KADROLU - SÖZLEŞMELİ FARKI BİTMEZ
Milli Eğitim Bakanı Sayın Nimet Çubukçu, kendisine verilen her fırsatta sözleşmeli öğretmenliğin gerekçelerini –özetle- şöyle açıklıyor
“Sosyo-ekonomik koşulları bakımından geri kalmış yerlerde öğretmenleri tutmak çok zor. Buralarda öğretmenlerin uzun süre görev yapabilmesi için sözleşmeli öğretmenlik gerekli.”
Tırnak içine aldığıma bakmayın, cümleyi ben yazdım. Ama Bakan Hanım’a mikrofon uzatsak üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri o söylüyor zaten.
Sık sık belirtiyorum: Sayın Nimet Çubukçu, Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki işlerin işleyişinden habersizdir. Örneğimizdeki sözleşmeli öğretmenlik mevzuunda olduğu gibi.
En başta şunu sormak ve söylemek lazım: Mademki öğretmenler bazı yerlerden kaçmaya çalışıyorlar ve öğretmenlerin buralarda durması için “sözleşmeli öğretmenlik” gibi sabitleyici mekanizmaya ihtiyaç vardır; o halde niçin kadrolu öğretmenlere zorunlu hizmet affı getirildi? 6 Mayıs 2010 öncesi göreve başlayan kadrolu öğretmenlere zorunlu hizmet affı getirilerek “Sevgili öğretmenim! Kalkınmada öncelikli yerlerden kaç, öğretmen bolluğu olan güzel yerlere tayin iste.” denilmiş olmadı mı?
Büyük sendikalar üye kazanma sevdasına, MEB ise hükümetinin oy artırmasına vesile olsun diye zorunlu hizmet affını isterken, Sayın Çubukçu “Sosyo-ekonomik koşulları bakımından geri kalmış yerlerde öğretmenleri tutmak…” gibi çok bilir cümleler niçin kurmadı?
Unutanlara hatırlatayım: Sözleşmeli öğretmenlerin haziran ayındaki özür durumu atamalarında 2671 öğretmenin ataması olmadı. Bu da demek oluyor ki binlerce aile ferdi birbirinden ayrı, anayasal güvence altındaki aile birliği tarumar! Kadrolu öğretmenlerin sahip olduğu “il emri” hakkı, ya da norm açığı bulunan bütün okulların atama başvurularında gösterilmesi gibi hakları yok sözleşmelilerin.
Sözleşmeli öğretmenler ek ders ücretlerini, öğretim yılı hazırlık ödeneklerini vb. bile tam alamıyor, aldıkları her kuruş paradan SSK kesintisi yapılıyor. Sözleşmeli öğretmenlerin eş, çocuk ve doğum yardımı gibi hakları yok.
Sözleşmelilerin idareci olabilmeli mümkün değil. Sözleşmelinin sözleşmesinin ne zaman kazaya uğrayacağı belli olmadığı için, bir kurumu sözleşmeli öğretmene emanet etmek, abesle iştigal görülüyor.
Sözleşmeli öğretmenlerin 30 günü aşan raporlarında iş akdi feshediliyor, öğretmenlikten kovuluyor. Yakın zamanda örneklerini gördüğümüz gibi kanser gibi ölümcül hastalığa yakalanmak, hatta ölmek gibi bir lüksü yok sözleşmeli öğretmenin. Ölecekse rapor hakkını aşmadan ölmeli!
Sözleşmeli öğretmene aday memurluk eğitimi yaptırılır; ancak bu öğretmen kadroya geçerse, adaylık eğitimine bir daha gönderilir. Anlayacağınız, aldığı eğitim bile adam yerine konulmaz.
Sözleşmeli öğretmenin sözleşmesine göre: “Taraflar, bir ay önce ihbar etmek şartıyla, sebep göstermeksizin sözleşmeyi her zaman feshedebilir.”, “ders yükünün doldurulamaması durumunda sözleşmesi feshedilir”, “norm kadronun gerektiği öğretmen temin edildiğinde veya sözleşmeli personel ihtiyacının ortadan kalkması halinde sözleşmesi feshedilir”
Anlayacağınız… Anladınız siz onu. “Canım isterse severim, canım isterse döverim; benim sözleşmelim değil misin?”
Daha sayılacak çok şey var, ama biliyorum ki uzun yazıları okumak can sıkıcıdır. Uzun bir yazı daha baştan “kusurludur” ve okunmaz.
Şimdi bu yazıyı okuyan üç beş sapık ruhlu fanatik (olumsuzlukları gösterenlere sataşma huylarının bir gereği olarak) çıkıp der ki:
“Bu ülkede sözleşmeliyi bulamayanlar da var.”
“Halinize şükredin, şükürsüz öğretmen bozmaları! Sözleşmeli öğretmen de ağlıyorsa, asgari ücret alanlar ne yapmasın!”
“Yeter ki atanayım, sözleşmelinin haklarının yarısına sahip olayım; hatta hiç hakkım olmasın, kul köle olayım.”
“Kadrolu öğretmenlerin de dertleri var. Nedir bu kardeşim? Hep sözleşmeli… hep sözleşmeli…”
“Hükümet ve MEB, öğretmenlere karşı her türlü özveride bulunuyor. Ama gücünü Ergenekon’dan yahut İsrail’den veya da başka bir nifak odağından alan sizin gibi eğitimci artıkları, durumdan rant elde etmek için ‘sözleşmelilerin özlük haklarından yoksun olduğu’ yalanını uyduruyor.”
Uydurduk, diyelim. Uydurduk, ama “sözleşmelilik ihtiyaçtan doğmuştur” gibi akla sapa gelmez bir laf da -Allah’a şükür- henüz uydurmadık.
Ha… Bu arada, bu yazıyı Gülay Göktürk hanımefendi hazretleri de okursa iyi olur. Gerçi okusa ne olur, okumasa ne olur!
Abbas YÜKSEK