Kısa Mola..
Kısa bir mola vermek istiyorum, izin verir misin hayat...
Acıyan yerlerimle kelimelere sığınma vakti şimdi,
Uzak şehirler arıyorum yüreğimin yabancı olduğu.
Keşfetmediğim, görmediğim, bilmediğim bir yer olmalı...
Hatırlatmamalı seni bana...
Demek ki deniz olmamalı....
Vedalaşmamalıyız seninle,
Sana bu iyiliği yapmamalıyım!
İlk kez nefretin eşiğindeyim, ama...
Senden vazgeçemem... Bilir herkes...
Acıyan yerlerimle düşlere sığınma vakti şimdi,
ne olur yakmayın ışıkları, ben herşeyi çizerim düşlerimle...
Neden yine yabancılaştım?
Bu senin suçun...
Herkes kendi ipini çeker,
Herkes kendi akıtır gözyaşını,
Ama...
Sen ben yok aramızda... Bilir herkes...
Senden ricalarımı anlatmam zor sana...
Ne olur çok görme bana hayatı. Ne olur dokunma...
Acıtma...
Gülümsememi sever sevdiğim en çok, bari ağlatma...
Kısa bir mola vermek istiyorum, izin verir misin hayat...
Gerçekler sancı yapıyor, az bir düş alıp döneceğim!
Duydum ki yine umudunu kesmişsin insanlardan,
dostluklardan... Duydum ki yine acımaya başlamışsın
kendine...
Yolunu kimselerin bilmediği, bilmek de istemediği
sevginin o hayal ülkesinde birilerini beklerken çok
üşümüşsün...
İnsan ancak kendisine sevgili olabilir, diyormuşsun.
Şimdi artık yollarda ve binbir hayalin peşinde
sürüklediğin ve yıprattığın sevgine minnet borcunu
ödeyecekmişsin...
Acıyan sevgini şımartacak, onu örtülere saracakmışsın.
Onu kendini güçlü ve korunaklı olduğunu hissetmediğin
hiçbir yerde ortaya çıkarmayacakmışsın...
Sevgini yırtıcı bir kuş gibi yetiştiriyormuşsun.
En iyi savunmanın saldırı olduğunu ve yok olmamak için
yok etmek gerektiğini öğretiyormuşsun ona...
Ona onu, sabırlar, merhametler ve inceliklerle değil,
hazlar, hayranlıklar ve kıskanç ilgilerle
besleneceğini vadediyormuşsun.
Her gece uyumadan önce arkasında Che Guevera’nın resmi
olan aynanla konuşuyormuşsun: Bir sen varsın önemli
olan, bir sen varsın gerçek olan... Hem onca acıya
rağmen hala güzelim...
Ve artık kendime yasaklıyorum başkalarına acımayı ve
hayatın acısını...
Aynadaki nefesinin buğusunu görüyorum buradan.
Gözlerinle gözgöze gelemediğim için tutup aynadaki
buğuyu öpüyorsun.
Yaralı kendini öpüyorsun...
Çekmeceden cüzdanının çıkarıp içindeki kredi
kartlarını seyrediyorsun zoraki bir hayranlıkla.
İçinde sevgini sakladığın kaleyi daha da
güçlendirmeyi geçiriyorsun aklından.
Kredi kartlarını yalıyorsun dilinle ve onların zehirli
tadını içine akıtıyorsun.
Bankamatikten her para çektiğinde kulağına gelen ölüm
çığlıklarına alıştırmak istiyorsun kendini böylece.
Hem senden güçsüzlerin ölümü, hem bu ölümleri gizleyen
ve bütün katliamları anında temize çeken teknolojinin
zehirli tadı sarıyor şimdi sevginin yaralarını.
Bankamatikten her para çektiğinde kulağına gelen
çocukların ve kimsesizlerin ölüm çığlıklarına
dayanamadığını hissettiğin anlar, senin için hayatta
sadece annenin babanın ve kardeşlerinin önemli
olduğunu söylüyorsun kendine ve akşam iş dönüşü onlara
hediyeler alarak evine dönüyorsun...
Ve eskiden, sevgini bir kalenin ardına saklamadan önce
sadece kendi çocuklarını sevenleri kınadığını unutmak
içinse bu defa başkaları değil kendin kanatıyorsun
sevgini.
Sonra küçük, tüylü bir köpek almak istiyorsun kendine.
Köpegi severken, kucaklarken sana acımasızlık eden
dostlarının, seni sevginin o hayal ülkesinde yıllarca
bekletip düşlerini ve ömrünü çalan sevgililerin
yüzleri geçsin istiyorsun karşından.
Onların yüzleri geçtikçe sahibin olduğun için senden
başka kimseyi sevmeyecek ve bağlanmayacak olan
köpeğine daha da sıkıca sarılmak istiyorsun, öpüp
koklamak.
Kendini öper gibi, yaralı ve belki de artık hiç
iyileşmeyecek olan kendini.
Hiç iyileşmeyeceğini artık kendinden bile
saklayamadığın böyle anlarda para kazanmak istiyorsun,
iş kurup daha çok para kazanmak.
Böyle anlarda bir kalenin ardında gizlediğin herşeye
yanlışlarla dolu olsa da senden izler taşıyan tarihine
bile düşman oluyorsun.
Seni bu hale getirenlerle bir olup bu belki de artık
hiç iyileşmeyecek yaralı kendini yoketmek
istiyorsun... Sonra yorgun düşüyorsun... Artık
dinlenmek istiyorsun. Yarına daha dinlenmiş ve
korkularından kurtulmuş olarak uyanmak istiyorsun...
Ve uykuya dalmadan önce vitrinlere bıraktığın
dalgınlığın geliyor aklına...Kendine bir kez daha
acıyorsun ve bu yüzden pahalı bulup da almadığın
giysileri almaya karar veriyorsun.
Bu pahalı giysiler sayesinde ilgilerin kölesi değil,
ilgilerin merkezi olmayı istiyorsun.
Bu giysiler sayesinde sızlayan sevgilerini örtmek,
örtmek, örtmek istiyorsun. Görünmez olmak istiyorsun.
Oysa senin gemin camdan sevgili...
İşte güçlü balığın güçsüz balığı yok ettiği kanlı
denizin her tarafından seni görebiliyorum...
Sadece ben değil dost düşman herkes uykuya daldığını
görebiliyoruz buradan.
Çünkü senin gemin camdan sevgili.
Sıkıntından yediğin tırnaklarının kenarlarını...
Korkulu bir rüya gördüğünde birden silkinişini...
Yaralı sevgini korumak için aldığın onca kötücül
karara rağmen nasılsa hep masum kalan sayıklamalarını
görüp duyuyorum buradan...
Kaleni ve kalenin ardında sakladığın yaralı sevgini.
Boşuna saklama sevgini. Senin gibiler hiç örtünemez
sevgili...
Seni bu kanlı deniz ve düşmanların da dostların da
hemen tanır.
Ya benzerini bulup gidersin buralardan.
Ya da seni yokederler sevgili...
Herkes gibi ve herşeyi bilerek yaşamaszın sen
Senin gibiler örtünemez...
Bu kanlı denizde senin gemin camdan sevgili
Sanki hala anlatılmamış fırtınam
Fotoğraflarda kalan gizemli bir gülüş 'aşk'
Hüznü, mutluluğu barındıran şarkı
Dudaktan düşmeyen isim 'bahar bakışlı'
Sanki hala söylenmemiş sevdam
Küçük yüreğimde kopan büyük gürültü
Hiç duyulmamış çırpınan denizlerde
Papatyalar yetmemiş tutulan fallara
Sanki hiç boyanmamış aşk
Gözlerini görmemiş gökkuşağı
Gülüşünden bihaber güneş
Sıcağı hiç tatmamış/ ısıtmamış
Sanki hiç bulunmamış 'SEN'
Tüm kimsesiz kıyılarda ayak izi silinmiş
Nefesini saklamış dağlar
Orman yutmuş gözlerini
ve gece
Serpmiş yıldızlara bakışını
Kaydıkça tutulmaz olmuş 'aşk'
Ardından yazılır olmuş şiir
Kimse 'sen' gibi okunmamış.
............. sanki hala kelimeler yetmiyor..
Aşk; kor halinde içli içli yanarken, külleri sermektir gülüşe....
is kokusunda
Tüm cesaretinle 'seviyorum'diye haykırmak isterken, boğazında düğümdür
Aşk; Sabah umuttur derken, geceye sarılmaktır hayaliyle başbaşa kalmak için
Aşk; Çığlık çığlığa susmaktır... ben bu kadar tarif edebildim.........
Bir gün hayatımdan öldürürcesine çıkacaksın ve ben seni hep son günkü halinle hatırlayacağım. Senin en güzel halin neydi diye düşünüyorum. Ve içimden bir ses yıllar öncesine götürüyor beni...
Seni her halükarda içimde hissedebiliyorum. İşte olayımın en güzel yanı bu. Sen ne kadar anlayabilirsin bilemiyorum. Ama benim gibi her şeyden ve herkesten uzak bir hayatın olmasaydı bunun ne demek olduğunu anlardın. Seni anlıya biliyorum sevdiklerin ve sana destek veren herkesin yanında ağlamak bile senin için doğal. Benim için lüks olan her şey sana doğal geliyor.
ölüyorummm.....
Yaşadıklarımdan öğrendiğim birşey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin kalmalısın koklamaktan bir çiçeği.
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya.
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin.
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin.
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına.
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına.
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın.
Değişmemelisin hiçbir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu.
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın.
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi, olgunlaştırır bir insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı.
Yaşadıklarımdan öğrendiğim birşey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına.
Çünkü ömür dediğimiz şey hayata sunulmuş bir armağandır.
Ve hayat, sununlmuş bir armağandır insana.
Bana birşeyler anlat canım çok sıkılıyor,
Bana birşeyler anlat anlat içim içimden geçiyor....
Yanımdasın susuyorsun,susuyor konuşmuyorsun,
Bakıyor görmüyorsun...
Dokunsan donacağım,
İçimde intihar korkusu var,
Bir gülsen ağlayacağım,
Bir gülsen kendimi bulacağım....
Depremler oluyor beynimde,
Dışarda siren sesi var,
Her yanımda susmuş insanlar susmuş
İçimde ölen biri var......
"mihnet ile ektirdiğim gülleri,
vardın gittin bir soysuza yoldurdun"
Bir çırpıda, dokuz boğumdan geçmeden dizilen kelimeleri takipte gozlerim, boğazımda çözülmez bir düğüm. acıtıyor, yutkunsam, nefes alabilsem eski ritmini bulacak yine kalbim. Biliyorum oysa, bu düğümün ömrümce çözülmeyecek bir yumruk olduğunu, zehrini ılık ılık boğazıma akıttığını.. Ve kalbim.. Asla eski ritmini bulamayacak, unutmuyorum seni ancak beyaz bir örtü çekiyorum üzerine, çatıya saklanan kullanılmayan gereksiz eşyalar gibi.
Güçlü bir rüzgar karşısında aynılaşan saçlar gibi, yokmuş aslında birbirimizden farkımız. Ben seninle bir bahçede fesleğenler ekmek isterken açık kapı bırakmayı unutmuşum. Hepsi bu. Sende değil kusur elbet. Ne varsa, ne kabahat varsa senin gözünde, istisnasız benimmiş.
Bir dost, söze iman edilmesi gerektiğini unutmuş. onulmaz bir yara açmış, farkındaymış. Sevmediğinin, sever gibi yaptığının ve sadece suçlamaktan, çizikler atmaktan başka şey yapmadığının farkında olduğu gibi. Su almaya hazır bir tekne, o'nun açtığı delikten ötürü..
Noktaya geldik işte. Bir dağ yıkılıyor büyük bir gürültüyle. Bir tesbih kopuyor, yuvarlanıyor taneleri merdivenlerden en dibe. Bir hırkanın ipi takılıyor çelmeye, sökülüyor ve de ne yazık. Bir baykuş acı acı ötüyor, can vermek üzere. Bir ağaç birden kuruyor, koflaşıyor. Binlerce yıldız sönüyor. Ay bulutların ardına saklanıyor. Dağdan kopan parçalar, fesleğenleri eziyor. Herkes küsüyor işte, sana.. Ben yine de seni sevmeye devam ediyorum.
Sevmek başka, yürümek başka.. Mat dedin madem, ateşe veriyorum o yeşil tekneyi giderken. Dilimi kesiyorum sana.
Elveda..
Sevmek; farkında olmaksa yaşadığının
Sevmek; bakmak değil görmekse eğer
Aklın başından gitmesi değil,
Duymak ve bilmekse eşit olarak;
Yemeden, içmeden kesilmeden
Çoğalmaksa sevmek eksilmeden,
Çağına tanıklık ederek
Ve kahrolmamaksa arabeske inat.
İçin içine sığmamaksa
Bir coşku, bir şenlik, bir erdemse sevmek;
İnsanları, çocukları, kuşları unutmadan
Verem olmamaksa sevmek senin aşkından
Daha sağlam basıyorsam toprağıma,
Unutmak, şaşkınlık, azap değilse;
Bilinç, öğreti ve sevinçse,
Paylaşılan bir ekmek gibiyse sevgi;
SENİ SEVİYORUM !
senden kopmak için
ille mazgallı kapımın sürgüsünü
çözmem gerekmez
adımlarını bilmemek (senli benli olan yollarına dökülen)
gözlerindeki ifadeyi es geçmek
hatta başka bir diyarı düşünmek dahi
senden kopmak demektir
senden kopmak için
ille bir dış etki gerekmez
kısarım kandilimi
çekilirim köşeme
yalnız sen görürsün beni
kaldırıp yere vurmak
nede kolay
bir çerçeveyi
ben seni bulana kadar
kaç dil yor(ul) dum
heyula çıkmazıydı hep çoğu
duvarları kimse anlamıyor
kendini ören yosundan başka
ben anladım;
arkadaşı umut
kuzguncuğa yaslanan
senden kopmak için
elveda demem gerekmez
geç kalırım
-söz verilmiş- buluşmaya
Son dalganın hışırtısına bıraktım şimdi mavilikleri. yüzükoyun yatmışım ölümün sıcacık morluğuna
Senin suların sığ, senin suların derin, senin suların çılgın, senin suların sakinmiş, ne gam! . fark eder mi?değil mi ki aslın su ! bir hayatı avucunda tutup sunduğunu sanıyorken bir yudumda fırtına yaratıp anaforlarında yârim dediğini boğuyorsun .
Öykünme rengine kızıldenizin hâlâ bir kavmin kanından beslenir, ondandır kızıllığı, üstlenme karadenizin kararıp kalmış nuh tufanından artmış öfkesini, sahiplen aklığına akdenizin, hem ak ol hem de akı/ver dingin maviliğinle çölleşmiş yüreklere . dert olma, eczâ ol!
Bırak yüzsün yelkenlim açılırken engine, hoyrat rüzgârlarla yapma antlaşmalarını, getirme karşı sahilden her seferinde donanımlı donanmalarını. ne preveze ne seddülbahir madalyası lâzım yüreğimizi astığımız sol yanımıza. senin o soluna yerleşmiş minik,munis adacığı nasıl dövüyor dalgaların, ne çok sular altında kıyıları. bırak sığınayım o doğal limana, çek hummalı yıpratan kavgalarını. yeni bir titanic yaratma, yazdırma tarihin küf tutmuş sayfalarına! .
Karşı kıyının emânet dalgalarıyla yüzer mi aşk yelkenlisi, hele bitâp düşmüş ve fareler bile terk etmişse sintinesini, kaptanın batmaktan kurtaracağı o son hamleye bile gücü yetmiyorsa artık, ya niye gereksiz med-cezirle kabarıyor suların? neden meydan okuyamıyorsun bu çekim alanlarının ziftleşmiş zihniyetine?! .
Pusulam yitik, kamaralarımın her köşesine sinmiş ihânet artığı yalnızlık. seyir defterimde her günün anısına sana kurban verdiğim kaç beden, kaç ruhun isyânı haykırır . ..
Ah benim efsanesi hoyrat sulara yaz(g)ılı atlantis kalbim, yitik kentim kaç devâsâ çatırdayan fay hatlarına ödediğim kutsal mâbedim. âyinlerinde ki canhıraş çığlıklarında uyur deniz ve öfkeli ellerine hiç ama hiç yakışmayan bir şefkâtle deniz yıldızları takar suya yosun misali saldığım saçlarıma. bak ellerimde garip, mahcup aşk kokusu var. eğer bir fidye gerekiyorsa bu korsan aşka bıraktım kara sularına, kadehimde önceki günlerden kalma birlikteliğin kopkoyu tortusu .
Son dalganın hışırtısına bıraktım şimdi mavilikleri;yüzükoyun yatmışım ölümün sıcacık morluğuna;ay yine şavkımada sen her zamanki gibi çekilip çekilip doluver yatağına, ama sakın ola her kükremiş âfet sonrası, kum gördüğünü çöl sanma! her çöl, gül bağışlamaz sana!
Sevmek yasaktı bu topraklarda. Yüklenen yükünü çarşıda-pazarda satardı. Sevdasını da... Satılık olmayan ne vardı! Böyleydi işte buralar. Ben sevdamı satılığa çıkarmadım, dilime de dolamadım. Bir yüreğimde susukunluğuyla beslenmede. Sen giderken bu topraklardan, sen ardına bakmadan gözden kaybolurken, satardı insanlar buralarda, sevdalarını bile. Ben bir kuyuda kayboluyorken, bir el aradım. Tutunacak dalım olsa dedim, ses ettim ses gelmedi. Ben sevdamı satılığa çıkarmadım.
sevmek budur belki de
ölmek adına
git, nereye gidersen
farketmez
ben taş toplamaya devam ediyorum
Yolları uzun ve karlı şehirlerin gece nöbetçilerine Melih Sular şöyle sesleniyor bir şiirinde :
bazen içerideki yalnızlık ta soğuk havaya yenilir..
arar beden sıcak bir yemek,
sıcak bir ten...
ne kadar kanat çırpsan da irkilir tüylerin
arar gözlerin perdeleri,
içeriden açılabilen pencereleri..
dışarısı soğuk
dışarısı yağmurlu..
Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin
Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin
Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin
Nazım Hikmet Ran