Çin Bambu Ağacı

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 19 Tem 2007 13:39:36
Çanakkale'de yedi oğlundan dördünü şehid veren Samsun'un Bekdiğin
köyünden Ali Çavuş'un hikayesi de çok ilginçtir. Harbin son dönemleridir.
Mehmetçik süngüyle hucuma kalkar ve düşmanı geri püskürtür. Geri kaçarken
bazı yaralı düşman askerleri de siperlerde kalır daha geri gidemezler. Ali
Dayı, düşman askerlerinden iki tane Anzak askerini bu şekilde siperde
yaralı bulur. Bunları tutar tedavileri için cephenin arkasına getirir.
Orada bir kısım tedavileri ile ilgilenir. Nihayet harp biter. Sekiz ay bu
cephede harp eden Ali Dayı, harp bitince bu iki esiri yanında İstanbul'a
getirir. Kimse zarar vermesin diye de üzerlerine Türk askeri üniformasını
giydirir. Oradan doğru memleketi Samsun'a. Samsun'un Bekdiğin köyüne alır
getirir. Köylü bu iki yabancıya kucak açar bunları bağrına basar. Derken
iki Avustralyalı 1916 yılında Samsun'da yaşamaya başlarlar. Kendilerine
gösterilen tarlayı ekerler, biçerler. Sıcak bir dostluk atmosferi oluşur.
Hayat alabildiğine hoş ve huzurlu devam ede dururken,
 bir gün Ali Dayı bunları melûl mahzun görür. Sebebini sorar.
 Memleketinden çok uzakta olan bu iki asker, kendi topraklarını ve
akrabalarını özlemiştir. Ali Dayı durumu anlar. Hemen ne yapabileceğini
düşünür. Nihayet, çareyi hanımının altınlarını istemede bulur. Bu ikisini
alır doğru İstanbul'a. Araştırır, soruşturur hemen yakında Avustralya'ya
kalkacak bir gemi bulur. Ali Dayı, eşinin altınlarını bozdurur, bu iki
Anzak askerinin biletlerini alır, yanlarına azık temin eder ve uğurlar...
 
 İşte, imanla yoğrulmuş bu şefkat abideleri, haksız yere kimseye
 kıymamışlar. Hatta, civanmertlikleri sayesinde düşmanları tarafından
bile takdir görmüşlerdir. Öyle ya fazilet odur ki, düşman dahi takdir
etsin. Şimdilerde bu ruha başta bizim ve daha sonra da bütün insanlığın ne
kadar ihtiyacı var. Evet bu yüce duyguları biz nereden aldık ve nasıl
kaybettik. Üzerinde uzun uzun durulmaya değer...

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 19 Tem 2007 13:41:43
Yaşlı çoban ve elma ağacı
--Yaşlı çoban sürüsünü otlatmak için yaylaya çıktığında tepeye yakın bir elma ağacının altında dinlenir ve eğer mevsimiyse, onunla konuşarak: "Hadi bakalım evladım, derdi. Bu ihtiyarın elmasını ver artık". Ve bir elma düşerdi, en güzelinden, en olgunundan. Yaşlı adam sedef kakmalı çakısını çıkartarak onu dilimlere ayırır ve küçük bir tas yoğurtla birlikte ekmeğine katık ettikten sonra, babasından kalan Kur'an'ını okumaya koyulurdu. Çoban, bu ağacı yirmi yıl kadar önce diktiğinde sık sık sular, bunun için de büyükçe bir güğüme doldurduğu abdest suyundan geriye kalanı kullanırdı. Elma ağacının kökleri, belki de bu sularla kuvvet bulmuş ve kısa sürede serpilip meyve vermeye başlamıştı. Çoban o zamanlar henüz genç sayıldığından şöyle bir uzandı mı en güzel elmayı şıp diye koparırdı. Fakat aradan geçen bunca yıl içinde beli bükülüp boyu kısalmış, ağacınkiyse bir çınar gibi büyüyüp göklere yükselmişti. Ama boyu ne olursa olsun, ağaç yine de yavrusu değil miydi? Onu bir evlat sevgisiyle okşarken :
"Ver yavrum, derdi, gönder bakalım bu günkü kısmetimi." Ve bir elma düşerdi hiç nazlanmadan, yıllar boyu hiçbir gün aksamadan.
Köylüler, uzaktan uzağa gözledikleri bu hadiseyi birbirlerine anlatıp yaşlı çobanın veli bir zât olduğunu söylerlerdi.
Yaşlı adam, ağacın altında dinlenip namazını kıldığı bir gün, yine elmasını istedi. Ancak dallar dolu olmasına rağmen nedense birşey düşmemişti. Sonra bir daha, bir daha tekrarladı isteğini. Beklediği şey bir türlü gelmiyordu. Gözyaşları, yeni doğmuş kuzuların tüylerini andıran beyaz sakalını ıslatırken, ağacın altından uzaklaşıp koyunların arasına attı kendini.
Yavrusu, meyve verdiği günden bu yana ilk defa reddediyordu onu. İhtiyar çobanın beli her zamankinden fazla bükülmüş, güçsüz bacakları da vücudunu taşıyamaz olmuştu. Hayvanlarını usulca toplayıp köye doğru yöneldiğinde, aşağıdaki caminin her zamankinde daha nurlu minarelerinden yankılanan ezan sesiyle irkildi birden. Yeniden doğmuştu sanki çoban. Birşey hatırlamıştı.
Çocuklar gibi sevinerek ağacın yanına koştu ve ona şefkatle sarılırken :
"Canım" dedi, hıçkırıp ağlayarak.
"Benim güzel evladım, mis kokulum. Şu unutkan ihtiyarı üzmeden önce neden söylemedin, bu günün Ramazan'ın ilk günü olduğunu ?"

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 19 Tem 2007 13:44:09
Çanakkalede yaşanmış bir olay
>
>O zamandan bu zamana hangi ozelliklerini kaybetti ve ısrarla
>kaybettirilmeye devam ediyor da bu hale geldi bu millet dusunmek gerek...
>
>Kocadere köyünde büyük bir sargı yeri kuruluyor. Kimi Urfalı , kimi
Bosnalı , Kimi Adıyamanlı , Kimi Gürünlü, Kimi Halepli çok sayıda yaralı
getiriliyor...
>
>Bunlardan biri Lapsekinin Beybaş Köyündendir ve yarası oldukça
ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir.Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha
tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır.Nefes alıp vermesi oldukça
zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından.
>
>"Ölme ihtimalim çok fazla... Ben bir pusula yazdım...Arkadaşıma
>ulaştırın..."
>
>Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur:
>
>"Ben...Ben köylüm Lapseki'li İbrahim Onbaşından 1 Mecit borç
>aldıydım...Kendisini göremedim.Belki ölürüm.Ölürsem söyleyin hakkını
helal etsin"
>
>"Sen merak etme evladım" der Komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış
alnını eliyle okşar.
>
>Ve az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözü de "söyleyin
hakkını helal etsin" olur...
>
>Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getiriliyor.
Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor. Şehitlerin
üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor. İşte yine bir
künye ve yine bir pusula.Komutan göz yaşlarını silmeye daha fırsat
bulamamıştır.Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır.
Ellerini yüzüne kapatır, ne titremesine ne de göz yaşlarına engel
olamaz...
>
>PUSULADAKİ NOT:
>
>"Ben Beybaş Köyünden arkadaşım Halil'e 1 mecit borç verdiydim. Kendisi
beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız.Belki ben
dönemem.Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim."



Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 19 Tem 2007 14:31:06
5. Sınıf öğrencisinden kompozisyon

--------------------------------

Bahar kokulu anaya,
Anlıyorum, öyle üzgün, öyle bitkin duruşundan. Anladım, anladım. Boşuna yorma kendini, konuşma. Yaşadıkların yüzünden okunuyor, gül kokulu anam.
Bebeğini, oğlunu kucağına ilk aldığında neler hissettiğini anlıyorum. İçinden “Bu bebek benim oğlum. Büyük adam olacak, askere gidecek, her engeli aşacak benim oğlum” demiştin.
Yedirmiştin, doyurmuştun, hastalığında üzülmüştün, güzelce giydirmiştin. O’nu her şeyden çok sevmiştin. Askere gitme zamanı gelince, her anne gibi sen de askere göndermiştin. Davullarla, zurnalarla, güle oynaya geçirmiştin. O zaman içinde bir burukluk hissetmiştin. Kimselere söyleyemediğin bir histi bu, ama bir yandan da gururluydun. Biliyordun, oğlunun askerlik yapacağı yer, son günlerde gencecik askerlerin şehit olması ile gündeme geliyordu. Düşündün, “oğlum belki şehit olacak, belki de alnının akı ile askerden dönecekti”. Tek çare beklemekti. Sen de bekledin.
Televizyonda hep görüyordun, terör örgütleri gencecik askerleri kalleşçe şehit ediyorlardı. Çok üzülüyordun, hem de buruk bir sevinç duyuyordun içinde, benim oğlum değilmiş diye.
Birgün oğlunun en sevdiği yemeği yapıyordun, yani ıspanaklı börek. Bir yandan da televizyonda şu türkü çalıyordu “Urfa dağlarında gezer bir ceylan…”. Türküye eşlik ediyordun, dalmıştın. Kapının sesi ile irkildin. Sebepsiz bir korku ile kapıyı açtığında, askeri gördün. İçinden bir şeyler kopmuştu, oğlun sanmıştın. Ama O’nun olmadığını anladığında acı haberi alıyordun. Oğlun, biricik yavrun şehit olmuştu. Ağladın, ağladın. O gözyaşları boşuna değildi. O gözyaşları oğlun içindi. O’nun gittiğinden beri çok yalnızdın. Hergün haberlerde askerlerin şehit olduğunu öğreniyordun. Sen de bıkmıştın. Bitsin artık bu terör diyordun. Ama şimdi güçlü ve gururlu olmalıydın. Düşmanlar senden korksun. Daha doğrusu Türk analarından korksun. Türk anaları oğullarını askere gönderdikçe bu vatan bölünmezdi. Haydi anacığım sen de diğer şehit analarını teselli et tamam mı?
Bir doğumunu hatırla, bir de ölümünü düşün. Ne kadar fark var arada. O ZAMAN BİR OĞLUN VARDI, ŞİMDİ İSE EN YÜCE BİR YERDE OLAN ŞEHİT BİR OĞLUN VAR.
Siz şehit anaları, bu vatan uğruna canını veren şehitlerimiz kadar kutsalsınız ve onların bizlere emanetisiniz.
Minnet duygularımla ellerinden öperim.
__________________
BU MEMLEKET KİMİN???
ŞEHİTLERE KELLE VE ÖLÜ DİYENLERİN Mİ???
TERÖRİST BAŞLARINA SAYIN DİYENLERİN Mİ???
BU MEMLEKET KİMİN???

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 19 Tem 2007 14:32:27
BU MEMLEKET ATATÜRKÜN YAPTIKLARINI UNUTANLARIN DEĞİL,
BU MEMLEKET, VATANIMIZI İÇERDEN BÖLMEK İSTEYENLERİN;
ONLARA ALET OLANLARIN,
KARDEŞİ KARDEŞE VURDURANLARIN DEĞİL...
BU MEMLEKET;
TERÖRİST BAŞINA SAYIN,
ŞEHİTLERİMİZE KELLE DİYENLERİN DEĞİL....
BU MEMLEKET....
KARA TOPRAĞIN ALTINDA SIRA DAĞLAR GİBİ YATANLARINDIR......

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 19 Tem 2007 14:38:21
ŞEHİTLER ÖLMEZ’

Piyade Er İdris Özek

 

ŞEHİT KÜNYESİ

 

Adı Soyadı: İdris Özek

 

Anne Adı : Lütfiye

 

Baba Adı: Mustafa

 

Rütbesi: Piyade Er

 

Doğum Tarihi: 15/01/1982

 

Doğum Yeri: Konya

 

Olay Yeri: Silopi

 

Olay Adı: Elektrik

 

Şehadet Tarihi: 25/07/2003

 

Yaşasaydı 25 yaşında olacak

 

Bizi yaşamın kutsallığında sorgulayan, hep konuşan şehit gerçeğinin cevabı bulmak için bu yola çıktık. Eyyy Şehit Aileleri bunu bilmenin gücü kadar utancı da dövüyor yüreklerimizi onun için kalbinizdeki acıyı paylaşıyoruz.

 

Evladına öptüremediği elini, toprağına sürüp, gözyaşı döken Lütfiye Hanım, halen alışamamış İdris’in yokluğuna…

 

 

Biz bu uğurda çocuklarımızı şehit verdik. Dile kolay gelir, benim diyen kendi çocuğunun bir parmağını kestirebilir mi bir düşünsün, bir düşünsün evladından ayrılmak ne demek. Hala bize birileri yasalar dayatıyorsa biz çocuklarımızı boşuna mı şehit verdik?

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 19 Tem 2007 14:43:06
Şehit Anası

Bir feryat figan koptu gece yarısı
Körpe gelinim ağlıyor, asker karısı
Dedim kızım nedir derdini söyle
Kötü rüyamı gördün halin ne böyle

Dedi bir acı haber var asker erimden
Ana oğlunu vurmuşlar dokuz yerinden
Bu bir haber değil sanki yürek acısı
De hadi nasıl dayansın buna ana, bacısı

Komşular toplandı kapıya doldu
Jandarmadan bir müfreze geldi
Dediler şehit oğlun göğe yükseldi
Askerim Mehmedim bağrımı deldi

Kucağa almışlar asker bir yanda
Bayrağa sarmışlar al kızıl kanda
Oğlum şehit olmuş vatan yolunda
O ölmedi ölemez can'ı-cihanda

Yavrumu koydular çardak üstüne
Tez haberler salın eşe dostuna
Tüm erbaş yoldaşı geldi başına
Daha yeni değmiş idi yirmi yaşına



 

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 19 Tem 2007 14:44:54
Ateşin düştüğü yer ‘Şehit Anneleri’

 

YEMEKLERDEN TAD ALMIYORUM

Oğlum askerden önce elektrikçilik yapıyordu. Bir sevgilisi vardı, komşuyduk. Dama çıktığımız zaman birbirimizi görüyorduk. Her şeylerini hazırlatmıştım. Tezkereden sonra evleneceklerdi.Altı çocuk anasıyım. Ben her zaman kendimi bir kız gibi görürdüm. Ama ben artık yüz yaşında bir kadınım, kırk iki yaşında değilim. Hiçbir şeyden zevk alamaz hale geldim. Yemeklerden bile tat alamıyorum. İdris’imi doğduğu günden öldüğü güne kadar her ânını hatırlıyorum. Sağken hiç aklıma gelmiyordu o görüntüler. Şimdi akın akın geliyorlar. Hep ondan bahsediyorum ki içim biraz sönsün.”

HEP RÜYAMDA GÖRÜYORUM
Lütfiye Hanım rüyasında şehidini görüyor bazen. İdris evlenmiş, karısını ve çocuklarını ona el öptürmeye getiriyor. Onlara sarılıp öpüyor. Oğlu “Benim için ağlama ana. Yerim hoş, yerimi dar etme bana.” diyor. Tıpkı rüyadaki gibi sarılıp öpüşmüşler, birlikte yemek yemişlerdi. Ayrılırken oğlunun gözlerinden yaşlar inmişti. Geri dönüp boynuna sarılmıştı Lütfiye Hanım.

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 19 Tem 2007 14:47:30
ASKERDE ÇOK GÜZEL OLMUŞTU

Sonrasını kendisinden dinleyelim: “Askerde çok güzel olmuştu. Şaka yaptım, ben sana çok güzel bakıyordum. Sen niye evde şişmanlamıyordun, bak burada ne güzel olmuşsun dedim. Benim nazarım mı değdi acaba? Oğlumu toprağa vermeden önce son kez gördüm. Gözü açıktı, gülüyordu. Çok güzel kokuyordu. Hâlâ o koku benim burnumdadır. Her perşembe günü, yağmur da olsa kar da olsa oğlumun mezarına gidiyorum. Gitmezsem hasta oluyorum.”

 

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 19 Tem 2007 14:52:26
HASRETİ BENİ YAKIP KAVURDU

Şehit annesi oğlu İdris’in acısı anlatırken sesi titriyor."Oğlumun hasreti beni yakıp kavurdu, Artık ağlaya ağlaya göz pınarlarım kurudu. Diğer şehit anaları gözünde oğullarının değeri neyse, benim de, oğlumun değeri o kadar çok büyük. Oğlum çok iyi dürüst ve çalışkan birisiydi. Ailesine çok düşkün ve benim sözümden dışarı çıkmayan, kimsenin hakkını yemeyen, haksızlığı sevmeyen bir insandı. Oğluma devamlı gel oğlum önce seni evlendirelim diyordum. Oğlum da bana, Anne tamam evlenirim de, gitmek var dönmek yok, demişti. Gitti ve dönemedi. Şimdi ondan kalan fotoğraflarla avunuyorum. Onlara bakıp bakıp ağlıyorum. Bazen Allah'a dua ederken "Neden onun canını aldın keşke benim canımı alsaydın diyorum. Onun önünde yaşayacak daha çok yıllar vardı. Evlenecek yuva kuracak ve çocukları olacaktı. Oysa benim hayatım sadece onlardı. Bir oğlum var, bazen bunu düşünüp hayata isyan ediyorum."



ŞEHİTLERİMİZE KELLE  ,  ONLARIN KATİLLERİNE SAYIN DİYENLERİ GÖNÜLLERİNDEKİ EN YÜKSEK MERTEBEYE OTURTANLAR....ARTIK VİCDANLARINIZI HAREKETE GEÇİRME ZAMANI GELMEDİ Mİ???
ALLAHTAN KORKUN....ŞEHİT ANALARI, ŞEHİT EŞLERİ, ŞEHİT ÇOCUKLARI, ŞEHİT BACILARI-KARDEŞLERİ, ŞEHİT YAKINLARI SİZLERE HAKKINI HELAL EDCEKLER Mİ ACABA??? BİR ŞEHİT YAKINI OLARAK BEN ETMİYORUM....

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 19 Tem 2007 16:35:42
     KALBİMİ DAĞLARDA BIRAKTIM
"Geceydi ve hava çok soğuktu. Bir önceki geceden uykusuz olmama rağmen, operasyona çıktığımızda bütün gücümü toplamıştım. Ancak saatler ilerledikçe ve hava soğuk olunca uyku bastırıyordu. Yürüyordum ama 'dur-yat' deseler vallahi hemen kendimi toprağın üzerine bırakırdım. Ağaçların arasında uzun bir süre sessizce ilerledik" Aniden sol tarafımızdan yaylım ateşi başladı. Silah sesleri, gecenin sessizliğini yırtıyordu ve bizim tim gafil avlanmıştı, kendimi en yakındaki çukurluğa doğru attım. Birden önümüzdeki toprak yığını kulaklarımızı sağır eden bir patlamayla havalandı. Havada uçtuğumu hissettim ve yere kapaklandım. Üzerime toprak parçaları ve ağır bir şey düştü. Gözümün biri açıktı ama öbürünü açamıyordum. Tek gözümle karanlıkta bakmağa çalıştım. Galiba üzerimdeki Hacı Murat'tı. Ona seslendim, öldüğünü hiç düşünmüyordum.
"Hacı... Hacı... kalksana üzerimden..." dedim, ses çıkmıyordu. İşte o zaman en yakın dostum Murat'ın şehit olduğunu anladım ve...
Delikanlı çağında, millet ve vatan aşkıyla ellerine silah aldılar. Hepsi birer ana kuzusuydu ama eline silah alıp da, bölücü kurşunlarına karşı göğsünü siper ederken arslan kesildiler.
Damarlarındaki kan "deli" gibi akarken tek düşünceleri vardı: Bin yıllık Türk yurdunu bölmek isteyen gafillere karşı durmak!
Albayrağın gölgesinde nöbet tutarken can verip şehitlik mertebesine eriştiler, yaralanıp gazi oldular.
Bu satırlar şehit ve gazilerimizin unutulmadığını göstermek için yazıldı. Düşünün, ıssız bir dağ başında şehit olurken, yanlarında ne anaları, ne babaları, ne kardeşleri ve ne de sevdikleri vardı. Yalnız başına öldüler. Şehit olurlarken, tek bir dilekleri vardı: Unutulmamak!

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 19 Tem 2007 18:59:05
  ŞEHİT ANNESİNİN OĞLUNA YAZDIĞI MEKTUP
Bırakıp ta sevdiğin her şeyi ardında, gittin birden bire gökten ateşin, yerden ölümün yağdığı sırtlara. Ne el sallamaya fırsatın oldu geride bıraktıklarına ne de selam söylemek için vakit bulabildin anana. Sevgisiyle kalbini dolduranlara veda bile etmedin; sen gittin, bir kez dönüp de bakmadın ardına. Yaşın henüz 18 idi; aklın birçok şeye ermezdi. Senin yüzün hasret, yüreğin acı nedir bilmezdi. Daha hiç tanışmamıştın ızdırabın sancısı ile. Gelecek adına umutların vardı pembe mi pembe. Komşu kızını sevmiştin, senin ile aynı tende. Sen hissetmiştin başına bir şeyler geleceğini aylar önce; başına bir kurşun isabet edeceğini ve ağlamıştın sessizce. Yüreğin olacakları ruhuna fısıldarken sen, kendini bu dünyadan ayrılığa hazırlamıştın gizlice. Düşmanlarımız her koldan saldırıya geçtiği, dost bildiklerimizin bizi içimizden vurduğu o zor günlerde, vatan için, namus için, Allah için ölmeyi, bir siperden diğerine sürünerek cennete gitmeyi planlamıştın. Sen zayıf bünyeliydin şehidim! Ama ruhun güçlüydü, imanın güçlüydü, yüreğin güçlüydü. Bu nedenle senin önünde kimse duramazdı; bu ruh ayağa kalktığı zaman elinden kimse kurtulamazdı. Daha önce hiç silah tutmamıştı nasırlı ellerin, güneş yanığından fazlasını görmemişti bedenin. Önce silahların soğukluğuna alıştı ellerin sonra imansız mevzilerin üzerinize kustuğu cehennem sıcağına. Daha önce ürperirdin, ölümü hatırladığında. Artık seni gören düşmanların ve hatta ölüm bile ürperiyordu karşında. O sabah hep birlikte kıldınız namazı. On binler saf tuttu; yüz binlerce melekle. Vatanı düşmana çiğnetmemek için edildi yeminler. Sen de katıldın namaza, yüreğin iştirak etti o kutlu ‘ant’a. Aslında kendi cenaze namazını kılıyordunuz; sen bunun farkındaydın, arkadaşların da. Koydunuz başlarınızı secdeye son defa. Ak alnınızı öptü meleklerden önce, kara topraklar; hazırlandı süngüler, yürekler ve sancaklar. Size ölmek emredilmişti; şahadete ulaşmak. Dönüp bir kez bile bakmadın ardına: “Kimse geliyor mu düşman üzerine yanımda?” Hiçbir yürek alçalmamıştı o zaman, ihanet etmemişti vatana. Tam tekmil bütün yiğitler katılmıştı savaşa. Korkuyu unuttun; geride bıraktıklarını da. Karşındaki düşmandan ve yanındaki meleklerden başka, artık, bir şey görünmüyordu sana. Dilinde dualar vardı, elinde süngü. Yürüdün düşmanın üstüne; ezdin düşmanın bütün umutlarını, bağrında söndürdün aldığın yaraların acılarını. Düştün kızıla boyanmış kara toprak üstüne, sonbaharda toprağa düşen yapraklar gibi. Bedenini bırakıp toprak üstünde, ruhunu sürdün düşman üstüne. Bedeninin ağırlığından kurtulmak o kadar hoşuna gitmişti ki bir kez bir kez daha ölmek istedin; şahadet şerbetini defalarca ¤¤¤ürmek istedin dudaklarına. Son nefesini vermemiştin daha; annenin yüzü geldi aklına; kardeşlerinin sözleri ve seninle aynı tende komşu kızın gözleri. Kapattın gözlerini gülümseyerek bütün dünyaya; ördün hiçbir düşmanın geçemeyeceği bir kaleyi ruhunla. Başın düştü bir yana ve ellerin her iki yana. Naşın günler sonra geldi yurduna; soğuk bedenini verdiler ananın koynuna. Sarıldı sana, bir daha bir daha. Gözlerinden tek damla yaş akmadı ananın; kardeşlerin, komşu kızı ve gökler ağladı sana. Ve sonra sizin kıldığınız cenaze namazını tekrarladık, ağladık kana kana. Bildin mi şehidim, tabutuna kimin baş koyduğunu, kimin tabutunu gözyaşlarıyla ıslattığını? Annen miydi yoksa sevdiğin mi? Fark edebildin mi akan gözyaşlarının kime ait olduğunu sıcaklığından? Gözyaşlarının sel olduğunu; sellerin yüreklerimizi seninle birlikte cennete sürüklediğini izledin mi cennetle müjdelenmiş ruhunun penceresinden? Cenazene katılanların hepsini tanıyabildin mi şehidim? Gördün mü hüzünlü yüzlerini, işitebildin mi mahzun sözlerini? Şaşırdın mı senin için duaya açılmış ellerin çokluğuna ve onlar içinde samimiyetsiz tek bir kalbin yokluğuna? Yaşıtların yoktu; onlar da bir süre sonra omuzlarda taşınmak üzere cephelere taşınmıştı. Cenazeni kaldırmak ihtiyarların ve çocukların güçsüz omuzlarına kalmıştı. Gördün mü şehidim, nasıl da yükseklere, omuzlara kaldırdı senin bedenini melekler ve nasıl da taşındı ruhun yükseklere, cennetin yamaçlarına; fırsat bırakılmadan ihtiyarlara? Olmadığından değil, gerek olmadığından sarmadık seni kefene. Bedenin, üzerine attığımız topraklar altında kalırken ellerimiz göklere açıldı, duaya açılan dillerimizle birlikte. Bir resim bırakmamıştın geride; yüzünün güzelliğini biz zaten kazımıştık zihinlere. Acın sinmişti bütün gönüllere; ruhun değiyordu duaya açılmış ellere. Gördün mü şehidim şimdi, sana vaad edilen cennetin yamaçlarını. Fark edebildin mi Sırat’tan ne kadar hızda geçtiğini? Ve bildin mi şehidim; seni ne kadar çok sevdiğimizi, özlediğimizi?

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 19 Tem 2007 20:59:49
ŞEHİT ÖĞRETMENLERİMİZ

Canımız Cennet Türkiye’mizin o yüce insanlarının çocuklarına okuma-yazma öğretmek, yarınlarını garanti altına alacak meslek sahibi etmek, Türkiye’mizi Atamızın hedef gösterdiği çağdaş uluslar düzeyine çıkarmaktan başka hiçbir hedef ve davranışı olmayan bu eli öpülesi insanlarımız terör batağında bir hiç uğruna şehit edilmişlerdir.

Tüm şehit öğretmenlerimizin anısına hazırlamış olduğumuz bu bölümde onların aziz hatıralarını yaşatmak ve unutulmadıklarını, unutulmayacaklarını belirtmek istedik.

Her zaman aziz milletimizin yüreğinde yaşayacaksınız.

Allah sizlerden razı olsun, mekânınız cennet olsun, ruhunuz şad olsun.

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın! Bilakis onlar diridirler Allah'ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiç bir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.”
(Al-i İmran 169)


"Allah yolunda öldürülenlere (şehitlere) "Ölüler" demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz onu hissedemez, anlayamazsınız."
(Bakara: 154)

''Cennete giren hiç bir kimse yoktur ki, bütün dünyaya malik olacak olsa dahi tekrar dünyaya dönmeyi arzu etsin. Yalnız şehitlerdir ki, kendilerine yapılan hürmet ve kerameti yahut şehitliğin faziletini gördüklerinden dünyaya dönüp de tekrar on defa şehid olmayı arzu ederler.”
(Buhari ve Müslim)


"Allah yolunda öldürülenlere (şehitlere) "Ölüler" demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz onu hissedemez, anlayamazsınız."
(Bakara: 154)


"Allah yolunda öldürülenlere (şehitlere) "Ölüler" demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz onu hissedemez, anlayamazsınız."
(Bakara: 154)

"Allah yolunda öldürülenlere (şehitlere) "Ölüler" demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz onu hissedemez, anlayamazsınız."
(Bakara: 154)


Şehitlerimize ÖLÜ dediler...
Şehitlerimize  KELLE dediler...
Katillerine SAYIN dediler....
Diyenler ALLAH'TAN korkmadı....
Ya diyenleri gönüllerinde yüceleştirenler.....




Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 19 Tem 2007 21:07:09
Şehit Öğretmenlerimizin Künyeleri

--------------------------------


Adı Soyadı: Abdullah KARA (1.1.1968–24.5.1993)
Doğum Yeri: Antalya İli Serik İlçesi
Baba Adı: Ahmet
Ana Adı: Naciye
Medeni Hali: Bekâr
Mezun Olduğu Okul: Burdur Eğitim Yüksek Okulu mezunu.
Görevi: Bingöl İli Genç İlçesi Kavaklı Köyü İlkokulu öğretmenliğine atanan Abdullah KARA,
24.5.1993 tarihinde Bingöl–Elazığ Karayolunun Bilâloğlu mevkiinde saat 18.00 sularında 28 er ve 3 siville birlikte şehit edilmiştir.

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 19 Tem 2007 21:11:00
Abdurrahman Nafiz ÖZBAĞIRIAÇIK ( 1.2.1957. 25.10 1993 )

--------------------------------



Adı Soyadı: Abdurrahman Nafiz ÖZBAĞRIAÇIK (1.2.1957–25.10.1993)
Doğum Yeri: Konya İli Taşkent İlçesi
Baba Adı: Ahmet
Ana Adı: Hatice
Medeni Hali: Zeyniye hanımla evli. Hatice ve Ahmet adında iki çocuğu vardır.
Mezun Olduğu Okul: Anadolu Üni. Açık öğretim Fak. Coğrafya Bölümü mezunu.
Görevi: 1982–1991 yılları arasında İstanbul'da görev yapmış ve Bitlis İli Merkez Yolalan Köyü Ortaokuluna müdür vekili olarak atanmıştır.
Bu görevde iken, 25.10.1993 tarihinde şehit edilmiştir.
Adı, Bitlis İli Hizan ilçesinde bir ilköğretim okuluna verilmiştir.

--------------------------------

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK