Çin Bambu Ağacı

Çevrimdışı sudee

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 7.534
  • 14.530
  • 7.534
  • 14.530
# 08 Eyl 2007 01:00:13

Ne Çıkar Ateşböceği Sansalar Bİzi


"düşünüyorum da,
sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek.
Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi,
Cesaretsizliğimizin anlaşılması,
Korkularımızın paylaşılması
Sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti.
Kabuklarımızın altında
Kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız.
Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında.
Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden.
İstiridyeler, deniz minareleri, midyeler.
Kirpiler ve kaplumbağalar gibi.
Sahi koruyor mu bu çatlamamış sert kabuk?
Kimse incitemiyor mu, duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?
Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize.?
Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor gerçek kimliğimizi,
Duyularımızı bastırıyor, elele tutuşmamızı engelliyor mu?
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak.
Ne çıkar ateş böceği sansalar beni.?
Belki en hoyrat yürek bile, ateş böceğinin o uçucu, masum, sevimli çocuksuluğunu el kaldırmaya kıyamaz?
Güçlü kapıların arkasına kilitlesem kendimi, korkaklığımı, sevgi isteğimi
En insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem, bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup, bir kuş gibi uçacağım özgürce.
Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine.
O da çözülecek belki samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince.
Oysa bir görebilsek bunu, kalmadı böyle insanlar demesek.
Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak.
Kırılmaktan korkmasak
İncinsek yaralansak.
Ne olur bir darbe daha alsak.
Yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabuğu
Denesek
Risk alsak
Yanılsak
Farketmez
Tekrar tekrar bıkmadan denesek ve kucaklaşsak yeniden, tıpkı eskisi gibi.
Ne olduğunu anlayamadığımız o onbeş yıldan öncesi gibi.
O zaman farkedeceğiz.
Ne kadar özlediğimizi birbirimizi.
Neler biriktirdiğimizi,
Kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi
Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa.
Vakit az, paylaşmak, sarılmak için.
Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır.
Yüreği daha fazla küstürmemek lazım.
Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan.
Ve koşullar bir türlü düzelmeyen.
Sevgiye çok ihtiyacımız var.
Ufukta kar bir kış görünüyor.
Ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri.
Kırın o sert ağır kabuklarınızı.
Kurtulun bu yükten.
Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize.
Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri.
Hem hepimiz bir yıldızız.
Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi."

R. Tagore

Çevrimdışı sudee

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 7.534
  • 14.530
  • 7.534
  • 14.530
# 08 Eyl 2007 01:09:27
Hikayemiz Herkes, Birisi, Herhangibiri ve Hiçkimse  adlı dört kişi hakkında.

Yapılması gereken önemli bir iş vardı.

Ve Herkes, Birisinin bu işi
yapacağından emindi.

Gerçi bu işi Herhangibiri de yapabilirdi ama Hiçkimse yapmadı.
Birisi buna çok kızdı. Çünkü iş Herkesin işiydi.

Herkes, Herhangibiri’nin bu işi yapabileceğini düşünüyordu
ama Hiçkimse, Herkes’in yapmayacağının farkında değildi.

Sonunda Herhangibiri’nin yapabileceği bir işi Hiçkimse
yapmadığı için Herkes Birisi’ni suçladı...


Ne dersiniz, her zaman karşılaştığımız bi manzara değil mi  ???  :)

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 08 Eyl 2007 06:51:03
Alıntı
Sonunda Herhangibiri’nin yapabileceği bir işi Hiçkimse yapmadığı için Herkes Birisi’ni suçladı...
Ben kendimi suçladım. Yapılacak işi birisine YAPTIRTMADIĞIM için.

Çevrimdışı esrani

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 173
  • 96
  • 173
  • 96
# 08 Eyl 2007 23:12:16
Uzuuun süre ayrı kalınca epey büyümüş, boy atmış gördüm çin bambu ağacını. O kadar boylanmış ki, tepesine/son sayfasına varıncaya değin bayağı bir yorulmam gerekti.
Hepsi birbirinden güzel paylaşımlar için tüm dostların yüreğine sağlık...

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 10 Eyl 2007 21:48:52
Önemli Dersler


Birinci ve de en onemli ders.

Okuldaki ikinci ayimda, hocamiz test sorularini dagitti.Ben okulun eniyiogrencilerinden biriydim. Son soruya kadar soluk almadan geldim ve orada cakildim kaldim. Son soru soyleydi:

"Hergun okulu temizleyen hademe kadinin ilk adi nedir?.."

Bu herhalde bir cesit saka olmaliydi. Kadini yerleri silerken hemen hergun goruyordum.Uzun boylu, siyah sacli bir kadindi. 50'lerinde falan olmaliydi. Ama adini nerden bilecektim ki!.. Son soruyu yanitsiz birakip kagidi teslim ettim.Sure biterken bir ogrenci, son sorunun test sonuclarina dahil olup olmadigini sordu. "Tabii dahil" dedi, hocamiz.. "Is yasaminiz boyunca insanlarla karsilacaksiniz. Hepsi birbirinden farkli insanlar. Ama hepsi sizin ilginiz ve dikkatinizi hakkeden insanlar bunlar. Onlara sadece gulumsemeniz ve `Merhaba' demeniz gerekse bile.." Bu dersi hayatim boyunca unutmadim. O hademenin adini da.. Dorothy idi.



Ikinci onemli ders.. Yagmurda otostop!..

Bir gece vakit geceyarisina dogru Alama otoyolunun kenarinda duran bir zenci kadin gordum. Bardaktan bosanirca yagan yagmura ragmen, bozulan arabasinin disinda duruyor ve dikkati cekmeye calisiyordu. Gecen her arabaya el salliyordu. Yaninda durdum. 60'li yillarda bir beyazin bir zenciye hem de Alabama'da yardima kalkismasi pek olagan seylerden degildi. Onu kente kadar goturdum. Bir taksi duragina biraktim. Ayrilirken ille de adresimi istedi.Verdim. Bir hafta sonra kapim calindi. Muazzam bir konsol televizyon indiriyordu adamlar. Bir de not ekliydi, armaganda.. "Gecen gece otoyolda bana yardiminiza tesekkur ederim. O korkunc yagmur sadece elbiselerimi degil, ruhumu da sirilsiklam etmisti. Kendime guvenimi yitirmek uzereydim, siz cika geldiniz. Sizin sayenizde olmekte olan kocamin yataginin bas ucuna zamaninda ulasmayi basardim. Biraz sonra son nefesini verdi. Tanri bana yardim eden sizi ve baskalarina karsilik beklemeksizin yardim eden herkesi kutsasin!.. En iyi dileklerimle, Bayan Nat King Cole."



Ucuncu onemli ders.. Size hizmet edenleri hep hatirlayin..

Bir pastanin uc otuz paraya satildigi gunlerde 10 yasinda bir cocuk pastaneye girdi. Garson kiz hemen kostu.. Cocuk sordu: "Cukulatali pasta kac para?.." "50 cent!.." Cocuk cebinden cikardigi bozuklari saydi. Bir daha sordu: "Peki dondurma ne kadar.." "35 cent" dedi garson kiz sabirsizlikla.. Dukkanda yiginla musteri vardi ve kiz hepsine tek basina kosusturuyordu. Bu cocukla daha ne kadar vakit gecirebilirdi ki.. Cocuk parasini bir daha saydi ve "Bir dondurma alabilir miyim lutfen" dedi. Kiz dondurmayi getirdi. Fisi tabagin kenarina koydu ve oteki masaya kostu. Cocuk dondurmasini bitirdi. Fisi kasaya odedi. Garson kiz masayi temizlemek uzere geldiginde, gozleri doldu birden. Masayi sanki akan yaslar temizleyecekti. Bos dondurma tabaginin yaninda cocugun biraktigi 15 cent duruyordu..



Dorduncu onemli ders.. Yolumuzdaki engeller..

Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun uzerine kocaman bir kaya koydurmus, kendisi de pencereye oturmustu. Bakalim neler olacakti?.

Ulkenin en zengin tuccarlari, en guclu kervancilari, saray gorevlileri birer birer geldiler, sabahtan oglene kadar. Hepsi kayanin etrafindan dolasip saraya girdiler. Pek cogu krali yuksek sesle elestirdi. Halkindan bu kadar vergi aliyor, ama yollari temiz tutamiyordu. Sonunda bir koylu cikageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sirtindaki kufeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarildi ve ikina sikina itmeye basladi. Sonunda kan ter icinde kaldi ama, kayayi da yolun kenarina cekti. Tam kufesini yeniden sirtina almak uzereydi ki, kayanin eski yerinde bir kesenin durdugunu gordu. Acti.. Kese altin doluydu. Bir de kralin notu vardi icinde.. "Bu altinlar kayayi yoldan ceken kisiye aittir" diyordu kral. Koylu, bugun dahi pek cogumuzun farkinda olmadigi bir ders almisti. "Her engel, yasam kosullarinizi daha iyilestirecek bir firsattir.."



Besinci onemli ders.. Onemli olan vermektir..

Yillar once hastanede calisirken, agir hasta bir kiz getirdiler. Tek yasam sansi bes yasindaki kardesinden acil kan nakli idi. Kucuk oglan ayni hastaliktan mucizevi sekilde kurtulmus ve kaninda o hastaligin mikroplarini yok eden bagisiklik olusmustu. Doktor durumu bes yasindaki oglana anlatti ve ablasina kan verip vermeyecegini sordu. Kucuk cocuk bir an duraksadi. Sonra derin bir nefes aldi ve "Eger kurtulacaksa, veririm kanimi" dedi. Kan nakli ilerken, ablasinin gozlerinin icine bakiyor ve gulumsuyordu. Kizin yanaklarina yeniden renk gelmeye baslamisti, ama kucuk cocugun yuzu de giderek soluyordu.. Gulumsemesi de yok oldu. Titreyen bir sesle doktora sordu: "Hemen mi olecegim?.." Kucuk doktoru yanlis anlamis, ablasina vucundaki butun kani verip, olecegini sanmisti

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 10 Eyl 2007 22:03:45
En İyi Arkadaş
 

 

Çölde yolculuk eden iki arkadaş, yolculuğun bir aşamasında tartışırlar, biri ötekine bir tokat atar. Tokadı yiyenin canı çok yanar ama tek kelime etmez ve kum üzerine su sözleri yazar:



 "BUGÜN EN İYİ ARKADAŞIM BANA BİR TOKAT ATTI."



Yıkanabilecekleri bir vahaya rastlayana dek yürümeyi sürdürürler. Tokadı yiyen yıkanırken batağa saplanır, boğulmak üzereyken arkadaşı tarafından kurtarılır. Boğulmak üzere olan arkadaş tam selamete çıktıktan sonra bir kaya parçası üzerine su sözleri kazır:



 "BUGÜN EN İYİ ARKADAŞIM BENİM HAYATIMI KURTARDI."

Tokadı vuran ve sonra en iyi arkadaşının hayatını kurtaran kişi ona şöyle der;

 

Senin canını yaktığımda bunu kum üzerine yazdın, ama şimdi kayaya kazıyorsun, neden?

 

Öbür arkadaş ona şöyle cevap verir.



Biri bizi incittiğinde bunu kum üzerine yazmalıyız ki,  bağışlama rüzgârı estiğinde onu silebilsin. Ama biri bize iyi bir sey yaparsa, onu kayaya kazımalı ki,  hiçbir rüzgar yok etmesin.


 

 "İNCİNMELERİMİZİ KUMA, GÖRDÜĞÜMÜZ İYİLİKLERİ KAYALARA KAZIMAYI ÖGRENELİM."



 Denilir ki:

Özel birini bulmak bir dakikanızı alır, onu değerlendirmeniz bir saat içinde olur, onu sevmek için bir gün yeter; ama sonra onu unutabilmek için bir ömrün geçmesi gerekir.
 
 
 
 
 

 
 

Çevrimdışı aycan konak

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.811
  • 4.745
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 2.811
  • 4.745
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 18 Eyl 2007 16:03:37
benusa öğretmenim paylaşımlarınızı yeni farkettim ama çok güzeller ellerinize sağlık

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 18 Eyl 2007 16:37:05
                 BEN BİR ÇOCUK
Zorla uyandırdım.. Uyanmak istemedi, yorgun ve bitkin olduğunu söyledi.. Dürttüm, sarstım, "kalk" dedim; "kalk".. Bırakmadım rahat etsin, yıllar sonra rahatını bozdum.. Zorla uyandırdım.. Giyindi elbisesini, "Geç karşıma!" dedi.. Geçtim karşısına..
Hangi tarihteyiz ?
2007 yılının yaz'ında.. Sonbahara doğru ilerliyoruz..
Neden uyandırdın beni ?
Herkes bir şeyini anlatıyor.. Bazen kurtarıcı oluyorsun, bazen diktatör.. Kimisi sarhoş diyor, kimisi kahraman.. Yaptığın iyilikleri saymakla bitiremeyenler var.. Sonra.....
İyilik mi ? Ne iyiliği çocuk.. ? Ne iyiliği yapmışım ben ?
Devlet'i kurtarmışsın.. Millet'e onur kazandırmışsın..
Çocuk, millete-devlete yaptığın hiç bir şey iyilik değildir.. Millete iyilik yapılmaz.. Hizmet edilir ancak..( "Bize büyük iyilikler yaptı" diyordular.. Yaptığı, yapması gereken şeymiş; hizmet etmekmiş..   )
Neyi merak ediyorsun çocuk ?
Doğumundan sonra olan herşeyi.. Bugün 30 Ağustos.. Herkes senden bahsediyor..
Ne diyorlar ?
Herşeyi.. Kurtarıcılığını, sarhoşluğunu, dindarlığını, dinsizliğini, laikliğini, demokratikliğini, otoriterliğini, çapkınlıklarını, idealist olmanı, milliyetçiliğini, sosyalistliğini, birçok şeyini, hiçbirşeyini..
Sarhoşum, dindarım, dinsizim, çapkınım; kime ne ?
Gözleri ve kaşları sert bir hâl aldı.. Soramadım bununla ilgili başka şey.. Sustuk biraz..
Peki ne haldeyiz biz çocuk ?
Bir Dünya güzeli çıkardık.. Bir şarkı yarışmasında birincilik ve üçüncülük aldık.. Güreşte ve halterde yüzümüz gülüyor.. Galatasaray, Süper Kupa'yı aldı.. Basketbolda bir takımımız Avrupa şampiyonu oldu.. Ahu TUĞBA ile sinir olduğum sevgilisi ayrıldı.. İbrahim TATLISES, Hülya AVŞAR'a eskiden âşık olduğunu itiraf etti.. Kaya ÇİLİNGİROĞLU, yine biriyle sevişirken yakalandı..
Çocuk, ben yoruldum..
Ama.. ama.. ama benim soracağım bir sürü şey var.. Biraz dinleneyim, ben tekrar uyanırım çocuk.. Belli ki uyanmam gerekecek..Dinlemedi.. Çıktı gitti.. Takip ettim.. Baktım, gözlerini kapattı.. Gözlerini kapatınca, sağ gözünden bir damla indi aşağıya..  Gözlerini tekrar açtı.. Sol elinin paşparmağı ile gözündeki yaşı sildi.. Beni gördü..
-- İyi geceler çocuk..                dedi.
-- Ben uyumayacağım ki..     dedim..
-- Herkesin uyur olduğu bir yerde sen neden uyanık kalacaksın ki..?  Al, bak, bunlar senin olsun.. Bu savaş sırasında vücuduma giren kurşun.. Bu ise yine savaş sırasında kaburgalarımı kırdığım zaman vücudumu sardıkları sargı.. Bu da soğuk savaş gecelerinde ısınmak için sarıldığım battaniyem.. Bu ise savaş sırasında, aylar boyu giydiğim botum.. Bu da savaşta planlar yaparken kullandığım kalemim.. Bu da savaştan kalma.. Bu da.. Şu da..     Senin bana vereceğin ne var peki ?
Elimi cebime attım.. Savaş kâğıtlarının cebimde olduğunu anladım.. Çıkardım ve O'na doğru uzattım..
     -- Bu da benim Pokemon kartlarım.. Çok iyi savaşçıdırlar..

 

 

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 18 Eyl 2007 17:20:48
nereye?

Bu insanlar hergün nereye gidiyor böyle? Çatmışlar kaşlarını, asmışlar suratlarını; ihtiyar yüreklerini ve bezgin bedenlerini nereye sürüklüyorlar? Ya o; ışıl ışıl gözlü, aydınlık yüzlü insanlar. Nerede duruyorlar, ya da acaba var mı öyle insanlar bu şehirde, dolaşmışlar mı sokaklarında bu şehrin? Yoksa tebessüm ve muhabbet ile birlikte terk-i diyar mı eylediler?

Nereye böyle?

 

Duvarda asılı bir tablo gibisiniz işte... Siyah rengin ağırlıkta olduğu... Sanki hep siyah çalışmış, kara katran ruhlu bir ressamın eseri. Yüreğinizi tecrit etmişisiniz bedeninizden. Umutlarınızı bile prangaya vurmuşsunuz.

 

Yanlış yapma korkusuyla kendini yaşamaktan alıkoymuşunuz. Yaşadığınız zannettiğiniz hayatın, asıl yaşanılacak olan asil kısımlarını paranteze almışsınız. Siz hayatı yaşamıyorsunuz, hayat tarafından yaşanıyorsunuz. Hem de seve seve...   

Ben sadece sizi anla(ya)mıyorum!

 

Biliyor musunuz? Yapacağınız çok şey var... Çünkü bugün mevsimlerden ilkbahar... Haydi! Gidin şimdi gideceğiniz yere... Ama gülümseyin, gülün güle bildiğinizce...

 

Ey kapkara insan!

Bu bahar başlangıcında da umutlar, hayaller ve sevinç ekmelisin kalbinin serasına. Ne gerek var herşeye bürokrat gözüyle bakmaya? Dostoyevski'nin, çilekeş tipini örnek almaya? Bir yerlere geç kalmış gibi sık sık saate bakmaya ve pazar günleri kravat takmaya? Bu kadar şekilperestlik gerekli mi acaba?

 

Şimdi oluruna bırakın hayatı. Tabi gülümseyerek. İnanın gülümsemek hiç kimseyi yakışamaz bu kadar. Gülümsemek için sebep aramalısınız. Tatilini uyuyarak tüketene kızmalı, arabesk dinleyenin kulaklarına pamuk tıkamalısınız, Güneş'i görür görmez kapkara gözlüklerini takan ve tabiki kötü bakan, kem gözleri bandajlamalı, bedduaların, sitemlerin çıkış yaptığı tüm ağızlara kırmızı biber sürmelisiniz. Hayatı tam orta yerinden ıskalayanlara, hayatı zehir etmelisiniz.

Yıldızlı gece, bak Çoban Yıldızı, toprak kokusu... Haydi! Gülümse. Kumruların dilinde bitmeyen sevda şarkıları yine. Martılara bak ve hayran kal sonra da gülümse. Nasıl da titreyerek açıyor sabahları çiçekler... Ya pencereden bizi gözetleyen rengarenk süslenmiş ağaçlar... Tepeden tırnağa çiçek açmış akasyalar... Birbirleriyle yarışırcasına güzel kokan salkımlar, leylaklar. Gülümseyen tomurcuklar... Elmas pırıltısını andıran çiy damlalarıyla gözlerini okşayan yapraklar, çakır dikenlerinin yerinde ahududular... Sizi gülümsetecek ne çok şey var. O halde gülümse sonsuza kadar.

Hey! Sen...

Hayatında hiç kimseye "Sen" diye seslenmemiş olan Centilmen.

Bahar, kalbinizin tam orta yerine düşen, kocaman bir umudun sesi olmalı. Hayallerinizi kurtarmalısınız prangalardan. Sevdiğiniz uğruna dağları delen siz. Devirin yüreğinizdeki kuruntudan yapılmış duvarları. Şimdi içinizi kanatan bu üzüntülere, bir gün bir rüyaymış gibi, içiniz hafifçe burkularak gülümsersiniz. Arada sırada karardığı için kim güneşten umudunu kesiyor? Var mı öyle bahtsızlar?

 

Ve sen şehir insanı! Vazgeç mutluluğu uzaklarda ki kelebeğin kanat çırpınışlarında aramaktan... Ufuklara dalan gözlerin, yanında duran çocuğu ve yüreğindeki kelebeği farketsin artık.

 

Haydi ey güzel insan. Yaşanacak çok şey var -ama süre sadece bir ömür, ne bir penaltı, ne uzatma, araki bulasın- Kum gibi yaşamalısın. "Çimlere basmayınız" yazan tüm tabeları kaldırmalı ve o çocuk o çiçeğe dokunmalı. Dil çıkaranı bağışmalı, kel kalanı suçlamalı, bahar gelmiş neyleyim" diyene kızmalısın.   Ve baharını yüreğinde yaşamalısın. Çünkü yaşanmaya değer.

 

Güneş bahar öğretisidir insana

Ve sen, güzel insan!

Haydi! gökyüzüne işaret bırak

Gülüşlerini...

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 20 Eyl 2007 15:55:36
Her Şeye Rağmen Sevebilmek...

Bu hikayeyi Masumi Toyotome diye bir Japon yazmış. Dünyada sevilmek
istemeyen kişi yok gibidir diye başlıyor hikayesine. Ama sevgi nedir, nerede
bulunur, biliyor muyuz diye soruyor. Sonra anlatmaya başlıyor: Sevgi üç
türlüdür.

Birincinin adı "Eğer" türü sevgi. Belli beklentileri karşılarsak
bize verilecek sevgiye bu adı takmış yazar. Örnekler veriyor: Eğer iyi
olursan baban, annen seni sever. Eğer başarılı ve önemli kişi olursan, seni
severim. Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim.
Toyotome en çok rastlanan sevgi türü budur diyor.Bir şarta bağlı
sevgi.Karşılık bekleyen sevgi. Sevenini, istediği bir şeyin sağlanması
karşılığı olarak vaat edilen bir sevgi türüdür bu diyor yazar. Nedeni ve
şekli bakımından bencildir. Amacı sevgi karşılığı bir şey kazanmaktır.
Yazara göre evliliklerin pek çoğu "Eğer" türü sevgi üzerine kurulduğu için
çabuk yıkılıyor. Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil,
hayallerindeki abartılmış romantik görüntüsüne aşık oluyor ve beklentilere
giriyorlar. Beklentiler gerçekleşmediğinde, düş kırıklıkları başlıyor. Sevgi nefrete dönüşüyor. En saf olması gereken anne baba sevgisinde bile "Eğer"
türüne rastlanıyor. Yazar bir örnek veriyor. Bir genç Tokyo Üniversitesi
giriş sınavlarını kazanarak babasını mutlu etmek için çok çalışıyor. Okul
dışında hazırlama kurslarına da gidiyor. Ama başarılı olamıyor.

Babasının yüzüne bakacak hali yok. Üzüntüsünü hafifletmek için bir haftalığına Hakone
kaplıcalarına gidiyor. Eve döndüğünde babası öfkeyle "Sınavları kazanamadın,
bir de utanmadan Hakone'ye gittin?" diye bağırıyor. Delikanlı "Ama baba
vaktiyle sende bir ara kendini iyi hissetmediğinde Hakone kaplıcalarına
gittiğini anlatmıştın diyor. Baba daha çok kızarak delikanlıyı tokatlıyor.
Çocuk da intihar ediyor. Gazeteler intiharın anlık bir sinir krizi sonucu
olduğunu söylediler, yanılıyorlardı diyor yazar. Delikanlı babasının
kendisine olan sevgisinin yüksek düzeydeki beklentilerine bağlı olduğunu
anlamıştı. İnsanlar "Eğer" türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı içindeler
aslında. Bu sevginin varlığını ve nerede aranması gerektiğini bilmek bu genç
adamın yaptığı gibi yaşamı sürdürmekle ondan vazgeçmek arasında bir tercih
yapmakla karşı karşıya kaldığımızda önemli rol oynayabilir diyor Masumi
Toyotome. İlginç değil mi? İkinci türe geçiyoruz; "Çünkü" türü sevgi.
Toyotome bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor; Bu tür sevgide kişi bir şey
olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka
birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır. Örnek
mi?

Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin (Yakışıklısın). Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki. Seni seviyorum. Çünkü
bana o kadar güven veriyorsun ki. Seni seviyorum. Çünkü beni üstü açık
arabanla, o kadar romantik yerlere götürüyorsun ki. Yazar, "Çünkü" türü
sevginin "Eğer" türü sevgiye tercih edileceğini anlatıyor. Eğer türü sevgi
bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan büyük ve ağır bir yük haline
gelebilir. Oysa zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevilmemiz hoş
bir şeydir egomuzu okşar. Bu tür olduğumuz gibi sevilmektir. İnsanlar
oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür sevgi onlara yük getirmediği
için rahatlatıcıdır. Ama derin düşünürseniz, bu türün “Eğer” türünden
temelde pek farklı olmadığını görürsünüz. Kaldı ki bu tür sevgi de, yükler
getirir insana. İnsanlar hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler.

Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere
onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman, sevenlerinin,
artık ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yaşama sonsuz sevgi
kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer. Ailenin en küçük kızı yeni doğan
bebeğe içerler. Sınıfının en güzel kızı, yeni gelen kıza içerler. Üstü açık
BMW'si ile hava atan delikanlı, Ferrari ile gelene içerler. Evli kadın
kocasının genç ve güzel sekreterine içerler. O zaman bu tür sevgide güven
duygusu bulunabilir mi diye soruyor Toyotome.

“Çünkü” türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz diyor.
Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var.
Birincisi acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz korkusu.
Tüm insanların iki yani vardır. Biri dışa gösterdikleri öteki
yalnızca kendilerinin bildiği. İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar
ve bizi terk ederlerse korkusu buradan doğar. İkincisi de ya günün birinde
değişirsem ve insanlar beni sevmezse endişesidir. Japonya'da bir
temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın, yüzü patlayan kazanla parçalanmış.
Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişanı bozup onu terk etmiş. Daha
acısı aynı kentte oturan anne ve babası, hastaneye ziyarete bile
gelmemişler, artık çirkin olan kızlarını. Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu
güzellik temeli üstüne bina edilmiş olduğundan bir günde yok olmuş.

Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış. Kız birkaç ay sonra kahrından ölmüş... Japon
yazar; toplumlardaki sevgilerin çoğu "Çünkü" türünde olup bu tür sevgiler,
kalıcılığı konusunda insanı hep kuşkuya düşürür diyor. Peki o zaman, gerçek
sevginin, güvenilebilecek sevginin özellikleri nedir? Ve işte sevgilerin en
gerçeği. Üçüncü tür sevgi benim "Rağmen" diye adlandırdığım türdür diyor
yazar. Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği
için? “Eğer” türü sevgiden farklı bu. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine
dayanıp böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için “Çünkü” türü
sevgi de değil.

Bu üçüncü tür sevgide, insan bir şey beklediği için değil,
bir şeyler eksik olmasına rağmen sevilir. Esmeralda, Quasimodo'yu dünyanın
en çirkin, en korkunç kamburu olmasına rağmen sever. Asil,yakışıklı, zengin
delikanlı da Esmeralda'ya çingene olmasına rağmen aşıktır. Kişi dünyanın en
çirkin, en zavallı, en sefil insani olabilir. Bunlara rağmen sevilebilir.
Tabii bu, sevgiyle karşılanması şartı ile. Burada insanın, iyi, çekici ya da
zengin bir konum elde ederek sevgiyi kazanması gerekmiyor.

Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine rağmen olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünebiliyor ama en
değerli gibi sevilebiliyor. Japon yazar yüreklerin en çok susadığı sevgi
budur diyor. Farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için
yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı yada senden daha
önemlidir. Bunun böyle olduğundan nasıl emin olacaksınız?

Hakli olduğunu kanıtlamak için sizi bir teste davet ediyor. “Şu soruma cevap verin,” diyor.
Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz, yiyecek, elbise, ev, aile
,zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz? Kendi kendinize
yaşamamın ne yararı var diye sormaz mıydınız? Devam ediyor Toyotome; Şu anda
en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladığınızı
bir düşünün. Dünya birden bire başınızın üstüne çökmez miydi. O an yaşam
size anlamsız gelmez miydi? Diyelim sıradan bir yaşamınız var.

Günlük yaşıyorsunuz. Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan umudunuz olmasa, kalan hayatınızı nasıl yaşardınız? diye
soruyor ve yanıtlıyor; Öyleleri ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar
ediyorlar, ya da kendilerini iyice dağıtıp yaşayan ölü haline geliyorlar.

Toyotome, hem de nasıl iddialı savunuyor, ”Rağmen” türü sevgiyi. Bugün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni “Rağmen” türü sevgiyi şu anda yaşamanız
ya da bir gün bu sevgiyi bulacağınıza olan inancınızdır. Son sözlerinde
biraz umutsuz, Toyotome. Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu
sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var. Kimsede başkasına
verecek fazlası yok? diye açıklıyor. Anlatıyor; Yakınımızda olan birinin bu
sevgiyi bize vermesini bekleriz. Ama o da ayni şeyi başkasından
beklemektedir. Peki bu dünyada sevgi ne kadar var. Yazara göre, açlığımızı
biraz bastıracak kadar. Ve de yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar
gibi.

Bu minnacık tadım, bizi daha müthiş bir sevgi açlığına tahrik ve
teşvik ediyor. Bu minnacık tadım sevgiye ne kadar muhtaç olduğumuzu
anlatıyor. Büyük bir hırsla ana yemeğin gelmesini ve bizi doyurmasını
bekliyoruz. Hani nerede? Hepsi o. Ve asıl çarpıcı cümle en sonda;

DÜNYADAKİ EN BÜYÜK KITLIK, RAĞMEN TÜRÜ SEVGİNİN YETERİNCE OLMAYIŞIDIR.

Ben seni herşeye rağmen seviyorum diyeceğim, ama senin rağmenlik hiç kusurun
yok.

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 20 Eyl 2007 16:06:04
Bir grup ögrenciden Dünyanin Yedi Harikasi'nin neler oldugunu
düsündüklerine dair bir liste yapmalari istenir. Aralarinda
anlasmazliklar çikmasina ragmen asagidakiler en fazla oyu
alanlardir:

1)- Misir'in Büyük Piramitleri
2)- Tac Mahal (Taj Mahal)
3)- Büyük Kanyon (Grand Canyon)
4)- Panama Kanali
5)- Empire State Binasi
6)- St. Peter Bazilikasi (St. Peter's Basilica)
7)- Çin Seddi (China's Great Wall)

Ögretmen oylari toplarken, sessizce duran bir kiz ögrencisinin henüz
kagidini vermemis oldugunu farkeder. Sonra ögrencisine kendi
hazirladigi liste ile ilgili bir problem olup olmadigini sorar.
Kiz ögrenci ise "Evet, biraz. O kadar çok sey var ki, bir türlü
karar veremiyorum" der.
Ögretmen de ögrencisine "Peki, söyle bakalim senin listende neler
var, belki biz sana yardimci olabiliriz" der.
Kiz ögrenci önce duraksar ve sonra okumaya baslar: "Bence Dünyanin
Yedi Harikasi :

1)- görmek
2)- duymak
3)- dokunmak
4)- tatmak
5)- hissetmek
6)- gülmek
7)- ve sevmek...

Odada sinek uçsa sesi duyulacak sekilde bir sessizlik oldu. Basit,
siradan ve normal olarak düsündügümüz ve gözden kaçirdigimiz seyler
gerçekte ne kadar da mükemmeldirler.

Samimi bir hatirlatma:

Hayattaki en degerli seyler
satin alinamayanlardir.

Size soyle bir sorum var; Ya kor olacaksiniz, yada sagir. Hangisini secerdiniz?


Asla değiştiremeyeceğin şeyler için üzülme. Değiştirebileceğin ama istediğin halde değiştiremediğin şeyler için mutsuz ol veya ağla. Asla "bir daha sevmeyeceğim" deme. Mahcup olursun. Asla sevgiyi arama, çünkü sen aradıkça o saklanır kapı arkalarına. Sevgi seni istedi mi bulur, zamanı vardır. Tıpkı baharı, kışın arasan da bulamayacağın gibi. Ya da bulsan da asla onun gerçek bir bahar olmadığını kabul etmek zorunda olacağın gibi. O bulduğun sadece bir aldanmışlıktır. Aldanırsan, tıpkı kış ortasında çiçek açan erik ağaçlarına dönersin. Kışın ortasında sevinçten çiçek açarsın. Kış gerçek yüzünü gösterince de donarsın; anlarsın ki yaşadığın bahar kış ortasında yaşanan yalancı bir baharmış. Erik ağacı gibi donarsın o zaman ve o yaz boşa geçer. Meyvesiz, kimsesiz. Sevgi aranmaz. Sevgi istedi mi seni bulur. Hiç ummadığın bir anda arkanda beliren bir dost olur bu bazen. Otobüs durağında ensende hissettiğin bir nefes alır gülürür seni sevgiye. Bir tesadüf sana sevgiyi taşır. Sen sevgiyi aramamışsındır. Tıpkı gecikse de gelen ve geleceğinden emin olduğun bahar gibi. Tıpkı bir sabah kalktığında baharın pürüzsüz yüzü ile karşılaşman gibi bulmuştur seni sevgi.
Sevgiyi kaybederken de cesur olmalısın. Yüreğin dolu olmalı sabır ve güçle. Her kaybedilen kazanılan bir derstir zaten. Sevgi çok şey öğretir severken ve kaybederken. Sevgiyi kaybederken aslında onu hiç kaybetmek istemediğini öğrenirsin. Sevgiyi kaybederken, onu kaybetmenin, bulmak kadar güç olmadığını ama acısına katlanmanın ne güç olduğunu öğrenirsin. Sahipken sevgiye hep yanında olacakmış gibi onu hoyratça harcamışsındır. Kaybettiğinde ise her an yanında olacağına inanmakla ne büyük yanlış yaptığını anlarsın. Ve bir dahaki sevginde daha temkinlisindir. Hem severken, hem kaybederken. Bir önceki sevgi öğretmiştir bunu sana. Her kayıp bir derstir alman gereken. Çünkü hiçbir sevgi tek başına var olamaz. Ayrılamaz daha öncekilerden...

Belki, ALLAH yanlış insanlarla tanışmamızı istedi
doğru insanı tanımadan önce, böylece en sonunda
doğru insanla tanışdığımızda, bu hediyenin ne yüce olduğunu
anlamamız için.

Belki, mutluluk kapısı kapandığında, başkası açılıyordur,
fakat böyle zamanlarda kapanan kapıya öyle uzun bakarız ki, bizim için açılan diğer kapıyı görmeyiz bile.

Belki, en iyi arkadaşlık, bir monitor karşısında yazıştığınız,tek bir kelime resim görmediğiniz, ve giderken bunun hayatınızdaki en iyi sohbet olduğunu düşündüğünüz kişilerde saklıdır.

Belki, elimizde olanın kıymetini kaybettiğimizde anladığımız doğru olabilir, fakat elimize gelene kadar neler kaçırdığımızın farkına varamadığımız da doğrudur.
Birine sevginizin tümünü sunmak, asla sizi de aynı şekilde seveceğinin garantisi değildir.

Sevgiye karşılık beklemeyin; Sadece sevginin karşıdakinin kalbinde büyümesini bekleyin; fakat olmazsa da, sizin kalbinizde büyüdüğüne emin olun.
Birine çarpılmak için bir an yeterlidir, birinden hoşlanmak bir saat, ve birini sevmek içinde bir gün yeterlidir, ama birini unutmak ise bir ömür sürer.
Görünüşe aldanmayın; kandırıcı olabilir. Zenginliğe aldanmayın; yok olur gidebilir. Sizi güldüren birini seçin çünkü karanlık bir günü aydınlatan şey bir gülümsemedir.
Kalbinizi gülümsetebilen birini bulun.
Öyle zamanlar vardır ki, bazen birini öylesine çok özlersiniz ki, onu hayallerinizden çıkarıp, gerçek hayatta kucaklamak istersiniz. Hayal etmek istediğiniz şeyi hayal edin, gitmek istediğiniz yere gidin, olmak istediğiniz kişi olun, çünkü yaşayabileceğiniz tek bir hayatınız var, ve tüm bunları yapabilmek için tek bir şansınız.
Sizi tatlı kılacak kadar yeterli mutluluğunuz olsun, güçlü kılacak kadar acı deneyiminiz, insan kılacak kadar üzüntünüz, ve sizi mutlu kılmaya yetecek kadar umudunuz
olsun. Daima kendinizi başkalarının ayakkabılarına koyun. Eğer ayaklarınız acıyorsa, o kişininkiler de acıyordur
En mutlu kişiler, herşeyin en iyisine sahip olanlardır.Görüşmek üzere....

Çevrimdışı ecren

  • Aktif Üye
  • **
  • 55
  • 3
  • 55
  • 3
# 20 Eyl 2007 21:16:49
Çok güzeldi elinize, yüreğinize sağlık...

Çevrimdışı ezoss

  • Uzman Üye
  • *****
  • 427
  • 307
  • 427
  • 307
# 22 Eyl 2007 12:48:16
ÇOK GEÇ

Kaba saba, soluk, yıpranmış giysiler içindeki yaşlı çift, Boston treninden inip utangaç bir tavırla rektör'ün bürosundan içeri girer girmez, sekreter masasından fırlayarak önlerini kesti...

Öyle ya, bunlar gibi ne idüğü belirsiz taşralıların Harvard gibi üniversitede ne işleri olabilirdi?

Adam, yavaşça rektörü görmek istediklerini söyledi. İşte bu imkansızdı..

Rektörün o gün onlara ayıracak saniyesi yoktu..

Yaşlı kadın, çekingen bir tavırla; "Bekleriz" diye mırıldandı...

Nasıl olsa bir süre sonra sıkılıp gideceklerdi.. Sekreter sesini çıkarmadan masasına döndü.. Saatler geçti, yaşlı çift pes etmedi.. Sonunda sekreter, dayanamayarak yerinden kalktı.

"Sadece birkaç dakika görüşseniz, yoksa gidecekleri yok" diyerek rektörü iknaya çalıştı. Anlaşılan çare yoktu..

Genç rektör, isteksiz bir biçimde kapıyı açtı. Sekreterin anlattığı tablo içini bulandırmıştı. Zaten taşralılardan, kaba saba köylülerden nefret ederdi.

Onun gibi bir adamın ofisine gelmeye cesaret etmek, olacak şey miydi bu? Suratı asılmış, sinirleri gerilmişti.

Yaşlı kadın hemen söze başladı. Harvard'da okuyan oğullarını bir yıl önce bir kazada kabetmişlerdi. Oğulları, burada öyle mutlu olmuştu ki, onun anısına okul sınırları içinde bir yere, bir anıt dikmek istiyorlardı.

Rektör, bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine öfkelendi. "Madam" dedi, sert bir sesle,

- "Biz Harvard'da okuyan ve sonra ölen herkes için bir anıt dikecek olsak, burası mezarlığa döner..."

- "Hayır, hayır" diyerek haykırdı yaşlı kadın.. "Anıt değil... Belki, Harvard'a bir bina yaptırabiliriz".

Rektör, yıpranmış giysilere nefret dolu bir nazar fırlatarak, "Bina mı?" diyerek tekrarladı, "Siz bir binanın kaça mal olduğunu biliyor musunuz? Sadece son yaptığımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan fazlasına çıktı..."

Tartışmayı noktaladığını düşünüyordu. Artık bu ihtiyar bunaklardan kurtulabilirdi..

Yaşlı kadın, sessizce kocasına döndü:

"Üniversite inşaatına başlamak için gereken para bu muymuş? Peki, biz niçin kendi üniversitemizi kurmuyoruz, o halde?"

Rektör'ün yüzü karmakarışıktı.. Yaşlı adam başıyla onayladı.

Bay ve bayan Leland Stanford dışarı çıktılar. Doğu California'ya, Palo Alto'ya geldiler. Ve Harvard'ın artık umursamadığı oğulları için onun adını ebediyyen yaşatacak üniversiteyi kurdular.

Amerika'nın en önemli üniversitelerinden birini STANFORD'u....

Çevrimdışı esrani

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 173
  • 96
  • 173
  • 96
# 22 Eyl 2007 14:48:05
ALLAHIM !
 

BANA ÖYLE BİR GÖNÜL VER Kİ:

Bir kuruluşun tepe noktasında yetkili olsam bile,
bunu asla başka şekilde kullanmamalıyım.
Günlük yaşamda "ben" yerine, daha çok "sen" sözcüğünü kullanabileyim...


BANA ÖYLE BİR SEVGİ VER Kİ:

Sonsuz bir hazine gibi bitmesin, çoğalsın daha da sevdikçe,
doldursun sarsın çevremi.
Hatta düşmanlarımı da sevebileyim...
   
   
BANA ÖYLE BİR GÜÇ VER Kİ:

Herkesten daha çok çalışabileyim, tutsak düşmeyeyim
doğanın koşullarına, eşim ve çocuklarımı da mutlu et ki,
mutluluğu başkalarına da götürebileyim...


BANA ÖYLE BİR SAĞLIK VER Kİ:

Düşünebileyim, konuşabileyim.


BANA ÖYLE BİR ERDEM VER Kİ:

İbadet edebileyim, iyilik etmeyi ve sevinçten buğulanmış gözlerle, teşekkür
edenlere;
bir şey yapmadım, anımsamıyorum diyebileyim.


BANA ÖYLE BİR YETENEK VER Kİ:

İyi eş, baba, anne, iyi komşu, iyi arkadaş, iyi vatandaş olabileyim.


BANA ÖYLE BİR UMUT VER Kİ:

Bugüne kadar yapmış olduğum hatalar için
karamsarlığa düşmeyeyim, her şeyden aklanmış olarak yaşama
yeniden başlamak üzere bağışlanabileceğimi bileyim.


BANA ÖYLE BİR ANLAYIŞ VER Kİ:

düşünebildiğim, yargılayabildiğim, inandığım, kahrolduğum, varolduğum şu
anda bu sözleri söyleyebildiğim için şükredebileyim.


BANA ÖYLE BİR TALİH VER Kİ :

Yıllar sonra beni hatırlayanlar "herkese iyilik eden, tüm insanları seven,
o düzeyde de sevilen bir kişiydi " diye konuşsunlar ve ben de huzur içinde
olabileyim.
   
 
 
BANA ÖYLE BİR İRADE VER Kİ:
Bir gün yenilip, içimdeki şeytanın kurallarına doğru yönelirsem;
bu bir düşünce ise düşüncemi, bu bir adım ise ayağımı, bu bir uzanma ise
elimi durdurabileyim.


BANA ÖYLE BİR SABIR VER Kİ:

Sükûneti bulayım, durabileyim, düşünebileyim.


(Yazarı Bilinmiyor)

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 22 Eyl 2007 15:19:27
Arkadaşlık, dostluk güzel de bir de şu kırgınlıklar olmasa daha güzel olacak. Severiz, sayarız ama gel gör ki zaman gelir kırılır, darılırız. Darılıp kırılan kendini de üzer karşısındakini ama kırılmıştır darılmasam olmaz der. Oysa gerekli midir kırılıp darılmak her zaman, her seferinde tekrar ve tekrar. Niye bazen sevgilinin sevgiliye ettiğini, karı koca etmez birbirine. Aşk vardır, tutku vardır ama niyedir bu alınganlık ve kolay kırılganlık? Daha mı sıkı bağlıdır birbirine tutkudan ve aşktan nasibini almış karı koca? Anlamam ben.
Ben düzümdür, kırılırım ama çabuk unutur kin tutamam. Bir arkadaşımın doğum günümü unutmasına aldırmam ve bundandır ki arkadaşlarımın doğum günlerini de unuturum. İkili ilişkilerde kötüyümdür çünkü iyi dilek dileyemem ya da kötü bir durumda teselli veremem. Kendim gibi bilirim karşımdakini çünkü. Ben beklemem ya, ne iyi dilek ne teselli ondan olsa gerek “ihtiyaç” oluşturmaz bu durum benim için. İşte bundandır ki bu kırmaz, kızdırmaz beni. Kırmaz beni, darılmam hiç kimseye. Bana niye hoş geldin demedi diye ya da geçmiş olsun demedi diye.
Önemli değildir bu benim için çünkü arkadaşımdır, akrabamdır, dostumdur “o”. Niye kızayım, niye küseyim, niye darılayım ki ona? O sevdiğim insandır. Beni kıran onun bana sevgisizliği olmalıdır ama bir iyi dilek dilemeyiş, bir baş sağlılığı ziyaretine gelmeyiş kadar ince midir ki aramızdaki bağ. Bir "çok yaşa" demediğinde çıt diye kırılacak kadar sakat mıdır ki ilişkimizin temeli. Olmamalı, bu sevgi bu kadar ucuza gitmemeli.
Gidiyor ama istesem de istemesem de. Kırılıyor direkler, kopuyor ipler hiç ummadığım anlarda. Üzülüyorum ama söyleyecek söz de bulamıyorum. İşte öyle zamanlarda alıp başımı gidiyorum uzaklara. Sonra da vefasızlıkla suçlanıp yeni kırgınlıklar kazanıyorum. Derdim, kederim katmerleşiyor çöküyorum. Kalıveriyorum ıssızlığın ortasında.


 


 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK