Çin Bambu Ağacı

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 06 Oca 2008 20:39:08
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
benusa hocam yine çok etkileyici bir yazı yazmışsınız.yazılarınızın birçoğunda kendimi bulduğum için bu kadar etkileniyorum belki.yeni paylaşımlarınızı  da merakla bekleyeceğim.
teşekkürler..
Ben teşekkür ederim Ali öğretmenim. Sağolun.

Çevrimdışı ali2037

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.759
  • 1.326
  • 2.759
  • 1.326
# 06 Oca 2008 21:02:40
BABA,  ”HER GÜN KAR YAĞAR MI ?

Çocuğumu sınıfında görmek için okuluna gittim. Fatma öğretmeni çok övmüşlerdi, çok çalışkan ve başarılı bir öğretmen olduğunu söylemişlerdi.         Bende bunun üzerine Fatma öğretmenin okuttuğu  sınıfına oğlum Okan’ı kayıt ettirmiştim. Sınıfta tam 83 öğrenci vardı. Bir sırada en az üç öğrenci oturuyordu, Fatma Öğretmen ‘nin konuşmaları çocuk seslerin içinde kayıp oluyordu. Okan ve arkadaşları, sınıfın kalabalık oluşu nedeniyle tahtaya kalkmadan üç ayı geçirdiler.Kış kapıyı çalmıştı... ! , Ocak ayı içinde yarım metre kar yağdı. Karın yağdığı gün kar yağışıdan dolayı sınıfa 83 öğrenciden sadece 15 öğrenci gelebilmişti. Karlı günde, Okan’a fırsat doğmuştu,  o gün, tam beş defa tahtaya kalktı. Cümleleri tahtaya yazdıkça, Fatma Öğretmen den kocaman bir yıldız ve aferin..! aldı. Gözleri doldu, defterdeki yıldıza bakakaldı...!Öğretmenin ağzından bir saniyede çıkan “Aferin ! ” kelimesi, Okan’a dünyaları vermişti...! Oysa öğretmen kullandığı kelimeyi çoktan unutmuştu. Okan; dersin bitmesini sabırsızlıkla bekliyordu, mutluluğunu annesi ile paylaşmak için koşarak eve geldi. Kapı da annesine sarılarak öptü. Annesi bu sevince anlam veremedi.Okan ,annesine sevinçle bakarak:— Anne, bu gün, öğretmen beni beş defa tahtaya kaldırdı. Aferin...! dedi. Defterlerime de yıldız attı.” dedi.Hava kararmak üzere idi... derken, abisi Mehmet de okuldan döndü. Baba da işten dönünce, akşam yemeği bayram yerine dönmüştü.. Öğretmenin söylediği : ” aferin ..!” kelimesi bir hafta boyunca evde mutluluk rüzgarları estirmişti.Yağan karlar erimeye başlamıştı, sınıf tekrar eskisi gibi kalabalıklaşmıştı, bir akşam yemeği sonrası, Okan, ev ödevini bitirdikten sonra yanıma yaklaştı:-         Baba, “Her gün kar yağar mı? diye sordu. Kar yağmasını istiyordu...!Karın yağması demek, sınıf mevcudunun azalması demekti. Okanın tahtaya kalkması sınıf içi etkinliğe daha fazla katılması demekti.Okan başarmak ve üretmek istiyordu..,Yurdumuzun kalabalık sınıflarında ki kötü yazgıyı yenip, aydınlığına çıkmak istiyordu......!

Çevrimdışı befime

  • Üye
  • *
  • 11
  • 6
  • 11
  • 6
# 07 Oca 2008 12:53:10
Paylaşımlarınızı zevkle okuyor sizlere teşekkür ediyorum

Çevrimdışı DENİZİM

  • Üye
  • *
  • 21
  • 4
  • 21
  • 4
# 12 Oca 2008 16:40:02
KANLARIYLA BAYRAK YAPAN ÇOCUKLAR


Gencecik öğrenciler...
Kanlarından bayrak yapmışlar..
yani kanlarını akıtarak kırmızıya boyamışlar bayrağı..

Basın hamaset içinde övgüler yağdırıyor çocuklara.. en ufağından en büyüğüne herkes onları gururla karşılıyor.

Gördüm tv.de pırıl pırıl yüzleri, ışıl ışıl gözleri var. Ve öğrenciler..bu çoçuklar öğrenci.

Kendini keserek bayrağı boyamak yerine yapabilecekleri daha neler var oysa... böyle sembolik bir tepkiye, ille kana gerek var mı?

Hele ki gereğinden çok çok fazlası her yanda oluk oluk akarken, bombaların altında yaşıtları can verirken... Onlara aferin demek bir yana;  bu kanın akmasına gerek kalmayacak günler için  daha olumlu şeylere odaklanmalarını söyleyen yok..

naif güzel bir duygu belirtimi tamam ama bu çocuklar yarın öbürgün kalkıp kendilerini tehlikenin önüne atmakta sakınca görmeden bomba şüphelisi paketlerin önüne de atlamaz mı? kimisi de gazilere ithafen kolunu bacağını kesmeyi düşünmez mi... olmaz olmaz. Herşeyi görüyoruz yaşıyoruz.

Kana yapılan bu övgü yerine daha aklı başında, daha  babacan ve çok daha ileriye dönük sağlam bir tavır beklerdim... Henüz hiç kimseden TIK bile yok..

Aslan gençler.. Kesin bileklerinizi akıtın kanınızı.. bayrağı boyayın... sembolik...güzel.. zaten herşey sembolik artık.

Peki gerçekte vatan nasıl korunur?  işte konuşacak, cümle kuracak, fikir üretecek beyinlere kan gidemiyor böyle hamasetle... çünkü kan boşa akıtılıyor. 

Şehitler bu gençlerin kanı akmasın, onlar kanı durduracak teknoloji ve bilim gücüne hazırlansın, onlar  bilgiyle güçlensin diye şehit oldular..

Demek ki kansız olmuyor. İlle bu kan akacak.
Bu gençler için üzülerek bitiriyorum yazımı.  Dilerim bu ilk ve son kanları olur; fark ederler ucuz edebiyatların beş para etmediğini ve beyinlerini kullanmaya daha çok odaklanırlar.

Bayrağın kırmızısının daha fazla kana ihtiyacı yok. Onun kan ve can bedeli olduğunu da hepimiz biliyoruz.

Gençlere iyiniyetleri ve güzel düşünceleri için teşekkür edilip bu tür bir şeye tevessül etmemeleri söylenmeliydi. Ben söylemek isterdim. Siz kanınızı akıtmasanız da sizi seviyoruz..

Kendinizi kesmeseniz de size güveniyoruz ve yanınızdayız demek bu kadar zor muydu?


Bütün öğretmenlerime emek ve sevgileri için teşekkür ederek merhaba diyorum.

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 13 Oca 2008 13:31:33
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Paylaşımlarınızı zevkle okuyor sizlere teşekkür ediyorum
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Bütün öğretmenlerime emek ve sevgileri için teşekkür ederek merhaba diyorum.
hoşgeldiniz...


[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
BABA,  ”HER GÜN KAR YAĞAR MI ?

Çocuğumu sınıfında görmek için okuluna gittim. Fatma öğretmeni çok övmüşlerdi, çok çalışkan ve başarılı bir öğretmen olduğunu söylemişlerdi.         Bende bunun üzerine Fatma öğretmenin okuttuğu  sınıfına oğlum Okan’ı kayıt ettirmiştim. Sınıfta tam 83 öğrenci vardı. Bir sırada en az üç öğrenci oturuyordu, Fatma Öğretmen ‘nin konuşmaları çocuk seslerin içinde kayıp oluyordu. Okan ve arkadaşları, sınıfın kalabalık oluşu nedeniyle tahtaya kalkmadan üç ayı geçirdiler.Kış kapıyı çalmıştı... ! , Ocak ayı içinde yarım metre kar yağdı. Karın yağdığı gün kar yağışıdan dolayı sınıfa 83 öğrenciden sadece 15 öğrenci gelebilmişti. Karlı günde, Okan’a fırsat doğmuştu,  o gün, tam beş defa tahtaya kalktı. Cümleleri tahtaya yazdıkça, Fatma Öğretmen den kocaman bir yıldız ve aferin..! aldı. Gözleri doldu, defterdeki yıldıza bakakaldı...!Öğretmenin ağzından bir saniyede çıkan “Aferin ! ” kelimesi, Okan’a dünyaları vermişti...! Oysa öğretmen kullandığı kelimeyi çoktan unutmuştu. Okan; dersin bitmesini sabırsızlıkla bekliyordu, mutluluğunu annesi ile paylaşmak için koşarak eve geldi. Kapı da annesine sarılarak öptü. Annesi bu sevince anlam veremedi.Okan ,annesine sevinçle bakarak:— Anne, bu gün, öğretmen beni beş defa tahtaya kaldırdı. Aferin...! dedi. Defterlerime de yıldız attı.” dedi.Hava kararmak üzere idi... derken, abisi Mehmet de okuldan döndü. Baba da işten dönünce, akşam yemeği bayram yerine dönmüştü.. Öğretmenin söylediği : ” aferin ..!” kelimesi bir hafta boyunca evde mutluluk rüzgarları estirmişti.Yağan karlar erimeye başlamıştı, sınıf tekrar eskisi gibi kalabalıklaşmıştı, bir akşam yemeği sonrası, Okan, ev ödevini bitirdikten sonra yanıma yaklaştı:-         Baba, “Her gün kar yağar mı? diye sordu. Kar yağmasını istiyordu...!Karın yağması demek, sınıf mevcudunun azalması demekti. Okanın tahtaya kalkması sınıf içi etkinliğe daha fazla katılması demekti.Okan başarmak ve üretmek istiyordu..,Yurdumuzun kalabalık sınıflarında ki kötü yazgıyı yenip, aydınlığına çıkmak istiyordu......!

Turgutkuzan öğretmenimin tavsiyesiyle sadece öğretmen sorunlarını değil, öğrenci sorunlarını da dile getiren yazılarımı yazmaya başladım. Kendi bloğum için yazıyorum. Fakat zaman zaman bazılarını buraya aktarmayı uygun buluyorum. 



ÜÇ MAYMUN

Bacaklarını aralamış ağır ağır yürüyordu sırasından sınıfına doğru. Nevin Abla yılların öğretmeniydi. Kötü bir şeyler olduğunu  sezmiş ve tüm öğrenciler içeri girdikten sonra öğrencisini çağırmıştı hemen  öğretmenler odasına. Israrla bir rahatsızlığı olup olmadığını soruyor, çocuğu adeta itirafta bulunması için sıkıştırıyordu. Bizler bir anlam veremeden Nevin Abla’nın sorgulamasını izliyorduk. Çocuk ağlamaya başlamıştı. “Korkma oğlum, kimseye söylemeyeceğiz. Hadi bize anlat, sana ne yaptılar?” diye sordu. Hala anlamıyordum, birinci sınıf öğrencisini neden bu kadar acımasız sorguladığını. Sonunda çocuk ağlayarak anlatmaya başlamıştı. Nevin Abla’nın ne kadar iyi bir gözlemci olduğunu çocuk anlattıkça hayretle izliyordum. “Kimler, nerede, nasıl?” sorularını hıçkırıklar içinde cevaplıyordu çocuk. “Bizim okuldan.” dedi. “Çamlıkta. Üç, dört kişiydiler. Nevin Abla isimlerini öğrendi. Çocuğu sınıfına göndererek hiçbir şey olmamış gibi davranmasını istedi. Birazdan çocuğun saydığı isimleri sırasıyla çağırmaya başladı sorgulamak üzere. Hepsi önce inkar edip sonra itiraf ediyorlardı. “Bana da şu yaptı öğretmenim.” diyorlardı .Liste giderek kalabalıklaşmıştı.  Üzülerek, tiksintiyle ve dehşet içinde dinlediğim bu olayların yapıldığı yer hep aynıydı. Çamlık…

       Öğrenciler sırayla geliyorlardı ve okuldan bu olaya karışan yada farklı zamanlarda bu eylemi gerçekleştirenlerin sayısı nerdeyse yirmi kişiyi bulmuştu. “Kimden öğrendin, sana kim yaptı, neden kimseye söylemedin?...” Cevaplar okul dışına taşmaya başlamıştı. Sonunda köyden okumaya giden imam hatip öğrencilerine kadar uzadı liste. Annelerini çağırmaya başladı Nevin Abla tek tek. Olaylar anlatıldı. Birkaç velinin söyledikleri karşısında bu defa Nevin Abla da şaşkınlığını gizleyememiş, hayretler içinde kalmıştı.  “Olur müdüre hanım çocuklar arasında böyle şeyler. Çocukken biz de yapıyorduk ama sonra unuttuk.” Bu bir hastalıktı belki de. Aileden çocuğuna geçen, büyüyünce unutacağı bir hastalık.    Veliler olaya bizim baktığımız kadar dehşet içinde bakmamışlardı. Onlar için çok doğaldı. Nerdeyse kimse tepki vermemiş, sanki daha önce biliyorlarmış ve çok doğal, olması gereken bir şeymiş gibi yaklaşmışlardı olaya. Bu cinsel taciz değildi, askıntı olmak, laf atmak değildi. Düpedüz erkek öğrenciler birbirlerine tecavüz ediyorlardı. Burası nasıl bir köydü böyle. Anneler hiç tepki vermeden “Bizi bunun için mi çağırdınız?” duyarsızlığıyla okuldan ayrıldılar. Okul müdürümüz Nevin Abla bile hayretler içinde dinliyordu velilerin söylediklerini.

        Yapacağımız tek şey kalmıştı. Milli Eğitim Müdürünü durumdan haberdar etmek. Milli eğitim müdürümüz benim yakınımdı. Onlarda kalıyordum. Akşam yemeğinde sohbet ederken olayı utana sıkıla kendisine anlattım. Sadece bizim okuldan değil, köyden ilçeye gelen imam hatip öğrencilerine kadar bu olayı yapanların isimlerini açıkladım tek tek. Bir şeyler yapmasını ve böyle bir rezaletin, böyle bir istismarın, bu toplu tecavüzlerin önüne geçmesini bekliyordum. Aldığım tepki bu defa daha çok şaşırttı beni. Milli eğitim müdürümüz imam hatip kökenliydi ve olayın sorumlularının imam hatipten olması hoşuna gitmemişti anlaşılan. “Çamur at izi kalsın.” dedi. “Nevin’in görüşünü ben biliyorum zaten…” Nevin Ablanın görüşüyle ne ilgisi vardı bu rezaletin. Ben gözümle gördüklerimi, kulağımla işittiklerimi anlatıyordum. Bunun önüne geçilmesi gerekiyordu. Ona anlatmaya çalışıyordum. “Konuyu kapat, yeter artık sofrada.” dedi. Konu kapandı. Bir daha da hiç açılmadı. Ne okulda, ne evde…

        Artık hepimiz üç maymunu oynamaya başlamıştık. Ama bu dehşet verici olay hiç zihinlerimizden çıkmamıştı. Aile memnun, amir farklı boyutta, öğretmen çaresiz. Burası Türkiye… Öğretmenine dünya görüşüne göre inanmaya devam eden amirlerle dolu ve olmaya devam edecek maalesef… Bizler de görmeyeceğiz, duymayacağız, söylemeyeceğiz. Ancak o zaman soruşturmasız, sorunsuz bir meslek hayatımız olabilir. Yoksa… Devam arkadaşlar üç maymunu oynamaya….

                                                          BENUSA55

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 13 Oca 2008 13:36:43
YURT ÇOCUKLARI

Bir yılı daha geride bıraktık. Hayat Bilgisi dersindeki konum da bununla ilgiliydi. “Yeni yıla nasıl girdiniz?” diye sorup anlatmalarını istedim. Hepsinin anlatacak çok şeyi vardı ve küçücük parmakların hepsi havadaydı. Yalnızca biri hariç. Onun anlatacak farklı bir şey yaşamadığı çok açıktı. Belki de zaman kavramını öğrenemeyişinin nedeni de aynıydı kimbilir?

        Hüseyin yuvadan geliyordu. İlk defa yuvadan gelen bir öğrencim olmuştu. Yaşam telaşı içinde yuva çocuklarıyla ilgili bir şeyler öğrenmek aklıma hiç gelmemişti doğrusu. Taa ki Hüseyin öğrencim olana kadar.

        Sessiz, sakin, ürkek bir çocuk Hüseyin. Sesini daha hiç duymadım desem yalan olmaz aslında. Durumu da hiç iyi değil. Şu ana kadar hiçbir şey öğrenemedi diyebilirim. Veli olarak sene başında yanıma gelen ilkokul öğretmeni emeklisi bir görevliydi. Ondan öğrendiğim   on-on beş kişilik grupları  olduğu ve  çocukların her şeyleriyle ilgilenmek durumunda olduğuyla ilgili bilgiden ibaretti.

         Günler geçiyor ve Hüseyin’de hiçbir gelişme göremiyordum. Durumu görüşmek üzere kendisini veli olarak tanıtan bu görevli için sürekli not yazdım öğrencimin defterine.

Çocuğun sınıf düzeyinin gerisinde kalması çok endişelendirmişti beni. Bu endişemi bildiren notlar yazdım sürekli. Önlemi bir an önce alınmalı diye düşünüyordum.  Yazdığım notların geri dönüşü olmadı hiç. Bir gün tesadüfen yolda rastlayıp peşine düştüm. Konuyu yüz yüze konuşmak istiyordum. Ona Hüseyin’in durumundan sözettim. Neden hiç ilgilenmediklerini ve çocuğu neden hiç çalıştırmadıklarını sordum. Kaldı ki birinci sınıfta veli çok önemli bir faktördür. En az bizler kadar çalışmak durumundadır onlar da. Çocuk okumayı başardıktan sonra bu başarı yalnızca öğretmenin değil öğretmen kadar velinin de başarısıdır. Veli okulda öğretileni tekrar ettirip pekiştirme yapmazsa unutur çocuk.   İlkokul öğretmeni olarak bunu bilmesi ve çocuğu başıboş bırakmaması gerektiğini anlatmaya çalışıyordum ki…”Bizim görevlerimiz arasında bu çocuklara ders çalıştırmak yok hoca hanım.” dedi. “Ama biz yine de iyi niyetli davranıp şirketten temizliğe gelen kadınlara rica ettik onlar ödevlerini yaptırıyorlar.” İlk defa böyle bir saçmalık duyuyordum. Yuvadaki çocuklarımızın derslerine yardım edecek bir öğretmen bile yoktu başlarında. Etütlerde, şirketlerden gelen temizlikçi kadınlar ne kadar ilgilenir, ne kadar yardımcı olabilirlerdi onlara. Böyle bir şey olabilir miydi? Bu çocuklar nasıl kendi kaderlerine terk edilebilirlerdi? Kaldı ki yuva çocuklarının neden başarısız olduklarını ve neden akademik kariyer yapamadıklarını  daha iyi anlamaya başlıyordum.  Yalnızca çok zeki olanlar kendilerini kurtarabiliyorlardı.

          Grup öğretmenine, hafta sonları saat dokuzdan bir buçuğa kadar çalıştırabileceğimi söyledim onları. Çünkü sadece bu saatlerde uygundum. Etüt saatlerine denk gelmediğini, ayrıca valilikten onay almadan bunu yapamayacağımı söyledi. Böylece Hüseyin’leri kendi kaderlerine terk ettim ben de…

          Yurtlar nasıl işler? Çalışanların sorumlulukları nelerdir ? Bilemem elbet. Ama öğrendiğim şey çok acıydı. Bu çocuklar başlarında bir öğretmen olmadan etüt yapıyorlardı. Kendi başlarına okumaya çalışıyorlardı. Dershanelere  onca öğrenci giderken, bir de üstüne özel ders alan onca öğrenci varken  yurt çocukları hayata zaten bir-sıfır yenik başlamışken, öğretim hayatlarına da aynı şekilde başlamaları ne büyük bir adaletsizlikti…

           sadece derslerini çalıştırmak üzere yurtlara öğretmen  atamak çok mu zor bilmiyorum. Kaldı ki hastanelerde bu uygulama yapılabiliyorsa yurtlarda da yapılmalı diye düşünüyorum. Yoksa  Hüseyin’ler  on sekiz yaşlarına geldiklerinde ünüversitelere değil, sokaklara mahkum olmaya devam edecekler….

                                                BENUSA55

         

Çevrimdışı DENİZİM

  • Üye
  • *
  • 21
  • 4
  • 21
  • 4
# 13 Oca 2008 14:15:58
Benusa öğretmenim teşekkür ederim.Bu sayfalar bu yazıtlar yeni birer ufuk hepimiz için .Sağolun.

Çevrimdışı befime

  • Üye
  • *
  • 11
  • 6
  • 11
  • 6
# 20 Oca 2008 14:01:08
Yazdıklarını zevkle okuyor elimden geldiği kadar takip ediyorum .ellerine, yüreğine sağlık.

Çevrimdışı gizlem

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 345
  • 648
  • 345
  • 648
# 20 Oca 2008 14:33:20
gerçekten çok acı.. geçen sene yurtta çalışmak istediğimi neler yapmam gerekktiğini arayıp öğrendim, hiç değilse dedim hafta sonları onlara yardımcı olabilirim diye düşünmüştüm, gönüllü olarak çalışacaktım. ikametgah, nüfus kayıt örneği sabıka kaydı fotoğraf falan daha vardı bişeyler.. ama ikametgahım sorun oldu ve yardımcı olamadım orada ki çocuklara.. ama bunu bir gün yapacağım gerçekten çok istiyorum..

Çevrimdışı kartalca

  • Yeni Üye
  • 2
  • 0
  • 2
  • 0
# 23 Oca 2008 09:21:55
"bir kuş tut içinde" burhan eren'e ait bir şiir.ilköğretim 2. sınıf öğretmen klavuz kitabında yerini almış.bilgi olsun diye yazdım.saygılar

Çevrimdışı aylinboyaci

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 131
  • 98
  • 131
  • 98
# 23 Oca 2008 09:59:33
herkes üstüne düşeni yeterince yapıyor mu yoksa zaman onu da sertleştiriyor mu alışmaya mı zorlanıyoruz bilemiyorum.zorla suçlular yetiştiriyoruz şikayet edip durmakla yetiniyoruz.

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 25 Oca 2008 17:39:13
Karneyi kime verelim?

Bugün karne günü! Ama içi kötü notlarla dolu olan bu karneyi sadece çocuklara vermenin büyük bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Bu karne üzerinde nemalananların notlarını da ben veriyorum.

Eğitim Bakanlığı: SIFIR!

Hiç karnede sıfır olur mu demeyin!? OLUR! Her gün inatla okula geldim ben diyen Hüseyin Çelik’e ısrarla geldiği için SIFIR!

Memleketimde eğitim birliğini yok edenlere  SIFIR!Kaç çeşit okul olduğunu artık ben saymaktan usandım. Son durum nedir bilmiyorum!!!!

Müfredatı kafasına göre biçimlendirenlere SIFIR! Bedava dağıttık kitapları diyenlere.. Yüz temel eseri zorunlu kıldık diyenlere..

Okulları arka bahçeleri gibi kullananlara SIFIR!

Okulları mescide çevirenlere SIFIR!

Gündemi örtülerin altına alanlara, kafalara kapşon/takke/örtü/türban geçirtenlere SIFIR! Okulların kafalarını bağlayanlara..

Dikkat dağınıklığı hiperaktivite bozukluğu, öğrenme zorluğu olan çocukları sistem dışına itmeye çalışan, sözde özel eğitimi düzenleyip aslında çocukları mağdur edenlere SIFIR!

En az dört yıl boyunca  üniversite eğitimi alıp, ardından KPSS ile öğretmen olabileceklerini onaylatan ama kadrosuzluk yüzünden bekletilen, sonrada emekleri hiç edilip sözleşmeli olarak çalıştırılan, aldığınız maaş çoktur diye horlanan öğretmenlerime verecek notum yok!!!!!!!!!!!!!!!! Ama bazılarına var! Sadece soğukta üşümemek, uzaktaki okullarına gitmek için vasıta isteyen kız öğrencilere lise zorunlu değildir, isteyen gelmesin kocaya varın diyen sözde öğretmenlere SIFIR! İnsana vurulan yerde gül bittiğini düşünen, bi çocuğa el kaldırabilecek yüreğe sahip olan sözde öğretmene SIFIR!

Anne-babalığı sadece giydirmek, yedirmek, içirmek sayan velilere SIFIR! Yıl boyunca çocuğunun ne yaptığıyla yakından ilgilenmeyen, kendi hayat gailesi içinde gün dolduran, akşamları dizilere boğulmuş, gündüzleri bedeni kendine ağır gelen velilere SIFIR! Korkusundan eve gelemeyen, kaçan, canına kast eden çocuklar yetiştiren velilere SIFIR!

Çocuklarımızı uyuşturucunun kollarına atan ilgisizliğimize SIFIR!

OKS,ÖSS’yi unuttum sanmayın! Yaşam denen yolu sadece bi mesleğin ardına saklayanlara, hayatı bu kadar indirgemeci yaşatanlara SIFIR!

Zihinleri pop kültürüne boğan aziz medyaya SIFIR!

 

Korkmayın çocuklar! Size verilecek sıfır kalmadı..

Kır ve dağ çiçekleri çocuklar!!!! Size büyünce ne oluyor bilmiyorum. Küçükken melek, büyünce insan olan ÇOCUKLAR! Okul sığınılacak en güvenli yerdir. İçinde kitapların olduğu bir yer zaten kutsaldır onu örtmeye gerek yoktur! İçinde ilim yapılan yerden zarar gelmez. İçinde ilkleri yaşadığımız yer asla unutulmaz! Bu nedenle Habababam sınıfları ölmez, kadroları kim oluşturursa oluştursun.. Karne notları gelecek değildir! Sadece bi değerlendirmedir! Ama gerçekte o karneyi kim almıştır.. 
                                                         (alıntı)

Çevrimdışı humeyra7

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.399
  • 4.170
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 2.399
  • 4.170
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 25 Oca 2008 17:47:59
Benusa öğretmenim yine döktürmüşünüz ...özlemişim yazılarınızı...Maalesef benim sınıfımda da ailesi olan fakat çocuğa hiç bir faydası olmayan o kadar çok Hüseyinler var ki...

Çevrimdışı erdemc28

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.985
  • 443
  • 1.985
  • 443
# 25 Oca 2008 17:59:13
Kalem Kutusu

 

Küçük Taha o yıl ilkokula başlayacaktı. Babası ilk eşinden ayrılmış ve çeşitli nedenlerden dolayı ilk evliliğinden olan çocuklarını yıllardır görmüyordu. Bu nedenle Taha babasının gözünde özlemini çektiği diğer çocuklarını da temsil ediyordu. Kısaca, Taha çok değerli, özel bir çocuktu.

 

Taha'nın babası bir devlet memuruydu, yani zengin değildi. Buna rağmen Taha'ya o kadar şahane okul malzemeleri almıştı ki, çocuk bunları rüyasında görse inanmazdı. Hele bir tanesi vardı ki insan bakmaya doyamazdı. Bu şahane şey, üç katlı, otomatik açma-kapamalı bir kalem kutusuydu.

 

Bir dolmakalem kutusuna benzeyen bu harika aletin düğmesine basıldığında hafif bir dııtt sesiyle açılıyor, sonra içi üç katlı bir rafa dönüşüyor ve her bölmeye kalemler, silgiler, kalemtraşlar filan yerleştiriliyordu.

 

Kalemliği kullanma talimatı çocuğa güzelce anlatıldı. Evde bir-iki deneme yaptırıldı. Alet kalem pil ile çalışıyordu. Hafif bir tutukluk yaptı. Babası biraz sinirlendi ama zamanla düzelir diyerek ikna oldu.

 

Annesi Taha'ya : “Bak oğlum, baban seni ne kadar çok seviyor ki böyle güzel bir kalemlik almış. Dikkatli kullan. Yere düşürme. Vara-yoğa düğmesine basıp durma, bozulur sonra!” diyerek tembihte bulundu.

 

Taha ertesi gün okula gitti. Okul hayatı hakkında tabii ki bilgisi yoktu. Hemen yazılıp-çizilecek zannetti. Zaten kalemliğini kullanmak için sabırsızlanıyordu. Çantasından kalemliğini çıkarıp sıranın üzerine koydu. Eli hafifçe tuşa dokunuverdi. Dııtt sesi sınıfta duyuldu. Diğer çocuklar Taha'nın başına toplandı. Bazısı gördüğüne inanamıyor, bazısı da nereden aldıklarını soruyordu. Kalemliğe dokunabilmek üzere bir sürü minik el uzandı. Kalemlik elden ele dolaştırıldı. Taha durumu kontrol edemiyordu. Zavallı çocuk kalemliğini kurtarabilmek için olağanüstü çaba sarfetti . Bu arada daha ilk günden pek çok arkadaşının kalbini kırmış, gözyaşlarına da hakim olamamıştı.

 

Çocuk büyük bir korku atlatmıştı. Bir daha bu riski göze alamazdı. Taha, birkaç gün okul harçlıklarını biriktirerek orta hallisinden kalem, silgi ve kalemtraş aldı. Ancak yeni aldıklarını kalemliğine yerleştirmedi. Sadece okulda kullanıyor ve işi bittikten sonra çantasının içine atıyordu. Ne de olsa beş milyonluk lüks kalemtraşı zaptedip usulüne uygun kullanma kaygısı, beşyüz bin liralık kalemtraşa göre çok daha sıkıntı vericiydi. Üstelik bu kalemtraş da fevkalâde işe yarıyordu.

 

Taha artık orijinal kalemliğini sadece evde, annesinin denetiminde kullanıyor, okulda ise çantasından bile çıkarmıyordu. Ancak annesi bu durumu bilmiyordu. Neyse ki Taha sorununu çocuk mantığıyla böyle çözümleyebilmişti.

 

Annesi zamanla Taha'nın kalemlerinin hiç eskimemekte, küçülmemekte olduğunu farketti. Çünkü çocuğun okul hayatıyla çok, hem de çok yakından ilgileniyordu. “Oğlum, öğretmen size okulda hiç yazı yazdırmıyor mu?” diye sorarak çocuğunun defterlerini bir müfettiş gibi kontrol etti. Lakin bir sonuca ulaşamadı. Durumu gizlice kocasına anlattı. Sonunda okulda bir sorun olup-olmadığını anlamak için öğretmeni ile görüşüldü. Okulda her şey normaldi. Taha da diğer çocuklar gibiydi, yani yazılarını yazıyor, derse de ilgiyle katılıyordu.

 

Nihayetinde aile, Taha'nın okul malzemelerini çok dikkatlice ve tutumluca kullandığı, başka çocuklardan çok daha tertipli olduğu kanaatine vararak gurur duydular, mutlu oldular.

 

Günün birinde Taha'nın annesi çocuğun okul çantasını elden geçirerek düzenlemek istedi. Çantayı ters çevirip içindekileri boşalttı. Yere dökülen kalemi silgiyi gördüğünde şaşkına döndü. Taha, diğer odada televizyon izliyordu. Ona bir şey belli etmeden çantasını tekrar yerleştirdi. Tabii ki Taha'nın kendi harçlığıyla aldığı kalemleri yeniden çantaya koymadı.

 

Annesine göre sorun büyüktü. Herhalde Taha bunları arkadaşlarından çalmış olmalıydı! Kadıncağız çok endişelendi. Nasıl olurdu? Onlar ki çocuklarına en kalitelisini alıyorlardı, ama biricik oğullarının yine de başkasının malında gözü kalıyordu. Yani kadın böyle zannetmişti.

 

Tek başına bu ciddi problemi çözemezdi. Doğal olarak meseleyi babasına havale etti. Suç aleti kalem ve silgiyi kocasının önüne koyarak görüşünü bildirdi ve yorum bekledi. Sonrasında Taha iğnenin kulağından geçercesine titiz bir sorgulamadan geçti. Çocuk tereddütte kalıyordu. Gerçeği söylese, ailesi hemen okula gelerek arkadaşlarını öğretmene şikayet edeceklerdi. Taha böyle olmasını istemiyordu. Arkadaşlarını seviyor ve onları kaybetmeyi hiç istemiyordu. Doğruyu söylemeyince ise hırsızlıkla itham ediliyordu. Çocuk “yolda buldum” diyerek yalan söylemeyi denedi ama anne-babasını inandıramadı.

 

Aileye göre çocuklarında büyük bir problem vardı. Sizce bu problem ne olabilirdi? Problem çocuğa mı yoksa aileye mi aitti? Zavallı Taha'nın okul hayatı bu tür problemlerle sürüp gitti.

 

Bu konuya ilişkin davranışlarımızı gözden geçirelim. Bakalım karnemiz pekiyilerle mi dolacak, yoksa sınıfta mı kalacağız?

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 25 Oca 2008 19:11:51
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Benusa öğretmenim yine döktürmüşünüz ...özlemişim yazılarınızı...Maalesef benim sınıfımda da ailesi olan fakat çocuğa hiç bir faydası olmayan o kadar çok Hüseyinler var ki...
teşekkür ederim hümeyra öğretmenim. Sağolun. Ben de sizinle olan sohbetlerimizi özlüyorum. Ama bu yıl gerçekten çok yoğunum.   Bu nedenle çok fazla giremiyorum eğitimhaneye. tekrar teşekkür ederim.
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
"bir kuş tut içinde" burhan eren'e ait bir şiir.ilköğretim 2. sınıf öğretmen klavuz kitabında yerini almış.bilgi olsun diye yazdım.saygılar
teşekkür ederim öğretmenim. Bu şiiri okuduktan sonra en sevdiğim şiir oldu. Klavuz kitabında olduğunu bilmiyordum. sağolun.
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Kalem Kutusu

 

Küçük Taha o yıl ilkokula başlayacaktı. Babası ilk eşinden ayrılmış ve çeşitli nedenlerden dolayı ilk evliliğinden olan çocuklarını yıllardır görmüyordu. Bu nedenle Taha babasının gözünde özlemini çektiği diğer çocuklarını da temsil ediyordu. Kısaca, Taha çok değerli, özel bir çocuktu.

 

Taha'nın babası bir devlet memuruydu, yani zengin değildi. Buna rağmen Taha'ya o kadar şahane okul malzemeleri almıştı ki, çocuk bunları rüyasında görse inanmazdı. Hele bir tanesi vardı ki insan bakmaya doyamazdı. Bu şahane şey, üç katlı, otomatik açma-kapamalı bir kalem kutusuydu.

 

Bir dolmakalem kutusuna benzeyen bu harika aletin düğmesine basıldığında hafif bir dııtt sesiyle açılıyor, sonra içi üç katlı bir rafa dönüşüyor ve her bölmeye kalemler, silgiler, kalemtraşlar filan yerleştiriliyordu.

 

Kalemliği kullanma talimatı çocuğa güzelce anlatıldı. Evde bir-iki deneme yaptırıldı. Alet kalem pil ile çalışıyordu. Hafif bir tutukluk yaptı. Babası biraz sinirlendi ama zamanla düzelir diyerek ikna oldu.

 

Annesi Taha'ya : “Bak oğlum, baban seni ne kadar çok seviyor ki böyle güzel bir kalemlik almış. Dikkatli kullan. Yere düşürme. Vara-yoğa düğmesine basıp durma, bozulur sonra!” diyerek tembihte bulundu.

 

Taha ertesi gün okula gitti. Okul hayatı hakkında tabii ki bilgisi yoktu. Hemen yazılıp-çizilecek zannetti. Zaten kalemliğini kullanmak için sabırsızlanıyordu. Çantasından kalemliğini çıkarıp sıranın üzerine koydu. Eli hafifçe tuşa dokunuverdi. Dııtt sesi sınıfta duyuldu. Diğer çocuklar Taha'nın başına toplandı. Bazısı gördüğüne inanamıyor, bazısı da nereden aldıklarını soruyordu. Kalemliğe dokunabilmek üzere bir sürü minik el uzandı. Kalemlik elden ele dolaştırıldı. Taha durumu kontrol edemiyordu. Zavallı çocuk kalemliğini kurtarabilmek için olağanüstü çaba sarfetti . Bu arada daha ilk günden pek çok arkadaşının kalbini kırmış, gözyaşlarına da hakim olamamıştı.

 

Çocuk büyük bir korku atlatmıştı. Bir daha bu riski göze alamazdı. Taha, birkaç gün okul harçlıklarını biriktirerek orta hallisinden kalem, silgi ve kalemtraş aldı. Ancak yeni aldıklarını kalemliğine yerleştirmedi. Sadece okulda kullanıyor ve işi bittikten sonra çantasının içine atıyordu. Ne de olsa beş milyonluk lüks kalemtraşı zaptedip usulüne uygun kullanma kaygısı, beşyüz bin liralık kalemtraşa göre çok daha sıkıntı vericiydi. Üstelik bu kalemtraş da fevkalâde işe yarıyordu.

 

Taha artık orijinal kalemliğini sadece evde, annesinin denetiminde kullanıyor, okulda ise çantasından bile çıkarmıyordu. Ancak annesi bu durumu bilmiyordu. Neyse ki Taha sorununu çocuk mantığıyla böyle çözümleyebilmişti.

 

Annesi zamanla Taha'nın kalemlerinin hiç eskimemekte, küçülmemekte olduğunu farketti. Çünkü çocuğun okul hayatıyla çok, hem de çok yakından ilgileniyordu. “Oğlum, öğretmen size okulda hiç yazı yazdırmıyor mu?” diye sorarak çocuğunun defterlerini bir müfettiş gibi kontrol etti. Lakin bir sonuca ulaşamadı. Durumu gizlice kocasına anlattı. Sonunda okulda bir sorun olup-olmadığını anlamak için öğretmeni ile görüşüldü. Okulda her şey normaldi. Taha da diğer çocuklar gibiydi, yani yazılarını yazıyor, derse de ilgiyle katılıyordu.

 

Nihayetinde aile, Taha'nın okul malzemelerini çok dikkatlice ve tutumluca kullandığı, başka çocuklardan çok daha tertipli olduğu kanaatine vararak gurur duydular, mutlu oldular.

 

Günün birinde Taha'nın annesi çocuğun okul çantasını elden geçirerek düzenlemek istedi. Çantayı ters çevirip içindekileri boşalttı. Yere dökülen kalemi silgiyi gördüğünde şaşkına döndü. Taha, diğer odada televizyon izliyordu. Ona bir şey belli etmeden çantasını tekrar yerleştirdi. Tabii ki Taha'nın kendi harçlığıyla aldığı kalemleri yeniden çantaya koymadı.

 

Annesine göre sorun büyüktü. Herhalde Taha bunları arkadaşlarından çalmış olmalıydı! Kadıncağız çok endişelendi. Nasıl olurdu? Onlar ki çocuklarına en kalitelisini alıyorlardı, ama biricik oğullarının yine de başkasının malında gözü kalıyordu. Yani kadın böyle zannetmişti.

 

Tek başına bu ciddi problemi çözemezdi. Doğal olarak meseleyi babasına havale etti. Suç aleti kalem ve silgiyi kocasının önüne koyarak görüşünü bildirdi ve yorum bekledi. Sonrasında Taha iğnenin kulağından geçercesine titiz bir sorgulamadan geçti. Çocuk tereddütte kalıyordu. Gerçeği söylese, ailesi hemen okula gelerek arkadaşlarını öğretmene şikayet edeceklerdi. Taha böyle olmasını istemiyordu. Arkadaşlarını seviyor ve onları kaybetmeyi hiç istemiyordu. Doğruyu söylemeyince ise hırsızlıkla itham ediliyordu. Çocuk “yolda buldum” diyerek yalan söylemeyi denedi ama anne-babasını inandıramadı.

 

Aileye göre çocuklarında büyük bir problem vardı. Sizce bu problem ne olabilirdi? Problem çocuğa mı yoksa aileye mi aitti? Zavallı Taha'nın okul hayatı bu tür problemlerle sürüp gitti.

 

Bu konuya ilişkin davranışlarımızı gözden geçirelim. Bakalım karnemiz pekiyilerle mi dolacak, yoksa sınıfta mı kalacağız?


erdem öğretmenim çok teşekkürler. Bu konuda sınıfta kalmıyorum ama sıfır alacağımı düşündüğüm başka konular olduğunu anımsattı. Keşke hep iyi notlar alabilecek gibi davranabilsek...Sağolun.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK