Çin Bambu Ağacı

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 25 Eyl 2007 17:37:33
              Çocuklar ayağa kalkın!       
 Hayır, bu sefer sınıfa öğretmen girdiği için değil, kendi haklarınız için kalkın ayağa!..Yarın açılıyor okulunuz...Kim bilir kaçıncı kez boy sırasına girecek, rap rap yürüyecek ve karatahta önüne geçeceksiniz. Büyüklerinizden miras kalan çarpık bir sistemin önünde eğileceksiniz.
Bu yazı, çoğunuza okulda, evde, sokakta, televizyonda söylenmeyenleri küçük kulaklarınıza haykırmak istiyor.Umarım size ulaşır ve aklınızda kalır.
Sizler "yetişkinler krallığı"nın, önemser gibi yapıp aslında en zor koşullarda yaşamaya mahkum ettiği, aciz bir ordunun küçük askerlerisiniz.
Savaşın ve kötülüğün pençesine düşmüş, kirli, haksız, yoksul bir dünyaya doğdunuz.
Masallardaki kötü adamların yeryüzündeki temsilcileri gözünü size dikti: Savaş tacirleri elinize taşlar, silahlar verip cepheye sürüyor sizi... Pornocular çıplak fotoğraflarınızı satıyor. Satış uzmanları daha çok tüketmeniz için tuzak kuruyor. Oyuncakçılar, reklamcılar gözünüzü boyuyor. Çocuk çalıştıran imalathaneler, oyun zamanlarını çalan dershaneler derinizi soyuyor.
18 yaşına kadar "çocuk" sayıldığınız halde köleler gibi çalıştırılıyor, atlar gibi yarıştırılıyor, vahşiler gibi savaştırılıyorsunuz.
Ne yazık ki, bunca saldırı karşısında bebek kadar korumasızsınız. Ne devlet, ne okul, ne aileniz koruyor sizi; hatta onlar savaştırıyor, yarıştırıyor, çalıştırıyor kiminizi...
Çaresi yok, çocuk aklınızla, siz savunacaksınız kendinizi...
Şunları aklınızdan çıkarmayın:
Türkiye, çocuk ölümlerinin en yüksek olduğu ülkelerden biri... Bu, ekmeğe değil, silaha para harcayan büyüklerinizin tercihi... Sadece göstermelik koltuklara oturduğunuz 23 Nisan’larda değil, her an hesabını sorun bunun... Sütsüzlükten, ilgisizlikten, dayaktan ölen kardeşleriniz için ne yapabileceğinizi düşünün. Lokmanızı paylaşın onlarla...
Türkiye’de 4 milyon çocuk, ucuz işgücü olarak çalıştırılıyor. Trafikte araba camı silen, sokakta yara bandı satan yaşıtlarınıza iyi bakın. Onların da çocuk gibi yaşamaya, okumaya, beslenmeye, oynamaya hakkı olduğunu düşünün. Neden çalıştırıldıklarını sorun, itiraz edin.
Arkadaşınıza okula gidip gitmediğini, kitap alıp alamadığını, okulda öğretmen, araç gereç, laboratuvar bulunup bulunmadığını sorun. Her çocuğun eşit, parasız ve kaliteli "eğitim hakkı" olduğunu unutmayın. Fırsat eşitliğini savunun.
Televizyonda savaşırken izlediğiniz yaşıtlarınıza sahip çıkın. Savaşsız bir dünya için resim yapın, yazı yazın, imza toplayın. Çocukları silahlarla buluşturan ülkelere, liderlere, oyunlara, oyuncaklara karşı çıkın.
Okulda uyanık olun:
Örgütlenip okul yönetiminden sizinle ilgili kararlarda söz hakkı isteyin. Oyun zamanı ve alanı, rehberlik hizmeti, araç gereç, müşfik yaklaşım hakkınızdır. Kimsenin, ama hiç kimsenin size el kaldırmaya hakkı olmadığını unutmayın. Dayağa, hakarete direnin, karşılık verin, şikayet edin.
Evde uyanık olun:
Sizinle ilgilenmesi için ana babanızı sıkıştırın. Dersinize, oyununuza ortak edin. Yarış atı gibi çalıştırılmanıza karşı çıkın. Bu saçma sistemi kuranların ve ona uyup sizi o kurstan bu kursa sürükleyen büyüklerinizin tuzağına düşmeyin.
Sokakta uyanık olun:
Arabaların egzozu sizi zehirliyor, park olmadığı için sokakta top oynamak hayatınızı tehlikeye atıyor, yaya geçiş kurallarına uyulmaması ölüm tehdidi yaratıyor; itiraz edin. Tiyatrolar, sinemalar, resim atölyeleri, yeşil sahalar, yeteneğinizi geliştirebileceğiniz ortamlar talep edin.Ekran karşısında uyanık olun:
Reklamlarda, gazinolarda, podyumlarda, internette çocuk kullanımına isyan edin. Medya sizin yararınıza yayın yapma sorumluluğu taşır, unutturmayın. Ailenizden çok ilgilendiğiniz televizyondan daha iyi programlar; yayıncılardan çocuk kitapları, dergileri talep edin.
Büyüklerinizin şikayet edip durduğu dünyayı değiştirmenin koşulu, sizin bu yaşlardan başlayarak bilinçlenmenizdir.
İtirazınız olan her şeyi, yetkililere, ailenize, bize bildirin.
Haydi iyi dersler!

 
>
 
Ê
 
7
 
5
   
 

 

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 25 Eyl 2007 19:20:05
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Teşekkürler benusa hocam, özellikle zaman ve düğüm başlıklılar çok anlamlı.
ben teşekkür ederim mtdemirci öğretmenim. Ayrıca tebrik etmek isterim. Eğitimhaneye ve size hayırlı olmasını diliyorum.

Çevrimdışı alpercan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 551
  • 95
  • 551
  • 95
# 25 Eyl 2007 19:22:36
etüt yıllıkplanı olan var mı..yardımcı olursanız sevinirim...

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 26 Eyl 2007 15:53:56
  Sek hayatlar da sek konyaklar gibi sona  eriyor   
artık...
         Fransa'nın Cognac bölgesinde dünyanın en ünlü konyaklarının yapıldığı yerleri gezerken, şatolarda degüstatörleri dinlerken anlıyorum ki artık konyak sek içilmeyecektir...
200 yıldır özel Fransız meşe ağaçlarından yapılma fıçılarda bekletilerek tad kazanan ve asalet ünvanına erişen dünyanın en ünlü konyakları bile, içlerine Fransızların lemonad dedikleri bizdeki Sprite'a tekabül eden içecekler ya da tonikle servis edilecektir... 40 derece bekletilmiş alkolü içeren konyak, artık sek olarak yeni dönüşen hayata uymamaktadır...Alkolü fazla gelmektedir...
Yılların imbiğinden süzülmüş tadı, acı
gelmektedir...Meşrubatlara alışan damaklarca
ağır ve buruk görülmektedir...
tadıcılar içten içe, karşı çıksalar, konyağı sadece konyak olarak seven Fransızlar direnmeye çalışsalar da, gece kulüplerinde servis edilecek konyaklarda artık bir parça buz, hatta tonik, hatta soda ve Sprite olacaktır...
Konyak o buruk, acımtırak orijinal tadını tamamen kaybedecektir... Şekerlenecek, hafifleyecek, içimi ve tadımı kolaylaşarak rahatlayacaktır...
Her kokteylde olduğu gibi sek yani sade özelliğini yitirecek, karışacak, hafifleyecek, tatlanacaktır...
Çok daha kolay içileceği kesindir...
Çok daha fazla tüketileceği kesindir...
Ağızda daha tatlı bir tat bırakırken, o saflığın kalmayacağı aşikardır... Konyakla evlilikler ne kadar birbirine benzemektedirler...
Nasıl olup da aynı zamanda, aynı şekilde sulanmakta, tatlandırılmakta, etkisi ve gücü azaltılarak hazmedilmektedirler...Konyak tatlandırılarak, sulandırılarak, buzlandırılarak hafifletildiği gibi, evlilikler de sulanarak hafiflemektedir... Bir avukat dostum, "Gençler patır patır boşanıyorlar... Orta yaşlılar patır patır boşanıyorlar... Yaşlılar patır patır boşanıyorlar... Herkes patır patır boşanıyor" diyordu geçen gün... Boşanıyorlar, çünkü evlilikler ya bitiyor ya da esasen başlamadan bitmiş oluyor...
Çünkü evlilikler de konyak gibi yeni hayatlara ağır, acımtırak, dozajı yüksek geliyor...
Ya içilmiyor...
Ya da içilirse, içine meşrubat, soda, buz katılarak ateşi söndürülüyor...Lightlaştırılı yor...
Artık çoğu kişi neden, niçin ve ne amaçla evlendiğini bilmiyor...Evlilik eski müthiş anlamını yitiriyor...Çünkü evlenilecek kişi eski kutsallığını yitirmiş oluyor...Eski dünyalarda evleneceğin kişi çok özel bir kişi olacaktı...Hayatta onlarcası yüzlercesiyle beraber olsan da evleneceğin kişi çok farklı kalacaktı...Evleneceğin kişi çok farklı olacağından, evlilik de çok farklı olacaktı... Bir yastıkta bir ömür geçecek sözü evlilik için kutsallaşşacaktı...Oysa hayat değişti... Hayat dönüştü... Sıradan mutluluklar, sıradan keyifler, sıradan değişiklikler hayata egemen oldu...
Herkes herşeye uzanır oldu...
Yalın'ın şarkılarının birinde bir sözü vardı: Seni kim böyle sakladı?..O söz bir şarkı olarak kaldı... Saklanan kimse kalmadı... Kimselerin kendini saklamadığı yeni dünyalarda, evlilikler sıradanlaştı...Kutsal sevgililer kalmadı...
Sıradan ve değişken mutluluklara aşk ve sevgi denir oldu... Onun için evlilik de değişir oldu...
İçine tonik ve soda kondu...
Ateşi hâlâ söndürülemediyse bir de buz konur oldu... Konyağın ve evliliğin eski tadı kalmadı...
Konyakla evlilik hızlı yaşanan hayatların hızla tüketilen bir kokteyli olarak kaldı...





Çevrimdışı sudee

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 7.534
  • 14.530
  • 7.534
  • 14.530
# 26 Eyl 2007 15:58:21
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
etüt yıllıkplanı olan var mı..yardımcı olursanız sevinirim...

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]


Paylaşımlarınız için çok teşekkürler arkadaşlar. Yine birbirinden güzel hikayeler...  :)

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 26 Eyl 2007 16:38:06
   İsmail Türüt’ün şarkısına korsan klip çekip, "o gün" ve "yasin" kelimelerine gönderme yaptılar da, "suçluyu övmek"ten soruşturma açıldı ya...
"Allah’tan Sezen Aksu’nun şarkısına klip çekmediler" diye düşündüm bir an.
"Ne hayallerle ne ümitlerleMutlu olmaktı dileğimiz
Suçlu ne sensin
ne de benim...
Şimdi sensizim sen de bensiz
Her şey bir anda
anlamsız gelecek
İşte biz o gün tükeneceğiz..."
Çekse, çeker.Veya ne bileyim...
"Bize de derler Çakıcı, yakarız konakları" türküsüne, Alaattin Çakıcı muamelesi yapmak istesen, yapabilirsin.
Çünkü illa suçlu ararsan...
"I’m the bombacı" bile var.
İtiraf bir nevi!
"Kan aktı, cinayeti gördüm" diye şahitlik yapan da var; "başım belada, tabancayı unuttum helada" diye kendini ihbar eden de.
Hayır, İsmail Türüt’ü savunmak değil tabii ki amacım.
Şarkılarımız ve yorumlama biçimimiz bir acayip... Onu anlatmaya gayret ediyorum.
"Kaşların arasına domdom kurşunu değdi" türküsüyle göbek atıyoruz mesela...
Halbuki, adamı alnının çatından vurmuşlar! Üstelik, Aşık Mahzuni’nin zırt pırt yakılan evi için yazdığı bir "ağıt" bu aslında... Gerdan kırıyoruz!
"Kolcular gelirse, teslim olmayalım Halil’im, aman kurşun sıkalım..."Halil, bildiğin kaçakçı.
Aman kurşun sıkalım dedikleri arkadaşlar da, jandarma...İşin matrak tarafı, orduevlerindeki düğünlerde bile en tutulan türkülerden biri bu.
(Burası da Aspat değil Halil’im, bölümünü, burası da asfalt değil Halil’im, diye okuyanlar da var maalesef!)
Yaşanmış olaydır...
Şiveli bir vatandaş, Polis Radyosu’na telefon eder, "dağlara gel, dağlara" şarkısını ister... Ve bu şarkıyı, asker-polis, tüm güvenlik güçlerine armağan eder!5 dakika geçer...
Bir polis arar, Polis Radyosu’nu... "Dağlar seni delik delik ederim" şarkısını ister... Ve bu şarkıyı, biraz önce "dağlara gel, dağlara" şarkısını isteyen şiveli vatandaşa armağan eder!
Bayramda "moral" konseri için huzurevine gidip, "anan öle Cemil, baban öle Cemil, yetim kalasın Cemil" şarkısını söyleyen sanatçıyı da, hiç unutmam...Müthiş moral olmuştu! Garibim ihtiyarcıklar, bayram bitene kadar ağlamıştı.
Şarkıya bak...
"Kábus dolu gecelerin yastığın taştan
yatağın toprak gözlerinde kan bulunsun
Acı dostun...cehennem yurdun olsun
Derdinin dermanı ecel olsun..."
Bismillahirrahmanirrahim!
Dinle, kelime-i şehadet getir.
Diyelim ki, "amanini kelle kelle, gel beni biraz yelle"de eğlenceli bir taraf buldun...
"Allah belanı versin" diye tempo tutulur mu arkadaş?Yaşlı başlı kadınların TRT’ye çıkıp, koro halinde "tombul tombul memeler" demesine, ne demeli peki?Yakışıyor mu, kerli ferli adamların, kadınlar korosuna baka baka, "gaytan bıyıklarımı sürsem nerelerine" diye sormaları?
Ne diyelim yani..."Kaldıramazsan kaldırırlar gülüm" veya "arabada 5, evde 15" mi diyelim?
Kıstır, neresine sürersen, sür!
Uzatmayayım...
"Bir gün beni arzularsan geeeel", "pantolonunu çok sevdim, çıkar onu bebeğim", "Konyalı’dan başkasına bastırmam..." Ve hatta "Aramızda top var!"Hepsi kabul de..."Anasının yanında kızını kucakladım!"Oha be birader.

Çevrimdışı erdemc28

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.985
  • 443
  • 1.985
  • 443
# 26 Eyl 2007 17:13:02
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
   İsmail Türüt’ün şarkısına korsan klip çekip, "o gün" ve "yasin" kelimelerine gönderme yaptılar da, "suçluyu övmek"ten soruşturma açıldı ya...
"Allah’tan Sezen Aksu’nun şarkısına klip çekmediler" diye düşündüm bir an.
"Ne hayallerle ne ümitlerleMutlu olmaktı dileğimiz
Suçlu ne sensin
ne de benim...
Şimdi sensizim sen de bensiz
Her şey bir anda
anlamsız gelecek
İşte biz o gün tükeneceğiz..."
Çekse, çeker.Veya ne bileyim...
"Bize de derler Çakıcı, yakarız konakları" türküsüne, Alaattin Çakıcı muamelesi yapmak istesen, yapabilirsin.
Çünkü illa suçlu ararsan...
"I’m the bombacı" bile var.
İtiraf bir nevi!
"Kan aktı, cinayeti gördüm" diye şahitlik yapan da var; "başım belada, tabancayı unuttum helada" diye kendini ihbar eden de.
Hayır, İsmail Türüt’ü savunmak değil tabii ki amacım.
Şarkılarımız ve yorumlama biçimimiz bir acayip... Onu anlatmaya gayret ediyorum.
"Kaşların arasına domdom kurşunu değdi" türküsüyle göbek atıyoruz mesela...
Halbuki, adamı alnının çatından vurmuşlar! Üstelik, Aşık Mahzuni’nin zırt pırt yakılan evi için yazdığı bir "ağıt" bu aslında... Gerdan kırıyoruz!
"Kolcular gelirse, teslim olmayalım Halil’im, aman kurşun sıkalım..."Halil, bildiğin kaçakçı.
Aman kurşun sıkalım dedikleri arkadaşlar da, jandarma...İşin matrak tarafı, orduevlerindeki düğünlerde bile en tutulan türkülerden biri bu.
(Burası da Aspat değil Halil’im, bölümünü, burası da asfalt değil Halil’im, diye okuyanlar da var maalesef!)
Yaşanmış olaydır...
Şiveli bir vatandaş, Polis Radyosu’na telefon eder, "dağlara gel, dağlara" şarkısını ister... Ve bu şarkıyı, asker-polis, tüm güvenlik güçlerine armağan eder!5 dakika geçer...
Bir polis arar, Polis Radyosu’nu... "Dağlar seni delik delik ederim" şarkısını ister... Ve bu şarkıyı, biraz önce "dağlara gel, dağlara" şarkısını isteyen şiveli vatandaşa armağan eder!
Bayramda "moral" konseri için huzurevine gidip, "anan öle Cemil, baban öle Cemil, yetim kalasın Cemil" şarkısını söyleyen sanatçıyı da, hiç unutmam...Müthiş moral olmuştu! Garibim ihtiyarcıklar, bayram bitene kadar ağlamıştı.
Şarkıya bak...
"Kábus dolu gecelerin yastığın taştan
yatağın toprak gözlerinde kan bulunsun
Acı dostun...cehennem yurdun olsun
Derdinin dermanı ecel olsun..."
Bismillahirrahmanirrahim!
Dinle, kelime-i şehadet getir.
Diyelim ki, "amanini kelle kelle, gel beni biraz yelle"de eğlenceli bir taraf buldun...
"Allah belanı versin" diye tempo tutulur mu arkadaş?Yaşlı başlı kadınların TRT’ye çıkıp, koro halinde "tombul tombul memeler" demesine, ne demeli peki?Yakışıyor mu, kerli ferli adamların, kadınlar korosuna baka baka, "gaytan bıyıklarımı sürsem nerelerine" diye sormaları?
Ne diyelim yani..."Kaldıramazsan kaldırırlar gülüm" veya "arabada 5, evde 15" mi diyelim?
Kıstır, neresine sürersen, sür!
Uzatmayayım...
"Bir gün beni arzularsan geeeel", "pantolonunu çok sevdim, çıkar onu bebeğim", "Konyalı’dan başkasına bastırmam..." Ve hatta "Aramızda top var!"Hepsi kabul de..."Anasının yanında kızını kucakladım!"Oha be birader.



 iSMAİL TÜRÜT İÇİN BEN ŞÖYLE DERİM.YAPILAN KLİP KESİNLİKLE İNSANLIK DIŞIDIR TASVİP EDİLEMEZ.ZATEN SANATÇIDA BUNU SÖYLÜYOR.AMA ŞUNU UNUTMAYALIM BİR KARADENİZLİ OLARAK VATANIMIZA VE MİLLETİMİZE  FANATİK OLARAK BAĞLI BİR KİŞİ OLARAK TÜRKÜ GÜZEL YAZILMIŞ.İÇERSİNDE KASDEDİLEN SÖZCÜKLERİ KİM NE OLARAK ALGILARSA ALGILASIN BEN NE ANLADIĞIMA BAKARIM.vE BU TÜRKÜYÜ BİR KARADENİZ TARZ MÜZİĞİ OLARAK TA SEVEREK DİNLİYORUM.VE GE DİYORUM.O KLİBİ YAPANLARI DA İNSANLIK OLARAK LANETLİYORUM. VE BEN VATANIMI MİLLETİMİ DEVLETİİ KARADENİZİMİ ÇOK SEVİYORUM.

Çevrimdışı zuhalogretmen

  • Uzman Üye
  • *****
  • 566
  • 298
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 566
  • 298
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 26 Eyl 2007 17:31:50
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Sevgili Benusa bu hikayeyi sınıfımla ilgili hazırladığım sitenin "Rehberlik Odası" sayfasında konuklarımla paylaşmıştım. Halen de duruyor sayfada. Oradaki bir başka hikayeyi de paylaşayım sizlerle. Ayrıca güzel paylaşımınız için de teşekkürler.
 



BİR ÖYKÜ

Genç bir adam, işlediği bir suçtan dolayı hakim karşısına çıkarılmış. Hakim onu çocukluğundan beri tanıyormuş ve ünlü bir yazar olan babasıyla da tanışıyormuş.
Hakim:
"Babanı hatırlıyor musun?" diye sormuş.
Bu soruya:
"Onu oldukça iyi hatırlıyorum." şeklinde cevap vermiş genç adam.
Suçlunun vicdanını yoklamaya çalışan hakim şöyle demiş:
"Mahkûm edilmek üzereyken ve şu anda mükemmel bir insan olan babanı düşünürken, onun hakkında net olarak ne hatırladığını anlatır mısın?"
Bir sessizlik olmuş.Daha sonra hakim beklenmedik bir cevap almış.
"Konuşmak için yanına gittiğimde, yazdığı kitaptan başını kaldırarak bana baktığını ve "Çek git başımdan; çok meşgulüm!" dediğini hatırlıyorum.
Ona arkadaşlık etmek için yaklaştığımda bana dönerek: "Çek git başımdan oğul; bu kitabı bitirmeliyim!" derdi. Hakim bey, siz onu büyük bir yazar olarak hatırlarsınız; fakat ben onu kaybedilmiş bir arkadaş olarak hatırlıyorum."
Hakim kendi kendine söylenmiş:"Yazık! Kitabı bitirdi ama oğlunu kaybetti!"

Zig Ziglar'dan
 
 
 
 
 
MERHABALAR SINIFIMLA İLGİLİ HAZIRLADIĞIM SİTE DEDİĞİNİZ İÇİN YAZDIM BENDE BÖLE BİRŞEY İÇİN SİTEDE FORUM AÇMIŞTIM BENDE OKULUM İÇİN SİTE AÇMAK İSTİYORUM NELER YAPMALIYIM?YARDIMCI OLURSANIZ ÇOK SEVİNİRİM...

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 28 Eyl 2007 11:34:14
Kısa Mola..

Kısa bir mola vermek istiyorum, izin verir misin hayat...

Acıyan yerlerimle kelimelere sığınma vakti şimdi,
Uzak şehirler arıyorum yüreğimin yabancı olduğu.
Keşfetmediğim, görmediğim, bilmediğim bir yer olmalı...
Hatırlatmamalı seni bana...

Demek ki deniz olmamalı....

Vedalaşmamalıyız seninle,
Sana bu iyiliği yapmamalıyım!


İlk kez nefretin eşiğindeyim, ama...

Senden vazgeçemem... Bilir herkes...


Acıyan yerlerimle düşlere sığınma vakti şimdi,
ne olur yakmayın ışıkları, ben herşeyi çizerim düşlerimle...
Neden yine yabancılaştım?
Bu senin suçun...

Herkes kendi ipini çeker,
Herkes kendi akıtır gözyaşını,
Ama...

Sen ben yok aramızda... Bilir herkes...

Senden ricalarımı anlatmam zor sana...
Ne olur çok görme bana hayatı. Ne olur dokunma...
Acıtma...
Gülümsememi sever sevdiğim en çok, bari ağlatma...


Kısa bir mola vermek istiyorum, izin verir misin hayat...
Gerçekler sancı yapıyor, az bir düş alıp döneceğim!


 

Duydum ki yine umudunu kesmişsin insanlardan,
dostluklardan... Duydum ki yine acımaya başlamışsın
kendine...
Yolunu kimselerin bilmediği, bilmek de istemediği
sevginin o hayal ülkesinde birilerini beklerken çok
üşümüşsün...
İnsan ancak kendisine sevgili olabilir, diyormuşsun.
Şimdi artık yollarda ve binbir hayalin peşinde
sürüklediğin ve yıprattığın sevgine minnet borcunu
ödeyecekmişsin...
Acıyan sevgini şımartacak, onu örtülere saracakmışsın.
Onu kendini güçlü ve korunaklı olduğunu hissetmediğin
hiçbir yerde ortaya çıkarmayacakmışsın...
Sevgini yırtıcı bir kuş gibi yetiştiriyormuşsun.
En iyi savunmanın saldırı olduğunu ve yok olmamak için
yok etmek gerektiğini öğretiyormuşsun ona...
Ona onu, sabırlar, merhametler ve inceliklerle değil,
hazlar, hayranlıklar ve kıskanç ilgilerle
besleneceğini vadediyormuşsun.
Her gece uyumadan önce arkasında Che Guevera’nın resmi
olan aynanla konuşuyormuşsun: Bir sen varsın önemli
olan, bir sen varsın gerçek olan... Hem onca acıya
rağmen hala güzelim...
Ve artık kendime yasaklıyorum başkalarına acımayı ve
hayatın acısını...
Aynadaki nefesinin buğusunu görüyorum buradan.
Gözlerinle gözgöze gelemediğim için tutup aynadaki
buğuyu öpüyorsun.
Yaralı kendini öpüyorsun...
Çekmeceden cüzdanının çıkarıp içindeki kredi
kartlarını seyrediyorsun zoraki bir hayranlıkla.
İçinde sevgini sakladığın kaleyi daha da
güçlendirmeyi geçiriyorsun aklından.
Kredi kartlarını yalıyorsun dilinle ve onların zehirli
tadını içine akıtıyorsun.
Bankamatikten her para çektiğinde kulağına gelen ölüm
çığlıklarına alıştırmak istiyorsun kendini böylece.
Hem senden güçsüzlerin ölümü, hem bu ölümleri gizleyen
ve bütün katliamları anında temize çeken teknolojinin
zehirli tadı sarıyor şimdi sevginin yaralarını.
Bankamatikten her para çektiğinde kulağına gelen
çocukların ve kimsesizlerin ölüm çığlıklarına
dayanamadığını hissettiğin anlar, senin için hayatta
sadece annenin babanın ve kardeşlerinin önemli
olduğunu söylüyorsun kendine ve akşam iş dönüşü onlara
hediyeler alarak evine dönüyorsun...
Ve eskiden, sevgini bir kalenin ardına saklamadan önce
sadece kendi çocuklarını sevenleri kınadığını unutmak
içinse bu defa başkaları değil kendin kanatıyorsun
sevgini.
Sonra küçük, tüylü bir köpek almak istiyorsun kendine.
Köpegi severken, kucaklarken sana acımasızlık eden
dostlarının, seni sevginin o hayal ülkesinde yıllarca
bekletip düşlerini ve ömrünü çalan sevgililerin
yüzleri geçsin istiyorsun karşından.
Onların yüzleri geçtikçe sahibin olduğun için senden
başka kimseyi sevmeyecek ve bağlanmayacak olan
köpeğine daha da sıkıca sarılmak istiyorsun, öpüp
koklamak.
Kendini öper gibi, yaralı ve belki de artık hiç
iyileşmeyecek olan kendini.
Hiç iyileşmeyeceğini artık kendinden bile
saklayamadığın böyle anlarda para kazanmak istiyorsun,
iş kurup daha çok para kazanmak.
Böyle anlarda bir kalenin ardında gizlediğin herşeye
yanlışlarla dolu olsa da senden izler taşıyan tarihine
bile düşman oluyorsun.
Seni bu hale getirenlerle bir olup bu belki de artık
hiç iyileşmeyecek yaralı kendini yoketmek
istiyorsun... Sonra yorgun düşüyorsun... Artık
dinlenmek istiyorsun. Yarına daha dinlenmiş ve
korkularından kurtulmuş olarak uyanmak istiyorsun...
Ve uykuya dalmadan önce vitrinlere bıraktığın
dalgınlığın geliyor aklına...Kendine bir kez daha
acıyorsun ve bu yüzden pahalı bulup da almadığın
giysileri almaya karar veriyorsun.
Bu pahalı giysiler sayesinde ilgilerin kölesi değil,
ilgilerin merkezi olmayı istiyorsun.
Bu giysiler sayesinde sızlayan sevgilerini örtmek,
örtmek, örtmek istiyorsun. Görünmez olmak istiyorsun.

Oysa senin gemin camdan sevgili...
İşte güçlü balığın güçsüz balığı yok ettiği kanlı
denizin her tarafından seni görebiliyorum...
Sadece ben değil dost düşman herkes uykuya daldığını
görebiliyoruz buradan.
Çünkü senin gemin camdan sevgili.
Sıkıntından yediğin tırnaklarının kenarlarını...
Korkulu bir rüya gördüğünde birden silkinişini...
Yaralı sevgini korumak için aldığın onca kötücül
karara rağmen nasılsa hep masum kalan sayıklamalarını
görüp duyuyorum buradan...
Kaleni ve kalenin ardında sakladığın yaralı sevgini.
Boşuna saklama sevgini. Senin gibiler hiç örtünemez
sevgili...
Seni bu kanlı deniz ve düşmanların da dostların da
hemen tanır.
Ya benzerini bulup gidersin buralardan.
Ya da seni yokederler sevgili...
Herkes gibi ve herşeyi bilerek yaşamaszın sen
Senin gibiler örtünemez...
Bu kanlı denizde senin gemin camdan sevgili

 

Sanki hala anlatılmamış fırtınam
Fotoğraflarda kalan gizemli bir gülüş 'aşk'
Hüznü, mutluluğu barındıran şarkı
Dudaktan düşmeyen isim 'bahar bakışlı'

Sanki hala söylenmemiş sevdam
Küçük yüreğimde kopan büyük gürültü
Hiç duyulmamış çırpınan denizlerde
Papatyalar yetmemiş tutulan fallara

Sanki hiç boyanmamış aşk
Gözlerini görmemiş gökkuşağı
Gülüşünden bihaber güneş
Sıcağı hiç tatmamış/ ısıtmamış

Sanki hiç bulunmamış 'SEN'
Tüm kimsesiz kıyılarda ayak izi silinmiş
Nefesini saklamış dağlar
Orman yutmuş gözlerini
ve gece
Serpmiş yıldızlara bakışını
Kaydıkça tutulmaz olmuş 'aşk'
Ardından yazılır olmuş şiir
Kimse 'sen' gibi okunmamış.
............. sanki hala kelimeler yetmiyor..

Aşk; kor halinde içli içli yanarken, külleri sermektir gülüşe....
is kokusunda

Tüm cesaretinle 'seviyorum'diye haykırmak isterken, boğazında düğümdür

Aşk; Sabah umuttur derken, geceye sarılmaktır hayaliyle başbaşa kalmak için

Aşk; Çığlık çığlığa susmaktır... ben bu kadar tarif edebildim.........

 

Bir gün hayatımdan öldürürcesine çıkacaksın ve ben seni hep son günkü halinle hatırlayacağım. Senin en güzel halin neydi diye düşünüyorum. Ve içimden bir ses yıllar öncesine götürüyor beni...
Seni her halükarda içimde hissedebiliyorum. İşte olayımın en güzel yanı bu. Sen ne kadar anlayabilirsin bilemiyorum. Ama benim gibi her şeyden ve herkesten uzak bir hayatın olmasaydı bunun ne demek olduğunu anlardın. Seni anlıya biliyorum sevdiklerin ve sana destek veren herkesin yanında ağlamak bile senin için doğal. Benim için lüks olan her şey sana doğal geliyor.
ölüyorummm.....

Yaşadıklarımdan öğrendiğim birşey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin kalmalısın koklamaktan bir çiçeği.

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya.

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin.
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin.

İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına.
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına.

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın.
Değişmemelisin hiçbir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu.
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın.

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi, olgunlaştırır bir insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı.

Yaşadıklarımdan öğrendiğim birşey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına.
Çünkü ömür dediğimiz şey hayata sunulmuş bir armağandır.
Ve hayat, sununlmuş bir armağandır insana.
Bana birşeyler anlat canım çok sıkılıyor,

Bana birşeyler anlat anlat içim içimden geçiyor....

Yanımdasın susuyorsun,susuyor konuşmuyorsun,

Bakıyor görmüyorsun...

Dokunsan donacağım,

İçimde intihar korkusu var,

Bir gülsen ağlayacağım,

Bir gülsen kendimi bulacağım....

Depremler oluyor beynimde,

Dışarda siren sesi var,

Her yanımda susmuş insanlar susmuş

İçimde ölen biri var......


 

"mihnet ile ektirdiğim gülleri,
vardın gittin bir soysuza yoldurdun"





Bir çırpıda, dokuz boğumdan geçmeden dizilen kelimeleri takipte gozlerim, boğazımda çözülmez bir düğüm. acıtıyor, yutkunsam, nefes alabilsem eski ritmini bulacak yine kalbim. Biliyorum oysa, bu düğümün ömrümce çözülmeyecek bir yumruk olduğunu, zehrini ılık ılık boğazıma akıttığını.. Ve kalbim.. Asla eski ritmini bulamayacak, unutmuyorum seni ancak beyaz bir örtü çekiyorum üzerine, çatıya saklanan kullanılmayan gereksiz eşyalar gibi.

Güçlü bir rüzgar karşısında aynılaşan saçlar gibi, yokmuş aslında birbirimizden farkımız. Ben seninle bir bahçede fesleğenler ekmek isterken açık kapı bırakmayı unutmuşum. Hepsi bu. Sende değil kusur elbet. Ne varsa, ne kabahat varsa senin gözünde, istisnasız benimmiş.

Bir dost, söze iman edilmesi gerektiğini unutmuş. onulmaz bir yara açmış, farkındaymış. Sevmediğinin, sever gibi yaptığının ve sadece suçlamaktan, çizikler atmaktan başka şey yapmadığının farkında olduğu gibi. Su almaya hazır bir tekne, o'nun açtığı delikten ötürü..

Noktaya geldik işte. Bir dağ yıkılıyor büyük bir gürültüyle. Bir tesbih kopuyor, yuvarlanıyor taneleri merdivenlerden en dibe. Bir hırkanın ipi takılıyor çelmeye, sökülüyor ve de ne yazık. Bir baykuş acı acı ötüyor, can vermek üzere. Bir ağaç birden kuruyor, koflaşıyor. Binlerce yıldız sönüyor. Ay bulutların ardına saklanıyor. Dağdan kopan parçalar, fesleğenleri eziyor. Herkes küsüyor işte, sana.. Ben yine de seni sevmeye devam ediyorum.

Sevmek başka, yürümek başka.. Mat dedin madem, ateşe veriyorum o yeşil tekneyi giderken. Dilimi kesiyorum sana.

Elveda..



 

Sevmek; farkında olmaksa yaşadığının

Sevmek; bakmak değil görmekse eğer

Aklın başından gitmesi değil,

Duymak ve bilmekse eşit olarak;

Yemeden, içmeden kesilmeden

Çoğalmaksa sevmek eksilmeden,

Çağına tanıklık ederek

Ve kahrolmamaksa arabeske inat.

İçin içine sığmamaksa

Bir coşku, bir şenlik, bir erdemse sevmek;

İnsanları, çocukları, kuşları unutmadan

Verem olmamaksa sevmek senin aşkından

Daha sağlam basıyorsam toprağıma,

Unutmak, şaşkınlık, azap değilse;

Bilinç, öğreti ve sevinçse,

Paylaşılan bir ekmek gibiyse sevgi;

SENİ SEVİYORUM !





 

senden kopmak için
ille mazgallı kapımın sürgüsünü
çözmem gerekmez
adımlarını bilmemek (senli benli olan yollarına dökülen)
gözlerindeki ifadeyi es geçmek
hatta başka bir diyarı düşünmek dahi
senden kopmak demektir

senden kopmak için
ille bir dış etki gerekmez
kısarım kandilimi
çekilirim köşeme
yalnız sen görürsün beni

kaldırıp yere vurmak
nede kolay
bir çerçeveyi
ben seni bulana kadar
kaç dil yor(ul) dum
heyula çıkmazıydı hep çoğu
duvarları kimse anlamıyor
kendini ören yosundan başka
ben anladım;
arkadaşı umut
kuzguncuğa yaslanan

senden kopmak için
elveda demem gerekmez
geç kalırım
-söz verilmiş- buluşmaya



 

Son dalganın hışırtısına bıraktım şimdi mavilikleri. yüzükoyun yatmışım ölümün sıcacık morluğuna

Senin suların sığ, senin suların derin, senin suların çılgın, senin suların sakinmiş, ne gam! . fark eder mi?değil mi ki aslın su ! bir hayatı avucunda tutup sunduğunu sanıyorken bir yudumda fırtına yaratıp anaforlarında yârim dediğini boğuyorsun .

Öykünme rengine kızıldenizin hâlâ bir kavmin kanından beslenir, ondandır kızıllığı, üstlenme karadenizin kararıp kalmış nuh tufanından artmış öfkesini, sahiplen aklığına akdenizin, hem ak ol hem de akı/ver dingin maviliğinle çölleşmiş yüreklere . dert olma, eczâ ol!

Bırak yüzsün yelkenlim açılırken engine, hoyrat rüzgârlarla yapma antlaşmalarını, getirme karşı sahilden her seferinde donanımlı donanmalarını. ne preveze ne seddülbahir madalyası lâzım yüreğimizi astığımız sol yanımıza. senin o soluna yerleşmiş minik,munis adacığı nasıl dövüyor dalgaların, ne çok sular altında kıyıları. bırak sığınayım o doğal limana, çek hummalı yıpratan kavgalarını. yeni bir titanic yaratma, yazdırma tarihin küf tutmuş sayfalarına! .

Karşı kıyının emânet dalgalarıyla yüzer mi aşk yelkenlisi, hele bitâp düşmüş ve fareler bile terk etmişse sintinesini, kaptanın batmaktan kurtaracağı o son hamleye bile gücü yetmiyorsa artık, ya niye gereksiz med-cezirle kabarıyor suların? neden meydan okuyamıyorsun bu çekim alanlarının ziftleşmiş zihniyetine?! .

Pusulam yitik, kamaralarımın her köşesine sinmiş ihânet artığı yalnızlık. seyir defterimde her günün anısına sana kurban verdiğim kaç beden, kaç ruhun isyânı haykırır . ..

Ah benim efsanesi hoyrat sulara yaz(g)ılı atlantis kalbim, yitik kentim kaç devâsâ çatırdayan fay hatlarına ödediğim kutsal mâbedim. âyinlerinde ki canhıraş çığlıklarında uyur deniz ve öfkeli ellerine hiç ama hiç yakışmayan bir şefkâtle deniz yıldızları takar suya yosun misali saldığım saçlarıma. bak ellerimde garip, mahcup aşk kokusu var. eğer bir fidye gerekiyorsa bu korsan aşka bıraktım kara sularına, kadehimde önceki günlerden kalma birlikteliğin kopkoyu tortusu .

Son dalganın hışırtısına bıraktım şimdi mavilikleri;yüzükoyun yatmışım ölümün sıcacık morluğuna;ay yine şavkımada sen her zamanki gibi çekilip çekilip doluver yatağına, ama sakın ola her kükremiş âfet sonrası, kum gördüğünü çöl sanma! her çöl, gül bağışlamaz sana!


 

Sevmek yasaktı bu topraklarda. Yüklenen yükünü çarşıda-pazarda satardı. Sevdasını da... Satılık olmayan ne vardı! Böyleydi işte buralar. Ben sevdamı satılığa çıkarmadım, dilime de dolamadım. Bir yüreğimde susukunluğuyla beslenmede. Sen giderken bu topraklardan, sen ardına bakmadan gözden kaybolurken, satardı insanlar buralarda, sevdalarını bile. Ben bir kuyuda kayboluyorken, bir el aradım. Tutunacak dalım olsa dedim, ses ettim ses gelmedi. Ben sevdamı satılığa çıkarmadım.

sevmek budur belki de

ölmek adına

git, nereye gidersen

farketmez

ben taş toplamaya devam ediyorum

Yolları uzun ve karlı şehirlerin gece nöbetçilerine Melih Sular şöyle sesleniyor bir şiirinde :

bazen içerideki yalnızlık ta soğuk havaya yenilir..
arar beden sıcak bir yemek,
sıcak bir ten...

ne kadar kanat çırpsan da irkilir tüylerin
arar gözlerin perdeleri,
içeriden açılabilen pencereleri..

dışarısı soğuk
dışarısı yağmurlu..


 

Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin

Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin

Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin

Nazım Hikmet Ran



 

Çevrimdışı ayşegülaslanlı

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 29 Eyl 2007 14:15:47
Yavuz Sultan Selim den ders...


Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, tebdili kıyafet yapmış, Kuşlar
Çarşısı'nı geziyormuş.

Avcılar avladıkları kuşları, tuzakçılar yakaladıkları maharetli, eğitimli,
güzelim kuşları satıyorlar.

Bir ara gözü kekliklere ilişir padişah'ın.

Bir grup kekliğin üzerindeki varakta, "Tane işi satış fiyatı 1 altın"
yazıyor.

Hemen yanı başlarında asılı, adeta altın kafes içinde bir keklik daha var
ki, fiyatı; 300 altın.

Padişahın gözü 300 altınlık kekliğe takılır.

"Hayırdır" der satıcıya, "Bunun diğerlerinden ne farkı var ki, bunlar 1
altın, bu 300 altın?"

Satıcı, "Bu keklik özel eğitimli, çok güzel ötüyor, ötmesi bir yana bunun
ötüşünü duyan ne kadar keklik varsa hepsi onun etrafına doluşuyor"
diyor."Tabii bu arada avcılar da o etrafa doluşan keklikleri daha rahat
avlıyorlar" diye ekliyor.

"Satın alıyorum" diyor Padişah, "Al sana 500 altın..."

Parayı veriyor; hemen oracıkta kekliğin kafasını kesiyor.

Adam şaşırıp, "Ne yaptınız, en maharetli kekliğin kafasını koparttınız,
yazık değil mi" diye dövünürken;

Padişah gürlüyor:

"Bu kendi soyuna ihanet eden bir kekliktir. Bunun akıbeti er veya geç
budur."

Çevrimdışı KURTAGA

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 240
  • 43
  • 240
  • 43
# 30 Eyl 2007 14:13:11
biraz esprili kısa bir öykü anlatacağm. orta yaşlı bir avukat arkadaş bir köye dava ile ilgili keşife gitmiş. köyde oruç tutan kimse yokmuş. bektaşilerin köyü imiş. bizim avukat dava bitip dönerken köylülere size bir nasihatım olacak . aman yolunuzdan dönmeyin dininizin kıymetini bilin. demiş.....

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 02 Eki 2007 17:17:37
sonsuz takvim

Çevrimdışı ayşegülaslanlı

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 2.591
  • 2.110
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 02 Eki 2007 22:03:55
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
sonsuz takvim
ürkütücü kendi doğum günümde şöyle bir yüzyıllar atlayarak baktımda  herşey ne kadar kolay yalan olabiliyor.

Çevrimdışı a.pınar şirin

  • Uzman Üye
  • *****
  • 923
  • 465
  • 923
  • 465
# 02 Eki 2007 22:17:39
aksa hocam çok sagol yaa.her daim  içimi yakan bir türkü,ilk gençliğin vazgeçilmez dizeleri birarada.gülümsettin beni,hep gülümse hocam.
 

Çevrimdışı AKSA

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.564
  • 2.847
  • 1.564
  • 2.847
# 03 Eki 2007 15:37:34
YAŞANMAYA DEĞER

Bu insanlar hergün nereye gidiyor böyle? Çatmışlar kaşlarını, asmışlar suratlarını; ihtiyar yüreklerini ve bezgin bedenlerini nereye sürüklüyorlar? Ya o; ışıl ışıl gözlü, aydınlık yüzlü insanlar. Nerede duruyorlar, ya da acaba var mı öyle insanlar bu şehirde, dolaşmışlar mı sokaklarında bu şehrin? Yoksa tebessüm ve muhabbet ile birlikte terk-i diyar mı eylediler?
Nereye böyle?
Hey!
Duvarda asılı bir tablo gibisiniz işte... Siyah rengin ağırlıkta olduğu... Sanki hep siyah çalışmış, kara katran ruhlu bir ressamın eseri. Yüreğinizi tecrit etmişisiniz bedeninizden. Umutlarınızı bile prangaya vurmuşsunuz. Küçücük tarihinizde hep fetret dönemi yaşıyorsunuz.
Palyaçolar kadar soğuksunuz işte... Yüreğini metropol sokaklarında kaybetmişsiniz. Düzeniniz bile karmakarışık. Servetinizden birkaç kuruş eksildiğinde neredeyse geçen yüzyılın İstanbul katipleri gibi ince hastalığa tutulacaksınız.
Yanlış yapma korkusuyla kendini yaşamaktan alıkoymuşunuz. Yaşadığınız zannettiğiniz hayatın, asıl yaşanılacak olan asil kısımlarını paranteze almışsınız. Siz hayatı yaşamıyorsunuz, hayat tarafından yaşanıyorsunuz. Hem de seve seve... 
Ben sadece sizi anla(ya)mıyorum!
Biliyor musunuz? Yapacağınız çok şey var... Çünkü bugün mevsimlerden ilkbahar... Haydi! Gidin şimdi gideceğiniz yere... Ama gülümseyin, gülün güle bildiğinizce... Artık girdiğiniz her savaşı kazanırsınız sevginizle...
Bahar geldi kudret artık avuçlarınızda... Beyaz bir sayfa olsun bahar hafızalarınızda... Kötülüğe sevgiyi öğretmeyenin ismi kalmasın bu topraklarda. Sahi var mı kara bulutları, kara zambakları ve kara yürekleri; pembe güllere, ıtır dallarına ve beyaz yüreklere tercih eden kara yüzlü, kara vicdanlı, kara insanlar aranızda? Üstelik bahara rağmen yaşıyorlar mı hâlâ!
Ey kapkara insan!
Bu bahar başlangıcında da umutlar, hayaller ve sevinç ekmelisin kalbinin serasına. Ne gerek var herşeye bürokrat gözüyle bakmaya? Dostoyevski’nin, çilekeş tipini örnek almaya? Bir yerlere geç kalmış gibi sık sık saate bakmaya ve pazar günleri kravat takmaya? Bu kadar şekilperestlik gerekli mi acaba?
Ölüm bu şehrin evlerinde, caddelerinde dolaşıyor, dolaşacak... Takdire tedbir fayda sağlamayacak. İpten düşmeye mahkum cambazın beyhude gayretleri, onu kurtarmayacak, belki de düşüşünü hızlandıracak. Üzülsen de, sevinsen de hayat muhteşem seyriyle akıp gidecek, mevcut durum değişmeyecek. Peki ya bakan gözler... Pozitif olmalısınız, gecenin zifiri karanlığında kaybolsanız da: “Güneş yeniden doğacak/Herşey çok güzel olacak” şarkısını söylemelisiniz. Karanlığa gülücüklerinizi göndermelisiniz.
Şimdi oluruna bırakın hayatı. Tabi gülümseyerek. İnanın gülümsemek hiç kimseyi yakışamaz bu kadar. Gülümsemek için sebep aramalısınız. Tatilini uyuyarak tüketene kızmalı, arabesk dinleyenin kulaklarına pamuk tıkamalısınız, Güneş’i görür görmez kapkara gözlüklerini takan ve tabiki kötü bakan, kem gözleri bandajlamalı, bedduaların, sitemlerin çıkış yaptığı tüm ağızlara kırmızı biber sürmelisiniz. Hayatı tam orta yerinden ıskalayanlara, hayatı zehir etmelisiniz.
Yıldızlı gece, bak Çoban Yıldızı, toprak kokusu... Haydi! Gülümse. Kumruların dilinde bitmeyen sevda şarkıları yine. Martılara bak ve hayran kal sonra da gülümse. Nasıl da titreyerek açıyor sabahları çiçekler... Ya pencereden bizi gözetleyen rengarenk süslenmiş ağaçlar... Tepeden tırnağa çiçek açmış akasyalar... Birbirleriyle yarışırcasına güzel kokan salkımlar, leylaklar. Gülümseyen tomurcuklar... Elmas pırıltısını andıran çiy damlalarıyla gözlerini okşayan yapraklar, çakır dikenlerinin yerinde ahududular... Sizi gülümsetecek ne çok şey var. O halde gülümse sonsuza kadar.
Dünyanın en güzel bahçelerinden derilmiş en güzel gülleri, sunamazsınız belki anneler gününde annenize. Dünyanın en güzel şiirlerini yazamıyorsunuz belki öğretmenler gününde öğretmeninize. O halde dünyanın en güzel gülüşünü armağan edin -hem vergisiz, hem de bedava- hem de hergün sevdiklerinize.
Yani gülümse, sadece...
Hey! Sen...
Hayatında hiç kimseye “Sen” diye seslenmemiş olan Centilmen.
Bahar, kalbinizin tam orta yerine düşen, kocaman bir umudun sesi olmalı. Hayallerinizi kurtarmalısınız prangalardan. Sevdiğiniz uğruna dağları delen siz. Devirin yüreğinizdeki kuruntudan yapılmış duvarları. Şimdi içinizi kanatan bu üzüntülere, bir gün bir rüyaymış gibi, içiniz hafifçe burkularak gülümsersiniz. Arada sırada karardığı için kim güneşten umudunu kesiyor? Var mı öyle bahtsızlar?
Bahar, ılık güneşiyle, kelebek kanadında rengarenk ürpertileriyle, yüreğimize her yıl açılan pencere. Haydi siz de bir pencere açın bahara yüreğinizde. Pencerenizden içeriye; kumrular ve umut güvercinleri girsin böylece. Pencerenizden sızan ışıkla sardunyalar, papatyalar yetişsin. Çıkın demir dikenler, siyah laleler ve bilumum zehirli otlar, yüreklerden...
Ve sen şehir insanı! Vazgeç mutluluğu uzaklarda ki kelebeğin kanat çırpınışlarında aramaktan... Ufuklara dalan gözlerin, yanında duran çocuğu ve yüreğindeki kelebeği farketsin artık.
Haydi!
Yüreğimizdeki nefret saltanatına son verelim. İndirelim tahtından umutsuzluğu. Sonra zalim kral karamsarlığın ellerini ve kollarını çarpraz keselim. Ve baharı yaşamaktan korkan yürekleri baharda açan çiçeklerle ipe çekelim. Yani gönlümüzü gülistan edelim.
Tercihini yap somurtkan insan. Hayatının resmini bir tek tercihinle çiz. Ya yaşarken öl, ya ölene dek yaşa. Lütfen “yaşamak istiyorum” de. Yani “sevinci”, yani “umudu” seçiyorum de.
Kara bulutların göğsünden damlayan iki damla simsiyah hüzün bile senin göğüs kafesinin altında pır pır eden yüreğinde bembeyaz mutluluğa dönüşsün böylece...
Vazgeçme yaşamaktan... Hep yalnız yaşadığın yanlışlarına bile gülümse. Yalnızlığın hayatın ta kendisiyse, hayatın ta kendisine gülümse. “Herşeye rağmen hayat devam ediyor” ilkesini benimse. Küçük dertler, bir yerlere ödenmesi gereken paralar, bazı şeylerin tamir masrafları hiç eksik olmayacak hayatından, biliyorsun... O halde bu ne panik, bu ne acele? Dur, bir sakinleş, bir düşün, bir bak gökyüzüne. Kendine bu koşuşturmanın ortasında böyle bir izin ver. Sonunda ne güzel bir insan olduğunu anlayacaksın ve hayatta rövanşın olmadığını.
Kaç mevsim bekledin mutluluğun kapısında, düştü yapraklar, geçti yıllar. Sen yeşermek için baharı gülümseyerek bekle. Bir kuru yaprak gibi yokuysan rüzgarın önünde. Gülümseyerek “hoşcakal” de herkese. “Görüşmek üzere... Kimbilir belki de...” Gülümse rüzgarına gülümse... Gittiğin dümdüz yolda, eğri oturanlara, seni gök mavisine hasret bırakanlara, bulutlara, sislere gülümse. Bak geçmişine, geçmişine mazi derler gülümse. Sen gülümseyerek uğurla mazini, güleryüzle merhaba de atine...
Hergün bir yerden göçmek ne iyi
Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş
Dünle beraber gitti cancağızım
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.
Sevgi dolu olmalısın, çoşku dolu olmalısın, kabına sığmamalısın.  Karanlıkta ışıldayan bir sen kalmalısın. Gülücüklerin polenlerle birlikte uçuşmalı gökyüzünde ve bazılarına alerji yapmalı. Para kültürüne, hıza, aceleye, kine, kibire adanıp oburca tüketilen hayatlar, tebessümle protesto edilmeli. -Arabeske inat- Ve şu hayat, hayat gibi yaşamalı.
Biliyorum sonbahar gelecek, kırlangıçlar göçecek, ağaçların benzi sararacak, doğa renksiz bir sükuta bürünecek. Ama hiç kimse zamana ya da kadere kızmayacak. Herkes baharını yanında taşıyacak. İnsanlar yüreğinde her mevsimi değil sadece baharı yaşayacak.
Günlerini renklendirecek parlaklıkta, yüzünü gülümsetecek güzellikle bir fikrin yoksa! Ey soluk benizli insan! Biliyor musun? Tüm çiçeklerin kokusu başka, rengi başka. Var mısın! Onları bir kaşif edasıyla keşfe çıkmaya, pencerenin önündeki begonyayı okşamaya, bir ressam olup mutluluğun resmini çizmeye, pandomima olup tebessümü anlatmaya...
Haydi ey güzel insan. Yaşanacak çok şey var -ama süre sadece bir ömür, ne bir penaltı, ne uzatma, araki bulasın- Kum gibi yaşamalısın. “Çimlere basmayınız” yazan tüm tabeları kaldırmalı ve o çocuk o çiçeğe dokunmalı. Dil çıkaranı bağışmalı, kel kalanı suçlamalı, bahar gelmiş neyleyim” diyene kızmalısın.  Ve baharını yüreğinde yaşamalısın. Çünkü yaşanmaya değer.

Güneş bahar öğretisidir insana

Ve sen, güzel insan!

Haydi! gökyüzüne işaret bırak

Gülüşlerini...

 

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK