Allah Türkü Daim Muzaffer Kılsın
MEKTUP
Bu bir mektuptur.
Kuş kanadına, suya, çöl kumlarına yazılmış mektupları okuyanlara veya bu mektupları yazanlara ithaf edilmiştir.
Vatan üzerine.
Bayrak üzerine.
Onur üzerine.
Namus üzerine.
Vicdan üzerine.
Akıl üzerine.
Adı fark etmeyen ve ithal edilmiş tüm meseleler üzerine.
Kelimeler ve kelimeleri çirkinleştiren kalemler üzerine.
Kalemleri tutan riyakâr ve kan kokulu eller üzerine.
Kalemlerini sapladıkları şehitlerin ve kadınlarının ve çocuklarının ve kardeşlerinin ve onların analarının yürekleri üzerine yazılmıştır.
Mayın, bomba, pusu, baskın, yazar, çizer ve ihanete alet olan her şey üzerine.
İstemeyen okumasın.
Kanla yazılmış bir mektuptur bu. Güvercin kanadının gücü yetmez taşımaya, karabaşlı kartal olsa nafile.
Ağırdır; zira eskidir ve unutuldukça kanla yeniden yazılır, şehit mezarlarının taşları üzerine.
Bu mektup binlerce yıl önce yazıldı ve binlerce yıldır yazılıyor, yeni fark edenler utansın.
Kardeş kardeşi öldürmez, öldüren kardeş falan değildir, kalleştir olsa olsa.
Kalleşlerin en kalleşi ise kardeşim diyerek kalleşlik yapan kalleşlerdir.
Ve aslında en kahpesi, mayın değil onu Adil Binbaşıların, Davut çavuşların yoluna döşeyen eldir, o eli alkışlayan ve ululayıp aklayan kalemdir.
En az o el kadar suçludur o kalem, tarihin yanılmaz vicdanında.
O mayınlara basıp parçalanan bedenler, Edirnekapı’dadır ve bizim yüreklerimizde ve hafızalarımızda yaşarlar.
Kemerburgaz’daki Kemer Country villalarından görünmez Edirnekapı, çok uzaktır hem de çok.
DAĞLARDA YARIM KALDILAR VATAN İÇİN
Ellerimizde can verdi o parçalanan bedenlerin sahipleri, bayrakları dalgalansın diye.
Vücudunda sigara söndürülerek, tüm kemikleri kırılarak, kafa derileri yüzülerek işkence edilen, sonra da ağaçtan kazıklarla öldürülen ve çığlıkları telsizlerden dinletilen vatan evlatlarının yeri bizim yüreklerimizdedir, o çığlıkları duymayanların yanı başında durmaz onlar.
Bir de katillerinin yanı başında dururlar, kulaklarında çınlar haykırışları eğer bir yerlerinde bir parça insanlık kalmışsa.
Yazıklar olsun, can veren o yiğitleri hainlerle bir tutanlara.
“Ağabey diyordu bana telefonda Astsubay Zülfikar, geçen gün kız arkadaşımla gezdim biraz ve kimse bacağımın takma olduğunu anlamadı”.
“Ağabey diyordu, biraz daha uğraşırsam belki bisiklet bile sürebilirim”.
Daha on dokuz yaşındaydı Zülfikar, mezun olalı tam yirmi gün olmuştu, o kahpe ellerin döşediği mayınla ve bazı kalemler tarafından ululanan o hainlerin, ilk izleriyle tanışırken.
Küskün veya kızgın değildi sesi, pişman veya aciz de değildi.
Gururlu ve biraz pusluydu sadece, bisiklet sürebilse yeterdi.
Koşmayı, atlamayı, denize girmeyi feda etmişti vatanı için.
Bacağını payanda yapmıştı, Kemerburgaz’ın da üzerinde bulunan Türk egemenlik örtüsüne.
Yazıklar olsun, çiçek toplayan küçük kızları öldürenlere ve yazıklar olsun o katilleri ululayan kalemlere.
KAVGANIN BİR SEBEBİ VAR, İHANETİN DE
Kavganın sebebini unutmadık, çünkü bu kavga hiç bitmedi.
Kavganın sebebi vatandır çünkü bayraktır, onur ve namustur, vicdandır.
Kimseye verilemeyecek olan, kimse ve hiçbir şey için vazgeçilemeyecek olan egemenlik hakkıdır.
Atalarımdan bana kalmış olan ve benim çocuklarıma bırakmak zorunda olduğum mirasın vicdani sorumluluğudur.
Hiçbir vicdana dayanarak reddedilemez, hiçbir çocuğun veya sevgilinin sevgisiyle değiştirilemez.
Hiçbir aşağılık pazarlığa konu edilemez, namustur çünkü istiklal, öbür ihtimal ölümdür.
Ben dilimle, bayrağımla, hudutlarımla yaşamak için ölmeyi kayıp veya yazık değil, şeref sayarım.
Bu paha ne ile biçilirse biçilsin, kimseye yalvarmam durdurun diye, benim olana uzanmışsa el, ben durdururum ellerimle.
Meğerki ölüm varmış, sevememek varmış, çiçek koklayamamak, ne gam?
Vermek vicdansa eğer, akılsa susmak, pusmak, yerle yeksan olmuştur onur ve şeref.
MAYINLAR NEREDE
Mayınların yeri bilinmez, döşeyen ********in yeri bilinmedikçe.
Ve dağlara döşenen mayından daha tehlikeli ve kahpecedir dimağlara ve bilinçlere döşenen mayınlar.
Dağlara döşenen mayın tek kalır, tek can alır.
Ürer her doğumda, her okunmada zihinlere döşenen mayınlar ve ihanet her doğumda bir daha artar.
Başka zihinlere bulaşır, mayınların en tehlikelisidir bu, yayılır.
Dağlardaki gibi otla ve toprakla gizlenmez, sevgiyle, barışla ve daha ne kadar varsa tüm süslü kelimeler alet edilir bu gizlemeye.
İşte o anda ölür kelimeler, kahreder kaderine.
Kullanıcısını seçme hakkı yoktur çünkü sevgi, bölen ve yıkanın ağzından, aşk yataklık edenin, sinsice zihinlere mayın döşeyenin kaleminden dökülür.
Ölür kelimelerde sevgi.
Ve barış artık, en fazla parayı verenin yatağını doldurur, en fazla paraya yazıp çizenin elinden.
En pahalı kalemler pazarlar barışı, salyaları akan bölücülerin sofrasına.
Bazen bir villanın çalışma odasında ve bazen bir gazete köşesinde dokunaklı kelimelerle süslenip öylece pazarlanır barış. Pazarlığı yapılmış ve satın alınmış bir fuhuş için.
Bölmek ve parçalamak için yapılan hain savaş, fuhuş yapar barışla, tecavüz eder barışa hayâsızca.
Dedim ya, bu eski ve ağır bir mektuptur, Türk nereye gittiyse obasıyla, ihanet en sondaki katırla takip eder göç kolunu.
Soylu atlar hızlıdır, bu yüzden biraz geç gelir ihanet, yolda haram meralardan beslenerek.
Bu eski bir hikâyedir, ne kuş kanadı ne suya atılan şişe taşıyabilir; ağırdır, kanla yazılmıştır, bir kısmı Edirnekapı’dadır, Çanakkale’de bir kısmı ve Karsta, İzmir’de, Muş ovasında, Malazgirt’tedir, Sakarya’dadır.
Bir kısmı hala yazılmaktadır, Cudi’de, Gabar ve Körkandil’de, Masura çayında, Ali boğazında, Cehennem deresinde cehennem sıcağında yazılmaktadır, şehit Mehmetlerin kanıyla.
Yazıklar oluyor, onur ve şerefe, bayrağa, vatana, kutsal olan ne varsa yazıklar oluyor onursuz bir hayatla değiş tokuş edilirken.
BU YAZGIYI KİM YAZMIŞ?
Yazıklar oluyor yazgıya, çünkü yazgı ihanet edenin suçunu taşıyamaz, can alanın, ev yakanın, çocuk öldürenin yükü yazgıya bile ağır gelir.
Kışlaya gidenin, askerden sonra evlenip çifte çubuğa bakmanın hayalini güdenin yazgısı Allahın ise eğer, çocuk öldürenin, mayın döşeyip pusu kuranın yazgısı kimindir.
Kim yazar bu yazgıyı ve hangi kalem bunu yazgı diye ulular, hangi akıl buna inanır ve bu nasıl vicdandır?
Bu ağır ve eski bir hikâyedir, kanla yazılmıştır ve ne kuş kanadı ne suya atılan şişe taşıyabilir; bir kısmı Edirnekapı’dadır ve Edirnekapı çok uzaktır, Kemerburgaz’daki bir villanın çalışma odasına.
Adil Binbaşının bastığı mayının üzerinde “made in Italy” yazıyordu İngilizce. Ama döşeyen eller İngilizce veya Latince değil Kürtçe konuşuyordu ve Kürtçe de “mayın” kelimesinin nasıl söylendiği önemli değildi, taşıdığı anlam ihanetti nasıl olsa.
Kimseyi haklı veya haksız bulmayan kalemler, hakkı yazar sonra, hak için ölenlerin inadına.
Böylece hakkı, batıla pazarlar aynı sabıkalı eller ve kalemler, aynı hayâsız fuhuş için.
Ne gariptir ki bu kalleş ellerin döşediği mayınlara daima anayasal yolculuklara çıkanlar basar. Onlar ki; bu yolculuğa siyasal veya mukaddes yolculuklar yapılabilsin diye çıkarlar.
Yazıklar olsun, baktıkları kırık camlı siyasal gözlükleri ile ödenen bedellerin mukaddesatını göremeyenlere.
Yazıklar olsun!
DİL KAVGANIN VE İHANETİN SEBEBİ MİDİR YOKSA ARACI MI?
Korku salan ve öfke çağrıştıran meselelerin parçaları değil, esas gerekçeleridir aslında Türkçe dışındaki başka diller.
Dil özgür olunca, Özgürlük dil olur artık ve bütün bölünmeler böyle başlar.
Özgürlük daima yeni sınırlar ister.
Okul der, ayrı olsun.
Bürokrasi der, bu dilde anlayamıyorum ayrı olsun.
Bayrak der sonra, ayrı olsun dilim ayrı nasılsa, ben de ayrıyım ve bu da varlığımın sembolüdür.
Toprak der arkasından, ayrı olsun birazını bana ver, nasıl olsa daha önce dilinin, özgürlüğünün birazını vermedin mi?
Hem ne olacak, birazcık topraktan ne çıkar biz kardeş değil miyiz?
Özgürlük paylaşılmaz oysa.
Birinin özgür olduğu yerde, diğeri özgür olanın kurallarını ve özgürlüğünü tehdit edinceye kadar özgürdür.
Yani dilin de kişinin de özgürlüğü esas mülk sahibinin özgürlüğünü ve geleceğini tehdit edene kadardır.
Sonrası anarşi, sonrası terör, sonrası bölücülük, kahpelik ve ihanettir. Sonra arkadan vurmalar ve mayın döşemeler başlar yollara ve zihinlere.
Ama her hal ve şart altında, tüm bölücülerin yardım ve yataklığa ihtiyaçları vardır. Gizli olmalıdır, yardım ve yataklık, sinsice.
Kimse fark etmeden yapılmalıdır, Türkçe konuşmalıdır ama aslında başka dilde anlaşılmalıdır.
Acındırmalıdır ama aslında acımadan katletmelidir, dili, egemenliği ve onun bekçilerini.
Yardım ve yataklık yapanın da yardıma ihtiyacı vardır.
Dışarıdan.
Çok uzaktan, denizler ve tarihler ötesinden. Eski kinlerden ve hesaplardan ve o hesapların sahiplerinden beslenir yataklık yapan.
Para alır, vaat alır, AFERİN alır.
Bu eski ve çok ağır bir mektuptur.
Türk bağımsızlığını koruyanların kanları ile yazılmıştır.
Ne suya salınan bir şişenin ve nede kuşkanadının taşımaya gücü yeter; karabaşlı kartal olsa nafile.
Başlığı binlerce yıl önce atılmıştır ve Edirnekapıda’ki şehit mezarlarının taşları üzerine yazılmaya devam etmektedir.
Emin olun binlerce yıl daha yazılmaya devam edecektir.
Türkçenin sahipleri yaşadıkça bu kanlı mektup yazılmaya devam edecektir çünkü Türkçenin ve onun sahiplerinin özgür yaşamasını istemeyenler, yollara ve zihinlere mayın döşemeye, parçalamak ve bölmek için çabalamaya, parçalamaya çalışanlara yardım ve yataklık etmeye devam edeceklerdir.
Bu eski mektup bir yazıttır aslında Türk’ün var oluş destanıdır, binlerce yıldır yaşlı dünyanın bağrına saplı kaidelere ve mezar taşlarına yazılır.
Yazanlar asla diz çökmezler ve kimseye yalvarmazlar.
Kimsenin toprağını, dilini veya özgürlüğünü istemezler ve kendilerinin olanı da kimseye vermezler.
Bu bir mektuptur.
Vatan, Bayrak ve Onur üzerine yazılmıştır.
Vatansızlar, dilsizler, hainler, bölücüler ve toprak hırsızları gibi aczi ve acınmayı anlatmaz.
Var olduğu yerde kendinden gayri herşeyi önemsizleştiren, vatan ve bayrak aşkını anlatır.
Onurlu ve egemen ölebilmenin, onursuzca ve esir yaşamaktan daha önemli olduğunu anlatır.
Asla diz çökmeyeceğimizi anlatır.
Yüreği olan varsa gelsin de çöktürsün diye, Yüreği olan varsa okusun diye yazılmıştır.
“VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN”
OKTAY YILDIRIM