Çin Bambu Ağacı

Çevrimdışı mavado

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 93
  • 3
  • 93
  • 3
# 22 Haz 2007 00:20:30
Dört arkadaş parkta muhabbete dalmıştır. İçlerinden biri büfeye gider. Üç arkadaş sohbetlerine devam ederler. Birinci adam oğlundan söz eder:
- 'Benim oğlan araba yıkamakla işe başladı. Bir baltaya sap olamayacağından korkuyordum ama bir gün arabasını yıkadığı adamlardan biri ona iş teklif etmiş. Sonra iyi bir araba satıcısı oldu. Hatta o kadar iyi para kazandı ki, geçenlerde bir arkadaşının doğum gününde ona Mercedes aldı!'

İkinci adam da mevzuya girer:
- 'Benim oğlum da biraz problemliydi. Büyük bir emlak şirketinde çalışırken inanilmaz bir iş kaptı ve ondan sonra ilerledi. Acayip zengin oldu. Çalıştığı şirketi de satın aldı. Bir arkadaşının doğum gününde ona bir ev bile hediye etti.'

Digerlerini dinleyen üçüncü adam da heyecanla söz alır:
- 'Aynen benimki de öyle. İşe bir borsa şirketinde temizlik elemanı olarak başladı. Bir gün kendi kendine hesaplar yaparken patron tarafından fark edilince broker oldu ve büyük başarılarla inanilmaz bir servete sahip oldu. Üstelik de en iyi arkadaşına bir milyon dolarlık hisse senedi armağan etti!'

Bu sırada dördüncü adam büfeden çıkmış ve sohbete katılmıştır. Diğerleri ona çocuklarından bahsettiklerini söyleyince adam içini çekerek konuşmaya başlar:
- 'Ehh... Benim oğlumun iyi bir iş yönünden biraz hayal kırıklığı olduğunu itiraf etmeliyim. Doğru düzgün bir işte dikiş tutturamadı. Ama oğlumun öyle arkadaşları var ki, geçen doğum gününde ona bir Mercedes, bir ev ve bir milyon dolarlık hisse senedi hediye etmişler!'

:)   8)  :)

Çevrimdışı mavado

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 93
  • 3
  • 93
  • 3
# 22 Haz 2007 00:33:12
Hepsi Gerçek:


1. Exxon'a ait bir petrol tankeri Kanada açıklarında battıktan sonra, iki tane deniz ayısı 80.000 dolar harcanarak temizlenmiş ve büyük bir törenle denize bırakılmışlar. Tam 2 dakika sonra herkesin gözleri önünde bir mavi balina deniz ayılarını yemiş.


2. New York'ta yaşayan bir psikoloji öğrencisi kız boş odasını bir marangoza kiralar. Amaci onunla konuşup, adamın davranışlarını incelemektir. Ama iki hafta sonra marangoz , kızı bir balta ile parçalar.


3. Bonn'da iki gösterici, domuzların kesimevi'ne barbarca götürülüp orada kesilmelerini protesto ederken, domuzların bulunduğu yerin kapılari kırılır ve 2000 domuz kaçışırken, iki göstericiyi ezerek öldürürler.

4. Amerika'da kadının biri evine gelir ve kocasını mutfakta titrerken görür. Belinden su kaynaticiya doğru bir kablo gitmektedir. Kadın hemen kalın bir tahta parçası bulur ve adamın koluna vurarak onu elektrik şokundan ayırmaya çalışır. Adamın kolu iki yerinden kırılır. Sonradan anlaşılır ki  kocası orada mutlu bir şekilde wallkman dinliyordur.

5. Iraklı bir terörist postaya bombalı mektup verir. Posta ücreti eksik ödendiği için mektup kendisine geri postalanır. Herşeyi unutan terörist mektubu açınca parcalanarak ölür.

Çevrimdışı mavado

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 93
  • 3
  • 93
  • 3
# 22 Haz 2007 00:35:28
Baba, ortaokul üçüncü sınıfa giden oğlunun elinde karneyle salona girdiğini görür. "Allah allah, dönem ne çabuk bitmiş..." diye düşünür ve oğluna seslenir:
-"Getir bakayım şu karneyi!"
-"Al baba..."
Adam karneye bir bakar ki, beden eğitimi ve resim dışındaki tüm dersler zayıf.
-"Bir dediğini iki etmiyoruz, bilgisayar dedin, bilgisayar aldık, ingilizce kursu dedin ingilizce kursuna gönderdik, gitar kursu, müzik aletleri, ne istersen yapıyoruz. Kız arkadaş uğruna harcadığın çiçek parasının haddi hesabı yok. Ne bu notların hali, rezil şey!"
-"Baba... O benim karnem değil ki, senin kitaplarını karıştırıyordum, birinin arasında karnelerinden birini bulmuştum..."

Çevrimdışı mavado

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 93
  • 3
  • 93
  • 3
# 22 Haz 2007 00:56:55
Eşimle daha çok genç yaşta aşık olarak evlendik. Çok ta mutlu yaşadık hala yaşıyoruz çok şükür.  Ben genç bir asteğmen iken doğudaki harekata katıldım ve bir operasyonda verdiğimiz şehitlere çok üzülüp ağır şeker hastası oldum. Yıllardır insülin yaparak yaşıyorum. Evliliğimizin 15.yılında eşim rahatsızlandı ve kalın bağırsağı alınması gerekti. Ameliyat sonrası
enfekte oldu ve durumu çok ağırlaşmıştı. 12 saatt bir kızımla nöbet değiştirerek başında kalıyorduk. Nöbetim bittiği bir akşam evde uyku tutmadığı için tekrar hastaneye döndüm. Eşimin kolunda birleştirilmiş 3 tane serum vardı. Nasıl olduğunu sordum anlamsız mırıltılarla cevap verme
ye çalışıyordu.Üzerine eğildim ve anlamaya çalışırken bir koku aldım bu aseton kokusu idi. (aseton insanın şekeri çok yükseldiğinde ağız kokusu ortaya çıkar) ve koştum doktora hastamın şekeri çok yüksek dedim azarladılar beni karın şeker hastası değil diye ağlayıp yalvararak ısrar ettim.
ölçüm sonucunda şeker seviyesi 500 mg lardaydı. Ben yıllarca şeker hastalığı çekmem ve tecrübem sonucu eşimin hayatını kurtarmıştım. Doktorlar alı al moru mor özür dileyerek yanlış uygulanan serumları çıkardılar ve eşim kurtuldu. VE BEN ÇIPLAK AYAKLARIMLA HASTANENİN BALKONUDA ŞEKER HASTASI OLDUĞUM İÇİN ALLAHIMA BİNLERCE ŞÜKÜR EDEREK ŞÜKÜR NAMAZINA DURDUM. İYİKİ ŞEKER HASTASI
OLMUŞTUM VE BİR HAYAT KURTARMIŞTIM.
(alıntıdır)

Çevrimdışı mavado

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 93
  • 3
  • 93
  • 3
# 22 Haz 2007 01:07:56
SUSMAK VE ÖĞRENMEK

Bir gün susmayı öğrendim. Öyle bir sustum ki belki sonsuza kadar susacaktım.
Çünkü susmak benim küçücük dünyamda babamla kurduğum iletişim tarzıydı. Babam akşamları eve yorgun dönerdi. Ben bütün gün evde sıkılır onun gelişini iple çekerdim.
Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla oynamak isterdim.
Babam sarılır, öper sonra da, hadi odana git, derdi. Yemek hazırlanınca annem çağırır bu defa masada bir araya gelirdik babamla.Onlar annemle konuşurken ben araya girer, sesimi duyuramayınca da bağırırdım. Babam sinirlenir, 'Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan bunaldım, birde sen kafamı ütüleme!' derdi. Annem de 'Bütün gün zaten seninle uğraştım, bir çift laf da mı konuşturtmayacaksın babanla?' diye çıkışır, beni odama gönderirdi.
Çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol alırdım. Babam arkamdan, 'Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip, hâlâ ne istiyor anlamadım.' diye bağırmaya devam ederdi. 'Keşke benim de bir odam olmasaydı, keşke bizim de evimiz bir odalı olsaydı da hep birlikte otursaydık' derdim içimden; ama yüksek sesle söylemeye cesaret edemezdim.
Yemekten sonra babam kanepeye uzanır, eline kumandayı alır, televizyon seyrederdi. Beni yanına çağırır biraz severdi. Onun izleyeceği önemli birşey varsa beni adeta yerimden bile kıpırdatmazdı. Azıcık hareket edip koşup oynamaya çalışsam oda hapsim yeniden başlardı. Bir gün anladım ki susunca babamla daha iyi anlaşıyoruz. Bu defa susarak yapabileceğim oyunlar geliştirmeye başladım. Önce resim yaparak başladım işe. Babam çizdiğim resimleri çok beğeniyor; 'Bak, böyle uslu uslu oyna işte.' diyordu. Babam bazen göz ucuyla bakıyor, resimle ilgili bir şey sorsam afallıyordu. Ama bana kızarak beni artık odama göndermiyordu.
'Son günlerde ne de akıllandı benim oğlum.' diye komşulara anlatıyordu annem halimi.
Resimlerim arttıkça ortalık dağılmaya başladı. Annem 'Odanı topla!'diye odama kapattığında işe nereden başlayacağımı bilemiyordum.
Ben bunlarla uğraşırken zaman geçiyor; ama odamı toparlamayı beceremiyordum. Annem odama gelip 'Bak sana resim yapmayı yasaklayacağım.' dedi bir gün. Susuyor olmamı usluluk olarak değerlendiren ailem resim yapmayı da elimden alırsa ben ne yapacaktım?
Bu düşüncelerle bir aile tablosu yaptım. Babam eve gelince uygun zamanı kolladım. Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya geçildi. Babam oturur oturmaz çizdiğim resmi getirdim. Babam baktı. Hım, dedi 'Çok güzel olmuş.Bu adam benim herhalde.' dedi.
Ben 'Hayır o adam değil, bu çocuk sensin.'dedim. O 'Hayır, bu adam benim, bu çocuk sensin, bu küçük kız da arkadaşın.'dedi.
Ben yine 'Hayır, o büyük adam benim, bu küçük adam sensin, bu küçük kız da annem.' dedim.
Babam benimle uğraşmaktan vazgeçip: 'Peki neden bizi küçük çizdin?' dedi. Heyecanla başladım anlatmaya.Ben büyüyüp adam olacağım. İş bulup çalışacağım. Siz yaşlanıp küçüleceksiniz. Beliniz bükülecek, komşumuz Ahmet amca ile Ayşe teyze gibi küçücük kalacaksınız. Ben işten geldiğimde yorgun olacağım. Siz benimle konuşmaya çalıştığınızda işyerinde kafam şişmiş olacağından sizi duymayacağım bile. Siz benimle bir şeyler paylaşmak istediğinizde 'Hadi odanıza çekilin de kafa dinleyeyim.' diyeceğim. Ve bir de bağıracağım 'Her şeylerini alıyorum.
Sıcacık odaları da var, daha ne istiyorlar' diye.
Annemle babamın gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Duyduklarına inanamıyorlardı. Bana sarılıp beni öyle içten bir okşayışları vardı ki sonsuza kadar konuşsam hiç bıkmadan dinleyecekler gibiydi

Farkında' Olmalı İnsan...Kendisinin, Hayatın Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı

Ömür Dediğin Üç Gündür,

Dün Geldi Geçti

Yarın Meçhuldür,

O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür,

O Da Bugündür    :D

(alıntı)

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 22 Haz 2007 02:10:14
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
   herkese çok teşekkür ederim. Hepsi birbirinden güzel ve anlamlı öyküler. Elinize ve yüreğinize sağlık...
        

Çevrimdışı merve55

  • Uzman Üye
  • *****
  • 261
  • 31
  • 261
  • 31
# 22 Haz 2007 11:38:10
mavado hocam ellerinize sağlık.
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
   Hepsi birbirinden güzel ve anlamlı öyküler.

Çevrimdışı humeyra7

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.399
  • 4.170
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 2.399
  • 4.170
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 22 Haz 2007 13:36:44
arkadaşlar yazılarınızı elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum bu bölümün bende bağımlısı oldum,emeği geçen arkadaşların ellerine sağlık...

YAŞAMIN YANKISI


Bir adam ve oğlu ormanda yürüyüş yapıyorlarmış. Birden çocuk ayağı takılıp düşüyor ve cani yanıp 'AHHHHH' diye bağırıyor.
İleride bir dağın tepesinden 'AHHHHH' diye bir ses duyuyor ve şaşırıyor.
Merak ediyor ve
- ''Sen kimsin?'' diye bağırıyor. Aldığı cevap 'Sen kimsin?' oluyor.
Aldığı cevaba kızıp - ''Sen bir korkaksın!'' diye tekrar bağırıyor. Dağdan gelen ses 'Sen bir korkaksın!' diye cevap veriyor.
Çocuk babasına dönüp
- ''Baba ne oluyor böyle?'' diye soruyor.
- ''Oğlum'' der babası, ''Dinle ve öğren!'' ve dağa dönüp ''Sana hayranım!'' diye bağırıyor.Gelen cevap ''Sana hayranım!'' oluyor. Baba tekrar bağırıyor, ''Sen muhteşemsin!''Gelen cevap; ''Sen muhteşemsin!'. Çocuk çok şaşırıyor, ama halen ne olduğunu anlayamıyor.Babası açıklamasını yapıyor:
- ''İnsanlar buna yankı derler, ama aslında bu yaşamdır. Yaşam daima sana senin verdiklerini geri verir. Yaşam yaptığımız davranışların aynasıdır. Daha fazla sevgi istediğin zaman daha çok sev! Daha fazla Şefkat istediğinde, daha şefkatli ol! Saygı istiyorsan insanlara daha çok saygı duy. İnsanların sabırlı olmasını istiyorsan sen de daha sabırlı olmayı öğren. Bu kural yaşamımızın bir parçasıdır, her kesiti için geçerlidir.''
Yaşam bir tesadüf değil, yaptıklarınızın aynada bir yansımasıdır...  alıntıdır

 
 
 

Çevrimdışı nisanur

  • Aktif Üye
  • **
  • 58
  • 2
  • 58
  • 2
# 22 Haz 2007 13:57:02
Benusa hocam şiir çok güzel teşekkürler.

Çevrimdışı humeyra7

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.399
  • 4.170
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 2.399
  • 4.170
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 22 Haz 2007 13:59:42


Nick adında bir demiryolu isçisinin öyküsü bu. Nick güçlü, sağlıklı bir işçi manevra sahasında çalışıyor. Arkadaşlarıyla ilişkisi iyi ve işini iyi yapan güvenilir bir insan. Ne var ki, kötümser biri, her şeyin kötüsünü bekler ve başına kötü şeyler geleceğinden korkar.
Bir yaz günü,tren isçileri,ustabaşının doğum günü nedeniyle bir saat önceden serbest bırakılırlar.Tamir için gelmiş olan ve manevra alanında bulunan bir soğutucu vagonun içine giren Nick,yanlışlıkla içerden kapıyı kapatır,kendini soğutucu vagona kilitler.Diğer işçiler Nick'in kendilerinden önce çıktığını düşünürler.Nick kapıyı tekmeler,bağırır,ama kimse duymaz,duyanlar da bu tür seslerin sürekli geldiği bir ortamda olduğu için pek kulak vermezler.Nick burada donarak öleceğinde korkmaya başlar.Eğer buradan çıkmazsam, burada kaskatı donacağım, diye düşünmeye başlar.İçerde yarısı yırtılmış bir karton kutunun içine girer.Titremeye başar. Eline geçirdiği bir kağıda karısına ve ailesine son düşündüklerini yazar: Çok soğuk, bedenim hissizleşmeye başladı.Bir uyuyabilsem!Bunlar benim son sözlerim olabilir?
Ertesi günü soğutucu vagonun kapısını açan işiler, Nick'in donmuş bedenini bulurlar. Üzerinde yapılan otopsi, onun donarak öldüğünü göstermektedir. Fakat bu olayı olağanüstü yapan, soğutucu vagonun soğutma motorunun bozuk ve çalışmıyor olmasıydı. Vagonun içindeki ısı 18 C idi, ve vagonda bol hava vardı.
Nick'in korkusu,kendini gerçekleştiren bir kehanet oluşturmuştu

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Çevrimdışı nisanur

  • Aktif Üye
  • **
  • 58
  • 2
  • 58
  • 2
# 22 Haz 2007 15:34:03
çok ilginçmiş hocam.

Çevrimdışı nisanur

  • Aktif Üye
  • **
  • 58
  • 2
  • 58
  • 2
# 22 Haz 2007 15:45:12
Benusa hocam  Mehmet'e yazmış olduğunuz cevap çok güzel.Tebrikler.

Çevrimdışı esrani

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 173
  • 96
  • 173
  • 96
# 22 Haz 2007 17:27:05
Paylaşımları için herkese çoook teşekkürler.


ENDİŞELENEN ÇİFTÇİ

Korku ve endişeyle ilgili olarak bir köylünün hikayesi vardır.Bu çiftçi çok çalıştığı ve de inançlı olduğu, her günü olduğu gibi kabul ettiği ve asla endişelenmediği için çok başarılıdır.Bütün işleri yolunda gitmektedir.Çevresindeki insanlara şöyle bir baktığında onların büyük bir çoğunluğunun havadan, dünyanın durumundan, sağlıklarından, ekonomiden ve daha sayabileceğimiz bir çok şeyden alabildiğine endişelenen insanlar olduklarını görmüştür.

Bu durum karşısında çiftçi; “Acaba endişelenmeyerek bir şeyler mi kaçırıyorum?” diye düşünmüş ve ertesi gününü tamamen endişelenmeye adamış. Akşam erken yatmış, böylece endişelenme günü olan ertesi gün için iyi dinlenmiş olacakmış. Bir tam gün endişelenme için fazla enerji tüketeceğini düşünerek ertesi sabah güçlü bir kahvaltı yapmış. Sonra en sevdiği sandalyesine oturup endişelenmeye başlamış.
 
Ürünleri zarar görürse ne yapacağını düşünerek endişelenmiş. Sonuç; yoksullaşacaktır. Bereketli bir ürün olursa ne yapacağını düşünerek endişelenmiş. Bu durum fiyatları düşürecektir. Sonuç; yoksullaşacaktır. Sonra sağlık durumundan endişelenmiş. Ya hasta olup çalışamazsa? Sonuç; yoksullaşacaktır. Ya havanın durumu? Yağmur yağmazsa, kuraklık olursa? Ürün yok. Sonuç; yoksullaşacaktır. Ya çok fazla yağarsa? Ürünler zarar görür. Sonuç; yoksullaşacaktır… Endişelendikçe endişelenecek daha fazla şey bulur.

Ertesi gün komşusunu görür, ona ne yaptığını anlatır ve “Endişelenmek için tam 12 saat!... Ve hiçbir şey başaramadım.” der.

Burada çiftçi hepimizin aklında tutması gereken bir şey öğrendi: Endişelenmek üretkenliği engeller, bize zarar verir. Problemlerimizi asla çözmez. Olumsuz şeyleri düşünüp çalışmamızı engellemek yerine olumlu şeyler düşünerek çalışmaya motive olmalı ve yolumuza devam etmeliyiz. Olumsuz düşünceler ve duygular bir otomobilin hava filtresindeki pisliklere benzerler, pislik arttıkça otomobil güçten düşer, ama daha çok yakıt harcar ve en sonunda gidemeyecek duruma gelir. Endişeler de insan için böyledir. İnsanın endişeleri arttıkça bir süre sonra bu endişelerine inanmaya başlar. Sonucun olumsuz olacağını ve böyle bir durumla karşılaşacağı için çalışmasına gerek olmadığını düşünür. Böylece çalışmaktan vazgeçer. Bu bakımdan zihnimiz için bir pislik hükmünde olan endişeleri bir kenara atarak çalışmalarımıza devam etmeliyiz.

Çevrimdışı tossty

  • Uzman Üye
  • *****
  • 869
  • 581
  • 869
  • 581
# 22 Haz 2007 17:49:23
Arkadaşlar çok güzel hikayeler, öyküler vs. yazıyorsunuz.
Benim şimdilik katkıda bulunabileceğim bir yaprağım yok ama okuduklarımı başkalarına anlatarak onların da yararlanmalarını sağlamaya çalışıyorum.
Hepinizin eline ve yüreğine sağlık...

Her halde bu bambu ağacı çooooooook uzun ömürlü olacak...

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 22 Haz 2007 21:15:47
 
 
SEDEF ÇİÇEĞİ

 

       Mahkeme salonunda seksen yaşlarında yaşlı çiftin durumu içler acısıydı... Adam inatçı bakışlarla, suskun ninenin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözlerini süzüyordu...

       

Hakim tok sesiyle, yaşlı kadına:

       

-“Anlat teyze, neden boşanmak istiyorsun?” dedi.

 

Yaşlı kadın derin bir nefes aldıktan sonra başörtüsüyle ağzını aralayıp, kısılmış sesiyle konuşmaya başladı:

 

-“Bu  adam yetti gayri, 50 yıldır bezdirdi hayattan...”

 

Sonra uzunca bir sessizlik oldu, mahkeme salonunda...

 

Sessizlik, bu tür haberleri hergün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu... Kim bilir nasıl bir manşet atacaklardı, yaşanmış 50 yılın ardından? Çok sayıda gazeteci davayı izliyordu. Kadın ne diyecekti? Herkes onu dinliyordu... Yaşlı kadının gözleri doldu ve devam etti:

 

-“Bizim bir sedef çiçeği vardı, çok sevdiğim... O bilmez... 50 yıl önceydi... O çiçeği bana verdiği çiçekler arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm. Yavrumuz olmadı, onları yavrum bildim. Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım. Her gece güneş doğmadan önce, bir tas suyla sulayacağım diye... İyi gelirmiş derlerdi... 50 yıl oldu, bu  adam bi gece kalkıp bi kerede bu çiçeği ben sulayayım demedi... Taki geçen geceye kadar... O gece takatim kesilmiş uyuyakalmışım... Ben böyle bi adamla 50 yıl geçirdim... Hayatımı, umudumu herşeyimi verdim... Ondan hiçbir şey görmedim... Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim... Onsuz daha iyiyim yemin ederim.”

 

Hakim yaşlı adama dönerek:

 

-“Diyeceğin bir şey varmı, baba?”  dedi.

 

Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utançlığını hissettiren yüz ifadesi ile hakime yöneldi... Tane tane konuşmaya başladı:

 

-“Askerliğimi Reisicumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım. O bahçenin görkemli görünümüye büyümesi için emeklerimi verdim. Fadime’mi de orada tanıdım, sedefleride... Ona en güzel çiçeklerden buketler verdim...  İlk evlendiğimiz günlerin birinde, boyun ağrısı nedeniyle, onu hekime götürdüm. Hekim çok uzun süre uyanmadan yatarsa boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi. Her gece uykusunu bölüp uyansın gezinsin, dedi...  Hekimi dinlemedi bizim hatun... Lafım geçmedi...  O günlerde, tesadüf, bu çiçek kurumaya yüz tuttu. 

Ben ona:

 

       -“Gece çiçeği sularsan canlanır.” dedim  adak dilettim. Hergece onu uyandırdım ve onu seyrettim. O sevdiğim kadını yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim, her gece o çiçek ben oldum sanki...” dedi adam, o yaştaki bir adamdan beklenmeyen ifadelerle...

 

       -“Her gece o yattıktan sonra kalktım saksıdaki suyu boşalttım... sedef gece sulanmayı sevmez hakim bey... geçen gecede yaşlılık işte bende uyuyakalmışım... uyanamadım, uyandıramadım... çiçek susuz kalırdı ama kadınımın boynu yine azabilirdi... suçlandım... sesimi çıkarmadım...”

 

Sevgide cömert, ama sevdiklerimizi kırmakta oldukça cimri olalım...

 

 




 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK