Çin Bambu Ağacı

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 03 Eki 2007 17:23:50
HABERİNİZ OLSUN KİMSE GELMEK İSTEMİYOR :)

Adam günahkâr;
vefat edip öteki tarafa intikal edince tartıda ne kadar yaramaz biri olduğu anlaşılıp doğruca zebaniler tarafından cehenneme buyur ediliyor. Bizimki kapıdan bakıyor ki durumlar iyi değil, feryat, figan, işkence, baskı, dayak... felâket!..

Cehennemin kapısı üzerine kapatılmadan önce dönüp zebaniye diyor ki:

-Bu yaptığınız baskılar, kabir azabı filan hiç hoş değil;
buraya gelenlere böyle kötü davrandığınız işitildikçe kimse buralara gelmek istemiyor, haberiniz olsun!

Ben de oraya gitmek İSTEMİYORUMMMMMMMM

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 03 Eki 2007 17:25:51
BİZE VERİLENLERE DİKKAT EDİYOR MUYUZ?

Daha henüz 18 yaşındaydı, ama hayatının sonundaydı.
Tedavisi mümkün olmayan ölümcül bir kansere yakalanmıştı.
Kahır içinde eve kapamıştı kendini..
Sokağa çıkmıyordu. Annesi.. Bir de kendisi.. O kadardı bütün hayatı..
Bir gün fena halde sıkıldı, dayanamadı, attı kendini sokağa..Bir yığın vitrinin önünden geçti..
Tam bir CD satan dükkanı da geride bırakmıştı ki, bir an durdu.
Geri döndü, kapıdan içeri, gözüne hayal meyal takılan genç kıza bir daha baktı.
Kendi yaşlarında harika bir genç kızdı tezgahtar..
Hani ilk bakışta aşk derler ya, öyle takılıp kalmıştı işte..
İçeri girdi..Kız gülümseyerek koştu ona..
"Size nasıl yardım edebilirim" diye..Nasıl bir gülümsemeydi o..
Hemen oracıkta sarılıp öpmek istedi kızı..Kekeledi, geveledi, sonra
"Evet" diyebildi..
Rast gele bir plağı işaret ederek..
"Evet.. Şu CD'yi bana sarar mısınız?.."
Kız CD'yi aldı, içeri gitti.
Az sonra paket edilmiş geri geldi.
Aldı paketi, çıktı dükkandan, evine döndü, açmadan dolabına attı..
Ertesi sabah gene gitti aynı dükkana..
Gene bir CD gösterdi kıza, sardırdı, aldı eve getirdi, attı paketi dolaba, gene açmadan..
Günler hep alınıp sardırılan CD'lerle geçti..
Kıza açılmaya bir türlü cesaret edemiyordu.
Annesine açıldı sonunda..Annesi "Git konuş oğlum, ne var bunda"
dedi..
Ertesi sabah bütün cesaretini topladı.
Erkenden dükkana gitti. Bir CD seçti. Kız gülerek aldı plağı.
Arkaya gitti, paketlemeye.
Kız içerdeyken bir kağıda "Sizinle bir gece çıkabilir miyiz" diye yazdı, altına telefon numarasını ekledi, notu kasanın yanına koydu gizlice..
Sonra paketini alıp kaçtı gene dükkandan..İki gün sonra evin telefonu çaldı..
Anne açtı telefonu.. CD Dükkanındaki tezgahtar kızdı arayan..
Delikanlıyı istedi.. Notunu daha yeni bulmuştu
..Anne ağlıyordu..Duymadınız mı" dedi..
"Dün kaybettik oğlumu.." Cenazeden birkaç gün sonra, anne oğlunun odasına girebildi sonunda..
Ortalığa çeki düzen vermeliydi. Dolabı açtı..
Oraya atılmış bir yığın açılmamış paket gördü..
Paketleri aldı, oğlunun yatağına oturdu ve bir tanesini açtı..İçinde bir CD vardı,bir de minik not..
"Merhaba.. Sizi öyle tatlı buldum ki.. Daha yakından tanımak itiyorum..
Bir akşam birlikte çıkalım mı.. Sevgiler.. Jacelyn!."
Anne bir paketi daha açtı.. Onda da bir CD ve bir not vardı..
 
"Siz gerçekten çok tatlı birisiniz, hadi beni bu gece davet edin, artık.. Sevgiler.. Jacelyn!.."

Bundan sonra BANA VERİLEN ŞEYLERE daha fazla dikkat edeceğim.

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 04 Eki 2007 11:28:41
DOST DEDİGİN BÖYLE OLMALI
 
 
 
Mevlanadan dosluk üzerine bir hikaye
Genç adamın biri, Dermiş
babasına her gün;
'Benim de dostlarım var, sendeki dost gibi'
Baba, itiraz eder, Olmaz öyle çok dost, hakikisi Belki bir, belki iki,
Fazlasını bulamazsın gerçek, hakiki... Devam eder durur konuşma...
Aralarında başlar bir tartışma, Karar verirler bir sınava,
Dostun hakikisini anlamaya... Bir akşam bir koyun keserler,
Ve koyarlar çuvala. Baba der ki oğluna,
'Hadi al bu çuvalı, şimdi götür dostuna'. Çuvaldan kanlar damlamakta,
Sanki öldürmüşler de bir adamı, Koymuşlar çuvala,
Dıştan böyle sanılmakta. Delikanlı sırtlar çuvalı,
Gider en iyi bildiği dostuna, çalar kapıyı.
O dost, bakar ki bir çuvala hem de kanlı,
Kapar hızla kapıyı delikanlının suratına, Almaz içeri arkadaşını,
Böylece tek tek dolaşır delikanlı, Kendince tanıdığı, sevdiği dostlarını.
 
Ne çare, hepsinde de sonuç aynıdır. evlat geriye döner. Ama içten
yıkılır...
Babasına dönerek; haklıymışsın baba ' der.
Dost yokmuş bu dünyada ne sana, ne de bana.
Baba 'hayır Evlat 'der, benim bir dostum var bildiğim.
 
Hadi, çuvalı alda bir kerede git ona. Genç adam, çuvalı sırtlar tekrar.
Alnından ter, çuvaldan kanlar damlar... Gider, baba dostuna. Kabul görür,
sevinir.
O dost, delikanlıyı alır hemen içeri. Geçerler arka bahçeye.
Bir çukur kazarlar birlikte, Çuvaldaki koyunu gömerler adam diye,
Üzerine de serpiştirirler toprak. Belli olmasın diye dikerler sarımsak...
 
Genç adam gelir babasına; 'Baba, işte dost buymuş' diye konuşunca,
Babası; 'daha erken, o belli olmaz daha. Sen yarın git O'na, çıkart bir
kavga,
Atacaksın iki tokat, hiç çekinmeden ona, işte o zaman anlaşılacak, dostun
hakikisi.
Sonra gel olanları anlat bana...'
Genç adam, aynen yapar babasının dediğini, Maksadı anlamaktır dostun
hakikisini,
babasının dostuna istemeden basar iki tokadı!
Der ki tokadı yiyen DOST;
'Git de söyle babana, biz satmayız Sarımsak tarlasını böyle iki tokada'!
Sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile Seni Sevmeli...
Sarılacak biri olmadığın zamanlarda bile Sana Sarılmalı...
Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile Sana Dayanmalı...
Dost dediğin; fanatik olmalı;
Bütün dünya seni üzdüğünde Sana moral vermeli.
Güzel haberler aldığında seninle dans etmeli,
Ve ağladığında, seninle ağlamalı...
Ama hepsinden daha çok; Dost matematiksel olmali; Sevinci çarpmalı...
Üzüntüyü bölmeli... Geçmişi çıkarmalı... Yarını toplamalıi...
Kalbinin derinliklerindeki ihtiyacı hesaplamalı...
Ve her zaman bütün parçalardan daha büyük olmalı...
İşi bitince seni bir tarafa atmamalı...
 
Mevlana

Çevrimdışı erseven_tr

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 395
  • 311
  • 395
  • 311
# 04 Eki 2007 20:02:29
AFFETMENİN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ

  Bir lise öğretmeni bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur: 'Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?' Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler. 'O zaman' der öğretmen. 'Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin' Öğrenciler bunu da yaparlar. 'Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!' Öğrenciler, bu işten pek birşey anlamamışlardır. Ama ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen:

-'Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun.'

Bazı öğrenciler torbalarına üçer-beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine 'Peki şimdi ne olacak?' der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar:

- 'Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde? hep yanınızda olacaklar.'

Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar: 'Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor.' 'Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık. Hem sıkıldık, hem yorulduk?'

Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir:

-'Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.'

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 07 Eki 2007 20:25:31
 Anne ve Çocuk

1 yaşınızdayken sizi elleriyle besledi ve yıkadı. Bütün gece ağlayıp onu uyutmayarak teşekkür ettiniz.

2 yaşınızdayken size yürümeyi öğretti Size seslendiğinde odadan kaçarak teşekkür ettiniz.

3 yaşınızdayken size özenle yemekler hazırladı. Tabağınızı masanın altına dökerek teşekkür ettiniz

4 yaşınızdayken elinize rengarenk kalemler tutuşturdu. Evin bütün duvarlarına resim yaparak teşekkür ettiniz.

5 yaşınızdayken sizi cici kıyafetlerle süsledi. Gördüğünüz ilk çamur birikintisine atlayarak teşekkür ettiniz.

6 yaşınızdayken okula kadar sizinle yürüdü. Sokaklarda "Gitmiycemmm" diye ağlayarak teşekkür ettiniz.

7 yaşınızdayken size bir top hediye etti. Komşunun camini kırarak teşekkür ettiniz

9 yaşınızdayken size piyano öğretmeni buldu. Notaları bir gün bile çalışmayarak teşekkür ettiniz.

10 yaşınızdayken doğum günü partilerinden dans derslerine kadar her yere sizi arabayla götürdü. Arabadan fırlayıp giderken arkanıza bile bakmayarak teşekkür ettiniz.

11 yaşınızdayken sizi arkadaşınızla sinemaya götürdü. "Sen bizimle oturma" diyerek teşekkür ettiniz.

12 yaşınızdayken zararlı TV programlarını seyretmenizi istemedi. O evde değilken hepsini izleyerek teşekkür ettiniz.

15 yaşınızdayken sizi yurtdışında yaz kampına gönderdi. Tek satır mektup yazmayarak teşekkür ettiniz.

17 yaşınızdayken erkek arkadaşınızla partiye gitmenize izin verdi. Bir telefon bile etmeden sabaha karşı eve dönerek teşekkür ettiniz.

19 yaşınızdayken okul masraflarınızı karşıladı,sizi arabayla kampusa götürdü ve eşyalarınızı taşıdı. Arkadaşlarınız alay etmesin diye kampus kapısında vedalaşarak teşekkür ettiniz.

21 yaşınızdayken iş hayatı ve kariyerinizle ilgili size fikir vermek istedi "Ben senin gibi olmayacağım" diyerek teşekkür ettiniz

22 yaşınızdayken kep giyme töreninizde size gururla sarıldı. Avrupa seyahati için para isteyerek teşekkür ettiniz.

24 yaşınızdayken uzun suredir çıktığınız çocukla tanışmak istedi "Zamanını ben bilirim" diye tersleyerek teşekkür ettiniz.

25 yaşınızdayken düğün masraflarınızı karşıladı,sizin için hem mutlu oldu hem çok duygulandı. Siz dünyanın bir ucuna taşınarak teşekkür ettiniz

30 yaşınızdayken bebek bakımı hakkında size akıl vermek istedi. "Artık bu ilkel yöntemleri bırak"diyerek teşekkür ettiniz.

40 yaşınızdayken sizi arayıp bir akrabanızın doğum gününü hatırlattı "Anne işim başımdan aşkın"diyerek teşekkür ettiniz.

50 yaşınızdayken o çok hastalandı, hafta sonunda onu görmeye gittiğinizde mutlu oldu. Ona yaşlıların çocuk gibi nazlı olduğunu söyleyerek teşekkür ettiniz.

Derken bir gün..... o öldü. O güne kadar onun için yapmadığınız ne varsa, o anda kalbinize bir yıldırım gibi düştü....

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 10 Eki 2007 09:36:23
Bayram günleri tebrik, ziyaretleşme ve nezih bir şekilde eğlenme günleridir. Sırf insanlardan, ziyaretleşme külfetinden kaçmak için bayramda şuraya buraya gitmek en azından bayrama saygısızlıktır, bencilliktir, rahatı sünnete tercih etme kabalığıdır.
Bayram günlerinde ziyaretleşmelerde bulunulmalı, özellikle çocuklara hediyeler verilerek sevinmeleri sağlanmalı, yoksulların yüzleri güldürülmelidir. Keşke mümkün olsa da ziyarete gidilen yere tatlı vb. şeyler götürme âdeti kaldırılsa; çünkü hem israfa sebep olmakta hem de bazı bütçeler için külfet, dolayısıyla ziyaret engeli oluşturmaktadır.
Bir bayram günü Hz. Âişe annemiz, genç kızlara tef eşliğinde milli şarkılar söyletiyor ve dinliyordu. Bu esnada Efendisi de (s.a.) onun dizine başını koymuş istirahat ediyordu. Babası Ebû Bekir geldi ve Peygamber evinde müzik icrasını uygun bulmayarak engellemek istedi, Peygamberimiz: "Bırak çalsınlar, bu bizim bayram günümüz" dedi.



Çevrimdışı ayşegülaslanlı

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 13 Eki 2007 21:13:28
Bu konuda yazılan yazıları nasıl kopyalıyacağım çok fazla e kitap tarzında birşeyler olabilir mi  yapan olursa sevinirim..eminim bi çok eğitimhane üyesi bunu bekliyordur şimdiden teşekkürler.

Çevrimdışı ezoss

  • Uzman Üye
  • *****
  • 427
  • 307
  • 427
  • 307
# 13 Eki 2007 21:21:26
İMTİHAN


Geçmişin herkesin saygısını kazanmış derin hocalarından biri, yıllarca ders verdiği bir öğrencesini birgün karşısına aldı ve şöyle dedi:

- Sen artık yılların tahsil ve terbiyesi sonucu belirli bir düzeye geldin Gerekli bilgileri nazari olarak kavradın Ama bu öğrendiklerinden sonuç çıkaracak yorum yapacak, gerektiğinde bunlardan yararlanacak hâle geldin mi bunu öğrenmek için sana bir soru soracağım Doğru cevap verdiğin takdirde sana icazet (diploma) vereceğim Öğrenci:

- Peki hocam, sorunuzu sorun, bilirsem beni serbest bırakın, ben de zaten bunu istiyorum, dedi

Hoca sorusunu şöyle yöneltti:

- Diyelim ben seni serbest bıraktım, ilk önce bir sıla-i rahim (yakın akraba ziyareti) yaparsın Memleketine giderken elbette köylerden yaylalardan geçeceksin Yolun üstünde davar sürülerine, çoban köpeklerine rastlayacaksın Varsayalım ki böyle bir yerde beş altı tane köpek birden sana saldırdı Nasıl kurtulursun?

Öğrenci cevap verdi:

- Elimdeki sopa ile karşı koyarım

- Sopa ile beş altı köpekle baş edemezsin

- Köpekleri taşa tutarım

- Yine kurtulamazsın

- Silahımı çeker öldürürüm

- O zaman köpek sahipleri seni oradan sağ salim bırakmazlar Öldürmeseler bile iyice döverler, pestilini çıkarırlar ve köpeklerin parasını da tazmin ettirirler

Öğrenci pes etti:

- Hocam bilemeyeceğim Anlaşılıyor ki bir süre daha sizden feyz almam gerekecek Fakat nasıl kurtulabileceğimi siz söyler misiniz?

Hoca açıkladı:

- Dağda, bayırda, yaylada nerede olursa olsun böyle birkaç köpeğin birden saldırısına uğrayınca ilk yapılacak şey köpeklerin sahiplerine veya köpekler kimin denetiminde ise ona haber vermektir Çünkü köpekler daima sahiplerine yakın yerlerde bulunurlar ve sahiplerinin bir sözüyle, bir ıslığıyla saldırıdan vazgeçerler

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 16 Eki 2007 16:21:48
sil baştan yaşama şansım olsaydı eğer,
oturup saymazdım eski yanlışlarımı.
kusursuz olmaya çalışmaz, rahat bırakırdım yüreğimi.
ve elbette çok daha coşkulu olurdu sevdalarım,
içine az buçuk da ciddiyet katılmış.
bu denli titiz olmazdım hiç, öyle bir şansım olsaydı eğer.
korkmazdım daha çok riske girmekten
daha çok yolculuğa çıkar,
gündoğumlarını kaçırmazdım asla;
hele dağlara tırmanmanın keyfini.
hiç bilmediğim yerlere giderdim gidebildiğimce.
doyasıya dondurma yer, boş verirdim kuru nimetlere.
öyle bir şansım olsa idi eğer,
dertlerim de yaşamın gerçeğini taşırdı,
yanlızca düşlerin değil.
işte hani onlardan,
her saniyesini verimli geçirenlerden biriydim.
aynı anlara geri dönebilse idim eğer,
yanlızca iyi ve güzel olanları tatmak isterdim yeniden.
yanında termometresi, bir şişe suyu, şemşiyesi ve
paraşütsüz yerinden kıpırdamayanlardan biriydim.
ama yeni baştan başlayabilse idim eğer,
iyice hafiflemiş olarak çıkardım yolculuklara.
ilkbahara yalınayak girer,
sonbahara dek unuturdum pabuçlarla yürümeyi.
hiç bilinmeyen yollara dalardım,
tadını çıkarırdım gün ışığının,
çocuklarla daha çok oynardım,
sil baştan yapabilseydim eğer...
ama heyhat, seksen beşindeyim artık
ve biliyorum ki...
ölmekteyim...

Çevrimdışı sudee

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 7.534
  • 14.530
  • 7.534
  • 14.530
# 25 Eki 2007 01:06:32

O yıl New York’ ta kış, Nisanın sonuna kadar uzamıştı. Kör  olduğum  ve yalnız yaşadığım için çoğunlukla evde kalmayı yeğledim.

Sonunda bir gün soğuk hava gitti, bahar kendini gösterdi. Hava  coşkulu bir kokuyla dolmuştu. Arka bahçeye bakan pencerenin önünde  küçük,  neşeli bir kuş devamlı cıvıldıyor, sanki beni dışarıya çağırıyordu.

Nisan ayının değişken havasını bildiğimden kışlık mantoma sarıldım. Fakat havanın ılıklığını içimde hissedince, yün kaşkolumu, şapka ve  eldivenlerimi bıraktım. Üç çatallı bastonumu alıp neşeyle  sundurmaya  çıktım ve kaldırımın yolunu tuttum. Yüzümü güneşe doğru kaldırıp, onu selamlayan bir gülümseme  sundum.

Sessiz çıkmaz sokağımızda yürürken kapı komşum ́Merhabá diyerek  seslendi ve gideceğim yere götürmeyi teklif etti:

́Hayır, teşekkür ederim. Şu bacaklar bütün kış dinlendi. Eklemlerimin  harekete ihtiyacı var. Bu yüzden yürüyeceğiḿ diye cevap verdim.

Köşeye vardığımda alışkanlıkla durdum. Birinin gelip yeşil ışık  yandığında beni karşıya geçirmesini bekledim. Nedense bu sefer, öncekilere göre daha uzun süre beklemiştim ve hâlâ hiç kimse teklifte bulunmamıştı.

Sabırla beklerken, eskiden hatırladığım bir melodiyi mırıldandım; çocukken öğrendiğim ́Hoş geldin bahar...́ şarkısıydı.

Birden güçlü bir erkek sesi konuştu: ́Sesinizden çok neşeli bir insan  olduğunuzu hissettim. Sizinle caddeyi birlikte geçme şerefini bağışlar mısınız bana ?́

Kibarlıkla iltifat görünce gülerek başımı salladım ve duyulabilir bir  sesle ́Evet́ dedim.

Kibarca koluma girdi ve birlikte kaldırımdan yola indik. Yavaşça yolun karşısına geçerken, konuşulabilecek en iyi konudan, havadan konuştuk.

Adımlarımızı birlikte atarken hangimiz rehber, hangimiz yardım alıyor, belli olmuyordu. Yolun karşısına varmamıza  az kala ışığın değiştiğini anlatırcasına kornalar sabırsızca çalınmaya başladı. Kaldırıma  çıkmak için birkaç çabuk adım daha attık.

Ona dönüp, bana eşlik ettiği için teşekkür etmek üzere ağzımı açmıştım ki, ben daha bir şey söylemeden o konuştu:

Bilmem farkında misiniz? Sizin gibi neşeli bir insanla karşıya geçmek benim gibi bir kör için ne kadar muhteşem bir şey...́

O bahar gününü hiç unutmayacağım.

CHARLOTTE WECHLER

Çevrimdışı emrovic

  • Uzman Üye
  • *****
  • 506
  • 339
  • 506
  • 339
# 25 Eki 2007 15:38:08
Çocuğa sınırlarını göstermek

"Güle güle Canan, güle güle Hülya” dedi Monika. “Yarın görüşürüz.”

“Yarın görüşmek üzere” deyip Canan’ın elinden tuttum, aceleyle yola koyulduk.

Yuva denilen yer ne güzel bir buluş! O da olmasaymış ne yaparmışız, bilmiyorum. Gün o kadar kısa ki, Canan’ı yuvaya götür, yarım gün işe git, Canan’ı yuvadan al, alışveriş yap, yemek, bulaşık, ortalığı topla, derken bitiveriyor. Geriye bir tek uyuyup ertesi gün aynı yerden devam etmek kalıyor. Bu tekdüzeyliğe karşı hafta sonlarını iple çekiyoruz.

Durakta otobüs beklerken Canan kendi kendine oyuna koyuldu. Köşedeki bir telefon kulübesinde ahize yerine asılmamış, aşağıya sarkıyordu. Canan koşa koşa giderek ahizeye bir şeyler söyleyip geri dönüyor, durakla kulübe arasında mekik dokuyordu. Ben de bıraktım oynasın. Düşerse düşsün, bir sıyrıktan ne olacak? dedim. Ama gözümden de ayırmıyordum. Bilmem yolunu mu şaşırdı, yoksa benim tepkimi mi görmek istedi, birden aksi yönde koşup sokağın ortasına fırlayıverdi. Aklım başımdan gitti. Hemen peşinden koşup yetiştim. Omuzlarından tutup sertçe sarstım.

“Sen aklını kaçırdın galiba!”

Canan’ın korkudan beti benzi attı, ağlamaya başladı.

Neyse ki, sokak tenhaydı. Yoldan geçen tek araba da bizi görüp durmuştu. Kaptığım gibi durağa götürdüm Canan’ı. Heyecandan dizlerim titriyordu. Tam o anda otobüs geldi.

Otobüste de uzun bir süre yüreğim hep tıp tıp attı. Neden sonra Canan burnunu çeke çeke sarıldı bana. Sert tepkimi görünce ç ok tehlikeli bir şey yaptığını anlamıştı, kendini bağışlatmak istiyordu. Kucağıma alıp sımsıkı sarıldım, o da kollarını boynuma doladı. Otobüsten ininceye kadar öylece kaldık.

Bir süre önce televizyonda gördüğüm bir doğa filmi geldi aklıma. Ayılar üzerineydi. Anne ayı yavrularına çok düşkün, hiç yanından ayırmıyor. Uyurken bile bir gözü açık, hep onları kolluyor. Yavrular yaramaz mı yaramaz! Üstüne çıkıp dört dönüyorlar, burnunu ısırıyorlar. Anne hoşgörülü, hiç sesini çıkarmıyor. Ama yavrulardan biri yanından epeyce uzaklaşınca birden öfkeyle yerinden fırlıyor, homurtular içinde iki adımda yavrusuna yetişip korkunç bir pençe darbesiyle onu havadan kardeşlerinin yanına gönderiyor. Canı çok yanmış olacak ki, cıyak cıyak bağırıyor minik ayı. Anne homurtularla yerine dönüp bir şey olmamış gibi uykusuna devam ederken minik ayı darılıp bir ağacın arkasına saklanıyor. Neden sonra canı sıkılınca bir suçluluk duygusu içinde yavaş yavaş annesine yaklaşıyor, iniltili sesler çıkartarak memelerini arıyor. Kardeşleri de hemen geliyor. Anne sırt üstü dönüp kucaklar gibi kollarını açarak yavrularını emziriyor.

Minik ayılar belirli sınırlar içinde her şeyi yapabiliyorlardı. Aralarından biri, bu sınırı geçince ne olacağını merak etmiş — ve öğrenmişti de. Benim tepkim de bundan farklı sayılmaz. Ayılar için vahşi doğa neyse, Canan için de trafik o. Tehlike sınırını aştığında kaba güç kullanabiliyordum demek ki. Ama bu sınırlar içinde pek fazla şeyi yasaklamak istemiyorum. Merak, çocuğun gelişmesini sağlar. Biz büyükler bile sınırlarımızı zorlayarak öğreniyoruz. Şu duvarın, şu tepenin ardında, ufkun öte yanında ne var acaba? Bir çocuk bizim de yardımımızla, ateşin yaktığını, çatalın battığını, makas ve bıçağın kestiğini deneyerek kendi öğrenebilir. Canan’ın sıcak fırının, bıçak, çatal ve makasın ne olduğunu bilmesi, bana ve ona güvence veriyor, çünkü ben nasıl hep onun peşinde koşayım? Trafik koşullarına uygun davranmayı deneyerek deð il, kurallara uyarak öğreniriz.

Bir çocuğa sınırları, her şeyi tek tek anlatma, öğüt, tatlı dil ve uyarı gibi bir çok yolla gösterilebilir. Biraz sabır ve yaratıcılıkla ve kaba güç kullanmadan! Ama bir anneden günde bir kaç kez bu sabır ve beceri beklenebilir mi? Annenin de canı var, onun da sabrı taşabilir. Hem anlayışlı hem de kararlı ve tutarlı olmak kolay değil. Ama gayret ve deneyimle gitgide daha başarılı olabilirsiniz

Çevrimdışı C.ARSLAN

  • Yeni Üye
  • 2
  • 0
  • 2
  • 0
# 29 Eki 2007 17:29:11
paylasimlar icin tesekkurler:))

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 30 Eki 2007 16:01:03
Susun! Susun ve dinleyin bu gençlerin haykırışlarını
Sevda çeken yürekleri bıraktık arkamızda,
Rüyalarımızı süsleyen garip, çilekeş Gabar dağını
Tanrıdağı’ndan gördük, işte orada, işte tam karşımızda
İşte böyle başlıyor Grup Gökçen’in şiiri. Belkide bize birşeyleri hatırlatıyor unuttuğumuz. Balatlı Şerif şiddetle bağırıyor bize “beni neden unuttunuz” diye. Belki birileri onu unutmadı destan yazdı ardından ama onun gibi unutulan binlerce isimsiz kahraman göçtü bu dünyadan.
Balatlı Şerif utancımızı bizim yüzümüze böyle vuruyor. Peki Çanakkale’de Şehit düşen atalarımız ne düşünür ardımızdan?
“Geçmişini bilmeyen, geleceğini bilemez” diyordu Edebalı. Osman Bey’e “Geçmişini bil ki yere sağlam basasın. Nereden geldiğini bil ki nereye gideceğini de bilesin” anlatıyordu Edebalı, devamlı anlatıyordu. Osman Bey dinliyor, artık kim olduğunu biliyor, kendine güveni artıyordu. Osman Bey, dinlemekten, Edebalı anlatmaktan yorulmuyorlardı, çünkü ikisi de biliyordu ki bu dinlemeler, bu anlatmalar yüce bir amaç içindi.
Diskolarda, barlarda coşup kendini kaybeden gençliğimiz en son çıkan yabancı şarkıları ezberlerken, sanat adına soyunan ünlü isimlerin gündemden düşmeyen resimleri yayınlanırken, sanatçı diye bildiğimiz tiyatrocunun çocuklarımızın gözü önünde televizyondan “taciz böyle yapılırı” öğretirken görseler acaba savaşırlarmıydı kanlarının son damlasına kadar?
Acaba Balatlı Şerif yaşasaydı ve bu günleri görseydi destan yazarmıydı Gabar Dağında. Savunurmuydu vatan toprağını bugun parsel parsel satılacağını bilse? Gençliğimizin gün geçtikçe yozlaşması ve bilgisizleşmesi ne kadar bilinen bir gerçekse, bunun bilinçli yapıldığı da o kadar gerçektir.
Türk Gençliği bilinçlenmelidir. Türklük bilincinde olmalıdırlar. İslamı kendisine rehber edinmelidirler. Bizler üç kıtada hüküm süren bir imparatorluğun torunlarıyız.



Çevrimdışı ezoss

  • Uzman Üye
  • *****
  • 427
  • 307
  • 427
  • 307
# 03 Kas 2007 11:30:36
SİYAH DUVAR

İkİ Yatak Ve Hayatla ÖlÜm Arasindakİ Çİzgİde YaŞamdan Yana Kalmaya ÇaliŞan İkİ Kalp Hastasi…
Yataklardan Bİrİ Pencere ÖnÜnde, DİĞerİ Duvar Dİbİnde… Pencere Kenarindakİ Sabahtan AkŞama Kadar,pencereden DiŞari Bakip Seyrettİklerİnİ Duvar Dİbİnde Bİr Şey GÖrmeyen,
Ayni Kaderİ PaylaŞan Hasta ArkadaŞina Anlatiyor;
bugÜn Denİz DÜnden Daha Durgun… RÜzgar Hafİf Esİyor Olmali… Beyaz Yelkenlİler Denİzde Bellİ Belİrsİz İlerlİyor,kuĞu Gİbİ SÜzÜlÜyorlar… Park Mi ?… Ha, Park HenÜz Tenha. Salincaklarin İkİsİ Dolu, İkİsİ BoŞ…geÇen Haftakİ Sevgİlİler Yİne Geldİlar. Hep El-eleler… Bİr Siraya Oturdular. GÖzlerİnİ Bİrbİrlerİnden Ayirmiyolar.erkekbİlgİÇ Tavirla Bİr Şeyler Anlatiyor. Şİmdİ Erkek, Kizin SaÇlarini OkŞuyor. Ne Kadarda Bİrbİrlerİne YakiŞiyorlar… Ah KardeŞİm GÖrmelİsİn.erguvanlar BugÜn ÇildirmiŞ… Öyle Bİr ÇİÇek AÇmiŞlarkİ Etraf Mora BoyanmiŞ… Erİkler Desen Keza,tepeden TirnaĞa Beyazlar GİyİnmİŞ,gelİnler Gİbİ.İŞte Parkin NeŞesİ Çocuklar Geldİ.ellerİnde UÇurtmalar,balonlar…umutlarini GÖĞe UÇuruyolar.bugÜn Martilarin Keyfİne Dİyecek Yok. Masmavİ Denİzİn Üzerİnde GÖsterİ UÇuŞu Yapiyolar.arada Bİr Suya ŞÖyle Bİr Dokunup GÜnlÜk Yİyeceklerİnİ Topluyolar^^…
Bu BÖyle Her GÜn SÜrÜp Gİderken, Her GÖrdÜĞÜnÜ Anlatip Dururken Ansizin Yenİ Bİr Kalp Krİzİ GeÇİrİr Pencere Kenarindakİ Adam… Duvar Dİbİndekİ DÜĞmeye Bassa Doktoru ÇaĞirabİlİr Ve Belkİ De ArkadaŞi Kurtulabİlİr. Ama… Ama Yapmiyor. İŞte Şeytan KariŞiyor İŞe. ArkadaŞi ÖlÜrse Pencere Kenari BoŞalacak Ve Kendİsİ Oraya GeÇecek. BugÜne Dek Duyduklarini GÖzlerİylede GÖrecek.ve Duvar Dİbİndekİ DÜĞmeye Basmaz Ve ArkadaŞi ÖlÜr. Ertesİ GÜn Duvar Dİbİndekİ YataĞindan Pencere Kenarindakİ YataĞa TaŞirlar Kendİsİnİ. BekledİĞİ An GelmİŞtİr Artik.yattiĞi Yerden Pencereden DiŞariya Bakar…

DiŞarida Kapkara Bİr Duvar…
İŞte Hepsİ O Kadar…

Çevrimdışı ezoss

  • Uzman Üye
  • *****
  • 427
  • 307
  • 427
  • 307
# 03 Kas 2007 11:35:26
Okyanusun dibinde yatan bir istiridye, su üzerinden akıp geçsin diye, kabuğunu açmış. Su icinden geçerken, solungacları yiyecek toplayıp, midesine gönderiyormuş. Aniden, yakınındaki bir balık, bir kuyruk darbesiyle kum ve camur fırtınası yaratmış. İstiridye de kumdan nefret edermiş; zira kum öylesine pürüzlüymüş ki kabuğunun içine kaçarsa son derece rahatsız olurmuş. Istiridye derhal kabuğunu kapamış ama cok geç kalmış; Sert ve pürüzlü bir kum taneciği içeri girip, iç derisi ile kabuğun arasına yerleşmiş. Kum tanesi istiridyeyi ne çok rahatsız ediyormuş. Ama, kabuğunun içini kaplaması için kendine verilmiş olan salgı hücresini hemen çalıştırarak, minik kum tanesinin üstünü kaplamaya başlamış; ta ki, nefis, parlak ve düzgün bir ortü oluşana kadar…İstiridye, yıllar yılı, minik kum taneciğinin üstüne katlar eklemeye devam etmiş ve sonunda müthiş güzel, parlak ve son derece değerli bir inci oluşmuş.
Karşı karşıya olduğumuz problemler bu kum taneciğine benzer, bizi rahatsız ederler ve niye bize bu derece eziyet çektirip asabileştirdiklerine şaşarız; fakat ; … azmin getirdiği cesaret ve kuvvetle, sorunlarımızın ve zayıflıklarımızın üstesinden geliriz. …daha alçakgönüllü, isteklerimizde daha ısrarlı, çevremizdekilere daha yakın, daha akıllı ve sorunlarımıza karşı daha dayanıklı hale geliriz. Gizli gücümüzle, yaşamımızdaki pürüzlü kum taneciklerini, bize kuvvet veren ümit ve ilham kaynağı olan değerli incilere dönüştürürüz….


 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK