Hikaye Türündeki Yazılarımız.

Çevrimdışı bekir7133

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.785
  • 9.880
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.785
  • 9.880
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 31 May 2012 16:21:55
  kardia öğretmenim hikâye kadar kadar yazım kuralları ve noktalamaya gösterdiğiniz özenden dolayı takdire şayansınız.Sizi yürekten kutluyor,kolaylıklar diliyorum.Ayrıca konuyu takip eden hikâye dostlarına da bu vesile ile teşekkür ederim.

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.443
  • 16.160
  • 3.443
  • 16.160
# 31 May 2012 17:04:30
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
 kardia öğretmenim hikâye kadar kadar yazım kuralları ve noktalamaya gösterdiğiniz özenden dolayı takdire şayansınız.Sizi yürekten kutluyor,kolaylıklar diliyorum.Ayrıca konuyu takip eden hikâye dostlarına da bu vesile ile teşekkür ederim.

Mahcup ettiniz Bekir öğretmenim. Çok incesiniz. Sağ olun. Ben de size ve tüm değerli arkadaşlarıma destekleri ve yalnız bırakmadıkları için tüm kalbimle teşekkür ederim.  :)

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.443
  • 16.160
  • 3.443
  • 16.160
# 02 Haz 2012 23:02:27
* ARKASI YARIN * -41. Bölüm-

Bir anda Kamil’le Salih öğrencilerin ve Levent’in şaşkın bakışları arasında ellerindeki silahlarla içeri girdiler. Herkes ve her şey bir anda sustu. Levent şaşkınlıktan olduğu yerde duruyordu. Ta ki Kamil’in yüksek sesle bağırdığı o ana kadar.

Olamaz! Bunu yapıyor olamazlar.

-Hoca! Bi delilik yapmadan ellerini kaldır! Sonra da paşa paşa çocuğu gönder! Biz de kimseye bir zarar vermeden çocuğu alıp çıkalım!

Olaylar çığırından çıkmıştı. Levent hemen toparlanıp problem çözmek için tahtaya kalkan Mehmet’i kolundan tutup arkasına çekti:

-Napıyosunuz! Delirdiniz mi siz?

-Hoca, çok konuşma da gönder çocuğu!... Bak o çocuktan kaç tane daha var! Onları da düşün! Bizi istemediğimiz şeyleri yapmaya mecbur etme!

Kamil, diğer çocukları da hedef göstererek Levent’i tehdit etmeye başlamıştı. Levent bir anda yüzlerce şeyi düşünmeye çalışıyordu. O kadar çocuk, her biri bir ailenin canı… Bunca sorumluluk, bunca hayat… Hemen bir şeyler yapmalıydı:

-Arkadaşlar yapmayın, nasıl bir hesap bu? Küçük bir çocuktan babasının hesabı alınır mı? Vazgeçin bundan…

-Hoca sen adam gibi göndermezsen biz almasını biliriz. Gereksiz yere canını yaktırma bize!

Levent’in masası sınıfın sağ tarafındaydı. Kapı Levent’in masasına göre solda kalıyordu. Kamil’le Salih henüz kapının önünden sınıfın ortasına doğru ilerlemeye başlamıştı. Her şey allak bullaktı. Öğrenciler korkuyla ağlıyorlardı:

Öğretmenim!

Öğretmeniim!

Levent sağ elini yukarıda tutarken sol eliyle Mehmet’i arkasında tutmaya çalışıyordu. Çocukların korkuyla ağlamaları Levent’in işini daha da zorlaştırıyordu:

-Çocuklar korkmayın!... Kamil, bak bu yaptığınız doğru değil.

Mehmet, öğretmeninin ceketinden tutmuş yarı titreme, yarı gözyaşıyla çekiştirip duruyordu:

-Korkma bir şey yok! Sana hiç bir şey olmayacak.

Sonra çocuklara döndü. Hepsi çok korkmuş görünüyordu. Çocuklara doğru yöneldi ama bir adım daha ilerlese… İlerleyemedi. Her şey risk taşıyordu:

-Çocuklar korkmayın! Her şey yolunda. Bu ağabeyler şaka yapıyor.

Kamil oralı bile değildi. Çocukların korkmasına aldırmadan bağırmaya devam ediyordu:

-Hoca sabrımı taşırma! Çocuğa bir şey yapmicaz. Sadece babası bugünkü mahkemede ifadesini değiştirene kadar misafir edicez. Sonra hepsi bitecek. Gönder çocuğu!

- Ya ifadesini değiştirmezse…

-O durum babasının bileceği iş. Seni bağlamaz.

-Hayır. Buna izin veremem, olmaz… Bakın, babanız suçlu değilse zaten ortaya çıkacaktır. Hadi bırakın silahlarınızı, çocuklar korkuyor!

-Sen korkmuyo musun! Öldürücem ya seni!... Ne diye uğraşıp duruyosun ha!!!

Levent derin bir nefes aldı:

-Ben de korkuyorum... Ama bu dediğinizi yapamam. Çocuğu veremem…

-Eee bu iş fazla uzadı! Gönlüyle vermezse zorla alırız! Salih! Git hocanın arkasından al çocuğu!

Mehmet’in çığlığı durumu daha da gerginleştiriyordu:

-Öğretemeniiim! Öğretmenim! Öğretmenim!

Levent’in boğazı kurumuş, sesi kısılmaya başlamıştı. Bir eli hala havadaydı. Mehmet’i arkasında tutmakta zorlanıyordu:

-Korkma! Korkma! Bir şey olmayacak! Sakin ol!

Salih tabancasını Levent’e doğrultmuştu:

-Hoca bu senin davan değil. Bana canını yaktırma! Sen hocalığını bil, hocalığını yap! Bundan sonrası seni aşar!

Kamil de silahlarından birini sınıfa, birini Levent’e doğrultmuştu. Levent:

-Kamil, nasıl olsa bize yaptıklarınız duyulur. Bu işten yakanızı kurtaramazsınız. Babanız çıksa da bir işe yaramaz, hemen yakalanır.

-Sen orasını düşünme hoca! Babam çıksın biz yapacağımızı biliyoruz. Sana zarar vermek istemiyoruz ama mecbur bırakırsan bizim için fark etmez.

-Farkındayım... Ama o bana emanet. Size vermem mümkün değil…

Salih’in daha sakin ses tonu Kâmil’den de kararlı olduğunu gösteriyordu. Başı tahmin ettiğinden de fazla dertteydi. Bu kadarı aklına bile gelmemişti. Salih tehdidinde galiba sona ulaşıyordu:

-Hoca bu son sözüm. Kendi gönlünce kenara çekil. Yoksa ateş etmek için ne bir saniye beklerim ne de gözümü kırparım.

Levent de son sözünü söyledi:

-Sen bilirsin Salih. Nasıl istersen öyle yap o zaman!

Durumun ciddiyetini küçücük öğrenciler bile anlamıştı. O sırada arka sıradan Yusuf ayağa kalktı. Hem ağlıyor, hem de bağırıyordu:

-Öğretmenimi bırakın! Öğretmeniim!!

Bu gerginlikle Allah korusun …

-Yusuf Otur!!!

-Öğretmeniim!

-Yusuf! Sana otur dedim!... Yusuf otur!

Levent sonunda öğrencisini oturtabilmişti. Sonra Kamil’e döndü:

-Hiç olmazsa çocukları bırak! Onların bu olayla hiçbir ilgisi yok!

-Bak, buna da ben olmaz diyorum hoca! Yalnız Salih benim kadar sabırlı değildir. Her an eli tetiğe dokunabilir. Ben sana son bir şans daha veriyorum. Hadi öteki çocukları al, çık buradan.

-Kamil, bırak buradan çocukların hepsiyle çıkalım. Bir çocukla ödeşilmez. İlle de birini alacaksanız beni alın. Onlar çocuk. Gerçekten elinizde biri var diye ifade değiştireceklerse ben varken de değiştirirler. Bırak çocukları.

-Hoca sen bizi aptal mı sandın? Adam seni oğluyla bir tutar mı?

Sıra Salih’teydi. Salih Levent'e doğrulttuğu tabancasını indirmeden Kamil’e döndü:

-Kamil, zaman geçiyor. Madem hoca olmaz diyor, sonucuna da katlansın. Daha arabanın oraya gidicez.

Levent sağında solunda yapılacak bir şeyler arıyordu. Sınıfın öğretmen masasına yakın olan camı açıktı. Acaba Mehmet’i kolundan tutuğu gibi camdan fırlatsa kurtarabilir miydi? Ama Mehmet böyle bir planı anlamayacak kadar küçüktü. Öğretmeninin bunu neden yaptığını anlayıp koşana kadar çoktan yakalanır, Levent de vurulurdu. Bu kez Salih’e döndü:

-Salih, lütfen, en azından çocukları çıkar. Onlar daha çok küçük ve böyle bir sahneyi kaldıramazlar. Yalvarıyorum bırak çıksınlar… Lütfen...

                                             41. Bölüm Sonu...

Çevrimdışı çomranlılı

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 327
  • 942
  • 327
  • 942
# 03 Haz 2012 23:53:23
levent hocanın aşk acısına üzülürken onlorı unutmuştum sahi hasan nerede kaldı :) emeğinize kaleminize sağlık öğretmenim

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.443
  • 16.160
  • 3.443
  • 16.160
# 12 Haz 2012 15:56:11
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
levent hocanın aşk acısına üzülürken onlorı unutmuştum sahi hasan nerede kaldı :) emeğinize kaleminize sağlık öğretmenim

Teşekkür ederim çomranlılı öğretmenim. Sağ olun. :)  Hasan'ı bu bölümde buluruz inşallah. Buralardadır... :D

* ARKASI YARIN * -42. Bölüm-

İşte o sırada sınıfın kapısı hızlıca tekrar açıldı. Levent bir ümitle gelenin kim olduğuna baktı. Gelen…

…………………………………..

-Hasan! Sabahtan beri seni arıyoruz. Nerdesin?

Levent’in bütün ümitleri boşunaydı… Ama yine de Mehmet’i onlara vermeyecekti. En azından hayattayken…

Hasan ‘ın gelmesi kardeşlerinin elini güçlendirmişti. Hasan yavaş adımlarla Levent’e doğru yaklaştı. Levent bundan çaresiz olamazdı.

Hasan:

-Kazanamayacağını bildiğin bir savaşa girdin hoca... Ama kazanmanın yarısı da inanmaktan geçer değil mi… Sen elinden geleni yaptın. Hatta fazlasıyla... İşi bu noktaya kadar da getirdin.

Levent dikkatle ve çaresizce Hasan’a bakıyordu. Hasan’ın konuşması bir veda konuşması tarzındaydı. Hasan, her şeyi sona ulaştırıp, bitirmeden özetliyor gibiydi. Kendi kendine, derin bir nefesle karışık, hafifçe gülümsedi. Bütün bunların olacağını bilse yine de başlar mıydı göreve... Kim bilir... Belki de Sevda'dan sonra şu an yaşayabilecekleri o kadar da korkunç sayılmazdı... Hasan konuşmasının sonuna geldiğini belli eden cümleler ve yüzündeki tuhaf ifadeyle konuşmasını sürdürdü.

-Yaa hoca, ben sana söylemiştim. Hoş, sen de bana söylemiştin ya neyse…

Sonra kardeşlerine döndü:

-Kamil! Salih! Hemen şimdi hocayı da çocukları da bırakıyosunuz.

-Ne diyosun abi sen!

-Niye bırakıyo muşuz?

-Nee!

Levent Hasan’dan duyduklarına inanamıyordu. Şaka mıydı bu böyle yoksa Hasan dalga mı geçiyordu, anlamadı.

Bir anda Salih silahını Levent’in üzerinden indirip bağırmaya başladı:

-Hasan! Sen korkuyosan çık git! Biz bu çocuğu almadan şuradan şuraya gitmeyiz. Bunun için ne gerekiyorsa yaparız.

-Hadi ya!... Çocuğu vermezse hocayı da vuracak mısın?

Kamil de Salih de şaşkındı. Ağabeylerinin taraf değiştirmesine bir anlam verememişlerdi. Salih’in sinirleri tepeye vurmuştu. Tekrar silahını Levent’e doğrulttu.

-Gerekiyosa evet.

-Kes saçmalamayı! Babamın suçlu olduğunu hepimiz biliyoruz…

-Ama…

-Aması falan yok. Mademki suçu işlemeyi biliyor, o zaman sonuçlarına katlanmayı da öğrensin! Şimdi çocukları da, hocayı da bırakın çıksınlar.

-Hasan! Ne diyosun sen! Sonuca bu kadar yaklaştık. Burdan vazgeçmek aptallık olur!

-Ne olacak peki! Adam ifadesini değiştirse dahi bir okul dolusu çocukla, bir öğretmene yaptıklarınız duyulmayacak mı?

-Gerekirse!

-Hala gerekirse diyosun!... Gerekirse ne olacak?... Hepsini mi öldüreceksin? Sonra, bak babam suçlu değilmiş. Biz namuslu bir aileyiz mi dicez? Kesin şu saçmalığı da daha fazla rahatsız etmeyin insanları…

Levent oldukça şaşkındı. Hasan’ın sözleri içerdeki herkesi şaşırtmaya yetmişti. Levent sadece:

-Neden, diyebildi.

-Sen haklıydın hoca... Küçük bir çocuktan intikam alınmaz. Üstelik haksız olduğumuzu bile bile.

…………………………………

Salih:

-Eeeh! Uzattın ama! Bari hocayı gidip babasından isteyelim! Cık cık!... Madem bizimle birlikte değilsin, o vakit çekil yolumuzdan! Hem bunda bizim suçumuz yok! Hoca kendi kaşındı. Biz iki saattir efendi gibi çocuğu ver, çık diyoruz. Hoca tutturmuş öyle olmaz, böyle olmaz... >:(  Ama sağlam çocukmuş. Yine de bu kadar burnunun dikine gitmemeyi öğrenmesi lazım. Bu dersi de bedavadan vericem şimdi.

-Ne yani, seninle dövüşmemi mi bekliyorsun?

-Ne o! Korktun mu?

-Senden mi… Yok artık…

-Vaay! Kamil demişti de inanmamıştım. Harbi kafa tutuyosun.

-Hala konuştuğuna göre sen de birileri acır da yardım eder diye bekliyosun. :)

-Hoca! Hoca! >:(

İki genç onca çocuğun gözü önünde dövüşmek için dönüyorlardı... Ama dışarıdan gelen bir ses kavgayı başlamadan araladı:

-Hasan!... Kamil!... Salih!... Çocukları da, öğretmeni de serbest bırakın! Biz her şeyi biliyoruz!

-Bu da kim!

Sonra Hasanla Salih sınıfın küçük camından dışarı baktı:

-Jandarma gelmiş!... Ne işi var bunların burda! Hoca bu senin işin mi! Bi yerinde verici falan mı var, söyle çabuk!  >:(

Levent de çok şaşırmıştı. Acaip bir ses tonuyla:

-Hayır, dedi.

Şaşkınlıktan öylece duruyordu:

-Nasıl geldiler ya bunlar! Hoca doğruyu söyle! Sen çağırdın di mi bunları! Ödeticem sana bunu!

-Ben çağırmadım. Yemin ederim ben çağırmadım.

Hasan ve kardeşleri için yapılacak bir şey kalmamıştı. Jandarma komutanın ikinci ikazının ardından Hasan'ın da zorlamasıyla üç kardeş teslim olup elleri havada dışarı çıktılar.

Onların çıkışıyla sınıftaki bütün öğrenciler Levent'in yanına koşup, kara tahtanın önünde, öğretmenlerine sarılarak, ağlamaya başlamışlardı.

Birkaç dakikanın içinde olup biteni duyup, koşarak okula gelen velilerin sesleri duyuluyordu. Jandarmanın okula neden geldiğini duyan tüm veliler bir şekilde okula ulaşmaya çalışıyordu. O sırada tüm çocuklar, Levent’e sarılmış halde okulun bahçesine çıktılar. Etrafta koşuşan çocuklar, ağlayan anneler ve bir sürü karmaşa. Ve ortalığı donduran Asiye’nin sesi:

-Memet! Memet! Oğlum iyi mi! Oğlum! Oğlumu gördünüz mü! Allah aşkına oğlumu gören var mı!

Asiye henüz çocuğunu görememişti. Kalabalık birden yarıldı. Herkes Asiye’nin bir an önce çocuğuna kavuşması için yolu açtı ve o an:

-Memet! Memet! Oğlum!

-Anne! Anne!

-İyi misin oğlum! Bir yerinde bir yaran var mı çocuğum? Bir yerin acıyo mu?

Mehmet hem ağlayıp annesini öpüyor hem de cevap vermeye çalışıyordu:

-İyiyim anne. Korkma iyiyim!... Öğretmenim vermedi beni… Az daha onu da öldüreceklerdi. Ama gene de vermedi anne. Ben sana o beni korur demiştim…

-Demiştin oğlum. Demiştin güzel yavrum. :'(


                                                       42. Bölüm Sonu...

Çevrimdışı çomranlılı

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 327
  • 942
  • 327
  • 942
# 13 Haz 2012 00:57:52
Nihayet Hayat  Normalleşiyor.... Acaba? Teşekkürler Hocam.seminer Çalışmaları Yaparken  İyi Bır Mola Oldu Emeğinize Sağlık

Çevrimdışı ESRAY78

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 154
  • 399
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 154
  • 399
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 13 Haz 2012 13:45:07
Kardia öğretmenim bu kadar yoğunluk içinde hikayenize devam edip bizleri mutlu ettiniz. Çok teşekkür ediyorum.
Bizleri fazla merakta bırakmayın.

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.443
  • 16.160
  • 3.443
  • 16.160
# 17 Haz 2012 22:59:21
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Nihayet Hayat  Normalleşiyor.... Acaba? Teşekkürler Hocam.seminer Çalışmaları Yaparken  İyi Bır Mola Oldu Emeğinize Sağlık

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Kardia öğretmenim bu kadar yoğunluk içinde hikayenize devam edip bizleri mutlu ettiniz. Çok teşekkür ediyorum.
Bizleri fazla merakta bırakmayın.

çomranlılı öğretmenim, esray öğretmenim , size çok çok teşekkür ederim. :) Gerçekten beni hiç yalnız bırakmadığınız gibi istemeden yaptığım tüm aksatmalarıma rağmen  :-\ yanımda olduğunuzu görmekten inanılmaz mutluyum. :D İnşallah bu ara hatamı telafi edip yazımı tamamlicam.  ::)

Sizlere ve ayrıca mesaj ve teşekkürleriyle desteğini esirgemeyen tüm arkadaşlarıma tüm kalbimle teşekkür ediyorum.  :)

Sevgilerimle...

* ARKASI YARIN * -43. Bölüm-

Annesiyle oğlunun kavuşması herkesi etkilemişti. Bahçede ne kadar insan varsa neredeyse hepsi ağlıyordu. O esnada jandarma erleri üç kardeşi de arabalara bindirdi. Komutan yorgunluktan, bunalmaktan neredeyse ayakta zor duran Levent’in yanına geldi:

-İyi bir iş çıkardınız hocam. Sizi izlemekle doğru karar vermişiz.

-Beni izlediğinizi bilmiyordum.

-Böylesi daha iyi. Bilseydiniz tedirgin olurdunuz. Anlattığınız olayı araştırana kadar tehlikede olmamanız için sizi uzaktan izleme kararı almıştık. Fakat bugün davanın sonuçlanacağını öğrenince daha yakın takip edelim dedik. Fark edilmemek için mesafeyi uzak tuttuğumuzdan size ulaşana kadar epey zaman geçti. Gerçi bi taraftan müfettişler, bi taraftan bu üç kardeş size hayatınızın azabını yaşattılar ama sonunda olayı toptan çözmeyi başardık. Tabi sizin yardımınızla.

-Teşekkür ederim komutanım. Ama siz zamanında gelmeseydiniz, en iyi ihtimalle birkaç kırık kemiğim olabilirdi. Kötü ihtimalse… Neyse boş verin. Yalnız Hasanla ilgili anlatmam gereken şeyler var.

-Ne gibi şeyler?

-Komutanım, tuhaf gelecek ama Hasan buraya geldiğinde, kardeşlerinin değil bizim tarafımızdaydı hatta kardeşlerini durdurmaya çalıştı.

-Emin misiniz Levent hoca? Bu da bir oyun olmasın?

-Belki… Ama buna ihtiyaçları yoktu.

-Haklı olabilirsiniz. Yinede bundan sonrası adaleti ilgilendirir.

-Yani Hasan’ı bırakamaz mısınız?

-Eğer ondan davacı olmazsanız belki bir şansı olabilir. Onun dışında maalesef yapabileceğim bir şey yok. Hem suçsuz olduğundan da emin değiliz. Bekleyelim bakalım ne olacak.

-Sağ olun komutanım... Her şey için.

-Siz de sağ olun. Bu olayın üzerinde bu kadar ısrarlı davranmasaydınız hiçbir şeyi düzeltme şansımız olmayacaktı. Bize çok yardımcı oldunuz. Üstelik sizi nezarete atmak zorunda kaldığım halde.

-Ziyanı yok komutanım. Eğer bunu yapmasaydınız Kamil’in bana inanmasını sağlayamazdık. O durumda da köye tekrar dönemezdim. Bunun sonuçlarını düşünmek bile istemiyorum.

-Neyse, böyle bitmesi hepimiz için sevindirici.

-Evet. Derin bir oh çekmeyi hak ettim değil mi komutanım?

-Çekin hocam çekin. Hatta ben de çekeyim. Ohh!  :D

……………………….

Sonunda okul bahçesini dolduran veliler, askerler, Hasan, kardeşleri, öğrenciler, olayı duyup gelen insanlar ve herkes, hepsi gitmişti. Bahçede yalnızca Levent kalmıştı. Yapayalnız sadece o… Birkaç derin nefesten sonra biraz toparlanır gibi oldu. Sanki dünyaya ilk kez bakıyormuş gibi etrafına bakındı. Çok inanılmaz bir gün yaşamıştı. Neredeyse öbür tarafa gidip gelmişti... Sonra ağır adımlarla bahçe kapısına doğru yürüdü. Amaçsızca attığı bir iki adımdan sonra ilk kez Mehmet’i korkudan ağlarken gördüğü o ağaç takıldı gözüne. Uzunca bir süre olanları düşündü. Yüzünde karışık bir gülümseme belirdi. Bir adım daha atıp ağacın dibine oturdu. Başını kaldırıp ağaca:

-Sen bütün bunların olacağını biliyordun değil mi koca ağaç? Tabii ki biliyordun. Bundan adım gibi eminim... Yakıştı mı ya sana bunu saklamak? :-\ Ya ölseydim… Buraya yeni bir öğretmenin gelmesi ne kadar sürer biliyor musun? Nereden baksan iki ay...

………………………

Sonra başını ağaca yasladı. Gözlerini kapattı. Belki yirmi belki otuz dakika öylece kaldı. Hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey düşünmeden… Yalnız Sevda’nın hayaline engel olamadı. Hiçbir şey düşünmese de onu düşünüyordu işte...

                                          43. Bölüm Sonu...  :-\

Çevrimdışı efe_muallim

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.023
  • 2.055
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.023
  • 2.055
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 18 Haz 2012 22:59:23
Değerli kardia öğretmenim, hikayenizi hayranlıkla ve heyecanla takip ettiğimi belirtmek isterim...
Kaleminize sağlık... Saygılarımla...

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.443
  • 16.160
  • 3.443
  • 16.160
# 19 Haz 2012 22:35:49
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Değerli kardia öğretmenim, hikayenizi hayranlıkla ve heyecanla takip ettiğimi belirtmek isterim...
Kaleminize sağlık... Saygılarımla...

Sayın efe_muallim hocam, çok teşekkür ederim. Sizin de okuyan yüreğinize sağlık. Sizin gibi değerli hocalarımın destek olan mesajlarını görünce emeklerinin boşa gitmediğini anlıyor insan. Tekrar teşekkür ederim.

Selamlar, saygılar hocam.

* ARKASI YARIN * -44. Bölüm-

-Levent hoca… Levent hocam!

-Hı… Yavuz!

-Levent hocam, olanları duydum... Kusura bakma yanında yoktum.

-Estağfurullah Yavuz, ne kusuru, olur mu öyle şey? Hem nerden bilecektin ki?

-Olsun be hocam, insan sevdiği biri oldu mu başının dertte olduğunu da hisseder derler ama.

-Ya üzme kendini. Bilsen kesin gelirdin. Ben bundan eminim. Belki de hayatımı kurtarma kapasiten dolmuştur. :D Hem bana artık Levent hoca demesen, abi desen mesela, olmaz mı?

-Olmaz olur mu? Hep aklımda da kızar mısın diye.

-Kızmak mı? Aksine memnun olurum.

-Tamam Levent abi.

-Hah şöyle.

-Öyleyse seni bize götürmeye geldim Levent abi. Annem çok güzel yemekler yaptı. Kaç gündür bakamadık çocuğa, al getir dedi.

-Sağ olsun da başka zaman gelirim Yavuz. Bugün yaşadıklarımdan sonra kendimi çok yorgun hissediyorum. Sizin de tadınızı kaçırmayayım.

-Levent abi, kırma beni ya... Hem annem Zülal ablamın öğrettiği o tatlıdan yaptı. Gerçi ablam daha güzel yapıyo ama…

-Vaaay! İlk defa birinin, başka biri için annemden daha güzel yapıyo dediğini duyuyorum.

-Ne bileyim özledim herhalde. :-\

-Özledin mi? Niye, ablan evde değil mi?

-Iı. Ablam okula döneli neredeyse iki hafta oldu.

-Yani Zülal yok mu, gitti mi?

-Gitti. Yanımdayken söylemiyorum ama gidince bir tuhaf oluyor insan.

- Öyle… Demek Zülal gitti.

……………………………………….

Sevda’nın gidişinin ardından Zülal’in de gittiğini öğrenmek bir tuhaf yapmıştı beni. Bundan sonrası çorap söküğü zaten... Zülâl’le aramızda bir şey yaşanmamış olsa da fark ettim ki, onun varlığı kendimi daha iyi hissettiriyormuş. Bunu yazık ki ben de Yavuz gibi geç anladım.  :-\ Artık Zülal de yoktu… Bana hayatımın en zor günlerini yaşatan bu köyde zoraki bir yaşam sürüyordum. Sanki her şey beni daha da boğuyordu.

-Levent abi, ablam olmayınca öyle sessiz oldu ki ev sorma. Kapı açılsa içeri girecek sanıyor insan.

Bu konuşmalar zaten daralan kalbimi daha da sıkıştırıyordu. Yavuz’u belki en iyi anlayacak kişi bendim ama kendime bile hayrım yoktu...  Şu birkaç haftada hayatım boyunca almadığım kadar yara almıştım. Sevda’dan sonra şimdi Zülal de yoktu ve Zülal’in olmadığı o eve gitmek istemiyordum. Yürürken birden durdum. Geçerli bir mazerete ihtiyacım vardı...

-Yavuz!

-Efendim abi,

-Beni bu defalık affetseniz. Yarın sınav yapmam lazımdı. Unutmuşum.

-İyi de abi geldik bile. Sen de Temel gibi yoruldum, geri dönelim demiceksin herhalde.

-Ne!

-Ya hani var ya. Bizim Dursun'la Temel iddiaya girmiş:

-Haçan bu denizi yüzerek karşıya geçebilir misun, geçemez misun?

Temel bakmış:

-Geçerim da, demiş.

Başlamış yüzmeye. Karşı kıyıya elli yüz metre kalınca bakmış olacak gibi değil. Seslenmiş kıyıdaki Dursun’a:

-Ula Dursun yoruldum da, vazgeçtum ben döneyrum.

- Yavuz hiç güleceğim yoktu. Çok yaşa emi... :D

-Hem yolda karşına köpek falan da çıkar. Ballısın ya… Sevda doktor da yok. Valla kalırız ortada. :D

-Tamam Yavuz tamam. Geliyorum.  :-\

............................. ...

Tak! Tak! Tak!

-Yavuz, yavaş be kardeşim!

Neyse ki Yavuz kapıyı kırmadan açıyorlardı. Ama… Ama,

…………………………………………

-Levent hocam hoş geldiniz.

-Zülal! …………

-Abla ne işin var burada?

-Gel bakalım ukala… Levent hocamı kapıda bekletmeyelim, içerde anlatırım.

-Aman abla, senden hiç kurtulamayacak mıyız? Daha yeni yeni başımızın ağrısı geçiyordu. Şimdi başlarsın susmadan.

- Levent öğretmenim, siz Yavuz’un kusuruna bakmayın, içeri geçin lütfen.

-Zülal!

-Efendim hocam.

-Hoş geldin.

-Hoş bulduk. Sağ olun. Yavuz sen benimle mutfağa kadar gelir misin?

-Ya bana ne gelmem. >:(

-Ama bak sana ne aldım.

-Yaaa!

-Gel dedim!

İnanamıyordum. Zülal buradaydı. Tam karşımda Yavuz’la şakalaşıyordu. Bir anda kendimi rahatlamış hissetmiştim. İçeriden gelen sesle odaya yöneldim.

-Hocam hoş geldin.

-Hoş bulduk muhtar.

-Levent hoca hoş gelmişsin.

-Mümtaz,senin ne işin var burada?

-Ne demek ne işin var. Abimin evine gelirken sana mı sorucam?

-Mümtaz ne biçim konuşuyosun hocayla?

-Muhtar, ben Mümtaz’ın bu haline yabancı değilim. Az fırçasını yemedim. Eee nasılsın Mümtaz? Yoksa şube müdürüm mü demeliydim?  :D

-Yok yok Mümtaz de. >:(

-Şube müdürü mü, niye ki?

-Muhtar uzun bi hikaye. Ama belki sonra anlatırız. Ne dersin Mümtaz?

-Aman ha! Sakın anlatayım deme. Bunların diline düşemem.

-Mümtaz valla yakaladım, senin zayıf noktanı buldum. Bundan sonra kurtulamazsın benden. :D

-Hoca! Sen bi söyle bak ne oluyo?

-Tamam tamam, ağzımı bile açmıyorum.  :-\

-Hah şöyle...

Allahım, kul sıkışmadan Hızır yetişmezmiş dedikleri buydu herhalde. Başımı çevreleyen kasvet bulutlarından ışık süzülüyordu şimdi. İçerde muhabbet almış başını gidiyordu. Mümtaz alabildiğine anlatıyordu:

-Bi gün bizim müdür bi köyü zitarete gidecek, beni çağırdı:

-Sen buraları iyi bilirsin Mümtaz. Hele bi anlat yolu izi nasıldır?

-Tabi gencim o zaman.

............................. ..
               
                                                     44. Bölüm Sonu...  :) 

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.899
  • 228.041
  • 28.899
  • 228.041
# 19 Haz 2012 22:37:56
İnşallah kitaplaşır,kalıcı olur Kardia öğretmenim.
Emeğinize sağlık.

Çevrimdışı çomranlılı

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 327
  • 942
  • 327
  • 942
# 20 Haz 2012 01:58:03
çok akıcı ve okurken zevk aldığım bir hikaye olmuş,emeğinize yüreğinize sağlık

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.443
  • 16.160
  • 3.443
  • 16.160
# 20 Haz 2012 18:17:09
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
İnşallah kitaplaşır,kalıcı olur Kardia öğretmenim.
Emeğinize sağlık.

hacile ablacığım, çok teşekkür ederim. Ticari bir yönü olur mu bilmem ama elimde bir kitap gibi görmek şahane olurdu. :D İyi dilekleriniz için tekrar teşekkür ederim. :)

Sevgilerimle...

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
çok akıcı ve okurken zevk aldığım bir hikaye olmuş,emeğinize yüreğinize sağlık

çomranlılı öğretmenim, sizin okumanız da bana büyük bir keyif veriyor. Okuyan yüreğinize sağlık. Teşekkürler. :)

Sevgilerimle...

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.443
  • 16.160
  • 3.443
  • 16.160
# 22 Haz 2012 22:34:39
* ARKASI YARIN * -45. Bölüm-

-Yürü dedim müdüre. Aldım köye götürdüm. Köyde beni bir karşıladılar...

Mümtaz herkese kendini dinletmekten memnun, konuşmasına devam ederken Zülal içeri girdi:

-Amca, başladın mı anlatmaya? Dur beni de bekle. Şimdi yemeği hazırlayıp geliyorum.

-Bunları sen bilmiyo musun kız?

-E amca biliyorum da, hiçbir anlattığın diğerini tutmuyo ya. Onun için son halini merak ediyorum. :D

-Bak şu cadıya! Gelirken o pastaneden kurabiye istersin sen... Alıcam ifadeni o zaman.  >:(

………………………………….

-İfade mi! Eyvah!

-Noldu Levent hoca?

-Muhtar yandım ben! Nasıl oldu bu ya!...

-Hoca korkutma adamı da söyle noldu?

-Muhtar, bugün okul çıkışı müfettişlere ifade vermem gerekiyordu. Hay aksi! Nasıl da unuttum...

-Zülal saat kaç?

-Dört buçuk baba.

-Hoca, atla arabaya gidiyoruz.

-Nereye?

-Milli eğitime!

-İyi de muhtar, gidene kadar kapanır her yer.

-Gidip görmeden bilemeyiz hoca. Hadi acele et!…

Muhtarla apar topar evden çıkmıştık. Evin kapısında muhtarın hanımı, Yavuz, Zülal, Mümtaz hepsi şaşkın gözlerle bize bakıyordu... Arabaya atladığımız gibi uçarcasına yola çıktık. Mümtaz'ın beni geri çağırmaya çalıştığını görüyordum ama ne diyeceğini anlayıp, dinleyecek zaman yoktu.

………………………….

-Muhtar en çabuk ne zaman varırız?

-Belki bir buçuk, iki saatte gideriz.

-Çok geç olur be muhtar. En iyisi gel dönelim. Ne olacaksa olsun. Alıştım zaten soruşturmalara. Bi eksik bi fazla fark etmez artık. İşin aslı soruşturma bir şey değil de adamlara gelirim demiştim. Sıkıntım sözümü tutamamak.

-Geri dönsek de tutamayacaksın.

-Haklısında bulamayız ki muhtar. Boşa kürek çekiyoruz. Adamlar beni mi bekliyo?

-Görücez bekliyolar mı, beklemiyolar mı?

-Ne yani devam mı ediyoruz? Çok uğraştırıyorum seni be muhtar. Borcumu nasıl ödicem bilemiyorum.

-Bırak borcu şimdi… Sen bi yetiştirelim de hayırlısıyla.

-Yetişeceğim yere de bak. Adamlar beni sorguya çeksinler diye akla karayı seçiyorum. :-\

-Orası öyle ama gene de gidip bakmak lazım.

-Kendi elimle teslim ederim diyosun yani.

Bu söz üzerine muhtar birden bozuldu.

-Yok hoca. Ben seni zorda kalmasın diye yani, :-[

-Muhtar ya, sana da şaka yapılmıyo. Senin ne suçun var? Bugün olmazsa yarın kendi ayağımla gelmeyecek miyim? Bakma sen benim kusuruma.

-Korkutma hoca sen de adamı.  :)
 
.........................

Yaklaşık saat altı gibi milli eğitimin önündeydik.

-Muhtar sen git istersen, benim ne kadar kalacağım belli değil. Hala gitmedilerse işim uzayabilir. :-\

-Olsun, ben beklerim burda.

-Sağ olasın. Daha fazla gecikmeden gideyim o zaman. :-\

……………………………………………….

Bina içinde merdivenleri çıkarken okula gelen müfettişle karşılaşmam da şans mıydı, şanssızlık mıydı, bunu az sonra öğrenecektim:

-Öğretmenim, artık gelmezsiniz sanıyorduk.

-Hocam özür dilerim, bazı aksaklıklar oldu da.

-Tabi tabi, yola az daha erken çıkamıyoruz değil mi öğretmenim?

-Hocam… İnanın düşündüğünüz gibi değil. Ben tamamen… (Şimdi bunu tamamen unutmuşum desem adam hep kızıcak. )

-Evet, siz tamamen…

(Offf ! )

-Ben tamamen sizinle aynı fikirdeyim. Fakat okulda elimde olmayan bazı sebepler yüzünden...

-Öğretmenim, sebep şu ya da bu! Görevini iyi yapan bir öğretmen asla gideceği yere geç kalmamalı!

-Anlıyorum efendim. Çok haklısınız. ( Off! Keşke yetişemeseydik… :-\ )

-Bir şey mi dediniz öğretmenim?

-Aman efendim, ne diyebilirim ki?

-Ne diyebilirim ki… Ne diyebilirim ki ha! Sözlerinizde kinaye seziyorum öğretmenim.

-Yo yo hayır. Kesinlikle böyle bir niyet taşımıyorum. Buna emin olabilirsiniz. Ben bir şey söylemedim anlamında kullanmıştım.

-Ben biliyorum aklınızdan geçeni ama hadi dediğiniz gibi kabul edelim.

( Adam peşin hükümlü. Çoktan kararını vermiş. Ben de geldim kuzu kuzu... Allah kahretsin ya!... )

-Öğretmenim, koridorun ilerisinde bizim teftiş odası var. Oraya geçelim de alalım ifadenizi…

Kenara çekilip müfettişe yol verdim. Arkasından odaya doğru yürürken zaten moral olarak çökmüştüm. Ben ve ifade vermek… Neden… Müfettiş kurt politikacılar gibiydi. Durumumu fark etmiş, savunmamı erkenden yıkmıştı. Az sonra beni sorguya çekecek müfettişlerin bulunduğu o odaya giriyorduk.  :-\

Odada U şeklinde bir masa vardı. Müfettiş beni U harfinin tam ortasında bırakıp, diğer tarafa geçti. İçeride beni buraya getiren müfettişten başka üç müfettiş daha vardı. Hepsi ellerinde benim hatalarımı içeren birçok dosyayı bulunduruyormuş gibi dikkatle yazılanları inceliyordu. Hiçbiri yüzüme bakmıyordu. Neden sonra beni odaya getiren müfettiş göz ucuyla baktı. Sonra etrafı araştıran gözlerle süzüp, kapının girişinde duran sandalyeyi göstererek, “Oturun öğretmenim. “ dedi. Bu kez itiraz etmedim. Dediğini yapıp sandalyeyi çekip oturdum… Beklemekten sıkılmıştım.… Şu halimi annem görse...

-Eveeet! Öğretmenim anlatın bakalım.

Neyi anlatacaktım ki… Zaten belemekten aptallaşmış gibiydim. Zihnimi hızlıca toparlamaya çalıştım. Yerimde biraz daha doğruldum.

-Neyi anlataym hocam?

Eyvah! İşte bu yanlış cevaptı. Sanki adamı daha da kızdırmaya çalışır gibi… Bildiğin Hababam sınıfı klasiği… Ve müfettiş masasında öne doğru eğildi:

-Öğretmenim, buraya ne için geldiğinizi biliyor musunuz?

Baltayı taşa değil tortul kayalara hatta kayaçlara vurmuştum.

-Özür dilerim hocam, nerden başlayayım diye soracaktım. :-\

Müfettiş eliyle benimle uğraşmaktan bıktığını gösterir tarzda hareketler yaparak arkasına yaslandı:

-Öğretmenim en başından başla.

-Peki hocam...

                                       45. Bölüm Sonu...  :-\

Çevrimdışı çomranlılı

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 327
  • 942
  • 327
  • 942
# 23 Haz 2012 01:58:05
teşekkürler

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK