Yiten Zamanın Eşiğinde
Yiten zamanın eşiğinde gökyüzü vardı pırıl pırıl,masmavi ve uzak,
Sırtımda kırık hayallerin dayanılmaz ağırlığı,gökkuşağı ebrulisi çocukların.
Ziynetsiz bir yakın zaman endişesi düşüncelerimi meçhule yollarken,
Her biri birer nergis,birer çiğdem,birer gelincik çiçeğiydi kardelenlerim.
Fakat serçenin kanadında bir telaş,uçsuz bucaksız maviliklerde,
Hasretin yüzü ezelden sarıdır,yokluk ise yürekte soğuk bir bıçak yarası.
Al götür diyorum çocuk,al şu mazmun bedenimden bir değil,bin parça,
Belki o zaman uçarsın sen de bilmediğin diyarlara,uzaklara,bulutlara
Oysa seninle var oluşun eşsiz tadını duyumsamıştım,katmerleşen gönlümde,
Ve ayrılık gözyaşıyla eşti, nasıl da yakalamıştı bizi, bir sonbahar neftisinde.
Gelip çalmıştı,yıkımlar içindeki taş duvar,demir kapı, kör pencerelerimizi,
İşte o zaman hıçkırıklara tutulmuştum, masalı bölünmüş esmer çocuklar gibi..
Bir bilsen, acının rengi olsaydı,kurduğun düşler nasılda kanatıyor yaralarımı,
Nasıl da uçurumlar kenarında incecik bir yoldur, usulca sana doğru uzanır.
Ama acının rengi yok ki çocuk, öyle gece-gündüz yoklama kendini bende,
Kim bilir, belki de yiten zamanın eşiğinde yok olur, yeniden dirilirim sende.
Köy Öğretmeninin Güncesinden
İbrahim KAYA
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]