Çin Bambu Ağacı

Çevrimdışı ezoss

  • Uzman Üye
  • *****
  • 427
  • 307
  • 427
  • 307
# 11 Ağu 2007 13:06:58
Bilge Adam ve Şehrin Büyüleyici Prensesi


Bir gün bir şehirde bir adam yaşarmış kendi halinde bir evde ayleysiyle yaşarmış.cocuk ken insanlardan yemiş olduğu darbelerden dolayı adam sürekli kendi Dünyasında kitaplarıyla yaşarmış.Onu diğer insanlardan ayıran özelikde sürekli kitap okuyup kendine cok farklı bir Dünya yaratmasıydı.en sevdiği ve yapa bildi tek şey buydu.

Yaşadığı şehirde bütün insanlar maskelerle dolaşırlardı.bu adam bu insanların maskelerinde korktu için sürekli insanlardan kacıyordu.cünkü o maskelerin altındaki telihkeleri sezemediği için artık korkularını azaltmak için sürekli kitaplar okuyordu.Bir nebze korkularından kısada olsa kaca biliyordu. Artık Hayatı kitaplar olmuştu. Yaşıtları gezerken eğlenirken o kendi Dünyasında sihirli kitaplarıyla yaşayıp   Duruyordu ne zaman kitaplarını bırakıp insanların Dünyasına girdiyse darbeler yiyip duruyordu. O Şehirin en meşur ustaları maske yapan ustalarıydı. Öyle maskeler yapıyorlardiki i,nsanların yüz yapısından Hiçbir farkı yoktu maskelerin . Bundan dolayı genc adam maske ve yüzleri secemiyordu. Secemediği içinde sürekli darbeler yiyip duruyordu. Bu darbeler onu kitapların içine Hapsediyordu.genç adam senelerce kitapların arasında kaybolup gitmişdi. Arada seneler gecdikden sonra genc adam artık orta yaşa gelmişdi artık bir nebzede olsa kitaplardan aldığı Bilgi onu olgun bir Bilge adam yapmışdı.Artık bilgeliğiyle insanların Maskelerinin altındaki telikeleri seze biliyordu. Ve darbelerden kendi koruya biliyordu.Artık bilgeliğine güveniyordu artık Hayata atılmak için hazır dı yada o öyle biliyordu.kitapların verdiği öz güvenle ve temel bilgilerle artık Hasırım diyordu.   Bilge adam yüreyinde oluşan bir sevgi pınarı oluşmuşdu öyle bir sevgi pınarı oluşmuştuki artık sevgisiyle Bütün kötülükleri yene bilçene inanmışdı.temel felsefesi Sevgiydi bir gün bütün kötülüğü yenecekdi. Bilge adam buna inanmışdı artık oda İnsanlar gibi şehre inip Bilgeliğinine ve yüreyindeki sevgi pınarına güvenip insanların içine karışmaya Başlamıştı.   Ve günler aylar bir birini kovalarken bilge adamın hiçbir Dostu yokdu olmamışdı. Bir gün bilge adam O şehirde hiç görmediği Dünyalar güzeli bir kızla tanışmıştı. Bilge adam kızı görünce ve konuşunca sanki büyülenmişdi sürekli bunun bu Dünyaya ayit olmadaığını söylüyüp duruyordu ve kızda bilge adamdan Hoşlanmaya bşlamışdı o kadar mutlu olmuşduki mutlulukdan ucmuşdu sanki bilge adam artık Aşık olmuşdu Hiç yaşamadığı tatmadı Duygular hakim olmuşdu yüreyi sanki vucunda ölen bütün hüçreleri tekrar aşk sayesinde canlanıyordu bilge adamın. Aşk okadar mutlu etmişdiki Bilge adamı bian insanlardan yediği darbelerin acısını unutmuşdu bu bir mucizeydi bilge adam için. Onu artık Hayata bağlayan bir amacı vardı yaşaması için bir sebeb vardı. Günler gecdikce bilge adamın Hayatın içinde insanlardan aldığı bıcak gibi darbeler Aşk ilacıyla vucudu ileşiyordu. Vucudundaki kesikler kaybolmaya başlamışdı bu bir mucizeydi sanki bilge adam için . Bilge adam kızdan o kadar büyülenmişdiki farkına varmadan Bilgeliğini kaybetmeye başlamıştı bunun farkına varamamışdı bilge adam. Hayatında hiçbir kızı bu denli sevmemişdi bilge adam o kızla cok mutluydu bilge adam.günler aylar geciyordu artık bilge adam bu büyüleyici ve Dünyanın en güzel kızla evlenmeye karar vermişdi sanki senelerce aradığı şey buydu bunu kacıramasıdı bilge adam mutluluk buydu ona göre Onu böyle heycanlandıran mutlu eden   Hiç bişey olmamışdı hayatında. Kendine söylip duruyordu bilge adam evet evet bu Dünyalar güzeli prenzezle evlenmem lazım ve onu Dünyanın en mutlu insanı yapabilirim diyordu kendi kendine.Allahın bana gönderdiği bir Hediyeydi bir melekdi bu.bir birilerini göremedikleri zamanlar Haberci güvercinlerle birbirleriyle Haberleşiyorlardı. Bilge adam aylarca güvercinleriyle Haber yoluyordu prensesine ve bir gün ikiside karar verdi evlenmeye ve prenses bunu ilk annesine anlatı. Ve annesi bilge adamı görmek istedi ve annesinin Hayali yakışıklı bir Prensdi bir gün buluştular üçü. Annesi bilge adamı görür görmez şok oldu   Bilge adamin iç Dünyası cok güzeldi ama insanların bakış acısına göre pek yakışıklı biri değildi cünkü insanlar sevgiyle bakmıyorlardı birbirilerine. Ve annesi sanki yıkuılmışdı karşısındaki bilge adamı kızına yakışdıramamışdı. Bilge adam bunu fark etmişedi Bilgeliğiyle ve olay karşısında şok olmuşdu Bütün umutları yıkılmışdı bilge adamın sanki. Ama melek kalpli prenses   Bilge adamı teseli ediyordu. Her zorluğa rağmen biz evlencez diyordu bilge adama bu sözler bilge adamın kalbini tekrar düzeltmeye yetmişdi. Prensez bilge adamın yanında cok mutluydu. Ama mutlulukların altında sürekli korkular besliyordu prensez cünkü biliyordu bilge adamı aylesi Beyenmeyeceni sürekli bunu Düşünüp duruyordu prensez. Ama bilge adam sevgiziyle bütün kötülükleri sorlukları yenecene inanıyordu. Sevgizi için Bütün kötülüklerle savaşacakdı ve savaşın sonda prensezleevlenecekti aylar gecdi Her günün tadını cıkarıyorlardı bizim aşıklar. Bir gün prensez güvercinlewriyle bilge adama   Haber yoladı bige adam güvercinin bacandaki kağıdı cıkarıp okumaya başladı ve okurken prensez bilge adamdan ayrılmaya karar vermişdi ve bu sözlwer bilge adamı yere sermişti kalp atışları Hızlandı bilge adamın kalbi göğzünde fırlayacak gibiydi aman Allahım diyordu neden ben neden ben diyordu bilge adam.bu Diğere insanlardan darbelere benzemiyordu. Sanki kalbine zerli bir Hancer saplanmaıştı . ve belirli bir şokdan sonra kendine geldi bilge adam panikliği bitikdern sonra kendine geldi   bilge adam   hemen güvercinleriyle presnseze haberler yolamaya başladı ve her seferinde Bilge adama sevginin bitini söylüyordu prensez. Bilge adam şok olmuştu bu haber karşısında artık bu dünyada onsuz   yaşayamicana karar vermişti bu acıya yüreyinin dayana micanı Düşünüyordu bilge adam prenzeze haber yolayarak sensiz yaşayamam diyordu beni anca bu acılarımdan kurtaracak ilac ölümdür diyordu prenseze. Ölmek için bir yer Düşünüyordu prenzesin evinin tam yanında olsun diyordu ölümüm. Ve güvercinlerle prenseze ölecenin haberlerini yolarken haberleri annesi okuyordu . be haberleri ve annesi bilge adama kızına büyüceler tarafında   Büyü yapıldını söylüyordu. Büyüden dolayı sevgisinin sana karşı bittiğini söyledini söylüyordu. Bilge adam bunları duyunca biraz rahatlamışdı tekrar   nefes alıyordu.bu habere bilge adam evet diyordu ben sevgimle Bu büyüyü bozarım diyordu. Cünkü kitaplardan aldığı buydu   sevgi bütün kötülükleri yener Bilge adam kalbinin içindeki sevgi pınarından aşkına sevgi ilacını yoluyordu evet evet   bu büyünün ilacı olması lazım diyordu bilge adam sevgi pınarından iç mesi lazımdı prensezin bilge adama göre.bilge adam o kadar inanmışdıki prensezin ileşcene artık Hiçbir şphesi yokdu sevginin Yok edemiceği kötülük yokdu ona göre en büyük ilc sevgiydi bilge adama göre.ama yanılmışdı bilge adam prensez düzelmemişdi büyü bozulmamışdı . Bilge adam gecelrin karanlığında   Düşünüyordu Aklına eski bilgelrin bir sözü gelmişdi Gerceyi sorunları gecenin karanlığında arin diye bilge adam gündüzleride o ülkenin önden gelen hekimlerine ve büyücülerine gidiyordu büyüyü bozmak için ve hernekadar arasada bir türlü bulamamışdı caresini . Büyü prensezin üzerinde ettkisini iyi ce göztermeye başlamıştı artık prensez halinde memnun olduğunu bilge adamın kendisini rahat bırakmasını istiyordu. Bilge adamdan iyice soğumuştu prensez artık prensez o kadar büyünün etkisinde kaldıki büyünün bozulması için   Hiçbir caba sarf etmiyordu. Bilge adamın bütün söylediği o güzel sevgi sözleri artık hiçbir işe yaramıyordu. Artık bilge adam bütün umutlarını kaybetmeye başladı ve anladıki Büyü bozulsa bile artık prensezine kavuşammicanı anlamıştı. Ve prenseze son sözlerini yazıp güvercinle yolicaktı ve son sözlerini şöyle yazıyordu bir gün büyü   bozulursa bana karşı sevgin kalmış za bana geri Döne bilirsin diye yazıyordu istediğin zaman geri gele bilirsin diyordu. Presnsez Bilge admın Hayatında tamen cıkarken bilge adam artık Hiçbir insana Ömrünün sonuna kadar güvenemeyeceni öğrendi. Kalbinden prensez tarafında saplanan zehirli hanceri cıkarmıştı artık ve zehir etkisi giderek azaltıyordu ve artık bilge adam Düzelmeye başlamıştı. Ve gün gecdikce dahada düzeliyordu. Prenseze karşı His etiği sevgi artık yerini nefrete bırakmıştı.Bilge adam bir türlü kabulenemdiği şey prensezin sevginin kötülüklerden üstün olduğunu zamanla sevgiyle büyü bile bozulcanı inanamamsıydı. Sevginin güçüne inanmadığı için artık prensezden tamen soğumuşdu bile adam.Bilge adam bir gün büyü bozulup Prensez geri dönse bile Hiçbir şey eskisi   gibi olamayacanı öğrenmişti sanki kalbindeki prensez karşı his etiği o sevgi tamen bitmişdi.ve bilge adam bir kar alması lazımdı insanların içinde kalıp insanlardan darbeler yiyecene o şehiri terk etmeye karar verdi. Kendini bir kuleye hapsedip kitaplarıyla ömrün sonuna kadar yaşicaktı. Ve o kulede ölcekdi bilge adam be bilge adama bütün bilgelini otaya koyarak Denizin tam ortasında koca bir kule yaptı ve bu kuleye ömrünün sonuna kadar yetecek bütün ihtiyaclarını kitaplarını yerleştirdi. Denizin ortasındaki kuleye girdi ve bir gün büyü bozulup prensez Döne bilir korkusuyna kalenin katılarını iç tarafdan kitlemeye başladı ve kapıların önüne tamen taşlarla iç tarafdan örmeye başladı artık kapılar kiltliydi ve örülüydü hiç kimse giremcekdi artık bütün kötülüklerden uzaktı hiçbir kötülük bilge adamın canını yakmayacaktı ve kulenin penceresini acıp son bir defa insanlara var gücüyle bağırmaya başladı artyık kalbim ileşti bu kalpte yaratanın sevgisinden başka sevgi yok ey prensez diyerek bağırdı artık seni sevmiyorum artık büyün bozulsada sen asla bu denizin orasındaki kaleye giremesin bu güc sende yok diyerek kenin anahtarlarını denizin tam ortasına var gücüyle fırlatı ve anahtar denizin derinliklerinde kaboldu be Bilge adam pencereyi Dış dünyaya kapatarak ömrünün son nefesine kadar Allaha ibadet etmeye karar verdi ve pencereyi kapatmadan son sözü bir gün SEVGİNİN GÜCÜNE İNANACAKSINIZ OLDU.

Çevrimdışı ezoss

  • Uzman Üye
  • *****
  • 427
  • 307
  • 427
  • 307
# 13 Ağu 2007 10:57:20
ÇOCUĞUN ÜMİDİ

Küçük çocuk, deniz kenarında gördüğü yassı bir taşın güzelliğine hayran olmuştu. Mutlaka bir mücevherdi bulduğu. Şekli de bir insan kalbi gibiydi. Üstelik de parıl parıl parlamaktaydı.

Çocuk, taşı avuçlayıp evine koştu. Ve onu büyük bir heyecanla babasına uzattı. Adam, yavrusunun soğuktan morarmış avucundaki taşın, birbirine sürtüldüğünde kıvılcım çıkartan bir çakmak taşı olduğunu hemen anladı. Fakat bunu ona söyleyemedi.

Küçük çocuk, rüyalarını süsleyen bisiklete kavuşmak için elindeki taşı satmak istiyor ve o paranın bir bölümüyle, bir de top alacağına inanıyordu. Fakat babası buna yanaşmıyordu.

Çocuk, işin kendisine düştüğünü anladığında, tatil de simit sattığı çarşıya gitti. Kuyumcu vitrinleri, göz kamaştıran ışıkların aydınlattığı altın kolyelerle doluydu. Bir de, elindeki taşın çok daha küçük olanlarıyla süslenen pahalı yüzüklerle.

Çocuk, en gösterişli mağazayı gözüne kestirdikten sonra, bir süre vitrin önünde bekledi. İçeride, dükkan sahibi olduğu anlaşılan bir adam vardı. Müşteri olarak da, kürk mantolu bir hanım.

Küçük çocuk, biraz sonra içeri girdi. Ve cebinden çıkardığı taşı dükkan sahibine uzatarak:
- Bu pırlantayı deniz kenarında buldum efendim!. dedi. Eğer isterseniz size satarım.

Adam, taşa uzaktan bir göz atıp:
- O sadece basit bir çakmak taşı, dedi. Bütün sahil o taşlarla doludur.
- Hayır!. diye atıldı küçük çocuk. İsterseniz ıslatın. Ne kadar parladığını göreceksiniz.

Dükkan sahibi, zengin müşterisini kaçırmaktan korkuyor ve çocuğu kolundan tutup atmayı planlıyordu.

Kadın, onun niyetini sezmişti. Çocuğun taşına yakından bakıp:
- Tam istediğim şey!. diye gülümsedi. Onu bana satar mısın?

Küçük çocuk, taşının gerçek değerini anlayan biriyle karşılaşmış olmaktan son derece mutluydu. Kadının cebine doldurduğu paralar ise, aklını başından almıştı. Defalarca teşekkür ettikten sonra, koşarak uzaklaştı.

Kadın, elindeki taşı kuyumcuya vererek ona bir zincir takmasını istedi. Beli ki mücevher gibi taşıyacaktı.

Dükkan sahibi, yapmış olduğu ikazı anlamadığı için, kadının aldandığını düşünüyordu. Bu yüzden de:
- Söylemiştim ama tekrar edeyim!. dedi. Satın aldığınız şey basit bir taştır.

Kadın, önce pırlanta kolyesine, daha sonra da yüzüğüne bakarak:
- Zannetmiyorum!.. dedi. O taş bence bunlardan çok değerli. Çünkü bu taş küçük bir çocuğun ümidini taşıyor.

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 13 Ağu 2007 13:24:56
                   Kendimi Önemsiyorum
İnsana özgü, insanca bir çelişki sergileriz hep kendimizle ilgili. Kimi zaman kendimizi önemser ama beğenmeyiz. Kimi zaman da kendimizi beğenir, ama önemsemeyiz. Daha doğrusu nasıl ki bulutlar gibi gökyüzünden seyredebiliyorsak yeryüzündekileri, yerden yere de çalabiliyoruz güncel yaşamda kendimizi…
Düğün- dernek- olur, fotoğrafçı fotoğraflarınızı çeker; az sonra basar getirir. Elimize fotoğrafları alınca yalnızca kendimize bakarız ama kendimizi de beğenmeyiz. “ Ay ne kötü çıkmışım” , “ Üf, ne biçim bakmışım” deriz.
Hem modaya uygun giyinmek isteriz hem de giydiğimiz başka kimsenin üzerinde olmasın isteriz.
Kendimizi çok önemser ama beğenmeyiz. Bu tavrımız kendimizi yeterince kabullenmemekten kaynaklanıyor aslında. Kendimizi kabullenip, kendimizle barışık olduğumuzda, fotoğraflarımıza daha rahat bakabileceğimiz gibi fotoğraflarımızı keyifle gösterebileceğiz başkalarına. Paylaşma sevinciyle de iletişimimiz değişecek dostlarımızla.
Kendimizi kabullenme sıkıntısından doğan önem verme ama aynı zamanda beğenmeme tavrımız, kendimize ve yaşama objektif bakmamızı zorlaştırıyor. Üstelik çevremizdeki insanlarla ve yakınlarımızla sorunlar yaşamaya başlıyoruz.
Trafik tıkandığı zaman, tıkayanlara kızarız. Trafiği tıkayan öğelerden bir de kendimiz değil miyiz aslında? Bunu düşündüğümüz de belki trafik sıkışıklığını bile daha rahat, kızmadan, sinirlenmeden göğüsler; vermeyiz kendimize zarar.
Kendimizle barışık olma yollarından birisi de içimizdeki duyguları sansürlemeden dışarıya ifade etmektir. Günlük yaşamda ikilemlerimiz olabilir. İnsanız biz ikilemlerimizin olması da doğaldır. Ancak ikilemlerimizi fark edip gerektiğinde ifade edersek erdemli olmanın keyfini yaşar mutlu olabiliriz.Zaman kendimizi önemseme zamanı, çağın getirdiği o denli çok sorunlar ve zorluklar var ki; kolay değil bu sorunları göğüslemek. Haydi yaşayabilmek için sevgi ve mutlulukla önemseyelim kendimizi !!!!

Çevrimdışı ayşegülaslanlı

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 13 Ağu 2007 13:58:43
Haklısın aksa hocam ne kadar da benzettim kendime yazılanları ama şunu da farkettim ki yaşım ilerledikçe "demekki olgunluk dedikleri bu oluyor "daha da özen gösteriyorum bir de aklımı şu geldi sen etrafındaki insanlara kendini olduğun gibi tanıtıp öyle davranırsan daha çok mutlu oluyorsun kendine özendiğini anlamalı arkadaşların dostların..

Çevrimdışı ezoss

  • Uzman Üye
  • *****
  • 427
  • 307
  • 427
  • 307
# 13 Ağu 2007 18:41:27
DOSTLUK

Solgun yüzü her geçen gün biraz daha soluyor, sanki hayat omuzlarına her geçen gün biraz daha yükleniyordu.

        Yaşamdan bıkmıştı, gözleri yılgın bakıyordu, ışıl ışıl olması gereken o gözler sönük ve bitikti sanki. .. Umut her gün ölümü biraz daha yaklaşmış olarak, daha 21'inde ölümü ensesinde hissediyordu, Umut ölüyordu...

        Aldığı o kemoterapi denen ilet, Onu daha ölmeden öldürüyordu. İlaç sonrası çektiği acıyı bir tek o biliyordu... Umut ölüyordu.. Bir seferinde ölmek istemiyorum? demişti doktoruna...

        Basket takımında idim, yeni bir klüpten transfer teklifi gelmişti, sonra gitar çalıyorum, -daha çalmasını öğrenmek istediğim çok parça var-, ben bir psikolog olacağım sonra, Bunları 6 aya nasıl sığdırırım, söyler misiniz bana diye bağırdı Umut, sitemi sadece kaderineydi, koskoca doktorun gözleri doldu, Umut ölüyordu...

        Kendini çok kötü hissettiği bir gün ailesi, Onu gene apar topar hastaneye kaldırdı. Acil kan gerekiyordu, aileden kimsenin kanı uymadığı için, kan anonsla arandı.

        Yener o sırada hastanede yatan bir arkadaşını ziyaret etmekte idi? Bu kan benim kanınla aynı? dedi Arkadaşına... Kan vermek için aşağı kata koştu.Kan vereceğim? dedi, Anons için geldim. Yener ve Umut bu vesile ile tanıştılar. O gün Yener kan verdiği hastayı ziyaret etmek istemişti...

        Nereden bilecekti ki? O gün tanışacağı bu kişinin, hayatının sonuna kadar, Onun en iyi dostu olacağını. "Geçmiş olsun" dedi Yener Umut 'a...

        Umut bana kan vermişsiniz, Sağ olun, ama zahmet olmuş dedi: "Uğraşıp durmayın! Nasılsa ben yakında ölüp gideceğim, ha bir gün önce, ha bir gün sonra.. Ne fark eder, değil mi?"

        Yüzünde ki açıkça okunan hüzünü, umursamaz tavırlara bırakmak istiyordu Umut, ama pek başarılı olamıyordu...

        Yener elindeki gitarı yatağın kenarına bıraktı. Umut o zaman gitarı fark etti...Demek gitar çalıyordu... Umut ta çalıyordu, ama şu illet hastalığa yakalandığı son 9 aydır, eline gitarı almamıştı..

        "Sen daha yaşarken pes etmişsin, dostum." diye başladı söze Yener...Bak hayat savaş demektir, kimi ekmek parası için savaşır, kimi bir parça toprak için, sen yaşamak için savaşmazsan, bu hastalık seni, sen ölmeden gömer, unutma!..diye bitirdi sözünü.

        Umut savaşmaktan yorulmuştu, artık şu ölüm gelse de alsaydı onu, herkesin ona acıyarak bakmasından bıkmıştı. Aldığı ilaçlara bağımlı yaşamaktan nefret ediyordu... Hayattan buz gibi soğumuştu... Sanki boş bir mezar bulsa orada ölümü bekleyecekti, o denli bitmişti.

        Yener bunları düşündü... Umut? u çok iyi anlıyordu. Çünkü 2.5 yıl önce kaybettiği kız arkadaşı, canı, kelebeği de aynı Umut gibi gözleri önünde daha ölmeden , ölüp gitmişti. Yener ona yardım edememişti, hem Onsuz geçecek yıllarını düşünüp kendine acımaktan buna vakit bulamamış, hem de Ayşegül de, -kelebeğinde- tam olarak bu hisleri anlayamamıştı...

        Çünkü Ayşegül ile Yener'in de bir parçası ölüyordu... Yener kelebeğini kaybediyordu. Ayşegülüne yardım edememişti Yener, ama Umut'a edecekti...O gün buna karar verdi...

        Çünkü Umut'un gözlerinde ki o sonmuş, ışık tanıdıktı... Ayşegül'ünkilerle aynıydı."Ben de gitar çalıyorum" dedi Umut..."Ama artık, pek zamanım olmuyor...Çünkü hayatım yatakta geçiyor."

        Yener gitarını aldı, "Şimdi gidiyorum, annenlere söyle gitarını getirsinler, yarın uğradığım da bir konser veririz.. .. Ne dersin?" dedi.

        Umut gülümsedi...Bu çocuğu, sevmeye mi başlamıştı ne? Gitarı ellerine aldılar. Yener öyle neşeli parçalar çalıyordu ki, Umut un yüzü uzun zamandır böyle gülmemişti. Ne tesadüftü ki ikisi de aynı yaşta idi. Yener milli bir voleybolcu idi, Umut ise bir basketçi. İkisi de gitar çalıyordu, ama Umut ölüyordu.

        Bu düşünceyi bir turlu aklında çıkaramıyordu Umut. Gülümsemesi yüzünde dondu kaldı...

        Yener Umut'un yüzün de yeni yeni parlayan ışığın yine sönüp gittiğini fark etti.."Ne zaman çıkıyorsun hastaneden?" diye sordu.

        "Yarın"dedi Umut.. "Yazlık evimize gideceğiz.." Sonra tekrar yüzünü gülümseme sardı. "Sende gelsene!!!" Umutların evi denize bakan güzel bir villa idi. Kayalıklar arasında ki ev, kuş bakışı tüm körfezi görüyordu..

        Yener: "Hadi yüzmeye" dedi.Umut "Ama ben çok halsizim" dedi.

        Yener: "Evde oturmaya devam edersen daha da halsizleşeceksin" dedi.

        "Haklısın" dedi Umut.. Kayalara ulaştıklarında en yüksek kayanın uçunda durdu Yener "Sence burası kaç metredir?" dedi. "Bence 3-4 metre var ve su sığ" dedi Umut.

        Yener "Ben buradan atlayacağım" dedi. "Saçmalama" dedi Umut...

        "Çok tehlikeli" Yener kayaların uçuna gitti, bir iki dakika durdu ve hiç tereddüt etmeden atladı.. Umut'un rengi atmıştı. Kayanın uçuna koştu. Bir iki dakika soluk alamadı ve Yener'in su yüzüne çıkıp ona el salladığını görünce, bulunduğu yere çömeldi ve ellerini başını arasına alıp öylece kaldı...

        Yener kıyıya çıkmış gülerek geliyordu. Umut'a yaklaştı.. "Nasıl atlayıştı ama" diye sordu gülerek.

        Umut cevap vermedi. Yener: "Umut" dedi..

        Umut başını kaldırdı, ağlıyordu. Bağırmaya başladı.."Sen delirdin mi?.. Ölebilirdin..."

        Yener Umut'a baktı önce, sonra elindeki havluyu yere atıp üzerine, Umut'un yanına oturdu.."Gördünüz mü? Umut bey, insanın gözlerinin önünde bir sevdiğinin ölüme gitmesi ne kadar zormuş" Tamam, sen kendini düşünmüyorsun, pekiyi anneni de mi de düşünmüyorsun?, dostun Yener'i de mi düşünmüyorsun? Varını yoğunu sana harcamaya hazır babanıda mı düşünmüyorsun? Gördün mü sevdiğinin eridiğini görmek ne zormuş? Sen ölmeden gömülmeyi seçmişsin, ölümden korkma demiyorum... Ben de atlamadan önce bir iki saniye korktum, ama korkunun ilacı üzerine gitmektir korkunun.. Savaş bu korku ile, üzerine git, daha savaşa başlamadan yenilgiyi kabul ediyorsun... Üzülme, bana bir şey olmazdı"dedi Yener ve şaka ile ekledi:

        "Yener, ölümü bile yener." Sonra son derece ciddi söyle dedi:

        Ve Yener ile Umut bu hastalığı da yenecek ... Söz veriyor musun

        Ağlamayı kesmişti Umut, Yener'in söylediklerini dikkatle dinliyordu... Yener bugüne kadar hiç düşünmediği bir şeyi anlamasına yardım etmişti, Onu sevenlerde çok acı çekiyordu.Kendisi ve sevenleri için yaşamalıydı.

        Yener ayağa kalktı, Umut'a elini uzattı... Kenetlenen bu eller bir illeti, kanseri yenecekti...

        O yıl yapılan ilik nakli ile Umut hayata döndü, ama asıl Umut'un hayata dönüş gününü sadece Yener ve Umut biliyordu..

        Sıcak bir yaz gününde, kayaların üzerinde, Umut tekrar doğmuştu. Umut ve Yener dostluğu her yıl çığ gibi büyüyerek gelişti...

        Ta ki, geçen sene, Yener bir trafik kazasında, son nefesini verene dek.. 43 yaşında ki Umut, Onsuzluğa alışmanın ne zor olduğu bilerek, ama sevdikleri için hayatın acılarına katlanarak bir yılı doldurmuştu. Yazlık evlerinin balkonun da, yıllar önce hayata yeniden doğduğu kayalara baktı. Ve seslendi:

        "Yener!..Küçük çocuk koşarak geldi "Evet, baba"

        "Gitar çalmayı öğrenmek istiyordun, değil mi?" Çocuk sevinçle bağırdı:

        - "Evettttttttt!..

        - "Koş o zaman, yatağımın baş uçunda asılı olan Yener Amcanın gitarını getir, o gitar bu günden sonra, senin gitarın olacak" dedi...

        Gerçek bir dostla kanser bile yenilebilir...

        Gerçek bir dostunuz var ise, hayata her an yeniden doğabilirsiniz..

        Dostlarınızla, dostça kalın...

Çevrimdışı sudee

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 7.534
  • 14.530
  • 7.534
  • 14.530
# 13 Ağu 2007 23:33:41
Güzel paylaşımlarınız için teşekkürler arkadaşlar  :)

Bu hikaye, buraya da çok yakışacak  :)  :



** Kral ve Eşleri **


Bir zamanlar, büyük ve güçlü bir ülkeyi yöneten kralın 4 eşi varmış. Kral en çok dördüncü eşini severmiş, bir dediğini iki etmez her
şeyin en iyisini, en güzelini ona verirmiş.

Kral üçüncü eşini de çok severmiş. Bu güzelliğin bir gün
kendisini terk edeceğinden korktuğu için, onu çok kıskanır, üzerine titrermiş.

İkinci eşini de severmiş kral. Kendisine karşı her zaman iyi ve
sabırlı davranan eşi, kralın ne zaman bir derdi olsa daima onun yanında
bulunur sorunun çözümünde ona destek verirmiş.

Kraliçe olan birinci eşiymiş kralın. Onu en çok seven, karşılık
beklemeden seven, sağlığına ve hükümdarlığına en büyük katkıyı sağlayan
bu eşi olmasına rağmen, kral birinci eşini sevmezmiş ve onunla hiç
ilgilenmezmiş.

Bir gün kral ölümcül bir hastalığa yakalanmış. Yakında öleceğini
anladığı ve öldükten sonra yapayalnız kalmaktan çok korktuğu için,
eşlerinden hangisinin ölüm yalnızlığını kendisi ile paylaşmak
isteyebileceğini öğrenmek istemiş.

En çok sevdiği dördüncü eşine ölüm yolculuğunda kendisine eşlik
etmek ister mi diye sorduğunda aldığı yanıt kalbine bıçak gibi saplanan
kısa ve net “mümkün değil” olmuş...

Hayatım boyunca seni sevdim. Sen benimle birlikte ölmeyi kabul
eder misin sorusuna üçüncü eşi de “hayır hayat çok güzel. Sen ölünce ben
yeniden evleneceğim” diye yanıt vermiş.
Kral bir kez daha yıkılmış.

Her sorunumda her zaman yanımda olan bana yardım eden sendin bu
sorunumda da bana yardımcı olur musun talebine karşı ikinci eşinden;
“bu sorunun için hiçbir şey yapamam, olsa olsa sana mezarına kadar eşlik
eder, güzel bir cenaze töreni yaptırır ve yasını tutarım” karşılığını
almış.

Büyük bir hayal kırıklığı yaşamakta olan kral birinci eşinin
sesi ile irkilmiş.

“Nereye gidersen git
seninle olurum, seni takip ederim...”

Ah diye inlemiş kral;

“Keşke bir şansım daha
olsaydı...”


** Yaşamda Hepimiz 4 Eşliyiz Aslında;


* Dördüncü eşimiz vücudumuz.

Onun güzel görünmesi için ne kadar zaman, kaynak ve çaba
harcarsak harcayalım öldüğümüzde bizi terk edecektir.


* Üçüncü eşimiz sahip olduğumuz servetimiz ve
statümüzdür.

Ölür ölmez başkalarına yar olacaktır.


* İkinci eş; ailemiz ve dostlarımızdır.

Tüm sorunlarımızı paylaştığımız bu kişilerin en son
yapabilecekleri şey bu dünyadan gözleri yaşlı bizi uğurlamak olacaktır.


* Birinci eş ise ruhumuzdur.

Bizimle gelir.



Çevrimdışı ezoss

  • Uzman Üye
  • *****
  • 427
  • 307
  • 427
  • 307
# 14 Ağu 2007 14:43:52
Ne doğru bir cümle sudee öğretmenim..
Birinci eş ise ruhumuzdur.

Bizimle gelir.

Çevrimdışı ayşegülaslanlı

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 14 Ağu 2007 17:50:42
Ölümüne sevgi

Yıllar önce hastanede çalışırken, ağır hasta bir kız getirdiler.
Tek yaşam şansı beş yaşındaki kardeşinden acil kan nakli idi.
Küçük oğlan aynı hastalıktan mucizevi şekilde kurtulmuş ve
kanında o hastalığın mikroplarını yok eden bağışıklık oluşmuştu.
Doktor durumu beş yaşındaki oğlana anlattı ve ablasına kan verip
vermeyeceğini sordu.
Küçük çocuk bir an duraksadı. Sonra derin bir nefes aldı ve
"Eğer kurtulacaksa, veririm kanımı" dedi.
Kan nakli ilerlerken, ablasının gözlerinin içine bakıyor ve
gülümsüyordu. Kızın yanaklarına yeniden renk gelmeye başlamıştı,
ama küçük çocuğun yüzü de giderek soluyordu.. Gülümsemesi de
yok oldu. Titreyen bir sesle doktora sordu:
"Hemen mi öleceğim?.."
Küçük doktoru yanlış anlamış, ablasına vucudundaki bütün kanı
verip, öleceğini sanmıştı."

Çevrimdışı ayşegülaslanlı

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 14 Ağu 2007 18:04:45
Bir zamanlar köyün birinde yaşlı bir adam yaşıyormuş.

Çok fakirmiş...

Ama çok güzel beyaz bir atı varmış.

Kral bu ata göz koymuş.

Aracılar göndermiş.

Fakir ihtiyara bir servet önermiş atı satması için.

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Sonra da eklemiş.

"İnsan dostunu satar mı?"

Bir sabah kalkmışlar ki at yok.

İhtiyarın ahırı boş.

Köylüler ihtiyarın başına toplanmışlar.

"Seni ihtiyar bunak" demişler, "kralın bu atı sana bırakmayacağı, adamlarını gönderip atı çaldıracağı belliydi. Neden atı ona satmadın? Zengin bir adam olacaktın... Şimdiyse ne paran var, ne atın."

"Karar vermek için acele etmeyin," demiş ihtiyar. "Şimdilik sadece ’at kayıp’ deyin . Çünkü bildiğimiz gerçek bu. Atımın kaybolması bir talihsizlik mi, yoksa bir talih mi, henüz bunu bilmiyoruz. Atın kaybolması bir başlangıç, ardından ne olacağını hiçbirimiz bilmiyoruz."

Köylüler ihtiyarla alay etmişler.

Gülmüşler onun haline.

İki hafta sonra at bir gece ansızın dönmüş.

Meğer çalınmamış.

Ahırından kaçıp dağlara gitmiş.

Dönerken de dağlarda rastladığı on iki atı peşine takıp getirmiş.

Atları gören köylüler gelip ihtiyardan özür dilemişler.

"Sen haklı çıktın ihtiyar," demişler. "Atının kaybolması bir talihsizlik değil bir talih oldu senin için. Eskiden bir atın vardı şimdi bir at sürüsüne sahipsin.

"Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar köylü.

"Şimdilik sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Çünkü bildiğimiz o kadar. Bundan sonra ne olacağını hiçbirimiz bilmiyoruz. Bu sadece başlangıç... Bir kitabın ilk sayfasını okur okumaz nasıl sonu hakkında fikir yürütebilirsiniz?"

Köylüler bu kez açıkça alay etmemişler ama içlerinden "bu adam şaşkın" diye geçirmişler.

Bir hafta geçmeden, ihtiyarın tek oğlu vahşi atları terbiye etmeye çalışırken attan düşüp bacağını kırmış.

Evin geçimini temin eden oğul uzun bir zaman için yatağa mahkum olmuş.

Köylüler gene gelmişler ihtiyara.

"Bu kez de haklı çıktın," demişler, "bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını kırdı. Uzun süre yataktan kalkamayacak. Sana bakacak ondan başka kimse de yok. Eskisinden daha da fakir olacaksın."

"Gene erken karar veriyorsunuz" demiş ihtiyar, "hiç ders almıyorsunuz. Hemen karar vermeyin. Oğlum bacağını kırdı. Bildiğimiz gerçek bu. Ondan ötesini bilmiyoruz. Biz hayatın sadece bir parçasını görebiliyoruz, ondan sonrasını göremiyoruz, onun için çabuk bir hüküm vermeyin."

Birkaç hafta sonra düşmanlar büyük bir orduyla ihtiyarın ülkesine saldırmışlar.

Kral seferberlik ilan etmiş.

Köye gelen görevliler köyün bütün gençlerini askere almışlar.

Sadece ihtiyarın bacağı kırık oğlunu bırakmışlar sakat olduğu için.

Köyü matem sarmış.

Ordularının yenileceğini ve askere giden bütün çocuklarının öleceğini düşünüyorlarmış.

İhtiyarın evine gelmişler yeniden.

"Gene haklı çıktın," demişler.

"Oğlunun bacağı kırık ama hiç olmazsa evinde, güvende. Oysa bizimkiler belki bir daha hiç geri gelmeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması talihsizlik değil, büyük bir şansmış meğerse."

İhtiyar başını sallamış.

"Siz hiç ders almıyorsunuz," demiş, "gene erken karar veriyorsunuz. Oysa ne olacağını, hayatın ne getireceğini kimse bilmez. Bildiğimiz tek bir gerçek var, benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunlardan hangisinin şans, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."

Çevrimdışı barkot

  • Aktif Üye
  • **
  • 50
  • 19
  • 50
  • 19
# 15 Ağu 2007 19:49:59
ayşegül hocam paylaşım için teşekkürler. gercekten güzel hikayeler...

Çevrimdışı ezoss

  • Uzman Üye
  • *****
  • 427
  • 307
  • 427
  • 307
# 16 Ağu 2007 22:30:09
Fısıltı ve tuğla

Genç ve başarılı bir yönetici, yeni Jaguar’ıyla bir mahalleden
hızlı bir şekilde geçiyordu. Parketmiş arabaların arasından yola
aniden çıkabilecek çocuklara dikkat ediyordu ve bir şey
gördüğünü sanarak yavaşladı. Arabayla caddeden yavasça geçerken
hiç bir çocuk göremedi fakat, arabasının kapısına bir tuğla atıldığını
farketti. Aniden arabasını durdurarak tuğlanın fırlatıldığı yere geri döndü.

Arabadan indi, orada bulunan küçük bir çocuğu tuttu ve onu parketmiş
bir arabaya doğru iterek bağırmaya başladı; “Bunu neden yaptın?
Sen de kimsin, ne yaptığının farkında mısın?” İyice sinirlenerek devam
etti: “Bu yeni bir araba ve atmış olduğun bu tuğla bana çok pahalıya
malolacak. Bunu neden yaptın?” Çocuk yalvararak cevap verdi:
“Lütfen efendim. Çok üzgünüm ama başka ne yapabilirdim bilmiyordum.
Eğer tuğlayı fırlatmasaydım kimse durmazdı” Parketmiş bir arabanın
arkasına işaret ederken çocuğun gözyaşları çenesine süzülüyordu.

“Kardeşim kaldırımın kenarından yuvarlandı ve tekerlekli
sandalyesinden düştü, ben onu kaldıramıyorum. Lütfen onu tekerlekli
sandalyesine oturtmam için bana yardım eder misiniz? Benim için
çok ağır.” Bu durumdan son derece duygulanan genç yönetici,
bogazında büyüyen yumruyu zar zor da olsa yutkundu. Yerdeki
genci kaldırarak, tekerlekli sandalyeye geri oturttu. Mendiliyle, çizik
ve yaraları sildi ve adamın ciddi bir yarası olup olmadığını kontrol etti.

Küçük çocuk genç yöneticiye dönerek “teşekkür ederim efendim, Tanrı
sizden razı olsun” dedi. Genç yönetici, küçük çocuğun, ağabeyini
kaldırımdan evine doğru götürmesini izledi. Bulunduğu yerden arabasına
geri dönmesi oldukça uzun sürmüştü. Uzun ve yavaş bir yürüyüştü.

Genç yönetici, kapıyı hiç tamir ettirmedi. Kapıda oluşan çöküğü,
hayatını birisinin kendisine tuğla atmasını gerektirecek kadar hızlı
yaşamaması gerektiğini hatırlatması için öylece bıraktı.

Tanrı, ruhunuza fısıldar ve kalbinize konuşur. Bazan,
dinleyecek kadar zamanınız olmadığında ise, size
bir tuğla fırlatır. İster fısıltıyı, ister tuğlayı dinleyin.
Tercihi siz yapın…

Çevrimdışı ezoss

  • Uzman Üye
  • *****
  • 427
  • 307
  • 427
  • 307
# 16 Ağu 2007 22:31:44
BİR BARDAK SÜTÜN HATıRI

Howard, yoksul bir ailenin çocuğuydu
ve okul giderlerini karşılamak için
kapı kapı dolaşarak eşyalar satıyordu.

O gün, hiçbir şey satamamıştı ve karnı da çok açtı.
Bundan sonra çalacağı ilk kapıdan
yiyecek birşeyler istemeye karar verdi.
Kapıyı açan sevimli genç bayanı görünce utandı.
Yiyecek bir şeyler yerine “Affedersiniz,
bir bardak su rica edebilir miyim?” diyebildi yalnızca.
Genç bayan, çocuğun aç olabileceğini düşünerek
kocaman bir bardak süt getirdi ona. Çocuk,
sütü yavaş yavaş içine sindirerek içtikten sonra
“Çok teşekkür ederim, borcum ne kadar?”
diye sordu genç bayana.
Genç bayan, “Borcunuz yok” diyerek,
yüzünde sıcak bir gülümsemeyle devam etti;
“Annem, gösterdiğimiz şefkat ve nezaket
karşılığı olarak asla bir bedel ödenmesini
beklemememizi öğretti bize” dedi.
Çocuk “O halde çok teşekkürler, yürekten
teşekkür ederim size” dedi. Howard Kelly,
evin önünden ayrıldığı zaman
kendisini yalnızca bedensel olarak değil,
ruhsal olarak da güçlü hissediyordu.

Yıllar sonra genç bayan çok ender rastlanan
bir hastalığa yakalanmıştı. Yöredeki doktorlar
çaresiz kalınca, hastalığı ile ilgili araştırmalar
yapılması için onu büyük kente gönderdiler.

Dr. Howard Kelly, konsültasyon yapması için
çağrıldığı hastanın hangi kasabadan geldiğini
duyunca heyecanlandı. Artık genç olmasa da
yıllar önce kendisine sevgiyle yaklaşan bayanı
ilk gördüğü anda tanımıştı ve onun yaşamını
kurtarmak için elinden geleni yaptı.

Uzun süren tedaviden sonra
bayan sağlığına kavuştu. Dr. Kelly,
denetlemesi için önüne getirilen faturaya
şöyle bir baktı ve üstüne birşeyler yazarak
zarfın içine koydu ve hasta bayanın odasına gönderdi.
Kadın elleri titreyerek aldı zarfı eline.
Açmaya korkuyordu… Hastane faturasını
asla ödeyemeyeceğini ve geri kalan yaşamı boyunca
bu faturayı ödemek için çalışacağını biliyordu.
Sonunda zarfı açtı ve faturaya iliştirilmiş
bir not dikkatini çekti. Kâğıtta şunlar yazılıydı:
“Hastane giderlerinin tamamı
bir bardak süt karşılığı ödenmiştir.”.

Çevrimdışı ezoss

  • Uzman Üye
  • *****
  • 427
  • 307
  • 427
  • 307
# 17 Ağu 2007 19:29:33
ESKİ BİR EFSANE....

NOT:DAHA ÖNCE BU HİKAYEYİ GÖNDERMİŞTİM FAKAT RESMİ YOKTU.ŞİMDİ DAHA ETKİLİ OLACAĞINA İNANIYORUM..
Eski zamanlarda civarın kralının kızı ile
bir balıkçı birbirlerine aşık olmuş.
Ancak, kral kızı balıkçıya varamaz...
Hal böyle olunca,
kız ile delikanlı gizli gizli
buluşuyorlar tabii...
Kral baba bunu zaman içerisinde öğreniyor
ve bir gece takip ettiriyor kızını...
Diyorlar ki; balıkçı denizden geliyor, kız
kumsalda onu bekliyor,
bulunduğu yeri ışıkla işaret ediyor
delikanlıya...
Ve kral kızı ile delikanlı, gün ağarana
kadar aşk oyunları yapıyorlar birbirlerine...
Kral bir gece askerlerine kızını
yakalamalarını ve kumsalda ışıkla balıkçıya
işaret göndermelerini buyuruyor. Delikanlı
ışığı görünce atlıyor kayığına
ve kürek çekiyor bir manga askerin üzerine
doğru...
Kız askerlerin elinden kurtuluyor ve
koşmaya başlıyor sevdiğini
kurtarabilmek için ama koyun taaa öbür
ucuna yetişmesi imkansız...
Ama sevda bu; kural falan dinlemez, atıyor
kendini sulara...
İşte o anda bir mucize gerçekleşiyor!
Kızın adım attığı her yer kumsala
dönüşürken peşinden koşan askerler
bastıkça denize gömülüyor onca ağırlıkla...
Kız kayığa kadar koşabiliyor...
Ancak bir okçu tam o anda delikanlıyı
hedefleyip salıyor okunu... Heyhat!
Kız ile delikanlı birbirlerine
sarılmışlardır bile ve ok gelip kızla
buluşuyor...
Derler ki; o kumlar, kızın kanı denize
karışınca kırmızıya boyanmış...
Delikanlı ise aldığı gibi gidiyor kızı,
sonrasını ne gören var ne duyan!...

Çevrimdışı ezoss

  • Uzman Üye
  • *****
  • 427
  • 307
  • 427
  • 307
# 17 Ağu 2007 19:33:31
YAŞ 35

Otuzbesime bastim gecen hafta... Ilk yari bitti: Hayat:1...Ben:0
Ama belliydi boyle olacagi... Nicedir baslamisti belirtiler:
Yolda cocuklar "Amca su topu ativersene" diye seslendiklerinde
kuskulanmistim ilkin... Sonra saclarimdaki beyaz teller tescilledi
yari yolun ufukta gorundugunu... Baktim, lise fotograflarim sararmis,
sinif arkadaslarim yaslanmis.

Es dost sohbetlerinde saglik ve cocuk konusulur olmus, seyahat ve
ask yerine...Gok gibi gurlemeye aliskin muzik setimin ses dugmesini
kisar olmusum,icimdeki ucurtmanin ipini cekercesine... "Bizim zamanimizda"
diye baslayan nutuklar atmaya baslamisim mezuniyet torenlerinde-hayret!
Daha dun degil miydi benimkisi?-Yillar yili dudak buktugum "olumden
sonra hayat"masallarina kulak kabartmaya baslamisim gizliden gizliye...
Iple cektigim Haziranlara sirt cevirmisim.(Haziranda dogmus) Yasamin orta
sahasina girmisim.. irkilmisim...

Ruhumun ikizleri (ikizler burcu) yine cekistiriyorlar kollarimdan.
Biri "Daha ne gordun ki" diyor yuzunde papatyalarla; "Asil simdi
basliyor hayat...! Bundan sonrasi rahat!" Lakin "Buydu gorup gorecegim"
diye efkarlaniyor oteki..."Ikinci yari gecer hizla yaslanirsin zamanla...
"Yasi genc olanlar 35'e uzak durduklarini sanarak "sahi oldu mu o kadar?
Hic gostermiyorsun" tesellisindeler... 35'le coktan tanisanlarsa "hayat
hosgeldin" pankartlariyla karsilamadalar...Ilk yari sadece bir isinmaymis
meger: Asil ikinci yarida anlasilirmis tadi, hayatin... kavganin... askin...
Bense saskin... devre arasi bilancolarindayim.Son donemde, kimbilir kac kez
eski aniyi yarali ele gecirdim,bellegimin derinliklerinde...? Kimbilir kac kez
kendime yakalandim, kendimden kacarken... ve sustum vicdan sorgularinda
Aksi sedamla bile dertlesmedim. Meger ne yaman seruvenmis hayat?
Bazen yediverengulleri gibi bereketli...

Sanki hayat degil, Korfez krizi mubarek: Bir koyup,bes aliyorsun...
Yasiyor, seviyor ve seviliyorsun... Bazense kitliktan kiriliyor ortalik.
sasip kaliyorsun...Oysa-herkes bilmezden gelse de- skoru belli oyunun:
30'larda dedeni ve nineni kaybediyorsun. 40'larinda anneni ve babani...
ve 70'inde kendini... simdi devre arasi yolun yarisi... Bugune dek ancak
tanistik hayatla...Ben ona kendimi tanittim... O bana kendini...Gogsume
madalya gibi dizdim hatalarimi... Zaferlerim onlar benim...Olgunlugumun
yapitaslari... Ve derin bir yara gibi sakladim basarilarimi...Asansor
cikarken yukari, donup bakmadim asagi...Donmesin diyebasim...
Ben istikballe arkadasim...

Ne var ki hersey yarim...Hayat da yarim, sevdalar da... Daha diyeti
odenmedi sevinclerin...Ihanetlerin hesabi sorulmadi... Nazim'in dedigi
gibi Kopardim portakali dalindan. Ama kabugu soyulmadi. Sevdalara
doyulmadi...Doydum" diyen gormedim ki ben zaten... Lakin gel de zamana
anlat bunu...Sahi nedir bu telas, bu kin? Sanki oluye can yetistireceksin.
Baktim ikinci yari kapida... ve hayatin ceza sahasi yakin... Doldurdum
bir kara kutuya 35 yilin hesabini. Acilar, sancilar bir cekmecede, sevdalar
digerinde... Bir yerde huzunler ve korkular, bir ustte sevincler ve zaferler
Kat kat, dizi dizi dizdim kullanilmis takvimlerimi...Sabirla kapattim kutuyu,
sevgiyle muhurledim agzini... Ilk yari bilancom o benim: Yanginda ilk
kurtarilacak...kazada ilk acilacak... Yarimlar tam oldugunda kara kutuyu
acip bakanlar teshis koyacaklar halime... "cok mutlu olmus, fazla yuksekten
ucmus zavalli" diyecekler, ya da "sebepsiz alcalmis. Bile bile vurmus kendini
daglara..."Fakat kara kutu ancak bir kismini soyleyecek hikayenin...Kalani
benimle gelecek... Daglarin yamaclarina savuracagim en mahrem hatiralarimi.
Reyhanlar saklayacak sirlarimi...Skoru bir tek Ege'nin sulari bilecek...
Denize kavusabilirse eger icimdeki nehir... Hayat:0...Ben:1

Çevrimdışı ali2037

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.759
  • 1.326
  • 2.759
  • 1.326
# 18 Ağu 2007 14:26:30
TAMİRCİ

 Ünlü kalp cerrahı De Bakey, otomobilini tamire götürmüştü. Tamirci, otomobilin kaputunu açtıktan ve motoru bir süre inceledikten sonra, birşeyler söylemek için De Bakey’den izin istedi.

“İkimiz de hemen hemen aynı işi yapıyoruz sayılır” dedi. “Örneğin ben şimdi kaputu açtıktan sonra büyük bir özenle sorunun nerede olduğunu, nereden kaynaklandığına bakacağım, bunları saptadıktan sonra ise kapakçıkları temizleyeceğim, gerekirse kabloları, motor yağını değiştireceğim, hatta çok gerekli ise motoru çıkarıp yerine yenisini takacağım.”

Tamirci bunları söyledikten sonra, kafasını kurcalayan sorusunu da sordu:

“Söylesenize nasıl oluyor da, aynı işi yapmamıza karşın siz milyon dolarlar kazanıyorsunuz, ben ise bu iş karşılığında yalnızca üç beş kuruş alabiliyorum?”

Tamircinin söylediklerini tebessümle dinleyen De Bakey, meslektaşı”nın kulağına eğildi ve şöyle fısıldadı:

“Tüm bu yaptıklarını bir de, motor çalışıyorken yapmayı denesenize…”

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK