Çin Bambu Ağacı

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 09 Ağu 2007 12:56:35
 Yokluğun dünyamı zindan eylese de sana kavuşmak arzusu ile hayata iki elimle sarılıyorum. Derdim sen isen dermanım yine sensin. Karşısında kaşlarımızı çattığımız ayrılık temennisine inat;vuslatlı diyarları dolaşacağımız günler yakındır elbet. Sokakların keşmekeşinden kurtulup geceleri,geceleri olduğu kadar gündüzleri seni düşünmek mislinde, seninle beraber olmak yakındır elbet.
     Akreple yelkovanın insafına kalmışsa da kavuşmamız, zalim firavunun karşısında bir Musa (as) edası ile insafsız zamanı yerle bir eder sevgimiz. Ayrılırken gözlerine bakamadım. Gözlerine dalıp kalp çarpıntını duyamadım. Ama bil ki dünyam iki kişiden ibarettir. Biri sen diğeri ben. Üçüncü yok. Yani yalnızlık yok. Çünkü sen yetiyorsun; yalnızlığa yer kalmıyor. Kalp çarpıntım sen sen diye atarken, hücrelerimdeki her bir zerre senin için çalışırken ve görmese de gözlerim cismini, hayalin bir cisim misali gözlerimin önüne bir perde gibi inerken ve senin soluduğun havayı soluyorsa ciğerlerim bu demektir ki aramızdaki mesafeye inat zamandan,mekandan ve rakamdan soyutlanmış bir alemde yemyeşil çimenlerin üstünde çisil çisil yağan yağmur tanelerinin arasında birbirinden ayrılmıyor ellerimiz ve kaçırmadan gözlerimizi saatlerce bakıyor birbirine gözbebeklerimiz.
 
 
 

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 09 Ağu 2007 13:00:45
Ormanda yaşayan Küçük Avcı o gün Kızılderili Kız arkadaşının doğum günü olduğunu anımsar ve ona bir armağan aramak için ava çıkar. Ormanın çeşitli yerlerine tuzaklar kurar. Ancak yakaladığı her hayvanın bir öyküsü vardır ve o hayvana acıyarak serbest bırakır.
Sonunda kurduğu tuzaklardan birine düşer ve kapana kısılır. Bu kez de kurtardığı hayvanlar ona yardım eder ve Küçük Avcı’yı düştüğü tuzaktan kurtarırlar. Avcı, Kızılderili Kız arkadaşının yanına gelir. O’na hediye bulamamıştır ama hediyelerin en güzelini vermiştir ona.

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 09 Ağu 2007 13:03:42
VER ÇEKİMİ  AL PARANI
Atatürk, ünlü güreşçi Kurtdereli'ye ödül olarak 1000 liralık bir İş Bankası çeki veriyor. Çekin altını Kemal Atatürk diye imzalıyor, zaten çeklerde resmi de var.
Pehlivan çeki İş Bankası'na götürüyor; kendisine 1000 lirayı ödüyorlar. O devre göre muazzam bir para. Kurtdereli parayı alıyor ama beklemeye devam ediyor.

"Ne bekliyorsun pehlivan?" diye sorduklarında çeki beklediğini söylüyor.
"Parayı aldın, çek bizde kalacak" diyorlar.
"O zaman alın 1000 liranızı, verin çekimi" diyor.
"Onda Atatürk'ümün imzası var."
Ve parayı iade edip Atatürk imzalı çeki sevgiyle cebine yerleştirerek gidiyor.

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 09 Ağu 2007 13:06:06
Yaşamak güzel şey doğrusu

Üstelik hava da güzelse
Hele gücün kuvvetin yerindeyse
Elin ekmek tutmuşsa bir de
Hele tertemizse gönlün
Hele kar gibiyse alnın
Yani kendinden korkmuyorsan
Kimseden korkmuyorsan dünyada
Dostuna güveniyorsan
İyi günler bekliyorsan hele
İyi günlere inanıyorsan
Üstelik hava da güzelse
Yaşamak güzel şey
Çok güzel şey doğrusu.

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 09 Ağu 2007 13:17:35
Beyninin sağ altı çalışanlar kırmızı lobludur. Türkiye'nin geneli kırmızıdır. Davranışları düşünsel değil, duygusaldır. Ülkeme, trafiğine bakıyorum. Bir insanın arabayı kullanışını genellediğim zaman, insanlar bedensel sürüyor arabalarını, oysa akılsal sürmeliler. Çok gürültüsü olan bir ülkeyiz ve bunun nedeni, bizlerin bedensel davranışımızdan kaynaklanıyor. Hanımefendilerin çoğu beyinlerinin sağ tarafını kullanır. Bir de duyguları mantık kısmına geçirip değerlendirmeden, beynin sağ tarafına alıyoruz. Mesela böyle bir yapıya sahip olan bayan yöneticiyse, karşısındaki güzel bir kadına iş vermiyor, çünkü kıskanıyor, kendine rakip görüyor. Kırmızılar duygusal ve  iyi hitabetçiler, iyi arkadaşlık yaparlar, takım ruhları vardır. Meslek olarak halkla ilişkiler, sunuculuk yapabilirler, iyi psikologlar ve eğitmenler de kırmızılardan çıkar."

Çevrimdışı emrovic

  • Uzman Üye
  • *****
  • 506
  • 339
  • 506
  • 339
# 10 Ağu 2007 04:47:06
Bişr-i Hafi 

Nefeslerin buhar olup savrulduğu ilik donduran bir kış günü. Gün doğalı çok olmuştur ama genç adam yeni yeni doğrulur. Gözlerinde bir ağırlık vardır, şakakları zonklar. Hep öyle olur, eğlence ile geçen gecenin sabahı mahmurluk basar ve kulakları uğuldar. Karnı tok, sırtı pektir ama huzursuzdur. O sıra kapı çalınır. Hizmetçi koşup açar. Soğuk hava içeri girer köşeleri dolanır. Kapıdaki adam kadife yumuşaklığında bir sesle sorar ama duvarlar yankı yapar:
-Bu ev kimin?
-Merv reislerinden Haris Abdurrahman’ın.
-Kendileri yoklar mı?
-Yok ama oğlu var.
-Bişr mi?
-Evet.
-Peki o hür müdür, kul mudur?
-Elbette hürdür.
-Hür olduğu belli, çünkü kul gibi yaşamıyor.
-Anlayamadım?
-Sen bu kadarını söyle, o anlar.
Bişr fırlar ama meçhul ihtiyar yok olmuştur. Acaba adı menkıbelerde geçen Hızır aleyhisselam o mudur?
Genç adam tutulur kalır. Bir an oyun ve eğlence ile geçen gecelerinden iğrenir. Kendine yeni bir istikamet çizecektir ancaaak.
Ancak çevresi onu, ona bırakmaz. Öyle ya hem böylesine zengin hem bu kadar cömert arkadaş kolay bulunmaz. “Yoldaşını bırakmak delikanlılığa sığmaz” der, eteğine yapışırlar. Koluna girer, meyhanelere sürüklerler. Yine o mâlum geceler, defler, kadehler, dümbelekler...
Ama Bişr eski Bişr değildir. Ayakları işrethaneleri dolaşsa da gönlü hakikatleri arar.
Bir gece ama şakır şakır yağmur yağan bir gece evine dönmektedir. Çamur içindeki bir kâğıt dikkatini çeker. Üzerinde besmeleyi görünce yerden alır. Çamurlarını siler, öper, koklar. Eve gelince gül yağları ile siler duvara asar. O gece Merv âlimleri rüyalarında Bişr’i görürler ki onların bile özlediği manevi ikramlar içindedir.
Rabbinden haber var
Ulema Bişri arar, sorar, mâlum yerlerde bulurlar. Onu dışarı çıkarırlar. Rengi sapsarıdır. Korkuyla sorar.
-Siz burada... Hayrola?
-Sana Rabbimizden haber var.
-Biliyorum, bana çok kızıyor.
-Aksine seni çok seviyor.
-Ama nasıl olur?
-Sen dün gece çamurdan bir kâğıt buldun mu?
-Buldum.
-Yerden aldın mı?
-Aldım.
-Öpüp kokladın mı.
-Kokladım?
-Güzel kokular sürüp duvara astın mı?
-Astım.
-İşte Allahü teâlâ da ismini temizlediğin gibi seni temizledi ve o kâğıda hürmet ettiğin için adını aziz kıldı.
Bişr son kez meyhaneye girer, arkadaşlarıyla vedalaşır. O anı hatırlamak için hayatı boyunca yalınayak dolanır çünkü tevbe ettiğinde ayakları çıplaktır. İşte bu yüzden adı “Hafi” (yalınayaklı) kalır.
Nereden nereye
O günden sonra ilim peşinde koşar. Önce dayısının medresesinde okur. Sonra Mekke, Kûfe, Basra ve Şam’a gider.
Çok alim tanır, çok kitap okur, ilim meclislerine katılır, ezber yapar, notlar tutar. Nitekim Bağdat’a gelir. Fudayl bin İyad, Muafa bin İmran ve İmam-ı Malik ile birlikte bulunur. Maruf-i Kerhi Hazretleri ile dost ve sırdaş olur. Nurlu dergâhına birçok genç gelir gider ki Sırriy-i Sekati bunlardan biridir. Ahmed bin Hanbel, Bişr-i Hafi Hazretlerine karşı çok hürmetkârdır. Talebeleri sorarlar:
-Efendim hadiste eşiniz benzeriniz yok, fıkıhta müctehidsiniz. Bişr gibi bir dervişin kapısında ne arıyorsunuz?
-Evet hadis ve fıkhı ondan iyi bilirim ama o kalp ilimlerinde hepimizden iyidir.
Birgün askerler bir mahkûmu meydana çıkarırlar. Suçu ağır olmalıdır. O kadar çok kırbaç vururlar ki derileri yarılır. Etlerinden sızım sızım kan sızar. Lâkin genç bir kere bile sesini çıkarmaz. Muhafızlar kan ter içinde kalır, nefeslenmek için dururlar. Bişr gence sokulup sorar:
-Biliyor musun tahammülüne hayran kaldım.
-Nasıl ağlayıp bağırabilirim ki. Kalabalığın içinde sevdiğim kız var ve şu an beni görüyor.
-İyi ama Allah-ü teâlâ seni her an görüyor. Onun edebini gözetmeyi hiç düşünmedin mi?
Genç öyle bir “Allah” der ki kendinden geçer. Yüzlerce kırbaca direnen vücut bu aşka tâkat getiremez. Muhafızlar yanına koştuğunda çoktan can vermiştir.
Hoca hekim olunca
Bişr-i Hafi her hadiseden hikmet alır. Mesela Abadan civarlarında bir saralı görür ki, toprağa düşmüş çırpınmaktadır. Yanına varınca cüzzamlı ve kör olduğunu farkeder. Yaralarına üşüşen karıncalar etlerini koparmaktadırlar. Başını kucağına alıp su verir. Genç kendine gelince “sen de kimsin?” diye sızlanır, “hem Rabbimle arama niye girdin?”
Aslında Bişr-i Hafi mükemmel bir tabibdir. Bitkileri ve baharatları çok iyi tanır ve onları ustalıkla kullanır. Otlardan köklerden mi yoksa dualarının bereketiyle mi bilinmez Allahü teâlâ onun hastalarına şifa dağıtır.
Bir gün evine girerken tefekküre dalar. “Bağdat’ta bunca insan var. Kimi Yahudi, kimi Hıristiyan. Ben ne yaptım ki bu devlete kavuştum? Onlar neyi yapmadılar ki mahrum kaldılar?” Böyle düşünürken sabah ezanları okunmaya başlar ki o hâlâ eşiktedir.
Bişr-i Hafi ölümüne doğru birisinden ödünç gömlek alır ve kendi gömleğini bir fakire bağışlar. Hasılı ardından bir gömlek bile bırakmaz. O Bağdat’a geldikten sonra hayvanlar yerleri kirletmezler çünkü mübareğin yalınayak dolaştığını bilirler. Bağdatlılar hayvanların eskiye döndüklerini farkedince “Eyvah” derler, “Bişr-i Hafi ölmüş olmalı”
Bişr-i Hafi buyurdular ki
* İki şeyden kaçın: “Çok yemekten ve çok konuşmaktan”
* Dünyada aziz olmak isteyen diline sahip olsun. Şahitlik yapmasın, imam olmasın, ziyafetlere katılmasın.
* Sabır Allah-ü teala’yı kullara şikayet etmemektir.
* İnsanlar arasında tanınmak isteyen ahiretin tadını alamaz.
* Şöhreti seven Allah’tan korkmaz.
* Övülmekten hoşlanmak ahmaklıktır.
* Sabır susmaktır. Konuşan, susandan daha fazla vera sahibi olamaz.
* Kötü insanlarla arkadaşlık yapan iyi kimselere sui zan eder.
* Dün öldü, yarın doğmadı, bugün can çekişiyor. Sen bu anı değerlendir.
* Topal bir karınca düşünün. Bir buğday için saatlerce uğraşır, didinir, tam yuvasının ağzına getirir ki taneyi kuş kapar. Ölüm kuşu da böyledir. Kimse dünyadaki emeline kavuşamaz.

Çevrimdışı yüksekovalı

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 93
  • 33
  • 93
  • 33
# 10 Ağu 2007 08:20:02
KAVAK AĞACI
Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş.Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış.Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacıyla aynı boya gelmiş.
Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:
''Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?''
''10 yılda'' demiş kavak.
''10 yılda mı? '' diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak '' Ben neredeyse 2 ayda seninle aynı boya geldim bak!''
'' Doğru '' demiş ağaç '' doğru...''
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgarları başladığında kabak önce üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkç da aşağıya doğru inmeye başlamış.
Sormuş endişeyle kavağa:
''Neler oluyor bana ağaç?''
''Ölüyorsun'' demiş kavak.
''Niçin?''
''Benim on yılda geldiğim yere sen iki ayda gelmeye çalıştığın için.''

Çevrimdışı aladag44

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 184
  • 86
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 184
  • 86
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 10 Ağu 2007 09:10:08
Emroviç öğretmenim;
Çok önemli dersler alabileceğimiz bir yazıyı, böyle manevi değeri yüksek olan bir günde bizimle paylaştığınız için Allah sizden razı olsun.

Çevrimdışı emrovic

  • Uzman Üye
  • *****
  • 506
  • 339
  • 506
  • 339
# 10 Ağu 2007 09:32:28
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Emroviç öğretmenim;
Çok önemli dersler alabileceğimiz bir yazıyı, böyle manevi değeri yüksek olan bir günde bizimle paylaştığınız için Allah sizden razı olsun.

sizden ve tüm kardeşlerimizden de Allah razı olsun

Çevrimdışı ezoss

  • Uzman Üye
  • *****
  • 427
  • 307
  • 427
  • 307
# 10 Ağu 2007 15:52:06
KARDELEN MASALI

Bir varmış bir yokmuş, uzak ülkelerin birinde, dağların doruklarında güzeller güzeli Dağ Fulyası yaşarmış. Baharın ilk belirtileriyle uzun kar uykusundan uyanır, güneş sıcaklığını iyice hissettirmeye başladığı günlerde tomurcuklanır, yaz boyunca da çiçekleriyle çevresine bin bir renkler saçar, kokusu ile, güzelliği ile, güzelliğinden çok o mahcup saf duruşu ile herkesi kendine hayran bırakırmış...

    Doğa ananın da en sevgili yavrusu, her şeylerden sakınıp gözettiği en nadide çiçeği imiş bu Dağ Fulyası... En yakın arkadaşı Nergis'le sıcak yaz günleri boyunca gülüşürler, oynaşırlar, bütün doğayı neşeyle donatırlarmış. Fulyacık Nergis'ini çok sever bir dediğini iki etmezmiş. Elinden gelse tüm dünyasını Nergis'le paylaşmak istermiş. Nergis'te çok güzelmiş ama Fulya'nin saflığına karşı son derece kurnaz, işveli, cilveli, bir kızmış. Fulya'yı çok sever, onunla arkadaşlığını sürdürmek için kendini ona benzetmeye çalışır, ama içten içe de Fulya'nın herkes tarafından sevilmesine tahammül edemez, herkes kendini daha çok sevsin istermiş...

    Fulya'nın tüm çiçekleri sabırla dinleyip, hepsine yardım etmek istemesine, herkese çözüm getirmeye çalışmasına hayret edermiş. Çünkü, Nergis çiçek için doğadaki en önemli şey kendisiymiş, kendi duyguları kendi düşünceleri, herkesin, her şeyin üstündeymiş. Fakat Fulya'ya özel bir değer verir, onun hayranı olduğu saflığını korumak için olası tüm kötülüklerden sakınmak istermiş. Fulya ise hep tebessümle karşılarmış Nergis'i zira, Doğa annesinin de aynı koruyucu kollayıcı davranışlarına alışık olduğu için Nergis'e ayrıca çok güvenir, inanırmış....

    Bu arada aşağılarda , dağların, vadilerin ötesindeki ovalarda ise Bahar Rüzgârı yaşarmış...Bu rüzgârın en sevdiği iş, ovanın tüm çiçeklerine gezip gördüğü yerleri anlatarak onlara yeni heyecanlar, yeni ufuklar göstermek ve onların hayranlığını, sevgisini kazanmakmış. Birbirinden değişik ilginç öykülerle çiçeklerin gönlünü çelip en masum görüntüsünü takınırken hoş sesiyle onlara birbirinden güzel şarkılar söyler, eğlendirirmiş....

    Çiçekler kendilerinden geçip, hayranlıkla onu dinlerken, o fark ettirmeden çiçek tozlarını alıp koynunda gizlediği kutusuna atarmış. Bahar Rüzgârı, bu çiçek tozlarını karıştırıp bir gün kendine en güzel kokulu, en güzel renkli çiçeğini oluşturacağını hayal eder, yüreği bu hoş beklentiyle çarparmış. Fakat aldığı her çiçek tozundan sonra yine bir eksiklik hissedip daha güzel, daha ışışltılı, bin bir renkli, çok daha güzel kokulu çiçekler aramaya çıkarmış...

    Rüzgâr, bir gün yine bu amaçla ovadan ayrılıp vadiye doğru yola çıkmış. Vadiye geldiğinde birden çok farklı bir çiçek kokusu hissetmiş, etrafına bakınmış ama görememiş. Çünkü koku yukarılardan geliyormuş. Başını kaldırıp dağa doğru bakmış. Tepelere yaklaştıkça kokular daha da yoğunlaşırken içlerinden ayırt edici bir koku tatlı tatlı başını döndürüyor, onu daha yukarılara çekiyormuş. Sonunda onu görmüş. İlk önce heyecandan yanına yaklaşamayıp uzaktan seyre dalmış...

    Fulya çiçek olacaklardan habersiz pervasızca çevresindeki arkadaşlarıyla şakalaşıyor, çocuklar gibi neşeli kahkahalar atıyor, gülerken gözlerinin içi gülüyormuş. Rüzgâr nasıl olup da bugüne kadar çevresine eşsiz ışıltılıar saçan bu çiçeğin varlığından habersiz yaşadığına hayret etmiş...

    Hemen harekete geçmeye karar verip hafif hafif Fulya'nın etrafında esmeye başlamış. Bir yandan da bildiği en güzel şarkıları söylüyormuş. Fulya bu beklenmedik hoş esintiyi heyecanla karşılamış, kendine yeni ve çok farklı bir arkadaş edineceğini hissetmiş. Çünkü arkadaşı Dağ Rüzgârının keskin esintisine karşı Bahar Rüzgârı tatlı bir meltem edasıyla yapraklarını okşuyor, yıpratmadan dinlendiriyormuş. Güzeller güzeli çiçek, rüzgârın coşkulu, tutkulu heyecanlı sesini büyük bir hoşnutlukla dinlemeye koyulmuş...

    Rüzgar, Fulya'ya ovadaki güzellikleri, gezip gördüğü yerlerde duyup işittiği ve yaşadığı ilginç hikayelerini anlatırken onun da başını döndürüp çiçek tozlarını alacağı anı hayal ediyor ve yüreği bu anın heyecanı ile deli gibi çarpıyormuş. Fakat kendindeki bu yeni duygulara kendide şaşırıyor, Fulya çiçeğin tüm dünyasını merak ediyor, daha yakından tanımak için çırpınıyormuş. Bu nedenle çiçek tozlarını almak için biraz daha sabredip Fulya ile arkadaş olmaya karar vermiş...

    Rüzgâr, Fulya çiçeğin dünyasına girdikçe hayranlığı daha da büyümüş, onunla konuşmak, onun fikirlerini duymak, kendini dinlerken hüzünlü hikayelerde hemen buğulanıveren gözlerine dalıp gitmek, neşeli hikayelerde kahkahalarına karşılık vermek Rüzgarda tutkuya dönüşmüş...

    Fulya'nın kokusu renklerindeki saflık, konuşmalarında kendini hissettiren bilgeliğini, çocuksu ifade tarzı, hele sesindeki o içine işleyen ince tını bugüne kadar hiçbir çiçekte rastlayamadığı özelliklermiş...

    Fulya ise dinlediği o harika hikayelerle, kendini dünyanın her yerine götürdüğüne inandığı bu yeni arkadaşı yüzünden tüm arkadaşlarını ihmal etmeye başlamış. Zamanını hep Rüzgarla beraber geçirmek istiyormuş. Zira Rüzgâr öyle güzel konuşuyor ve o kadar çok şey biliyormuş ki, Fulya'nın dünyası yepyeni renklerle bezeniyormuş...

    Günler geceler boyu birlikte konuşmuşlar, gülmüşler, ağlamışlar. Bahar Rüzgârı Fulya'nın bütün güvenini kazanmış. Fulya bu arada Nergis'i ihmal etmemeye çalışıyor ona da Rüzgâr'ın anlattıklarını anlatıyor ve ikisini tanıştırırsa birlikte harika bir dünya kuracaklarını çok eğleneceklerini söylüyormuş. Nergis, Fulya'yı ilk kez bu kadar heyecanlı görüyor ve onu bu kadar etkileyen birini çok merak ediyormuş...

    Rüzgâr ise çiçek tozlarını aldığı takdirde Fulya'nin arkadaşlığını kaybedeceğini bildiğinden bu çok istediği, beklediği anı sürekli erteliyormuş. Fakat aklında da yaratacağı o muhteşem çiçek olduğundan dağdaki diğer çiçeklerle arkadaşlık kurup, onlara da aynı hikayeleri, aynı şarkıları anlatarak başlarını döndürüyor ve çiçek tozlarını alıp saklıyormuş...

    Bir gün Fulya, Rüzgâr'ın tüm yaptıklarını görmüş. Fakat çiçek tozlarını saklamasını anlayamamış. Zira çiçek tozları, çiçekler için hayati önem taşıyormuş.Tüm çiçek arkadaşlarının ertesi baharlarda yeniden canlanıp gün ışığına kavuşmaları için bu tozların yeniden toprağa düşmesi gerekiyormuş. Oysa rüzgâr onları kendine saklayarak çiçeklerin ömürlerini sona erdiriyormuş. Fulya çok üzülmüş, onun derin düşünceli hali Doğa annesini de endişelendirmiş. Bu arada Fulya, istemeyerek Bahar Rüzgârı'nı Nergis'lede tanıştırmış. Ama Nergis'in çok akıllı olduğunu ve Rüzgâr'ın büyüsüne kapılmayacağını düşünüyormuş...

    Oysa Rüzgâr, Nergis'in ışıltılı renklerini öyle bir övgülerle anlatmaya başlamış ki.. Hele Rüzgâr'ın şarkılarında ki, o heyecanlı sesi duyunca Nergis de tüm diğer çiçekler gibi büyülenmiş ve çiçek tozlarının gittiğinin farkına bile varmamış...

    Fulya büyük bir korku ve üzüntü ile olanları izliyormuş. Hemen evine dönüp Rüzgâr'a, evinin tüm kapı ve pencerelerini sıkı sıkıya kapatmış. Rüzgâr, Fulya'nın olanları gördüğünden habersiz, kendinden emin bir şekilde büyük bir kibir ve iki yüzlülükle Fulya'nın evinin önüne gelmiş. Her zamanki gibi ona ne eşsiz bir çiçek olduğunu, kokusuyla onu büyülediğini, çok uzaklardan bu koku ile kendisini çekip getirdiğini en etkileyici sesi ile söylemeye başlamış...

    Fulya çok büyük üzüntüler içinde perdenin arkasından sessizce Rüzgâr'ın anlattıklarını dinliyormuş. Rüzgâr, kapıların açılmayışına anlam verememiş. Tekrar Fulya'ya ne kadar çok değer verdiğini söyleyip en hüzünlü sesiyle ona şarkılar söylemeye devam etmiş...

    Fulya, gözyaşları içinde kapılarını açmadan Rüzgara her şeyi gördüğünü ve yaptıklarını çok yanlış bulduğunu, çiçeklerin yaşamlarının sürekliliği içine tozlara ihtiyacı varken kendisinin büyük bir duyarsızlıkla, her şeyi önceden planlayarak tozları çaldığını söylemiş...

    Rüzgâr, Fulya'nın tepkisini çocukça ve anlamsız bulmuş. O tozlara kendi mükemmel çiçeğini yaratmak için ihtiyacı olduğunu Fulya'ya anlatmaya çalışmış ama Fulya onun yaptıklarını asla anlayamayarak bencillikle suçlayınca büyük bir kızgınlıkla oradan uzaklaşmış...

    Nergis ise olanlardan habersiz Rüzgârla arkadaşlığına devam ediyormuş. Rüzgâr kendi mükemmel çiçeği için sakladığı tozları arasında Fulya'nın eksikliğini içinde duyarak, kutusunu açmış, bir daha ki bahara kendi muhteşem çiçeğini oluşturmak amacıyla çiçek tozlarını toprağa serpmek istediğinde birde ne görsün tozların hepsi kutunun içinde günlerce havasız kalmaktan bozulup küflenmiş ..

    Rüzgâr, her çiçek tozunun kendi doğal ortamı içinde sadece ait olduğu çiçek olarak yaşayabileceğini çok geç anlamış. Yinede büyük bir kibirle doğanın kanunlarına karşı geldiğini binlerce çiçeğe sonbaharı yaşattığını görmezden geliyor, diğer yandan içinde Fulya'nın yokluğundan kaynaklanan büyük bir boşlukla tüm hedef ve amaçları tükenmiş bir şekilde avare esip duruyormuş...

    Fulya, gördüklerine yaşadıklarına dayanamıyor büyük acılar çekiyormuş. Hele bir dahaki baharda hiçbir arkadaşının olamayacağını düşündükçe, Nergis'inin bile Rüzgâra kapılıp gittiğini görmek, onu kaybettiğini bilmek Fulya'nin büyük üzüntülerle hastalanmasına neden olmuş...

    O incecik zarif boynu bükülmüş, günden güne sararıp solmuş. Doğa anne üzüntüsünden ne yapacağını bilemiyor en değerli yavrusunun gözünün önünde eriyip gitmesini, hastalıktan ölecek hale gelmesini önleyecek çareler arıyormuş. En sonunda aklına çok güzel bir fikir gelmiş. Hemen Dağ Fulyası’nın yanına gelerek, onun vaktinden çok önce uyumaya başlaması gerektiğini söylemiş. Fulya çiçek derin üzüntülerle minicik yüreği çok yorgun olduğundan henüz daha bahar aylarında olmasına rağmen annesinin kollarında kolayca uyumuş..

    Günler haftalar aylar boyunca hiç uyanmamış..

    Böylece tüm yaz ve sonbahar aylarını uykuda geçiren Fulya bir gün kulağında Doğa annesinin tatlı mırıltılarını duyarak gözlerini açmış. Yüreğinin nedenini henüz bilemediği büyük bir huzur ve mutluluk ile dolu olduğunu hissediyormuş. Gördüklerini anlamaya çalışıyor, muazzam bir beyazlığın ortasında gözleri kamaşıyormuş. Adeta tüm evren, bu güzel ve cesur çiçeğin yüreğini huzurla doldurmak istercesine büyük bir sessizlik içindeymiş...

    Karların Prensi ise büyük bir şaşkınlıkla kardan pelerinin altından adeta yüreğini delip çıkan bu çiçek karşısında nefesi tutulmuş, gözlerine inanamayarak bu güzel çiçeğin yaşama yeniden gülümsemesini izliyormuş...

    Hayatında ilk kez böylesine güzel bir çiçekle karşılaşmış. Zaten zavallıcık hayatı boyunca hiç çiçek bile göremiyormuş ki, kış boyunca doğadaki tüm canlılar kış uykusuna yatar, her yer derin bir sessizliğe gömülürmüş...

    Fulya da doğaya böylesine muazzam güzellikler veren ve büyük bir huzur içinde uyumasını sağlayan karlar prensine mutlulukla gülümsüyormuş. Tüm ruhu ve incecik zarif gövdesi ile sadece karlar prensine yönelmiş, gözleri sadece onu görsün, yüreği sadece onu duysun istemiş...

    İşte; o günden beri tüm doğa, Dağ Fulyasına KARDELEN demeye başlamış...

    Zira, karları delip yeryüzüne çıkabilen tek çiçek Kardelen olmuş.

    Karların ve Karlar Prensi'nin tek çiçeği ...

    Kardelenle Karlar prensi birbirlerine hiç beklemedikleri bir anda kavuşmanın sevinci ile sonsuza dek büyük bir mutlulukla yaşamışlar..

Çevrimdışı ezoss

  • Uzman Üye
  • *****
  • 427
  • 307
  • 427
  • 307
# 10 Ağu 2007 15:53:41
LEYLA İLE MECNUN


Arap meliklerinden birine Leyla ile Mecnun’un halinden bahsediyorlar. Dediler ki:

    - “Mecnun, iyi ve kuvvetli bir şair olduğu halde, çöllerde dolaşıp perişan bir hale düştü. İrade dizginini elinden kaçırdı.”

    Melik, “Onu bulup getirin” emrini verdi.

    Mecnunu bulup getirdiler ve huzura çıkardılar.

    Melik, onu ayıplayarak şöyle dedi:” İnsanlık şeref ve haysiyetinden ne zarar gördün ki, hayvanlık huyunu aldın da, insanlar arasında yaşamaktan vazgeçtin?...”

    Mecnun ona inliye inliye şu cevabı verdi:

    - ”Birçok dostlarım Leyla’yı sevdiğim için beni ayıpladılar. Fakat bir gün Leyla’yı gördüklerinde, benim mazur olduğumu anlayacaklardır.”

    “Ey gönlümü alan güzel!...Keşki beni ayıplayanlar seni bir görseydiler. Seni görünce, turunç kesecekleri yerde kendilerinden geçip ellerini keserlerdi. Bunu görmek isterdim. O zaman hakikat meydana çıkar ve davamda haklı olduğum sabit olurdu.”

    Melik; “Bir de biz görelim bakalım. Ne biçim şeymiş bu Leyla”, dedi ve onun aranıp bulunmasını ve huzuruna getirilmesini emretti.

    Melikin emri üzerine memurlar çölü dolaştılar, çadırları aradılar. Sonunda Leyla’yı bularak getirip huzura çıkardılar.

    Melik, baktı ki, bu Leyla denilen kız, esmer mi esmer, zayıf mı zayıf....Melik, Leyla’yı beğenmedi. Çünkü haremindeki cariyelerin en çirkini ve hakiri, ondan daha güzel ve daha süslü idi...

    Zeki Mecnun , melikin aklından geçeni derhal anladı ve dedi ki:

    - “Ey Melik!..Leyla’ya kıymet vermek için ona, Mecnun gözüyle bakmalısın.Eğer Leyla’ya benim gözümle bakarsan gerçeği o zaman anlar, aşkımdaki manayı ve sırrı o vakit çözer, ondaki güzelliğin o zaman farkına varırsın...”

    Mesnevi de şöyle geçiyor:

   Sen benim derdimi kavrayamazsın ki, bana acıyabilesin. Benim derdimi ve derdimdeki manayı idrak ve ihata edebilen bana arkadaş olabilir. Ben böyle bir arkadaşa halimi gece gündüz anlatabilirim. O da anlar...”İki odun birlikte olursa iyi yanar.”

   Şöyle bir şiir de var:

    Cananıma ve yurduna dair kulağıma gelen sözleri,
    O yurdun güvercinleri duysalar, benim feryadıma iştirak ederler.

    Ey dostlarım!...Sıhhat ve afiyette olan kimseye söyleyin:
    Sen dertlinin yüreğindeki sızıyı bilmezsin.

   Mesnevi de ayrıca şöyle geçer :

    “Sağlam insanlarda yara derdi bulunmaz. Ben derdimi ancak ve ancak derdime ortak olana söyleyebilirim. Başkasına anlatamam... Ömründe bir kimseyi arı sokmamış ise, ona arıdan bahsetmek boş şeydir. Sen benim gibi bir derde müptela olmamış isen, benim halim sana efsane gibi gelir. Onu bir masal gibi dinlersin. Benim içimdeki sızıyı başkasıyla mukayese etme. Başkası, tuzu elinde tutuyor. Halbuki benim yarama ekilmiştir.”

(ŞARIŞEKER senin için)

Çevrimdışı ayşegülaslanlı

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.591
  • 2.111
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 2.591
  • 2.111
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 10 Ağu 2007 20:38:42
Arkadaşlar her zaman hatırlanmalı helede yaptığımız yanlışları komik  şeylerle kapatmamalıyız  kimseyi değil sadece kendimizi kanıdırabiliriz böyle şeylerle....bazı şeyler geç kalınmamalı bu öyküdeki de değişik bir versiyonu olarak gelsin ...



GEÇ KALMAYIN !

Daha henüz 18 yaşındaydı ama hayatının sonundaydı.
Tedavisi mümkün olmayan ölümcül bir kansere yakalanmıştı.
Kahır içinde eve kapatmıştı kendini...Sokağa çıkmıyordu.
Annesi, bir de kendisi. O kadardı bütün hayatı...
Bir gün fena halde sıkıldı, dayanamadı, attı kendini sokağa...
Bir yığın vitrin önünden geçti, tam bir CD satan dükkânı da
geride bırakmıştı ki, bir an durdu, geri döndü, kapıdan içeri,
gözüne hayal meyal takılan genç kıza bir daha baktı. Kendi
yaşlarında harika bir genç kızdı tezgahtar... Hani,ilk bakışta
aşk derler ya, öyle takılıp kalmıştı işte...İçeri girdi. Kız,
gülümseyerek koştu ona; "Size nasıl yardım edebilirim?" diye.
Nasıl bir gülümsemeydi o...Hemen oracıkta sarılıp öpmek istedi
kızı... Kekeledi, geveledi, sonra "Evet!" diyebildi. Rastgele
birini işaret ederek; "Evet, şu CD'yi bana sarar mısınız?"
dedi. Kız CD'yi aldı, içeri gitti, az sonra paketle geri geldi.
Gençkızdan aldı paketi, çıktı dükkündan, evine döndü.
Paketi açmadan dolabına attı... Ertesi sabah gene gitti aynı
dükkâna...Gene bir CD gösterdi kıza, sardırdı, aldı eve
getirdi, attı paketi dolaba gene açmadan...Günler hep alınıp,
sardırılan CD'lerle geçti. Kıza açılmaya bir türlü cesaret
edemiyordu. Annesine açıldı sonunda...Annesi; "Git konuş
oğlum, ne var bunda?" dedi. Ertesi sabah,bütün
cesaretini topladı, erkenden dükkâna gitti. bir CD seçti.
Kız gülerek aldı CD'yi, arkaya gitti paketlemeye.
Kız içerdeyken bir kâğıda "Sizinle bir gece çıkabilir miyiz?"
diye yazdı, altına telefon numarasını ekledi,notu kasanın
yanınakoydu gizlice. Sonra,paketini alıp
kaçtı gene dükkândan... İki gün sonra evin
telefonu çaldı... Anne açtı telefonu. Dükkândaki tezgahtar
kızdı arayan. Delikanlıyı istedi, notunu yeni bulmuştu
da... Anne ağlıyordu... "Duymadınız mı?" dedi. "Dün kaybettik
oğlumu." Cenazeden birkaç gün sonra anne, oğlunun odasına
girebildi sonunda. Ortalığa çeki düzen vermeliydi. Dolabı açtı,
oraya atılmış bir yığın açılmamış paket gördü. Paketleri aldı,
oğlunun yatağına oturdu ve bir tanesini açtı. İçinde bir
CD vardı, bir de minik not...
"Merhaba, sizi öyle tatlı buldum ki, daha yakından
tanımak istiyorum. Bir akşam birlikte çıkalım mı?
Sevgiler... Jacelyn "
Anne, bir paketi daha açtı, onda da bir CD ve
bir not vardı: "Siz gerçekten çok tatlı birisiniz,
hadi beni bu gece davet edin, artık.
Sevgiler...Jacelyn "

LÜTFEN SEVDİĞİNİZİ BELLİ ETMEKTE VE SÖYLEMEKTE GEÇ KALMAYIN! :((((


Çevrimdışı chns

  • Uzman Üye
  • *****
  • 510
  • 161
  • 510
  • 161
# 10 Ağu 2007 21:16:54
Arkadaşlar gerçekten güzel paylaşımlar, hepinize çok teşekkürler. Yazılanları zevkle okuyorum.

Çevrimdışı AKÖREN

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.045
  • 1.478
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 1.045
  • 1.478
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 10 Ağu 2007 23:06:39
Çok geç diye bir zaman yoktur!.. Okulun ilk günü, ilk derste profesörümüz, önce kendini tanıttı, sonra; "Bu yıl, yepyeni bir öğrencimiz var. Çok ilginç biri bakalım bulabilecek misiniz" dedi.. Ayağa kalkıp etrafa bakmaya başlamıştım ki, yumuşak bir el omzuma dokundu.. Döndüm.. Yüzü iyice kırışmış bir yaşlı hanımefendi, bana gülümseyerek bakıyordu..


"Ben Rose" dedi..

"Benim adım Rose, yakışıklı.. 87 yaşındayım. Madem tanıştık seni kucaklayabilir miyim?.

"Güldüm.. "Tabii" dedim..

"Hadi sarıl bana.."
Öyle sımsıkı sarıldı ki "Bu kadar genç ve masum yaşta üniversiteye niye geldin" diye şaka yaptım.. Minik bir kahkaha ile yanıtladı: "Buraya zengin bir koca bulmaya geldim. Evlenip birkaç çocuk doğuracağım. Sonra emekli olup dünya turuna çıkacağım.."

Dersten sonra kantine gidip, birer sütlü çikolata içtik. Hemen arkadaş olmuştuk. Ertesi gün ve ertesi üç ay, sınıftan hep birlikte çıktık ve hep kantinde lafladık.. Öyle akıllı ve öyle deneyimliydi ki, onu dinlemekle, derslerden daha çok şey öğrendiğimi hissediyordum. Sömestre boyunca Rose kampüsün gülü oldu. Nereye gitse etrafı çevriliyor, çok çabuk arkadaş ediniyordu. iyi giyinmeyi seviyor, diğer öğrencilerin ilgisini çekmeye bayılıyordu. Rose hayatını yaşıyordu..

Hepimizden daha canlı, daha dolu yaşıyordu.. Sömestre sonunda, Futbol balosuna davet ettik, Rose'u.. Konuşma yapması için.. Orada bize verdiği dersi unutmama imkan yok.. Konuşmasını önceden hazırlamış ve bir yığın karta kocaman kocaman yazmıştı. Elinde bu deste ile kürsüye yürürken, kartları elinden düşürdü. Konuşma darmadağın olmuştu. şaşkın, biraz da utanmış mikrofona doğru eğildi..

"Ne kadar beceriksizim, değil mi?.. Özür dilerim.. Buraya gelmeden önce heyecanım yatışsın diye bir duble viski attırdım. Sonucu görüyorsunuz.. şimdi bu kartları toplasam bile onları yeniden sıraya koymam mümkün değil.. Onun için en iyisi ben size aklımda kalanları söyleyeyim, olur mu?.." Biz kahkahalarla gülerken, o bardaktan bir yudum su aldı ve konuşmasına başladı: "Yaşandığımız için, evlenmekten, oynamaktan, yaşamaktan vazgeçmeyiz.. Evlenmek, oynamak ve yaşamaktan vazgeçtiğimiz için yaşlanırız. Genç kalmanın mutlu olmanın ve başarıya ulaşmanın sadece dört sırrı vardır.. Her gün gülmek ve yaşama katacak mizah bulmak.. Bir rüyanız olmalı mutlak.. Rüyalarınızı kaybettiniz mi, ölürsünüz.

Etrafımızda dolaşan pek çok kişi aslında ölü ve bundan kendilerinin bile haberi yok.. Yaşlanmakla, büyümek arasında çok büyük bir fark vardır.. Eğer 19 yaşındaysanız ve bir yıl hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey üretmeden bir yıl sırtüstü yatarsanız, sadece bir yaş yaşlanır, 20 olursunuz.. Ben 87 yaşındayım ve ben de bir yıl hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey üretmeden sırtüstü yatarsam, 88 yaşımda olurum. Herkes bir yılda bir yaş yaşlanır.

Bunun için özel bir yetenek ya da bilgiye ihtiyaç yoktur. Oysa bir yaş daha büyümek için, mutlak bir şeyler yapmak, üretmek, kendini geliştirecek fırsatları bulmak ve kullanmak gerekir. Asla pişman olmayın.. Biz yaşlılar, genelde yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan pişman oluruz çünkü..

Ölümden korkan insanlar, pişman olanlardır.. Pişman olmaktan korktukları için hiçbir şey yapmayanlardır.."

Ders yılı sonunda Rose, yıllarca önce başlayıp, yaşam mücadelesi içinde ara vermek zorunda kaldığı üniversiteyi derece ile bitirdi..

Mezuniyet töreninden bir hafta sonra, uykusunda, huzur içinde öldü.

Cenaze törenine 2 binden fazla üniversite öğrencisi katıldı.

"Yapabileceğimiz her şeyi yapmak için asla geç olmayacağını" hepimize hem de nasıl öğreten bu muhteşem kadının anısına layık bir törendi bu.. Rose'un öğretisi aslında dünyanın bütün üniversitelerinde zorunlu ders olmalıydı:



"Çok geç diye bir zaman yoktur

Çevrimdışı emilii

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.578
  • 1.599
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.578
  • 1.599
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 11 Ağu 2007 00:04:10
çok etkieyici bir hikaye... hep rose gibi  yaşlanmayı hayal ederim biliyormusunuz....
İlerlemiş yaşına rağmen hayata küsmeyip sımsıkı sarılan ve üretmeye devam eden insanlara hep hayran oldum....
Alıntı
çok geç diye bir zaman yoktur
  ne güzel bir söz...

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK