Çin Bambu Ağacı

Çevrimdışı ali2037

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.759
  • 1.326
  • 2.759
  • 1.326
# 26 Ağu 2007 12:28:08
Bir dost bulamadım..

Sokrates bir ev yaptırmış nasılsa;
Eş dost başlamış kusur bulmaya:
Kimi içini beğenmemiş:
Kızmayın ama demiş;
Şanınıza layık değil odaları.
Kimi cephesine çatmış:
Karşıdan görünüş berbatmış.
Hepsine göre de çok darmış bu ev.
Kim sığarmış bu kulübeye?
Koca Filozof, Ah demiş, keşke bu evin alabileceği kadar
Gerçek dostum olsa!
Sokrates'in sözü yerinde;
Bir ev dolusu gerçek dost nerede?
Sözde herkes dost, ama gel de inan.
Dosttan bol şey de yok dünyada,
Dosttan az şey de

Çevrimdışı ayşegülaslanlı

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.591
  • 2.111
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 2.591
  • 2.111
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 26 Ağu 2007 16:42:02
Bir köy öğretmenine Semra akar a yazılan mektup

Sevgili öğretmenim semra,

öğretmenim biliyormusunuz ben sizi çok seviyorum.öğretmenim biliyor musunuz sizin beyiniz sizin gibi bir hanıma sahip olduğu için çok mutlu olmalıdır.çünkü sizin gibi birisini hayatında bulamazdı.
Öğretmenim keşke o gün gelmeseydiniz okula geldiğiniz için çok üzüldük size birşey olacak diye. bir yandan da sevindik çünkü siz iki çocuğa sahiptiniz.İnşallah biri kız biri erkek olur zaten iki çocuk yeterlidir.Eğer fazla olur ise onu okutacak paranız yeterli olmaz
Bizimkiler çok çocuk yapmışlar onun için biz artık okuyamayacağız.Eğer bizimkiler de bir iki tane çocuk yapmış olsalardı o zaman biz de okurduk.
öğretmenim keşke ben de bir çocuğunuzun yerinde olsaydım Allah onları size ve Murat abiye bin kere bağışlasın.
Öğretmenim,siz burda olmadığınız sürece neler oldu neler Sabahatin abisi evlendi,benim ablam da nişanlandı.
öğretmenim bugün karneleri dağıtmak için gelirseniz inanın ki çok üzüleceğim ve ağlayacağım bütün bu üzüntüm o iki afacanlarınız yüzünden .onlar dünyanın annesinin karnında oldukları için çok şanslılar ve mutlular.biz ise burda öğretmenimizi göremediğimiz için üzüntüden ve yalnızlıktan bazı zamanlar ağlıyoruz.
Öğretmenim,lütfen sizden rica ediyorum bu senede burada kalın.belki sizi ve afacanlarınızı görürüz.
Öğretmenim ben sizin evinize gelmeyi çok istiyorum ama kimse bizi sizin evinize getirmek istemiyor.
Öğretmenim evdekilere selamımı iletiyorum.
Elif tanrıverdi

Çevrimdışı ayşegülaslanlı

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.591
  • 2.111
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 2.591
  • 2.111
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 26 Ağu 2007 17:15:12
Kazana Kaybeden


Kazanan: Her zaman çözümün bir parçasıdır
Kaybeden: Her zaman sorunun bir parçasıdır.

Kazanan:Her zaman bir programı vardır
Kaybeden:Her zaman bir özürü vardır

Kazanan: "Bu işi senin için yaparım" der
Kaybeden:"Benim işim değil ki " der

Kazanan:Her sorunda bir çözüm bulur
Kaybeden: Her çözüm de bir sorun görür

Kazanan:"Uzak ama yolu biliyorum" der
Kaybeden:"yakın ama yolu bilmiyorum"der

Kazanan:Çalıların yanındaki çimenleri görür
Kaybeden:Çimenlerin yanındaki çalıları görür

Kazanan:"Zor olabilir ama mümkün" der
Kaybeden:"mümkün ama çok zor "der

Kazanan:Konuşmak yerine yapar.
Kaybeden:Yapmak yerine konuşur

Kazanan:Ağlamak yerine çalışır
Kaybeden:Çalışmak yerine ağlar

Kazanan:Beynini çalıştırır
Kaybeden:Çenesini çalıştırır

Çevrimdışı ayşegülaslanlı

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.591
  • 2.111
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 2.591
  • 2.111
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 26 Ağu 2007 21:12:06
Risklerimiz


Gülmek"SAFTIR"denme riskini göze almaktır.

Ağlamak ise "DUYGUSAL"görünme riskini..

Birine yakınlaşmak"KENDİNİ KAPTIRMA "riskini göze almaktır.

Sevdiğini söylemek  "SEVİLENİ YİTİRME" riskini göze almaktır.

Duygularını açmak"KENDİNİ ORTAYA KOYMA RİSKİNİ" göze almaktır.

Düşüncelerini  söylemek ise "DOKUZ KÖYDEN KOVULMA" riskini....

Umutlanmak"HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRAMA "riskini göze almaktır.


Sevmek ise "KARŞILIK GÖREMEME "riskini

 yazılanlara göre risk almadan yaşanmaz bence...

Çevrimdışı AKÖREN

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.045
  • 1.478
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 1.045
  • 1.478
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 26 Ağu 2007 21:44:21
Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?" Bakın göstereyim demiş, ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları
çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine.

Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasındanda derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. "Ermiş bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. Peki demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine şimdi demiş ermiş, sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım
yemeğe. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyurun" deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan işte demiş ermiş, 'kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse,o aç kalacaktır. ve kim kardeşini düşünür de
doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz ve şunu da unutmayın, gerçek pazarında alan değil, veren kazançtadır daima

Çevrimdışı AKÖREN

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.045
  • 1.478
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 1.045
  • 1.478
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 26 Ağu 2007 21:51:48
HER HAYAT YAŞANACAK BİR CAN BULUR
Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki
bir çocuk onu izlemekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor
ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama,
küçük
bir dükkan için yeterliydi. Onların en güzelini öntarafa koyunca,
çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği
kullanmaktaydı. Hem de güçlükle.. Adam ona bir kez daha göz attı.
Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu.
Bu
yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki
onu kendinden geçirmişti.Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan
çıkıp
yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp:
- Küçükk!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki
modeller bir harika!.
Çocuk, ona dönerek:
- Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım
doğuştan eksik.
- Bence önemli değil!. diye, atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam
insan
yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da
vicdanı.
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:
- Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi.
Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:
- Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?
- Çok basit!. dedi, adam. Eğer yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar
yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hatta
sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükafat görecekler...
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar,
hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işaret ederek:
- Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi. Denemek ister misin?
Çocuk, başını yanlara sallayıp:
- Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!.
-İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam. Bu durumda
20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder.
Çocuk biraz düşünüp:
- Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki?
- Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da, sağ ayağı eksik olan bir
çocuğa satarım.
Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:
- Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.
- İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır..
- Tamam işte!. dedi adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri
kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı
senindir, sattım gitti!.
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerdeki
raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde
olanı
çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni
ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek
- Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun
olurum. - Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı
delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?
- Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş.. dedi, adam. Antika eşyalardan
haberin yok her halde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para
tutar.
Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30- 40 lira eder.
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları, üzerinden atabilmiş
değildi.Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel
rüya.
Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara
göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:
- Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..
Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük
kondurdu.
Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde
satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden
doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir
tebessümle teşekkür
edip: - Babam haklıymış!. dedi. 'Sakat olduğum için, üzülmeme hiç
gerek yok!' demişti.
* Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur,
* Her Hayat Yaşanacak Bir Can Bulur,

Çevrimdışı sudee

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 7.534
  • 14.535
  • 7.534
  • 14.535
# 27 Ağu 2007 00:51:30
Yine çok güzel hikayeler, teşekkürler arkadaşlar  :)



İKİ SİMGE

Yaşlı kızıldereli reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede
birbiriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden
biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli
o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.


Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri kurt
köpeğiydi bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu
düşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerinin
neden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla,
sordu dedesine: Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.

- "Onlar" dedi, "benim için iki simgedir evlat."

- "Neyin simgesi" diye sordu çocuk.

- "İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik
ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe
ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.

Çocuk, sözün burasında; 'mücadele varsa, kazananı da olmalı' diye
düşündü ve her çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:

- "Peki" dedi. "Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"

Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa.

- "Hangisi mi evlat?
Ben, hangisini daha iyi beslersem!"

 

Çevrimdışı sudee

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 7.534
  • 14.535
  • 7.534
  • 14.535
# 27 Ağu 2007 00:54:38
ŞİMDİLİK


Büyükler, çocukların konuşmalarını yarım yamalak
dinlediklerinden, onların sözlerinde gizli derin anlamları kaçırırlar.

Bizim eve, karıma elbiselerin, örtülerin, çarşafların
söküklerinin dikilmesinde yardım eden bir terzi kadın gelir.
Bu kadın bize geldiği zaman küçük oğlunu da beraberinde
getirir. İşte ben, kalıcı ve derin imanın anlamını bu küçük çocuktan
öğrendim. Onunla uzun zamandan beri arkadaş olduğumdan,
bizim eve geldiğinde biraz sohbet etmeyi ihmal etmem.

Geçenlerde bana yakında güzel bir futbol tuopu alacağını söyledi.
Onu tekrar görüşümde futbol topunu alıp almadığını sordum.
Çocuk cevap verdi: "Hayır efendim, annem şimdilik
topa ayıracak paramız olmadığını söyledi."

Onun bu sözleri, durumlarının yakında düzeleceğine dair
derin inancını gösteriyordu. Bilhassa, kullandığı 'şimdilik'
kelimesinde kuvetli bir güvenin izi seziliyordu.

Bu çocuğun söyledikleri beni uzun uzun düşündürdü. Onu
uzun bir süre görmedim. Günün birinde tekrar rastladım.
Çocuk, bahçede oturmuş, bir karınca yuvasını seyrediyordu.

Yavaşça yanına sokuldum.
Onu konuşturmak için babasından bahis açtım:
"Eve gidince yemekten sonra babanla oynayacak mısın?
Yoksa yemekten sonra hemen yatacak mısın?" diye sordum.
Çocuk ciddiyetle yüzüme baktı ve:
"Babam bir kaza geçirdiğinden hastanede. Şimdilik
babamla oynayamayacağım!" dedi.

Geçen gün yolum, oturdukları mahalleye düştü.
Çocuğu kaldırımda aceleyle yürürken gördüm. Üzerinde temiz
koyu renk bir elbise vardı. "Heyy" diye seslendim.
"Neden bayramlık elbiselerini giydin?
Herhalde hastaneye babanı görmeye gidiyorsun."
Çocuk gülümseyerek başını salladı. Bundan sonra
söylediği sözler, dünyayı içinde yaşamaya değer bir hale getiren,
ölümden sonraki hayata olan imanın bir insan için neler
yapabileceğini anlamama sebep olan sözlerdi.

Çocuğun soruma verdiği cevap şu olmuştu:
"Hayır efendim, hastaneye babamı görmeye gitmiyorum.
Babam geçen hafta öldüğünden, onu şimdilik göremeyeceğim."


 

Çevrimdışı ezoss

  • Uzman Üye
  • *****
  • 427
  • 307
  • 427
  • 307
# 27 Ağu 2007 13:02:45
MARTILAR

Bundan yüzyillar önce deniz aşırı, çok güzel bir ülke varmış.
Tabi her masalda oldugu gibi bu masalda da o ülkenin bir kralı ve tabii ki bir de prensesi varmis. Prenses dünyalar güzeli bir kızmış.
Kral ona bakılmasını yasaklamış, her gün dolaşmak için saray muhafızları ile sarayın dışına çıkacağı ilan edildiginde halk eğilir ve gözlerini kapatır, ya da evlerine kaçışırmış. Onu görmenin bedeli ölümle cezalanmakmış.

Günlerden bir gün yine prenses dolaşmak için çıktığında; fakir bir köylü delikanlı herşeyi göze alarak başını kaldırmış ve prensesle göz göze gelmişler... O an fakir delikanlı prensese inanilmaz bir aşkla tutulmuş.
Prensesin derin bakışlarının da boş olmadığını düşünmüş ve günlerce uyuyamamış. Fakir delikanlı ölümü bile göze almak pahasına, prensesi bir kere daha görmek için uğraşmış durmuş. Bu arada güzel prenses de onu tutulmuş onun zarar görmemesi için günlerce kendini saraya kapatmış.
Sonunda dayanamayan fakir delikanlı her şeyi göze alarak gizlice sarayın bahçe duvarına tırmanmış ve prenses ile bir kere daha göz göze gelmişler.
Fakir delikanlı hemen duvardan atlamış ve prensesle konuşacağı anda saray muhafızlarına yakalanmış. Kralın karşısına çıkarılan delikanli ölümle cezalandırılacağını bildiğinden krala prensese duydugu aşkını anlatmış.

Kral ölüm emrini vereceği anda prensesin yalvarışlarına
dayanamayarak delikanlıya başka bir ceza vermeyi kabullenmiş.

Hemen bir gemi hazırlattıran kral, gidilebilecek en uzaktaki adaya bir fener yaptırmış ve fakir delikanlıyı da o adada yanlız yaşamaya mahkum etmiş...

Aradan bir kaç ay geçmesine rağmen prensesi unutamayan delikanlı prensese olan aşkını kağıtlara dökmüş ve martılara anlatmaya başlamış...
Artık bütün martılar fakir delikanlının prensese olan aşkını anlamış ve yazdığı mektupları prensese götürmeye başlamışlar... Zamanla prensesin de yazmış olduğu mektupları fakir delikanlıya götüren martılar
aracılığı ile iki gencin arasındaki aşk iyice büyümüş. Ta ki...

Bir sabah sarayın bahçesinde kahvaltı yaparken prensesin odasının penceresine ağzında bir mektupla konan martıyı kralın görmesine dek. Tabii korkulduğu gibi olmamış... Martıların bile aracı olduğu İki gencin
arasındaki büyük aşkı anlayamadığı için kendisinden utanmış ve ağlayarak kızına sarılan kral, hemen bir gemi göndertip fakir delikanlıyı getirtip kendisi ile evlendireceğini söylemiş.

Buna duyunca çok mutlu olan prenses hemen delikanlıya bir mektup yazmış ve olanları anlatmış. Bu arada mektubu götürmek için bekleyen martıya da tüm martıların düğünlerine davetli olduğunu söylemiş.
Buna çok sevinen martı mektubu bir an önce ıssız adaya götürmek için yola çıkmış. Tam yolu yarılamışken yanından geçen bir kaç martı arkadaşına haber verip hepsinin düğüne davetli olduğunu söylemek için gagasını açtığında mektubu düşürmüş. Tüm martılar hep birlikte mektubu aramaya başlamışlar. Fakat bir türlü bulamamışlar...

Bu arada prensesten mektup alamayan aşık delikanlı, yazmış olduğu mektupları göndermek için bir tek martı bile bulamamış... Biraz ilerisinde uçuyorlar fakat yanına gitmiyorlar ve mektubu ariyorlarmış...

Prensesin kendisini artık unuttuğunu, istemediğini, martıların da onun için yanına gelmediğini sanan delikanlı üzüntüsünden sonunda kendisini
fenerden kayaların üzerine atarak intihar etmiş. Olanlardan habersiz kralın gemisi adaya vardığında fakir delikanlının soğuk bedeni ile karşılaşmışlar...

İşte o gün bugündür, martılar o mektubu ararlar. Mektubu bulup, o inanılmaz sevgiyi geri getirebileceklerine, her şeyi düzelteceklerine, inanarak hep denizler üzerinde uçuşup dururlar.

Çevrimdışı ezoss

  • Uzman Üye
  • *****
  • 427
  • 307
  • 427
  • 307
# 27 Ağu 2007 13:04:24
BEYAZ AT...

Öykü ünlü Çin düşünürü Lao Tzu'nun zamanında geçer.. Lao Tzu bu öyküyü çok sever, anlatırmış. Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakir. Ama kral bile onu kıskanırmış.

Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki. Kral at için ihtiyara neredeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.

- Bu at, bir at değil benim için.. Bir dost. İnsan dostunu satar mı? dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok.. Köylü ihtiyarın başına toplanmış.

- "Seni ihtiyar bunak.. Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler. İhtiyar:

- "Karar vermek için acele etmeyin" demiş.. Sadece "At kayıp" deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez."

Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş.. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takip getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler.

- "Babalık" demişler. "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için. Şimdi bir at sürün var."

- "Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?."

Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan ama, içlerinden "Bu herif sahiden bunak" diye geçirmişler.. Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara.

- "Bir kez daha haklı çıktın" demişler.

- "Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler. İhtiyar:

- "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş.

- "O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu.. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez."

Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş.

Köylüler, gene ihtiyara gelmişler.

- "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler.

- "Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer."

- "Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, İhtiyar. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor.

Lao Tzu, öyküsünü su nasihatla tamamlarmış, etrafına anlattığında:

- "Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsanız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."

Çevrimdışı ezoss

  • Uzman Üye
  • *****
  • 427
  • 307
  • 427
  • 307
# 27 Ağu 2007 13:07:24
KERTENKELE

Bu hikaye Japonya'da yaşanmış gerçek bir olayı anlatmaktadır:

    Evini yeniden dekore ettirmek isteyen Japon bunun için bir duvarı yıkar. Japon evlerinde genellikle iki tahta duvar arasında çukur bir boşluk bulunur. duvarı yıkarken, orada dışardan gelen bir çivinin ayağına battığı için sıkışmış bir kertenkele görür.

    Adam bunu gördüğünde kendini kötü hisseder ve aynı zamanda meraklanırda kertenkelenin ayağına çakılmış çiviyi görünce. Muhtemelen bu çivi 10 yıl önce, ev yapılırken çakılmıştı. Nasıl olmuştu da kertenkele bu pozisyonda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamayı başarmıştı?

    Karanlık bir duvar boşluğunda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamak çok zor olmalıydı. Sonra bu kertenkelenin 10 yıldır hiç kıpırdamadan nasıl 10 yıl yaşadığını düşündü- ayak çivilenmişti!!..

    Böylece çalışmayı bırakır ve kertenkeleyi izlemeye başlar, ne yiyor acaba? Sonra nereden çıktığını fark edemediği başka bir kertenkele gelir ağzında taşıdığı yemekle...

    İnanılmaz!!! Adamı sersemletir gördüğü manzara. Bu nasıl bir sevgi? Ayağı çivilenmiş kertenkele, 10 yıldır diğer kertenkele tarafından beslenmekteydi...

    Sizde bu hikayeyi okudunuz, eğer sizinde duygularınıza "dokunabilmişse" başkalarına da göndererek onlarında bu hikayeden istifade etmesini sağlayınız. Ve hemen siz de eşinizi, arkadaşınızı, kardeşinizi, sevdiklerinizi, konu komşu ahbap, demeden;

<<....::::: SİZİ SEVENLERİ ASLA TERK ETMEYİN VE UNUTMAYIN ONLARI :::::.....>>

Çevrimdışı aladag44

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 184
  • 86
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 184
  • 86
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 27 Ağu 2007 16:25:14
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
KERTENKELE

Bu hikaye Japonya'da yaşanmış gerçek bir olayı anlatmaktadır:

    Evini yeniden dekore ettirmek isteyen Japon bunun için bir duvarı yıkar. Japon evlerinde genellikle iki tahta duvar arasında çukur bir boşluk bulunur. duvarı yıkarken, orada dışardan gelen bir çivinin ayağına battığı için sıkışmış bir kertenkele görür.

    Adam bunu gördüğünde kendini kötü hisseder ve aynı zamanda meraklanırda kertenkelenin ayağına çakılmış çiviyi görünce. Muhtemelen bu çivi 10 yıl önce, ev yapılırken çakılmıştı. Nasıl olmuştu da kertenkele bu pozisyonda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamayı başarmıştı?

    Karanlık bir duvar boşluğunda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamak çok zor olmalıydı. Sonra bu kertenkelenin 10 yıldır hiç kıpırdamadan nasıl 10 yıl yaşadığını düşündü- ayak çivilenmişti!!..

    Böylece çalışmayı bırakır ve kertenkeleyi izlemeye başlar, ne yiyor acaba? Sonra nereden çıktığını fark edemediği başka bir kertenkele gelir ağzında taşıdığı yemekle...

    İnanılmaz!!! Adamı sersemletir gördüğü manzara. Bu nasıl bir sevgi? Ayağı çivilenmiş kertenkele, 10 yıldır diğer kertenkele tarafından beslenmekteydi...

    Sizde bu hikayeyi okudunuz, eğer sizinde duygularınıza "dokunabilmişse" başkalarına da göndererek onlarında bu hikayeden istifade etmesini sağlayınız. Ve hemen siz de eşinizi, arkadaşınızı, kardeşinizi, sevdiklerinizi, konu komşu ahbap, demeden;

<<....::::: SİZİ SEVENLERİ ASLA TERK ETMEYİN VE UNUTMAYIN ONLARI :::::.....>>



Gerçekten ders almamız gereken bir olay.Paylaşım için teşekkürler.

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 27 Ağu 2007 18:06:06
Kan ve gül,gülle diken aşkım ve sen
Birbirine dönük sırt sen ve ben
Bilmem anlatabiliyor muyum?
Seviyorum,seviyor musun?
Ağlıyorum,gülüyor musun?
Özlüyorum,gidiyor musun?
Sevdikçe,itiyor musun?
Peki öyle olsun...
Sarılıp öpen,ağlayıp gülen
Sonra kaçıp giden
Fırtınayla sakin gece,bir bilmece
Bilmem anlatabiliyor muyum?

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 27 Ağu 2007 19:17:54
    HAYAT NEDİR?
skor tabelası tutmak değildir.
Kaç arkadaşınız olduğu ya da kaçının sizi arkadaş kabul ettiği değildir.
Hafta sonu için planlarınızın olması değildir. Hafta sonunda yalnız olmanız da değildir.
Şu sıralar sevgiliniz olması değildir. Geçmişte sevgiliniz olması değildir.
Geçmişte kaç sevgiliniz olduğu değildir. Bugüne kadar hiç sevgilinizin olmaması da değildir.
Sizi kimin öptüğü değildir.
Aileniz ya da onların serveti değildir.
Hangi okula gittiğiniz değildir.
Ne kadar güzel ya da ne kadar çirkin olduğunuz değildir. Giydikleriniz, ayakkabılarınız değildir.
Ne çeşit müzik dinlediğiniz değildir.
Okul notlarınız değildir. Ne kadar akıllı olduğunuz değildir. Herkesin size verdiği akıl notu hiç değildir.
Hayat standart testlerinin belirlediği kişiliğiniz de değildir.
Hayat bir kağıda dökülmüş hayat hikayeniz ve bu hayat hikayesini kimin kabul ettiği de değildir.

Ama hayat; kimi sevdiğiniz, kimi incittiğinizdir. Kimi mutlu, kimi mutsuz ettiğinizdir.
Sizin olanları koruyabilme ya da mahvedebilmenizdir. Dostluklarınızdır.
Neyi söylediğiniz ve neyi kastettiğinizdir. Hangi önemli hüküm ve kararları verdiğiniz ve de niçin verdiğinizdir.
İçinizde sevgiyi taşımak, büyütmek ve dağıtmaktır.

Ama en önemlisi, yalnız başınıza asla gerçekleştiremeyeceğiniz bir şeyi yapmak, hayatınızı, başka insanların kalbine dokundurabilmektir.
Başkalarının kalplerini etkileyecek yolu ancak siz seçersiniz. ve hayat bu seçimlerdir zaten.
Hayat silgi kullanmadan resim çizme sanatıdır. ve insanlar böyle büyürler.

unutmayın; yaşama kendimizden ne katarsak, yaşamdan onu alırız...
 

Çevrimdışı ayşegülaslanlı

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.591
  • 2.111
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 2.591
  • 2.111
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 27 Ağu 2007 19:57:02
yalnız başınıza asla gerçekleştiremeyeceğiniz bir şeyi yapmak, hayatınızı, başka insanların kalbine dokundurabilmektir.
Başkalarının kalplerini etkileyecek yolu ancak siz seçersiniz.


insanlar kendi kendilerine hayatlarının anlamını nasıl da veriyor.. bence de hayata  nasıl bakarsan sana onları gösterecektir  herzaman kalbimizi dilimizi temiz tutmak gerekir
Dünya yitirilmekte olan bir nimet yada gelmekte olan bir beladır.zamanın kıymetini bilmeliyiz en başta ben tabii...

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK