Lütfen Okumayın Daha Bitmedi Çünkü

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.451
  • 16.204
  • 3.451
  • 16.204
# 21 Eyl 2011 23:15:27
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Değerli Eğitimhane’li öğretmenlerim…
Sayın “suatin” öğretmenimin paylaşımı ile Cahit Sıtkı’nın “Vakit Tamam Abbas” şiirinden özenti oldu ama bende dedim Vakit Tamam Boran :D
Değerli öğretmenlerim,
Maalesef Bingöl’de internetim olmadığı için bu kadar sıklıkla paylaşımda bulunamayacağım için inan bir yanım buruk. Öyleki okuldaki öğretmenler odama, değerli öğretmen arkdaşlarıma hatta dostlarıma kavuşacağım için sevinirken, ikinci ve daha büyük öğretmenler odam’dan ayrılacağım için üzgünüm. Neyseki okul ile evim arası 196 adım ve okulumuzda kablosuz bağlantım var :D Mesaiden sonra birde sitemiz için mesai yapmak beni mutlu edecek :D
Görüşmek dileğiyle değerli öğretmenlerim, tekrar görüşünceye kadar her şey gönlünüzce olsun arkadaşlar… Allah’a emanet olun… Sağlıcakla, dostça, hoşçakalın…
Saygılarımla… ;) :) :D


boran_ 12 öğretmenim, yazılarınızı okumaya alışmıştık. Şimdi yarım bırakmanız olmaz. İzin verirseniz size şiddetle bir wınn almanızı önerelim.  :D Saygılar hocam.

Çevrimdışı boran_12

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.441
  • 4.108
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 1.441
  • 4.108
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 02 Ara 2011 19:22:02
Değerli Öğretmenlerim;
Sene başından beri yaşanan bazı sıkıntılar, internetsizlik derken uzun zamandır sizlerle paylaşımda bulunamamanın beni üzdüğünü bilmenizi istedim. Öyleki bir aile olarak gördüğüm, Türkiye'nin en büyük Öğretmenler Odası'nda teneffüs aralarında dahi olsa paylaşımda bulunamamak inanın zor oluyor...
Umarım en kısa sürede okuldaki sıkıntılarımızdan kurtulur ve Öğretmenler Odası'nda bilgi, tecrübelerinizden yararlanma şansına sahip olabilirim...
Bütün üzüntülerine, sevinçlerine ortak olamadığım arkadaşlarımdan özür diler, Bingöl'den selam ederim...
Hoşçakalın, Dostçakalın...
Görüşmek dileğiyle...

Çevrimdışı boran_12

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.441
  • 4.108
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 1.441
  • 4.108
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 08 Oca 2012 17:05:36
Bir Dönemim Ardından;
Dönem başında yaşanan idareci değişikliği,
Bir diğer okulun yıkılacak olmasıyla birlikte okulların birleştirilmesi,
Eğiim - Öğretimde ikili öğretimde sabahçı olmanın yorgunluğu,
Bingöl'deki patlamada öğretmenimizin ki Müdür Yardımcısı Vekili aynı zamanda yaralanması,
Üstüste gelen sıkıntılar,
Az olan öğretmen sayısı ile okulda düzeni koruma dersleri aksatmama düşüncesi,
24 Kasım'da ailemin yanıma gelme sevinci
 Okul içerisinde idari birimlerin ve sınıfların yerlerinin değiştirilmesi...
Anlayacağınız arkadaşlar bir dönemde üstüste gelen sıkıntılar birleşince, paylaşan değil sadece dosyalardan yararlanan biri olmanın sıkıntısını yaşadığımı bilmenizi isterim. Öyleki gün içerisinde küçük bir an bile olsa bir merhaba dahi diyemesem de küçük bir gezinme yaptığım Eğitimhane'li öğretmenlerim;
Sevinçlerinde tebesüüm edemediğim, üzüntülerine ortak olamadığım öğretmenlerim;
Herkese bütün geç kalmışlıkların üzüntüsünü de yaşasam MERHABA...
Herşey gönlünüzce olsun, tekrar görüşmek dileğiyle...
Hoşçakalın, Dostçakalın...
Saygılarımla...

Çevrimdışı boran_12

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.441
  • 4.108
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 1.441
  • 4.108
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 23 Oca 2012 11:58:21
Ne sözüm gümüş nede sükutum altın,

Benimkisi boş bir çaba üstelik anlaşılmaksızın...

Çevrimdışı melike_snf

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.178
  • 12.297
  • Müdür Yardımcısı
  • 5.178
  • 12.297
  • Müdür Yardımcısı
# 23 Oca 2012 12:04:42
Hoşgeldiniz boran öğretmenim..Yokluğunuz gerçekten fark edildi.Yaşadıklarınızdan ötürü çok geçmiş olsun,Allah sıkıntılarınızdan kurtulmayı nasip etsin..

Çevrimdışı buse_m

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.571
  • 3.529
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.571
  • 3.529
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 23 Oca 2012 19:38:23
Kocaman bırr MERHABA :)

Çevrimdışı fusunhoca

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.378
  • 24.321
  • Müdür Yardımcısı
  • 2.378
  • 24.321
  • Müdür Yardımcısı
# 23 Oca 2012 20:26:54


Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:

- Hayrola, neden elimi öpmek istedin?

- Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinizi katıldım. Hayatım değişti. O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.

- Ne oldu, nasıl oldu?

- Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, “Bir insanın anavatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır.”

Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:

- Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, “Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır.” Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm. Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?

- Hayır, neden?

- Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. “Oğlum bugün ödevini yaptın mı?” Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, “cık” sesini çıkarıyordu. Kızıyordum, söyleniyordum, “Niye yapmıyorsun ödevini!” diyordum. Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.

Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam etti:

- Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. “Ben ne biçim babayım,” diye kendime sordum. Seminer için geldiğim İstanbul’dan çalışma yerim olan Kayseri’ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.

- Radikal bir karar!

- Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam. Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu.

- Eşiniz ne dedi?

- Hocam biliyor musun ne oldu?

- Ne oldu?

- Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, “Bu ne biçim seminer be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış! Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz.”

- Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!

- Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim. Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.

- Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?

- İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve “Hayır!” anlamına gelen “cıkk” dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım. Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya, ben seni çok seviyorum. Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti. “Ne büyük tehlike!” diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım.

- Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama önemli bir tehlike!

- İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, “Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın,” demişti. O nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim! Yok, dedi, sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim.

- Eşiniz gelmek istemedi!

- Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır sen yalnız gideceksin dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye. Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler. Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, siz ne yaptınız bu çocuğa, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa, dedi. “Çok mu kötü hocam?” diye sordum. Gülümsedi, hayır, kötü değil, dedi. “Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?”

- Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?

- Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım. İnanamıyordum kulağıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar, duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. “O kadar mı kötü?” diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım. Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum. Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.

“Gel seni yeniden kucaklayayım!” dedim. Kucaklaştık.

“Çocuklar Gülsün diye!” yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı çocukluğudur. Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler. Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler. Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun!

Doğan CÜCELOĞLU

Çevrimdışı boran_12

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.441
  • 4.108
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 1.441
  • 4.108
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 25 Oca 2012 09:41:26
Sayın "fusunhoca" değerli paylaşımınız için teşekkürler... Bilseniz nasılda özledim anavatanım olan çocukluğumu... Tekrar teşekkürler öğretmenim...
Saygılarımla...


Aldanma...
Hiç bir kimse üç maymunu oynayamaz
Ne kör ne sağır nede dilsizdir...
Gördüğünü görmezden gelse de,
Duyduğunu hissettiremese de,
Bildiğini dile getirip söyleyemese de,
Benliği karşı çıkar içten içe
Kör sağıl dilsiz duruşuna...
Kimse anlasa da anlamasa da,
Benliği görüp duyup bildikten sonra
Aldanma üç maymunu oynadığına...

Çevrimdışı FTM40

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.363
  • 5.989
  • 1.363
  • 5.989
# 25 Oca 2012 11:30:26
Füsunhoca çok güzel bir paylaşım.Teşekkürler.

Çevrimdışı nagice

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.847
  • 7.612
  • Rehber Öğretmen
  • 1.847
  • 7.612
  • Rehber Öğretmen
# 25 Oca 2012 11:36:46
füsun hocam gerçekten harika birpaylaşımdı .bazen koşuşturmadan ara verip napıyorum .nereye gidiyorum diye mola vermek gerekiyor .işte o zaman hayata dair önemli kararlar alınabilir. daha mutlu olmak adına...

Çevrimdışı fusunhoca

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.378
  • 24.321
  • Müdür Yardımcısı
  • 2.378
  • 24.321
  • Müdür Yardımcısı
# 25 Oca 2012 20:38:43
"Peter asla o anı yaşamıyormuş. Yaşamın akışından tat almayı bilmiyormuş. Okuldayken dışarıda oyun oynamak istermiş. Dışarıda oyun oynarken yaz tatilini özlermiş. Peter sürekli olarak hayal kurar ve hiçbir zaman günlerini dolduran özel anların keyfine varmazmış. Bir sabah Peter evinin yakınlarındaki ormanda yürüyüşe çıkmış. Yorulunca çimenlik bir yer bulmuş ve sonunda uyuyakalmış. Birkaç dakikalık derin uykusundan sonra, birinin ona seslendiğini duymuş. 'Peter! Peter!' Cırlak ses yukarıdan geliyormuş. Gözlerini yavaşça açtığında tepesinde dikilen çarpıcı bir kadın görmüş. Kadın belki de yüz yaşındaymış ve kar beyazı saçları omuzlarından aşağıya yün bir battaniye gibi dökülüyormuş. Kadının kırışıklıklarla dolu elinde ortasında bir delik olan sihirli bir küçük top varmış ve delikten uzun, altın bir ip sarkıyormuş.

Kadın 'Peter' demiş, 'Bu, senin yaşamının ipi. İpi birazcık çekersen, bir saat dakikalar gibi geçer. Biraz daha fazla çekersen, tüm günler dakikalar gibi geçer. İpi tüm gücünle çekersen, aylar hatta yıllar bile günler gibi geçer.' Peter bu keşif karşısında çok heyecanlanmış. 'Belki de ona sahip olabilirim?' diye düşünmüş. Yaşlı kadın hemen aşağıya eğilerek sihirli ipi olan topu küçük çocuğa vermiş. Ertesi gün, Peter sınıfta huzursuz ve yorgun bir şekilde oturuyormuş. Birdenbire aklına yeni oyuncağı gelmiş. Altın ipi biraz çekmiş ve kendini hızla evde, bahçede oyun oynarken bulmuş. Sihirli ipin gücünü keşfettikten sonra Peter okul çocuğu olmaktan sıkılmış ve tüm heyecanları ile birlikte bir delikanlı olmak istemiş. Sonra altın ipi tekrar kuvvetle çekmiş. Birdenbire Elise adlı güzel bir kız arkadaşı olan bir delikanlıya dönüşmüş. Fakat Peter yine memnun değilmiş. Anın tadını çıkarmayı ve yaşamın her evresindeki yalın mucizeleri keşfetmeyi hiçbir zaman öğrenememişmiş. Onun yerine, bir erişkin olmayı hayal etmiş. Sonra ipi tekrar çekmiş ve uzun yıllar bir anda geçmiş. Derken kendini orta yaşlı bir erişkin olarak bulmuş. Elise eşiymiş ve Peter bir ev dolusu çocuk ile çevriliymiş. Ama Peter başka bir şeyi de fark etmiş. Bir zamanlar simsiyah olan saçları beyazlanmaya başlamış. Çok sevdiği, bir zamanlar genç olan annesi artık yaşlı ve güçsüz bir kadın olmuş. Ama Peter hala anı yaşamıyormuş. 'Şimdide yaşamayı' asla öğrenememiş. Sonra sihirli ipi tekrar çekmiş ve ortaya çıkacak değişiklikleri beklemeye koyulmuş. Şimdi Peter gür siyah saçları kar gibi beyazlamış, doksan yaşında bir adammış. Genç ve güzel eşi Elise ise yaşlanmış, birkaç yıl önce ölmüş. Harika çocukları büyümüş ve kendi yaşamlarını kurmak için evden ayrılmış. Tüm yaşamında ilk kez Peter yaşamdaki harikalıkları kurcalamak için zaman ayırmadığını fark etmiş. Çocuklarıyla hiçbir zaman balık tutmaya gitmemiş ve Elise ile mehtapta gezinti yapmamış. Bahçeye çiçekler ekmemiş ve annesinin okumaya bayıldığı harika kitapları okumamış. Onun yerine, yaşamında hep acele etmiş ve yol boyunca iyi şeyleri görmek için asla dinlenmemiş. Peter bu keşfinden büyük üzüntü duymuş. Kafasını boşaltmak ve ruhunu dinlendirmek için çocukken gittiği ormana gitmeye karar vermiş. Ormana girdiğinde çocukluğundaki küçük fidanların görkemli meşe ağaçlarına dönüştüğünü fark etmiş. Orman bir doğa cennetine dönüşmüşmüş. Küçük bir çimenlik bulmuş ve derin bir uykuya dalmış. Sadece birkaç dakika geçmiş ki birinin ona seslendiğini işitmiş. 'Peter! Peter!' Peter kafasını kaldırmış, karşısındaki, uzun yıllar önce sihirli altın ipli topu ona veren yaşlı kadından başkası değilmiş. 'Sana verdiğim armağandan memnun kaldın mı?' diye sormuş kadın. Peter doğruca cevap vermiş. 'Baştan eğlenceliydi, ama şimdi ondan nefret ediyorum. Tüm yaşamım bana keyfini çıkarma şansını vermeden gözlerimin önünden akıp gitti. Eminim hüzünlü anların yanında harika zamanlar da olmuştur, ama benim bunları yaşama şansım hiç olmadı. İçim boşalmış gibi hissediyorum. Yaşam armağanı ellerimden kayıp gitti.' 'Hiç minnettar olmuyorsun' demiş yaşlı kadın. 'Yine de sana son bir dilek dileme şansı veriyorum.' Peter bir an düşünüp telaşla yanıtlamış; 'Küçük bir çocuk olarak okuluma geri dönmek ve yaşamımı tekrar etmek istiyorum!' Bunu söyledikten sonra derin uykusuna dönmüş. Yine birinin ona seslendiğini duyarak gözlerini açmış. 'Bu sefer kim olabilir?' diye düşünmüş. Kafasını kaldırdığında annesinin yatağının kenarında ayakta durduğunu görünce çok sevinmiş. Annesi genç, ışık dolu ve sağlıklı görünüyormuş. Peter ormandaki o tuhaf kadının dileğini yerine getirdiğini ve onu önceli yaşamına geri döndürdüğünü anlamış. 'Acele et Peter. Çok fazla uyuyorsun. Şu dakikada kalkmazsan rüyaların yüzünden okula geç kalacaksın' demiş annesi hafifçe azarlayarak. Söylemeye gerek yok, Peter o sabah yatağından fırlamış ve umut ettiği şekilde yaşamaya başlamış.

Robin S. Sharma

Ruhunuzu canlandırın ve ruhunuzla ilgilenmeye başlayın :)

Çevrimdışı fusunhoca

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.378
  • 24.321
  • Müdür Yardımcısı
  • 2.378
  • 24.321
  • Müdür Yardımcısı
# 25 Oca 2012 20:55:53
Allah Herkese Böyle Bir Poz Nasip Eder İnşallah...

Çevrimdışı fusunhoca

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.378
  • 24.321
  • Müdür Yardımcısı
  • 2.378
  • 24.321
  • Müdür Yardımcısı
# 25 Oca 2012 21:13:38
Amerika’da ünlü bir avukatın kaybettiği tek dava....( sonunu mutlaka okuyun)

Ünlü bir futbolcu karısını öldürmekle suçlanıyordu.
Futbolcu yakalanmıştı. Ama karısının cesedi ortada yoktu. Duruşma Amerikan filmlerindeki gibiydi. Futbolcu sanık sandalyesinde oturuyordu. Kucak dolusu parayla tuttuğu avukatı jüriyi ikna etmeye uğraşıyordu:

"Sayın jüri üyeleri, müvekkilimin suçsuz olduğuna yürekten inanıyorum. Buna az sonra sizler de inanacaksınız. Neden mi? Bakın, şimdi 1' den 10' a kadar sayacağım ve müvekkilimin öldürdüğü iddia edilen karisi bu kapıdan içeri girecek... 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10..."

Bütün jüri kapıya döndü. Kimse girmedi içeri. Avukat bir savunma dahisiydi, öldürücü hamlesini yaptı :

"Bakın, siz de kadının öldüğüne inanmıyorsunuz. Çünkü hepiniz içeri girecek diye kapıya baktınız. işte kararı buna göre vermenizi talep ediyorum."
Ancak jüri ünlü futbolcuyu suçlu bulduğunu bildirdi ve dava bu şekilde sonuçlandı. Mahkeme çıkışında avukat, bayan jüri başkanına yaklaştı :
" 10' a kadar saydıağımda siz de diğer üyeler gibi kapıya bakmıştınız. Neden böyle bir karara imza attınız?"

"Doğru" dedi jüri başkanı; "Ben de kapıya baktım, ama müvekkiliniz kapıya bakmıyordu!.."

 En iyi analist herkes bir noktaya bakarken, o noktaya yönelen bakışları izleyen kişidir...

Çevrimdışı FTM40

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.363
  • 5.989
  • 1.363
  • 5.989
# 26 Oca 2012 11:08:19
Füsunhocam  24 saat engeli.TEEKKÜRLER tekrar.Bu başlığa bakmadan geçmiyorum.Çok güzeldi yine paylaşımlarınz.

Çevrimdışı fusunhoca

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.378
  • 24.321
  • Müdür Yardımcısı
  • 2.378
  • 24.321
  • Müdür Yardımcısı
# 26 Oca 2012 17:07:02
Annemi Seviyorum

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK