi yemeklerden verilmesini tembihledi. Çocuğun sevinci bir kat daha arttı. İçinden: "Artık babam gibi ben de rahat yaşayacağım." dedi. Babasına karşı evlatlık vazifesini yapma huzur ve mutluluğu adama daha da çok yaklaştırıyordu onu.

            ***

            Bir gün evin güzel kızı parmağından yüzüğünü çıkarırken düşürdü ve yüzüğünün taşı kayboldu. Kız taş almak için pazara gitmeye hazırlanırken adam, oğlanı çağırdı ve kızıyla pazara gidip yüzüğe taş almakta yardımcı olmasını söyledi. Oğlan söylenilenleri yerine getirmek için kızla pazara gitti. Sarraf sarraf dolaştılar, kızın güzelliğine layık güzel ve kıymetli bir taş aradılar, fakat oğlan her taşta mutlaka bir kusur buluyordu. Sonunda göz kamaştırıcı, güzel mi güzel bir taş buldular; ancak oğlan:

            - Dış görünüşüne aldanıp da sakın o taşı almayın! Dışı güzel olup da içi kötülüklerle dolu olan insanlar gibi o taşın da içinde senin başına ileride büyük bir musibet getirecek bir kurt var.

            Kuyumcu, bu sözlere kızdı:

            -Taşın içinde kurt mu olurmuş! Sen delisin! dedi.

            Oğlan taşı alıp yere attı. Taş kırıldı, içinden gerçekten kurt çıktı.

            ***

            Eve geldikleri vakit kız olup bitenleri bir bir babasına anlattı. Babası da oğlana artık her zaman daha iyi ve çok yiyecek, içecek verileceğini, çok iyi davranılacağını müjdeledi.

            Küçük oğlan da kendi kendine:"İyilik yap, denize at, balık yesin! Balık bilmezse Halık bilir. Yüreğinde hep iyilik taşıyanlar mutlaka karşılığını görürler." dedi. Sonra:"Bana verilecek olan bu yiyecek ve içecekler, artık başkalarıyla paylaşmama da yetecek."

            ***

            Herkes oğlan hakkında konuşuyor, yaşına rağmen bilgisinin büyüklüğünden, kabiliyetinden, yardımseverliğinden bahsediyordu. Adamsa böyle herkes tarafından övülen bir köleye sahip olduğu için adeta göklerde uçuyordu. Bir gün hem iltifat etmek hem de üçüncü bilgisinde ne kadar isabetli olduğunu öğrenmek maksadıyla küçük oğlanı yanına çağırıp:

            - Bak bu memlekette herkes seni konuşuyor. Senin aklını, bilgini, kabiliyetini... Seninle ne kadar gururlansam azdır. Tebrik ederim seni, ancak baban seni satarken insanı da çok iyi bildiğini söylemişti. Söyle bakalım ben kimim?

            Çocuk kızardı, bozardı, söylemek istemedi. Adam ısrar etti. Sonunda çocuk:

            - Sen, kötü niyetli birisi değilsin ve bu ülkeleri yöneten bir padişahsın, -bu da bir ayıp değil ama, senin baban bir köleydi!     

Adam son sözler karşısında hiddetlendi, kızdı.

            - Bir padişah nasıl bir kölenin oğlu olabilirmiş sana öğreteceğim! Bu hakaretinin hesabını ağır ödeyeceksin! dedi ve askerlerini çağırıp onu zindana atmalarını emretti. Askerler emri yerine getirdiler, fakat hanın öfkesi geçince oğlana verdiği cezadan dolayı vicdan azabı duymaya başladı. Bir kaç gün sonra annesinin yanına gitti ve babasının kim olduğunu sordu. Annesi de:

            - Evet oğlum, sen bir padişahsın, emrinde bir çok insan var; bu nasıl gün Işık

gibi açık ve doğruysa baban da alınıp satılan bir köleydi! Sen bir kölenin oğlusun!

            Han sevineceğini, üzüleceğini bilemedi. Bu gerçeği öğrenmemiş olsaydı bir masum çocuk zindanda çürüyüp gidecekti, öğrendi dünyalık şerefi ayaklar altına düşüyordu, bu ayıbı omzunda bir ömür boyu taşıyacaktı artık. Dalıp gitmişti bu düşünceler içinde. "Sen kölenin oğlusun!" hep bu söz yankılanıyordu kulağında.

            - Sen de neticede bir köle değil misin? sözleriyle daldığı hayal uykusundan uyandı.

            - Sen de halkının kölesisin, hakkıyla hizmet ediyorsan; yok halka hizmet etmiyor ve kendin için çalışıyorsan o zaman da nefsinin... Kim vardır ki dünyada köle olmayan. Mühim olan köleliği şereflendirmek. Baban seni insanlığa hizmet eden bir insan olarak görmek istiyordu. Evet, kendisi alınıp satılan bir köleydi.

            Oğlanın söyledikleri tamı tamına doğruydu. Cahilliğine yenilmişti. Bilgi konuşunca cehalet hiddetlenmişti.

            O dağlar ülkesinin ulu padişahı, boynunu büktü, annesinden izin isteyip ayrıldı.

            İçi kan ağlıyordu. Bilmeden, çocuğa yaptığı bu haksızlık için.

            Bir emir çıkararak fakirin oğlunun zindandan alınarak yanına getirilmesini istedi. Gelince oğlanı güzelce giyindirip kuşandırdı ve vezir yaptı. Oğlan çocuk denecek yaşta vezir oldu ve padişahla birlikte ülkeyi uzun yıllar adaletle yönettiler. Padişahın güzel kızı da genç vezire aşık olunca kız ile vezirin evlendirilmesine karar verildi. Düğün hazırlıkları yapıldı. Dillere destan bir düğünle vezir ile kız evlendiler. Düğün sonrasında kızın babası yıllar önce damadıyla birlikte aldıkları ata binerek sevinç gösterisi yaparken at birden bire dengesini kaybedince yıkıldı ve han öldü.

            Böylece fakirinin oğlunun söyledikleri gerçekleşti; satılan oğlan ülkeye padişah oldu.


 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK