Hikaye Türündeki Yazılarımız.

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.437
  • 16.126
  • 3.437
  • 16.126
# 16 Nis 2012 23:31:30
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
:D
Hocam biraz daha uzasa ben de karakola...
Bu arada 31. bölüm mü kısaydı, bana mı öyle geldi anlamadım? :D ;)

:D  :D

* ARKASI YARIN * -32. Bölüm-

-Hocam zorluk çıkarmayın da başka tedbirler de uygulamayalım.

Sonra astsubay başçavuşun işaretiyle askerler Levent’i ve Kamil’i araca bindirdi. Şimdi her ikisi de yan yana oturuyordu.  :-\

.......................

Az sonra Gecehan Köyü Karakolu...


-Kamil, baştan anlat bakalım neler oldu?

-Komutanım köyde de dediğim gibi biz arkadaşla şakalaşıyoduk. Biraz canı yandı herhalde. Kızdı, dellendi ama şaka tabi, barışırız biz şimdi. Öyle değil mi Levent hoca?

Levent’in sabrı taşmıştı. Dayanamayıp ayağa kalktı:

-Sen ne biçim adamsın ya! Hiç utanma sıkılma yok mu sende!

Bu kez hızla ayağa kalkan Kamil’di:

-Hoca, beni duy, beni dinle!... Buradan dönünce konuşur, anlaşırız. Daha seninle konuşulacak çok konumuz, görülecek çok günümüz var!... Hadi arkadaşları oyalamayalım da, işimize gücümüze bakalım. Senin de anlatacak başka şeyin yoktur değil mi hoca!…

-Tövbe tövbe.  ???

.........................

Levent ifade vermeye başlarken Kamil hala Levent’e diktiği gözleriyle aba altından sopa göstermeye devam ediyordu. Yine de Levent’in öğrencisini korumak için bundan daha iyi bir fırsatı olamazdı.

............................. ....

-Hocam bir de sizden dinleyelim bakalım, Anlatın neler oldu?

-Komutanım, benim Mehmet adında bir öğrencim var…

-Hoca! Hoca dedim!

Astsubay başçavuş durumun farkındaydı. Askerlere döndü:

-Atın şunu nezarete! Utanmadan yanımızda adam tehdit ediyor! Olmadı bir de çekip vursaydın! Cık cık cık!... >:(

Kamil'i nezarete gönderdikten sonra devam etti:

-Evet, sonra,

-Komutanım, durum bira karışık. İki aile arasında, benim bildiğim kadarıyla bir şahitlik meselesi yüzünden,

............................


-Anlaşıldı. Durum hem ilginç, hem de tehlikeli... Levent hocam, güvenliğiniz bizim için ilk sırada. Şu an için tekrar köye dönmenizi tehlikeli görüyorum. Sizi bir süre burada misafir edicez.

-Komutanım, lütfen… Okula dönmek zorundayım. Çocuklar uzun süredir öğretmensiz kalmışlar. Şimdi ben de gitmezsem büsbütün yıkılırlar. Onları öyle çaresiz bırakamam. Üstelik Mehmet’e onu koruyacağıma dair söz verdim. Maalesef Mümtaz’a da ve hatta Ayşe’ye de…

-Hocam ben hayatınız tehlikede olabilir diyorum, siz Ayşe, Fatma diyorsunuz.

-Komutanım, beni düşündüğünüzü biliyorum ama,

……………………

Levent’le astsubay başçavuşun konuşmaları uzayıp gitti… Az sonra astsubay baççavuşun içeriden gürleyen sesi duyuldu:

-Asker! Bunu da atın nezarete!

Komutanın emriyle de askerler Levent’i tuttukları gibi apar topar Kamil’in yanına attılar.  :o

……………………………………

Kamil Levent’i gördüğüne çok şaşırmıştı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu:

-Neden geldin! Ne işin var burada hoca!

-Ne bileyim! Kızdı attı beni işte... Senin istediğinde bu değil miydi? Kaldığımız yerden devam ederiz. Burada ayıran falan da olmaz…

Sonra Levent nezaretin bi köşesine doğru gidip yere çöktü. Kamil şaşırmıştı.

-Hadi canım, yalan söylüyosun! Ne anlattın onlara? Her şeyi bir bir döktün değil mi ortaya? Ama kurtulamayacaksın. Düştün elimize hoca! Yapmayacaktın, etmeyecektin!... Demeyecektin hoca!…

-Bi yavaş be oğlum! Ne yapması, ne etmesi. Sen ne dediysen ben de onu söyledim.

Kamil, Levent’in çöktüğü yerde, başında dikilmiş hesap soruyordu.

-Kimi kandırıyosun sen! Memet şöyle Memet böyle diye anlatırken kendi kulaklarımla duydum. Neyin nesiydi onlar?

-Mehmet’in annesiyle benim aramı yapmaya çalıştılar. Ben ters çıkınca da kapıştık falan dedim.

-Yapma yaa!... İnanayım mı buna!

-Neye istersen ona inan. Senin ne düşündüğün umrumda bile değil…

-Esastan öyle mi dedin?

-Hem soruyosun, hem de verdiğim cevaba inanmıyorsun. Ne diye soruyosun o zaman! Ama niyetin kavga çıkarmaksa “Yok, illa kavga çıkarıcam, rahat edemem” diyosan söylemen yeter. Zaten canım sıkkın, hırsımı senden almış olurum. Ama bak, uyarmadı deme. Sizin köpek ısırdı beni. Nereden baksan kolumda on tane dikiş var. Bugün aşımı da olamadım. Velhasıl, burada kudurursam listemin en başındasın. Darılmaca, gücenmece yok...

-Ha ha ha! Hoca, kusura bakma da meraktan soruyorum. Ya, sen neyine güveniyosun da önüne gelene dikleniyosun? Başına bir iş gelmesin sonra!

-Beni düşünmeye başladın demek... Buna sevinmeli miyim?

-Hoca kes traşı! Bizi ele vermedin diye bu iş bitti sanma. Ama madem bize iyilik yaptın, bu iyilik de benden olsun. Bizim Katil, kuduz falan değil. Aşılı o köpek. Yani kaç gündür postu boşuna deldiriyosun. Ha ha ha!… Seni Katil’e bırakır mıyım hiç! Nasıl olsa bizi uzun süre tutamazlar. Çıkınca görüşücez seninle.

-Eyvallah Kamil, evime de beklerim. Bi çayımı içersin.

Demeye kalmadı, Kamil Levent’i kaptığı gibi, ayağa dikti. Hoca tez elden buradan gitmeye bak, yoksa ben sana ne yapacağımı bilirim!

Kamil'le Levent'in tekrar kapıştığını gören askerler hemen oraya koştu:

-Beyler, sakin olun! Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz! ikinci bir emre kadar buradan çıt bile çıkmayacak!… Anlaşıldı mı!

……………………………………………

-Anlaşıldı mı dedim!

-Anlaşıldı onbaşım.

-Sen!

-Anlaşıldı.
……………………………………………

Az sonra astsubay başçavuş nezaretin kapısında belirdi:

                                                    32. Bölüm Sonu... :-\

Çevrimdışı çomranlılı

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 327
  • 942
  • 327
  • 942
# 17 Nis 2012 09:08:23
işler iyice ilginç hale geliyor.teşekkürler

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.437
  • 16.126
  • 3.437
  • 16.126
# 19 Nis 2012 16:07:22
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
işler iyice ilginç hale geliyor.teşekkürler

Ben teşekkür ederim hocam.  :) Sevgilerimle...

* ARKASI YARIN * -33. Bölüm-

-Hadi gençler, çıkıyorsunuz. Bir daha da sizi burada görmek istemiyorum. Eğer tekrar gelirseniz bu kadar ucuz kurtulamazsınız.

Bu sözler üzerine nezaretin köşesinde ayağa kalkan Kamil ve Levent kapıya yöneldiler. Tam çıkmak üzereyken astsubay başçavuş Levent’in kolundan tutup geri çekti ve Kamil’e rağmen konuşmasını sürdürdü:

-Levent Bey, hala aynı ifadenizi sürdürüyor musunuz? İyi düşünün. Bu durum sizi üzebilir.

-Anlıyorum komutanım ama her şey söylediğim gibi oldu.

-Öyle olsun. Umarım bu kararınız sonradan canınızı sıkmaz.

Bir süre sessiz kalan Kamil :

-Komutanım, ben size söylediydim. Hocayla sadece şakalaşıyorduk. Yoksa,

-Kes Kamil! Bu masalı dinledim ben. Ama mademki Levent Bey de doğruladı, şimdilik gidin bakalım.

-Komutanım valla günahımı alıyosunuz.

-Sus, yemin etme! Hadi gidin şimdi.  >:(

……………………………………………………..

Akşam üzeri Levent ve Kamil farklı araçlarla evlerine döndüler...

Levent aşılması güç bir sınavdan geçiyordu. Sabaha kadar hatırlayamadığı geceyi ve bugün yaşadıklarını düşündü durdu... Sanki belaya davetiye çıkarır gibi ön sıralardan yer kapıyordu... Bu düşünceler yüzünden neredeyse cam kenarında sızarak geçirdiği birkaç saatin dışında hiç uyumamıştı. Üzerinden atamadığı sıkıntıyla yerinden kalktı...

-İnşallah bugünü başıma bir şey gelmeden atlatırım. Şöyle sakin bir gün geçirmek istiyorum. Öylesine alışılagelmiş, sıradan, sıkıcı bir gün ama nasıl... Kendimi aklamayı nasıl başarıcam, nasıl bu işten sıyrılıcam bilemiyorum. Sevda’dan da haberim yok. Ona çok sert davrandım. Oysa ağzımı açıp tek söz söylemeye hakkım yoktu. Nasıl oluyorsa hem suçluyum hem güçlü... Bunları yapan o olsaydı bir daha yüzüne bile bakmaz, asla unutmaz ve affetmezdim. Şimdi kendime torpil geçiyor, sorgusuz sualsiz affetsin istiyorum... :-\ Ya kırılan kalbi... Bu gün Sevday'ı görmem, mutlaka konuşmam lazım... Ama önce okula giriş saati gelmeden Mehmet’i almalıyım. Aslında bu yaptığım da büyük bir hata ya, orası da ayrı mesele. Durduk yerde kadıncağızın başının ağrımasına neden oldum. İyi de ne yapmam lazım... Düşünüyorum düşünüyorum çıkamıyorum işin içinden...

Levent bu düşüncelerle okuldan çıkıp Mehmet’i almaya gidiyordu ki önüne muhtarın kızı Ayşe çıktı:

-Öğretmenim, Mehmet’i almaya mı gidiyorsunuz?

-Evet Ayşe.

-Öğretmenim, gitmeseniz olmaz mı?

-Neden?

-Öğretmenim, köyde sizin için kötü şeyler söylüyolar. Gitmeyin ne olur.

Levent Ayşe’nin yanına eğilip bir dizinin üzerine çöktü:

-Peki sen söylenenlere inanıyor musun Ayşe?

-İnanmıyorum öğretmenim. Ama köydekiler inanır, gitmeyin öğretmenim, nolur!

-Ayşe, diyelim ki Mehmet’i almaya gitmedim ve o da okula gelemedi. Sence üzülmez mi… Ya da Mehmet’in yerinde sen olsan, ben de başkaları kötü şeyler söylemesin diye seni almaya gelmesem, sen de korkup üzülmez misin?

-Evet öğretmenim ama herkes "Bu oğlanlar Levent öğretmene artık rahat vermez" diyor. Ya size bir şey olursa… :'(

Bu sorunun cevabını maalesef Levent de bilmiyordu. Yine de Ayşe’yi korkutmamak için gülümsedi:

-Merak etme. Bana bir şey olmayacak.

-Ben de sizinle geleyim mi öğretmenim? Hem o zaman kötü şeyler de söylemezler. Yanında ben de vardım derim.

Levent biraz bozulur gibi oldu. Ama yolda başına ne gelebileceğini bilmiyordu.

-Olmaz Ayşe. Ama söz yakında bu işi halledicem tamam mı? Anlaştık mı?...

Ayşe’nin içi rahat etmese de öğretmenine karşı gelemezdi:

-Anlaştık öğretmenim.

-Güzel, şimdi sınıfa gidip tahtaya, yazabildiğin en zor soruları yazıp beni bekle. Bakalım arkadaşların çözebilecek mi. Ama çok çok zor olmasın. Bakarsın ben de çözemem.

-Öğretmeniim! Siz hepsini biliyosunuz ama. :)

-Söz, bu kez takılıcam. İçimden bi ses öyle diyo.  ;)

-Tamam öğretmenim. En zorunu yazıcam.

-Tamam. Şimdi doğru sınıfa küçükhanım. Ben de arkadaşını alıp hemen dönmeye çalışıcam.

-Ayşe koşarak sınıfa giderken Levent de Mehmet’i almak için bahçe kapısından çıkıp yola koyuldu.

On dakika sonra Mehmet’in evine gelmişti. Kapıya bile yaklaşmadan Mehmet’i çağırdı:

-Mehmet! Mehmet!

Az sonra kapıda Mehmet’in annesi belirdi. Kadıncağız olanları duymuş, utancıdan Levent’in yüzüne bakamıyordu. İçerden tam çıkmadan :

-Öğretmen bey, Memet gelmeyecek. Siz de gelmeyin gayrı. Bizim yüzümüzden başınıza gelmeyen kalmadı. Bu kadar uğraştınız. Sağ olun. Hadi uğurlar ola.

-Bi dakika hanımefendi neler söylüyorsunuz siz… Olur mu öyle şey? Hadi siz çocuğu hazırlayın da Mehmet’le biz gidelim.

-Ama öğretmen bey,

Levent hala bahçe kapısındaydı. İçeri girmeden Mehmet’in annesini ikna etmeye çalışıyordu:

-Asiye Hanım lütfen. İzin verin de Mehmet gelsin. Yakında her şey yoluna girecek. Her şeyin doğrusunu siz de ben de biliyoruz. Başkaları için çocuğunuza haksızlık etmeyin.

Kadıncağızda korkudan, kapıdan çıkmadan cevap veriyordu:

-Öğretmen Bey ne desem bilmem ki. Herkes ne der?

-Bırakın istediklerini desinler. Çocuğunuzun eğitimi her şeyden önemli değil mi… Lütfen gönderin de geç kalmadan okula dönelim... Lütfen...

-Siz öyle diyosanız öğretmen bey…

- Ben tamamen öyle diyorum. Hadi bırakın da gidelim.

-Sağ olun öğretmen Bey… O zaman Memedim size emanet... Oğlum, okulda öğretmeninin yanından hiç ayrılma olur mu... He mi evladım... Sakın elini bırakma.

Bu sözlerin ardından Mehmet o küçük elleriyle utana sıkıla Levent’in elini tuttu. Levent sessizce Mehmet’in elini tutuşunu ve çocuğun gözlerinden kendisine nasıl güvendiğini izliyordu. İçini garip bir his kaplamıştı. Yol boyunca Mehmet de durumu biliyormuş gibi hiç konuşmadı ama Levent’in elini de hiç bırakmadı. Tıpkı annesinin tembih ettiği gibi…

On dakika sonra okula varmışlardı bile…

-Hoh, çok şükür.

Sonunda okula gelmiş, ders için hazırlanmışlardı:

-Çocuklar, hadi bakalım dersimize başlayalım. İkiler, hadi Ayşe ‘nin tahtaya yazdığı soruları defterinize yazıp çözmeye çalışın. Gerçekten çok zor görünüyorlar. Bu soruların hepsini doğru çözerseniz, beden eğitimi dersinde sizinle bir maç yapıcaz. Sadece siz ve ben.

Heeey!

-Tamam tamam, faul yapmak yok ama. Birinci sınıftaki genç arkadaşlarım, şimdi yazacağım metni kim eksiksiz okursa, başarı ağacındaki elmasını bugün boyamaya ne dersiniz?

Heey!

-Üçler, kitaplarımızı açalım. Konumuz doğal sayılarda sıralama.

……………………..

İşte o sırada sınıfın kapısı aniden açıldı...


                                             33. Bölüm Sonu...  :-\

Çevrimdışı hileli994

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.477
  • 5.251
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 1.477
  • 5.251
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 20 Nis 2012 22:22:04
Herşey ne güzel düzelmek üzere idi.Şu kapı neden açıldı ki?

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.437
  • 16.126
  • 3.437
  • 16.126
# 20 Nis 2012 22:29:59
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Herşey ne güzel düzelmek üzere idi.Şu kapı neden açıldı ki?

 Hileli öğretmenim, çok yaşayın inşallah.  :D

Çevrimdışı aziZahara27

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 306
  • 1.881
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 306
  • 1.881
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 20 Nis 2012 23:06:17


                                                          HER YAĞMURDA
                                                                                   Babam’a…
Terzi Yaşar’a grili kırmızılı pijama diktirdin o gün. Benim içindi. Köyden Hacı Bayram Kavşağı’na kadar hep aynı şeyi tekrarladın:
   —Okuyun oğlum, okuyun da kurtulun. Sonra beni de kurtarın bu köyden.
İkimizin ayağında da kara lastikler vardı. Seninkinin sol teki yamalıydı. Otobüste dudakların mırıl mırıldı. Biliyordum benim için dualar ediyordun. Bayat bağları belli belirsiz görününce:
–Aha burda okuyacaan oğlum, dedin. Büyük adam olacaan inşallah… Ben ise bunları hiç duymuyordum o sırada. Annemi, Musa’yı, Hüseyin’i ve evimizi düşünüyordum. Avucumun içinden daha iyi tanıdığım iki katlı kerpiç evimiz, benimle yaşıttı, bunu sıkça hatırlatırdın. İkinci kata çıkan çam kokulu merdivenlerin gözlerine bilyelerimi saklamıştım. Onları yanıma almadığıma çok pişman oldum otobüste. Başka oyuncağım yoktu, biliyorsun.
Bayat’ı hiç sevmedim baba. İskilip’e benzemiyordu hiç. Parkı küçüktü, ortasında havuz da tavus kuşu da yoktu. Bizim köy bile güzeldi buradan.
Buğday pazarının ara sokaklarında:
—Acıktın mı oğlum, dedin.
 –Cık, dedim hayır anlamında başımı yukarı doğru sallarken. Aslında açtım ama küskündüm sana. Küskündüm çünkü eteklerine sıkı sıkıya tutunduğum halde annemi getirmemiştin Bayat’a.
Dışı kararmış kavaktan yapılma domates kasalarına oturduk. Helva, ekmek ve üzüm yedik. O üzümler ne tatlıydı öyle! Yerken hiç konuşmadık. Yüzüme bakmıyordun, dalgındın. Belli ki gün yanığı yanaklarımdan süzülen çocuk gözyaşlarımı görmek istemiyordun. Kaşların çatık, gözlerin kısıktı. Lokmalar tek tek benim boğazımda düğümlenirken, sen İştahla yiyor gibiydin. Öğle ezanı başlayınca camiye koştun. Ben tembihlediğin gibi avluda bekledim seni. Ve seni beklerken içimden kopup gelen akortsuz ağlamalara teslim oldum. Doya doya, bağıra bağıra ağladım. Belki çorak yaşlarla bezenmiş yüzümü görünce beni yatılı okula vermekten vazgeçerdin. Hiç öyle olmadı oysa. İkinci sırada camiden çıkınca yüzüme tükürür gibi konuştun:
 –Ben okuyamadım oğlum. Onun için işte bu eller bir değnek tutmayı bilir bir de kara sabanı. Ne var köyde? Diye başlayan ve devamını duyamadığım uzunca bir nutuk çektin. Bir kaç cemaat seyretti bizi. Onları görmüyordun hiç.
Ve yalvarırcasına:
 –Osman’ım, oğul Osman’ım, şu Allah vergisi kafanın kıymetini bil oğlum. Köye istediğin zaman gene gelirsin, hadi göreyim seni, dedin. Birden, içimde yumaklanmış köyden ayrılma üzüntüsü dağılıverdi. İçimden:
 –Tamam, okuycam, söz veriyorum sana baba,  dedim. Kocaman bir adam oldum sanki. Sanki içimden geçenleri duymuşsun gibi avuçları çatlak, kalın damarlı ellerinle yanaklarımdan tutup beni terli bağrına çektin. Sarıldın bana baba. Öyle sarıldın ki, bizi seyredenler benden başka yedi çocuğunun daha olduğuna inanamazlardı. Çok sevindim bu sarılışına. Bunlara alıştırmamıştın.
Elimden sıkıca tutarak bir dükkâna götürdün beni. Lacivert ceket, gri pantolon ve mavi gömlek aldın. Kravatı da bana seçtirdin hep heves ederdim bunu boynuma takmaya. Yeleğinin cebindeki para tomarı, oradan çıktığımızda epey azalmıştı. Sonra gıcırtısına bayıldığım bağcıklı iskarpin aldın. Ancak o zaman anladım kara lastiğin içindeki ayaklarımın katranlaştığını.
Tam çanta aldığımız dükkândan çıkmıştık ki yağmur bastırdı. Yağmur değil tufandı mübarek.
–Oğlum, biraz kıvrak yürü, rahmet çok sıkı, dedin. Gerçekten aniden başlayan yağmur, aramızda duman rengi bir duvar oluşturmuştu.
Okulun hemen karşısındaki yurda girince, içim iyice yandı baba. Artık anlamıştım bırakıp gidecektin beni. Ve kim bilir ne zaman görecektim seni, anamı, Musa’yı; hele hele küçük kardeşim Hüseyin’i… Gözyaşlarımı kontrol edemedim. İstemeden akıyordu. Bunu görünce (kızar gibi yaparak)
 –Erkek adam ağlar mı yav, ayıp sana, dedin. Elini öpmeyi bile akıl edemedim ağlamaktan. Sonra baba, o yağmur kuşatması altında yavaş yavaş küçülerek gözden kayboldun. Bir ara arkana dönecek oldun ama dönmedin. Attığın her adım, beni bıraktığın bu yeni mekânda yalnızlığın azmanlığı altında örseliyordu. Bıraktığın elli lirayı müdür yardımcısından aldım. Parayı verirken
 –Osman, ne kadar kalender bir baban varmış, dedi. Kalender ne demekti, onu da bilmiyordum. Mutlaka iyi bir şey demekti.
Akşam yemeğini masada yedik. Benim tabağım da ayrıydı. Mercimek çorbası, patlıcan yemeği ve üzüm vardı. Bu üzümler birlikte yediklerimize benzemiyordu baba, başkaydı.
Kimseyle konuşmak istemedi canım. Ranzama oturdum. Yorganı tamamen örttüm üzerime. Kimseye belli etmeden ağladım gene. Ağlamaktan boğazlarım ağrıdı. Uyumuşum. Rüyamda hep sizi gördüm baba, hepinizi…
İçim hala yanıyor baba. En çok Musa’dan ayrıldığıma yanıyor içim. Dün Bayat’a gelmeden önce beni kızdırmıştı. Ben de bir tokat atmıştım. Elim kırılsaydı keşke,  kopsaydı.
                                                         …

Yirmi dört sene geçti baba. Dediğini yaptım. Okudum. O köyden kurtuldum. Ama seni kurtaramadım. Gerçi sen istemedin bunu.
—Ben başka yerlerde yapamam oğlum, yaşayamam, dedin.
Şimşekler çaktı az önce. Doludizgin yağmur yağdı. Seni hatırladım birden. Yağmura meydan okuyan babayiğit adımlarını hatırladım. Oturma odasındaki resminden başka dişe dokunur bir hatıran yok bende. On bir yıl önce –kendi usulüne göre-  ‘’köyden kurtulurken’’ yoktum yanında. Mezarına iki hafta sonra gelebildim. Bayat’a ise epeydir gitmiyorum.
Attığım her adımda çıkıyorsun karşıma. Nasihatlerin, kitaplardan fışkıran kelimeler gibi yaldızlaşıyor beynimde.
Ve yağmur hala yağıyor pencerenin pervazını yalayarak. Hayır, gözlerimdeki damlaları yağmurlardan çalmadım. Senin kadar ‘’babayiğit’’ olamadım baba, gene ağlıyorum…                                     
                   

 

Çevrimdışı aziZahara27

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 306
  • 1.881
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 306
  • 1.881
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 20 Nis 2012 23:11:33
‘’XODE HEYE ĞEM TUNNE!’’
Her şey tükeniyor etrafımızda.
Örseleniyor umutlar.
Mutluluklar kaç defadır pas geçiliyor. Tükeniyor her şey.
Su, toprak; topyekûn bir hayat…
İnsanlığımız.
Adına değer dediğimiz, içini kendimizce doldurduğumuz her şey korkunç bir erozyonun kucağında güpegündüz kayıp gidiyor hayatımızdan.
   Çalışan agresif,
İşsiz paranoyak,
Genç umutsuz,
 Zengin tatminsiz,
Çocuk heyecansız…
Soframıza, odamıza, yatağımıza çöreklenmiş stres kâbusu.
 Boğuluyoruz.
Krizler kuşağından hiç temas etmediğimiz ancak, bizi en çok vuranı bu; Beşeri kriz.
   Farkında mısınız çocuklarımız bizim çocukluğumuzdan ne kadar farklı / uzak?
Genç nesil sebebinin ne olduğunu bilmediği kronik depresyonun ağında kıvranmakta.
Aileler kopuk, arkadaşlıklar yapay, yiyecekler hormonlu.
Tükenmişliğin bundan daha açık belgesi var mı?
   Oyuncaklar/oyunlar devşirme,
   Şakalar yaralayıcı
   Eleştiriler düşmanca,
Merkezini insanın oluşturduğu dünya sevimsiz, çirkin.
Sosyal travmalar ölet gibi dünyayı sararken kılımızı kıpırdatmayan umursamazlığımız.
Dost sohbetlerinde kaç cümle memnuniyet ve mutluluk vurgusu var, saydınız mı?
Her şeye muhalifiz, her karara tepkili…
Benlik bendeliğine sıkışıp kalan, da-ra-lan hayat.
Okulunu cehennem gören öğretmenler, evini zindan sayan eşler, plazaların üç rakamlı katlarından atlayıp intihar eden zenginler, ünlüler…
Neden?
Nedir bu  mutsuzluk tragedyasının ‘Oscar’lık oyunları ve kimdir bu oyuncular.
Biziz.
Çünkü Allah’tan koptuk ve darmadağın olduk.
Bir parçası olduğumuz dünyayı iyileştirmek adına hiç bir şey yapmadık sızlanmaktan başka.
Okula gönderdiği beş yaşındaki çocuğunun kulağına –Allah’ı unutma e mi yavrum? diyen Avrupalı annenin sezgisini yakalayamadık. Sürekli olarak bencillik sarmalında gidip geldik.
Ve bugün hızla tükeniyoruz. İşte bu yüzden.
‘’Allah’ı bulan neyi kaybetmiştir ki, Allah’ı kaybeden neyi bulmuştur…’’ şuurundan fersah fersah uzaklaştık.
Okuduğumuz haberler, izlediğimiz TV kanalları nasıl bir hayatımız olduğunu özetliyor aslında. Yaşadığımız harabe hayat, aynaya haber olarak böyle yansıyor.
Bu menfi listeyi uzattıkça uzatmak mümkün.
Ama yararı yok.
İncinin istiridyesi içinde, bizim cevherimiz de…
—Nasılsın? Diye sormuştum doğduğundan beri çobanlık yapan Şemistan’a. Eli yüzü gün yanığıydı. Parlak dişlerini göstere göstere mutluluğun resmini beynime çakmıştı.:
—XODE HEYE ĞEM TUNNE! "Allah varsa keder yok."

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.437
  • 16.126
  • 3.437
  • 16.126
# 22 Nis 2012 00:18:23
* ARKASI YARIN * -34. Bölüm-

Açılmasıyla birlikte de içeriye Levent’in durumunu ve okulda neler olup bittiğini araştırmak için gelen iki müfettiş girdi. Kapıyı açış şekillerine bakılırsa muhtemelen Levent’le ilgili karar belliydi. Yine de bürokrasi işlemeli, formaliteler yerine getirilmeliydi.

Levent’in derse başlarken yüzünde beliren gülümsemesi kaybolmuştu. Şaşkınlığını üzerinden atamadığı için hala bir eli masanın üzerinde, bir elinde üçüncü sınıf matematik kitabı ve yüzünde yarım kaldığı belli olan gülümsemesiyle gelenlere bakıyordu. İçeri giren müfettişlerden biri Levent’e doğru yönelip bir iki adım attıktan sonra durdu. Sonra sınıfa dönüp konuşmaya başladı:

-Günaydın çocuklar!

Sağoool!

-Çocuklar, siz bir süre teneffüse çıkın. Biz öğretmeninizle biraz konuşucaz. Sizi çağırdığımız zaman gelirsiniz. Tamam mı…

Çocuklar kim olduğunu bilmedikleri bu adamlara belki biraz da Levent’in gözünden bakıyor olacaklar ki tedirgin halde dışarı çıktılar. Levent şaşkınlığını üzerinden atmaya çalışıyordu. Henüz gelen müfettişlere hiçbir şey söylememişti. Müfettişler bir şeyler inceler gibi sağa sola bakıyorlardı.

Levent neden sonra toparlanır gibi oldu. Müfettişlere doğru yürüyüp tokalaşmak için elini uzattı:

-Hoş geldiniz.

Ama bu müfettiş geçenlerde gittiği seminerde Levent’e fena halde kızan müfettiş değil miydi... Yazık ki müfettiş de onu tanımıştı. Tanıdığını her halinden belli ederek elini uzattı:

-Öğretmenim, müdür odasına geçelim de, konuşalım seninle biraz.

Durum çoktan Levent’in kontrolünden çıkmıştı.

-Tabi hocam, buyurun lütfen.

Sonra da müfettişler önde Levent arkada, müdür odasına doğru yürüdüler. Öğrencileri dışarı çıkardıklarına göre teftiş için gelmedikleri belliydi... Muhtemelen sebebinden emin olmadığı bir soruşturmanın içindeydi. :-\ Gün oldukça zor geçeceğe benziyordu.

......................

Müdür odası küçük olduğundan, bir müdür masası, bir misafir koltuğu ve tabure misali eski bir sandalyeye ancak yer bulunabilmişti. İçeri girdiklerinde diğer müfettiş misafir ağırlamak için kullanılan koltuğa oturdu... Hiç konuşmuyordu. Paltosunu düzeltip rahatladıktan sonra evrak çantasına benzeyen siyah deri bir çantayı açıp, muhtemelen Levent’le ilgili soruşturmanın evraklarını içeren bir dizi dosya çıkardı. Levent kendi infazını izliyor gibiydi...

İnsanın kendi meslektaşı sayılabilecek birileri tarafından sorgulanması yeterince can sıkıcıydı. Üstelik bu kez gerçek bir soruşturma geçireceği düşünülürse, durumu ciddi anlamda kötü sayılırdı.

Seminerde tartışmak zorunda kaldığı müfettiş elindeki küçük çantayı müdür masasına koyduktan sonra, müdür koltuğuna yöneldi. Levent iki müfettişin karşısında ve hala ayakta duruyordu. Müdür masasına oturan müfettiş yarım çerçeveli yakın gözlüklerinin üzerinden Levent’e baktı:

-Öğretmenim oturun şu sandalyeye, ayakta kalmayın.

-Teşekkür ederim hocam böyle iyiyim, sağ olun.

Müfettiş bu çokbilmiş tavra sinirlenir gibi oldu:

-Öğretmenim oturun. >:( Size soracağımız bazı sorular var... Yani sizi biraz terleticez…

Levent bu karşılıktan sonra otursa iyi olacaktı. Gidip sözü edilen sandalyeye oturdu. Müfettiş sözünü dinletmekten memnun, konuşmasına devam etti:

-Öğretmenim, hakkınızda söylentiler, bize kadar ulaşan bazı duyumlar var. Bu konuyla ilgili olarak hakkınızda soruşturma yapmak için buradayız. Benim adım Ekrem Sait Yaylalı. Diğer müfettiş arkadaşım Zekai Bey…

-Memnun oldum hocam.

-Neyse öğretmenim, bu tanışma faslını geçelim de sadede gelelim... Tabi bizim için öncelikle sizin vereceğiniz ifade önemli...

Sonra arkasına yaslandı. Masanın üzerindeki birkaç evrağı şöyle bir karıştırdı. Gelen-giden evrak defterlerinde işlenen son belgeye ve tarihlerine göz attı. Levent’in masada unuttuğu günlük benzeri bir defteri eline aldı ama açmadan yerine koydu. Müfettişin her hareketi Levent’in sıkıntısını biraz daha arttırıyordu. Sonra tekrar arkasına yaslanıp, kollarını bağlayarak Levent’e döndü:

-Arda Levent öğretmenim, nedir bu durumun aslı… Anlatın da bir de sizden dinleyelim. Bu kadın, adı neydi… Ha Asiye Hanım. Nedir bu Asiye Hanım mevzuu?

Müfettiş sorgulamanın ilk işaretlerini vermiş, Levent sahiden terlemeye başlamıştı. Kalbinin ritmi bozulmuş gibiydi. Tekleyerek ama koşarcasına atıyordu.

Derin bir nefes aldı ama onu da sesini azaltarak ve taksit taksit vermek zorunda kaldı. Boynundaki kravatı idam ipi görevi görüyordu. Bir an kravatını gevşetmek için elini gömleğinin yakasına götürdü ama müfettişin sadece gözlerini kaldırarak ona bakması Levent’i durdurmaya yetti. Kendi kalesinde esir düşmüş komutan gibiydi. :-\

-Evet öğretmenim, sizi dinliyoruz. Zekai Bey, öğretmenimin dosyasını bi uzatıver. Arda öğretmenim bi zahmet uzatır mısınız?

Levent yerinden kalkıp müfettişin sözünü ettiği dosyayı, müdür masasında oturan müfettişe uzattı.

-Evet öğretmenim, başlayın siz...


                                                 34. Bölüm Sonu...  :-\

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.437
  • 16.126
  • 3.437
  • 16.126
# 24 Nis 2012 01:18:29
* ARKASI YARIN * -35. Bölüm-

Müfettişin 'Başlayın siz.' komutu kafası zaten karışık olan Levent'i daha da çıkmaza sokmuştu. Neyi, nasıl anlatacağına karar vermek için fazla beklemiş olacak ki, yine müfettişin uyarısıyla kendine geldi:

-Arda Levent öğretmenim, başlayın artık...

Levent derin bir nefes aldı ama yine sessizce ve taksit taksit verebildi.

-Hocam, farklı göründüğünü biliyorum ama esasen durum...  

Levent bi taraftan neler olduğunu anlatmaya çalışırken diğer taraftan müfettişlerin kendisine inanmayacağı kanaatiyle son derece çaresiz ve ümitsiz görünüyordu...

Aslında kendi anlattıkları kendisine bile çok gerçekçi gelmemişti. Genç ve yalnız bir kadın, köye yeni gelen genç öğretmen sabahın erken saatlerinde, kadının evinin bahçesinden çıkarken… Yok artık. Senaryoya bak. Bundan şahane bir film çıkardı ya, başrolde Kıvanç Tatlıtuğ daha iyi olmaz mıydı? Şu yaşadıklarım… Olacak iş mi bu...

Levent aklından geçen bu düşünceler yüzünden görevden uzaklaştırma da dahil birçok cezadan ceza seçiyordu kendine. Allah bilir durum müfettişlere nasıl aksetmişti... Yine de sonuna kadar anlatmaya devam etti. Konuşması bitene kadar her iki müfettiş de kesmeden dinlediler. Anlatacakları bittiğinde Levent yapabileceği savunmayı da yapmıştı zaten.  

Müfettişlerin hiç yorum yapmamalarına bakılırsa galiba korktuğu başına gelmiş, onları ikna edememişti. Bu durum her şeyin sonu olabilirdi. Levent ilk defa öğrencilerinden ayrılacağını düşünüp çok kötü hissetti.

Aslında Mümtaz’a verdiği sözü tutunca görevi zaten bırakacaktı ama kendini bu zaman diliminde öğretmenlik fikrine öyle hazırlamıştı ki birden öğrencilerini bırakma düşüncesi içini burktu. Şu ana kadar bu derece fark etmese de, bu köyde çok sevdiği öğrencileri ve çok sevdiği, değer verdiği insanlar vardı... Onlardan ayrılma düşüncesiyle bir anda olaydan kopmuş, müfettişlere rağmen hayale dalmıştı:

Önce okula geldiği ilk gün konuştuğu Yusuf’u düşünüp belli belirsiz gülümsedi


-Çocuklar ben yeni öğretmeniniz Arda Levent Kurtoğlu. Bu dönemi birlikte geçiricez. Birlikte güzel bilgiler öğrenicez. Ben size, siz de bana bilmediğim şeyleri öğreteceksiniz. Anlaştık mı?

Anlaştııık!

-Ama öğretmenim olmaz ki öyle…
-Öyle mi, neden?
-Hiç öğrenciler öğretmene bi şey öğretir mi?
-Öğretmez mi?
-Ama öğretmenim, öğretmen her şeyi bilir zaten.
-O zaman şöyle yapalım. Eğer olmaz ya, bir gün ihtiyacım olursa öğretirsiniz olur mu?
-Tamam öğretmenim.
-Peki adın ne senin?
-Yusuf öğretmenim...  :)

Sonra muhtarın küçük kızı Ayşe canlandı gözünde…

-Şuradaki cimcime Ahmet’in büyüğü Ayşe. Bak bu ikisi senin öğrencin.

-Öyle mi?

-Ahmet! Ayşe! Hadi öğretmeninize hoş geldin deyin. Öpün elini bakim.

-Aman estağfurullah,

-Öğretmeniiim!  :)

Muhtar:

-Hoca, aha bu Ayşe var ya, gece gündüz demeden camın kenarında oturup seni bekledi.

-Beni mi?

-Seni ya… Şimdi gelemez dediysek de dinletemedik. Akşam hava kararana kadar yola baktı. Çok şükür geldin de biz de kurtulduk.

-Sen beni mi bekledin Ayşe?

Yüzüne ara ara bakıp, o kocaman gözleriyle gülümseyerek başını aşağı yukarı sallaması...

-Bak geldim işte.
………………………………

Sonra da Mehmet….

-Sen neden oynamıyorsun?
-Korkuyorum öğretmenim.
-Neden korkuyorsun peki?
-Öğretmenim beni öldürecekler mi?
-Ne, nasıl yani? Seni neden öldürsünler yavrum? Olur mu hiç öyle şey?
-Öğretmenim Hasan abiyle, Salih abi söyledi. Bu okula gelirsem beni öldüreceklermiş.

-Bak Mehmet. Sanırım yanlış anlamışsın. Hasan ağabeyler sana şaka yapmış olmalı.

Levent bunları söylerken Mehmet’in gözlerinden inci tanesi gibi yaşlar dökülmeye başlamıştı. Hem ağlıyor hem anlatabildiği cümlelerle bir şeyler söylüyordu.

-Öğretmenim, çocuklar ölünce cennete mi gider? Ninem öyle dedi.

-Yani, çocuklar, şey...

-Gene de çok korkuyorum öğretmenim!

O çaresizlik içinde dudaklarından tanıdık cümleler dökülmüştü:

-Korkma! Bak ben buradayım ve sana bir şey olmasına izin vermem.
....

Sonra Ali, Sedanur, Ahmet... Yafet….

-Çocuklar en son ne öğrenmiştik?

-Öğletmenim, ‘ç’ sesini öğyeniyoduk.

Rafet o yarım konuşmasıyla belli ki sevimli ötesi bir yaramazdı.  

-Hımm, peki bana ‘araba’ der misin?
-Alaba.
-Adını hatırlayamadım. Adını söyler misin?
-Yafet.
-Anladım Rafet, peki oturabilirsin. Öyleyse ‘ç’ sesini biraz daha tanıyalım mı?

Tanıyalııım!

- Bir gün bizim bu ‘ç’ sesi alfabede öylece beklemekten sıkılıp, kimseye haber vermeden yuvarlağını, noktasını toplayıp sessizce hece kitabından ayrılmış. Sabah uyanan harfler ‘ç’ sesini göremeyince……….
………………

Ve… Zülal…Hayatındaki en parlak ve en uzak yıldız…

Muhtarın evine ilk kez misafir olduğu akşamdı. Ahmet uzak duruyordu ama yerden kaldırmadığı gözleriyle fark ettirmeden Levent'i izliyordu. İşte o sırada kapıdan bir melek girmişti... Anlatması da zordu, unutması da…

-Hocam hoş geldiniz. Buyurun yemek hazır.

Muhtar:

-Geliyoruz Zülal…

Ne kadar güzel bir isim. Zülal, Zülal. İçinden yavaş yavaş tekrarlıyordu ki birden ağzından dökülüvermişti. :-\

-Zülal…

-Efendim hocam.

-Yok, şey ben… İsim farklı geldi de.  :D
....................

Köyde kalacağını öğrendiğinde muhtarın inanamaz ve minnettar hali…

-Bu gençlerin derdi ne muhtar?

-Onların derdi... Boş ver hoca ya. Durum bu. Şu densiz oğlanların yüzünden köyde öğretmen tutamıyoruz. Giden öğretmenler de tabi sen de haklısın. Kimse için başını derde sokmaya değmez. İyisi mi kardeşimi arayayım da alsın seni burdan. Su gibi delikanlısın. Benim oğlum olsaydın da kalma git derdim. Hadi uğurlar ola...

-Dur muhtar napıyosun? Yazdın, çizdin hemen. Benim bir yere gittiğim falan yok.

-Ne? Gitmiyo musun?

-Yani ille de git, seni istemiyoruz demiyorsan...

-Yok hoca, olur mu öyle şey? Başımızın üstünde yerin var.

-Şu "Başımın üstünde yerin var " sözünü ne zaman duysam gülerim. Neyse muhtar güldürme beni de tekrar akşam etmeden gündüz gözüyle göreyim şu lojmanı.

-Sen ciddisin yav.

-Bak hala ciddisin diyo. De hadi...

-Aha sen de dedin. Oldun bizim köylü.

-Olduk valla.  :D

Yavuz.. Hayatını defalarca kez borçlu olduğu genç kahraman…… :)

*Hasan’la kardeşleri yollarını kestiğinde muhtarın ortanca oğlu Yavuzla, birkaç delikanlı onlara doğru yaklaşmaya başlamıştı. Yavuz bi taraftan yüksek sesle bağırıyordu:

-Baba, var mı bi sıkıntı!

Bu sözle birlikte yolu kesen grup birbiriyle işaretleşerek dağıldı.

-Yok evladım yok..  *
…………………………………

*-Yavuz, nasıl geldi bu eşyalar?

-Köyün öğretmeninin eşyalarını getirdik deyince aldım getirdim arkadaşları.

-Sağ olasın Yavuz. Valla çok makbule geçti. Ben de oyalanacak bir şeyler arıyordum. Hem biraz sohbet ederiz.

-O zaman ben size bi çay yapayım hocam.

-Benim evimde sen mi bana çay yapacaksın, olmaz öyle şey. Sen geç otur.
.........................

-Yavuz sağ olasın. Sen olmasan bu kadar kolay halledemezdim.

-Hocam, sözünü etmeye değmez.

-Kaç yaşındasın Yavuz?

-On yedi.

-En sevdiğim yaşımdı. Tekrar on yedi yaşımda olmak isterdim doğrusu.

-Hocam seni duyan da yaşlı başlı adamsın sanır.

-Ha ha, haklısın. Ama bu köye geleli yaşlandım galiba.  Böyle konuşmaları babamdan duyardım ben. Şimdi bu söylediklerimi duysa...    *

…………………………………….

Hasan'ın köpeği Levent'i öldürecekken yine Yavuz kurtarmıştı hayatını. O akşam oraya gelmeseydi şimdi çoktaaan...  Hatırlayınca bile nefesi kesilir gibi oldu:

*-Allah'ım nasıl olsa ölücem. Canımı alacaksan yalvarıyorum hemen al... Beni parçalayarak öldürmesine izin verme... N’olur...

................

Tak! Tak! Tak!

................

-Hocam yettik!...

Ne dediğini pek anlayamadığı sesler duymuş, hayal mi, gerçek mi onu bile anlayamamıştı: 
.....

-Hocam! Hocam iyi misin!

-Yavuz...

-Hocam bi şeyin yok ya...

-Yavuz... Yavuz ben yaşıyorum değil mi...

-Elbette hocam. Yüzün gözündeki birkaç sıyrığı da saymazsak, turp gibisiniz bile diyebilirim... Hadi kalkın... Ben kalkmanıza yardım edeyim.*

………………………

Sonra ….Sonra Sevda…….


-Bi dakika lütfen, ne yardımı, iğneyi zorla mı yapıcaksınız?

Levent iğneden kaçmak için çırpınırken içeriye giren doktorun sesi ...

-Nesrin Hanım bi sorun mu var?

.........

-Sevda !!!

......................

Levent öylesine derin dalmıştı ki, bu zaman zarfında müfettişlerin kendi aralarında ki konuşmalarını duymadı bile... Az sonra da müfettiş Ekrem Sait Bey’in gür sesiyle kendine geldi:

-Öğretmenim, anlattıklarınızı arkadaşlarla tekrar gözden geçiricez. Şimdilik çıkıyoruz. Bizden haber bekleyin. Yalnız öğretmenim, yarın öğleden sonra sizi ifadenizi tekrar dinlemek için kuruma çağırmak durumundayız. Bu arada, lütfen vaktinde gelin... Yarın görüşmek üzere iyi çalışmalar.

-Anladım hocam. Gelicem... Teşekkür ederim...

                                                         35. Bölüm Sonu...  :-\

Çevrimdışı çomranlılı

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 327
  • 942
  • 327
  • 942
# 25 Nis 2012 09:16:51
süper... 23nisan çalışmaları nedeniyle bakamamıştım,yazılarınızı özlemiş, Levent hocayı  merak etmiştim.Teşekkürler hocam

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.437
  • 16.126
  • 3.437
  • 16.126
# 29 Nis 2012 00:50:11
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
süper... 23nisan çalışmaları nedeniyle bakamamıştım,yazılarınızı özlemiş, Levent hocayı  merak etmiştim.Teşekkürler hocam

Çok incesiniz, çok teşekkür ederim hocam. Ben de sizi özlemiştim. :)

Sevgilerimle...

* ARKASI YARIN * -36. Bölüm-

Müfettişler ayrılırken öğle tatili de olmuştu. Müfettişlerin okuldan ayrıldığını gören çocuklar birer birer sınıfa koşuyorlardı:
............................

-Öğretmeniim! O adamlar kim öğretmenim?

-Niye gelmişler öğretmenim?

-Öğretmenim, size mi kızmışlar?

Çocuklar oldukça endişeli ve korkmuş görünüyordu...

Levent, çocukları rahatlatmak istedi.

-Merak etmeyin çocuklar, her şey yolunda. En azından sizinle ilgili bi sıkıntı yok... :) Eeee, ne duruyoruz, gidip oynayalım mı biraz...

Heeey!!!

-Çift kale maç yapıyoruz. Abanmak, faul yapmak yok, teknik oynicaz. Anlaştık mı…

-Öğretmenim kızlar da oynicak mı?

-Kızlar olmadan olur mu… Kızlarımı bırakmam. Hepimiz oynicaz.

-Aaaaaaaa!!! Ama öğretmeniiim…

-İtiraz etmek yok beyler. Oyun bozanlık yapmıyoruz. Hadi başlayalım.

.............................

Çocuklarla oynadığımız sıkı maç, onların telaşını da, korkusunu da unutturmaya yetmişti. Öğleden sonra kurduğum iki cümleden birinde düşünceye dalsam da bugünü bitirmeyi başarmıştım. Okul çıkışı Mehmet’i alıp evine götürmek bile nerdeyse bir ömür sürdü. Çocuğu evinin kapısından bırakıp, uzaklaştım. Neredeyse yirmi metrelik mesafeden Mehmet içeri girene kadar bekledim. Neyse ki kazasız, belasız evine ulaştırabilmiştim. Döndüğümde okul bahçesi bomboştu. Evime girip sadece ceketimi çıkardım. Kravatımı gevşetip yatağıma uzandım. Kendimi öylesine bitmiş hissediyordum ki nefes almak bile zor geliyordu.… Gözlerimi kapattım.

………………………………………………….

Tak tak tak!

Noluyo böyle...  İpi çekip girmediğine göre yabancı galiba.

......................

-Selamün Aleyküm hoca.

.......................

-Aleyküm Selam Mümtaz da, abi ne işin var burada? :o

-Seninle bi konuşalım diye geldim hoca.

-Konuşalım konuşmasına da, gelsene içeri.

-Yok hoca, sen gel dışarı…

-Yapma Mümtaz, son günlerde ne zaman sokağa adımımı atsam hayra alamet değil. Başıma bir şey gelmeden içeri giremiyorum. Bazen başıma ne geldiğini de hatırlamıyorum ya, o da ayrı mesele. :-\

-Gel hele gel. Bunlar öyle konuşulacak şeyler değil.

-Durum o kadar ciddi yani...  Üzerime bir şey alıp geliyorum...

...............

İçeriden ceketimi alıp hemen çıktım. Mümtaz yürürken ben de yanında ilerliyordum. Uzunca bi süre o anlatmadı ben de sormadım... Epey yürüdükten sonra:

-Hoca oturalım şöyle.

-Buraya mı? Yere mi oturucaz Mümtaz?

-Hoca de otur hadi. Merak etme üşümezsin. Anlatacaklarımdan sonra ateşin bile çıkacak.

-Ağzından bal damlıyo Mümtaz... İyi, oturduk bakalım... Hadi anlat... Nasıl olsa korkunun ecele faydası yok...

-Gelirken köy meydanında bizim müfettişleri gördüm hoca. Her gördüklerine seni soruyolardı.

-Ne soruyorlar ki?

-Ne olacak... Nasıldır, ne şekildir, memnun musunuz, var mı bi vukuatı falan işte…

-Bayağı bayağı soruşturma geçiriyorum desene. Zaten bana inanacaklarını düşünmemiştim ama demek ki bir ümit kalıyor insanın içinde... Hala köydeler mi?

-Ben gelirken kahvenin ordalardı. Akşama doğru muhtarın oraya geçip konuşacaklarmış.

-Yazık muhtara, hiç derdi yokmuş gibi bir de benimle uğraşıyo adamcağız.

-Olsun, iyidir abim. Senin için bir şeyler yapmaya çalışır.

-Abin mi? O da mı benim için uğraşıyo? Yorma insanları Mümtaz, gerek yok, sağ ol.

-Benim dememe gerek yok ki, o zaten seni evladı bilmiş. Ben yok desem de bırakmaz.

-Sağ olsun da, bi dakika ya… Abin kim senin? Yoo, sakın muhtar deme.

-İyi demem o vakit. Zaten biliyomuşun baksana.

-Tabi ya, neden şimdiye kadar anlamadım ki… Demek muhtarın kardeşisin.

-Hoca, bırak benim şecereyi de, söyle bakalım müfettişlere her bi şeyi iyice anlattın mı?

-Ne bileyim, hemen hemen anlattım işte.

-Nasıl yani anlatmadığın da kaldı mı?

-Mümtaz, sende mi sorguya çekiyosun?

-Çekiyorum desem nolcak!… Sen de hele, her bi şeyi anlattın mı, anlatmadın mı!

-Abi dövseydin!

-İyice cevap vermezsen onu da düşünürüz.

-Mümtaz anlattım dedim ya işte. Nerdeyse hepsini anlattım.

-Haa, nerdeyse, demek az buçuk eksiğin var. De bakim onlar neymiş ?
………………………

-Mümtaz, seni anlamıyorum biliyo musun?

-Niye ki?

-Ya bana yardım mı ediyosun, ağzımdan laf mı alıyosun belli değil.

-Şimdi sen benim ne ettiğimi anlamıyo musun?

- Yani… Mümtaz, yoksa sen karşı tarafın ajanı mısın ha, ne dersin... :D

-Hoca git işine! Ne ajanı, ne diyon sen?

-Kızma abi hemen. Kafam bozuk sana takılıyorum işte.

-Git kendine başka eğlence bul Levent hoca… Şimdi onu bunu boş ver de, ne var ne yok anlat hele.

-Olmaz Mümtaz. Bunu kimseye anlatmayacağıma söz verdim, kusura bakma.

-Söylemiyecen mi?

-Dedim ya Mümtaz söz verdim. Ama zamanı gelsin, o zaman her şeyi tek tek anlatırım.

-İnat ediyon hoca... Müfettişler hala köyde, Kamil, Hasan, Salih desen hepsi peşinde. Başına bi hal gelecek, benden söylemesi. Dediydi dersin.

-Durum senin anlattığın taraftan bakınca aslında bayağı bir kötü görünüyor.  Ama bi haber bekliyorum. O gelmeden benim de elim kolum bağlı. Yani yapabileceğim bir şey yok.

-Öyle olsun. Ben bi iki gün buralardayım. Bi ihtiyacın olursa haber et, gelirim.

-Sağ olasın.

-İstersen burada kalayım.

-Yok artık. Beni köylünün diline mi düşürüceksin? :D

-Sen bilirsin, gideyim o vakit.

-Tamam. Beni düşündüğün için sağ ol.

-Seni ne düşünücem, ben çocukları düşünüyorum.

-Hangi çocukları?

-Hangi çocukları mı, talebe talebe. Sana bir şey olursa kaç ay...

-Hıı, şu mesele. Nerden baksan iki ay öğretmensiz kalırlar değil mi Mümtaz.

-He ya. Yazık günah bebelere.

- Mümtaz, senin yüzünden ölüp gidicem şuracıkta, sen hala bebeler nolucak diyosun. Bana bişey olsa hiç vicdanın sızlamayacak mı…

-De git hoca sende, cahil buldun beni eğleniyon.

-Estağfurullah olur mu hiç?  Kusuruma bakma. Benimkisi can sıkıntısı. Yoksa biliyorum beni sevdiğini.

-Tövbe de hoca. Benim kimseyi sevdiğim yok. Aha o bebeler olmasa,

-Valla sen varken benim düşmana ihtiyacım yok Mümtaz. Napalım canın sağ olsun.

-Hadi hoca hadi, kal sağlıcakla.

-Güle güle.

-Levent hoca!

-Efendim,

-Dikkatli ol... Ters bişeyden şüphelendin miydi hemen haber et.

-Tamam tamam ederim.

-Kapını da iyi kilitle.

-Bu kapıyı mı… Tamam... Tamam bakma öyle kilitlerim.

…………

Mümtaz’ın ardından Levent gülümsedi:

-Sahiden merak ediyo adamcağız. İyi de bu kapının kilidi yok ki. Söylesem endişelenir. Ama haklı. Yarın bu işle ilgileneyim. Hoş adamların niyeti beni bulmaksa kilitten ne olacak. Uğraştırmaya değmez. :-\ Ha bir dakika önce, ha iki dakika sonra...

Tak! Tak! Tak!

-Hay aksi, galiba Mümtaz geri döndü. Kesin, kapının kilidini hatırladı. :D Şimdi kurtul elinden kurtulabilirsen. Geldim!

………………………

-Merhaba Levent.

-Sevda….  :o

                                                     36. Bölüm Sonu...

Çevrimdışı ozzcann

  • Aktif Üye
  • **
  • 32
  • 55
  • 32
  • 55
# 29 Nis 2012 02:41:41
Ağzına sağlık Hocam. Teşekkürler

Çevrimdışı çomranlılı

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 327
  • 942
  • 327
  • 942
# 29 Nis 2012 23:15:40
teşekkürler hocam,devamını merakla bekliyorum...

Çevrimdışı re-royal

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 158
  • 313
  • 158
  • 313
# 07 May 2012 21:54:25
1 haftadır yoksunuz kardia hocam..Levent'e noldu?asıl size noldu  :)

Çevrimdışı pelinsude

  • Aktif Üye
  • **
  • 16
  • 60
  • 16
  • 60
# 08 May 2012 14:06:00
Evet bende merak ettim kardia öğretmenim umarım iyisinizdir bir sorun yoktur inşaalah

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK