* ARKASI YARIN * -25. Bölüm- Hayatımdaki her şey o gün Ceyda'nın dudakları arasından dökülen aşk hikâyesiyle allak bullak oldu. Ceyda'nın bana aşkını anlattığı günü unutmam mümkün değil.
Ceyda, Sevdanın tıp fakültesinden an yakın arkadaşı, aynı zamanda kuzeniydi. Ne zaman Sevdayla bir araya gelsek yarım saatliğine de olsa Ceyda da bize katılırdı. Bigün beni telefonla Bi sürpriz yapıcaz diyerek okulun yakınındaki küçük kafeye çağırmıştı. Düşünmedim bile.
Sevdaya sürpriz yapma fikri hiçte fena değildi. Yaklaşık yarım saat sonra Ceydanın sözünü ettiği kafenin, denize bakan bahçesinde buluştuk. Ben Sevdaya yapacağımız sürprizin ne olduğunu söyleyecek diye beklerken Ceyda olaydan uzak ve sıkıntılı görünüyordu. Bi derdi vardı ama ne
Ceydanın yürüyelim mi sözüyle oturduğumuz kafeden kalkıp sahil boyunca ilerlemeye başladık.
-Ceyda anlatsana bi şey mi oldu?
-Yok bi şey.
-Ceyda saklama benden, belli ki canını sıkan bi şey var. Sevda'yla ilgili bi sorun yok değil mi?
-Bak öyle bir şey değil. Sevda gayet iyi.
-Eee, ne olduğunu anlatsana o zaman.
-Tamam, anlatıcam. Ama beni sonuna kadar sözümü kesmeden dinlemeni istiyorum.
-Tamam.
-Araya girip bir şeyler sormak, kendini savunmak, itiraz etmek yok
-Ceyda! Korkutma beni de, Allah aşkına söyle ne oldu?
Bu sorum üzerine birden olduğu yerde durdu. Ben de durdum. Meraklanmıştım. Konuşmaya başladı:
-İnan bu benim için de gerçekten zor. Kendimle çok mücadele ettim, uğraştım, çırpındım
Sözüm geçmedi. Şu an kendimden utanıyorum ama engel de olamıyorum.
-Ceyda neden bahsediyorsun? Anlamıyorum seni
-Arda sözümü kesme lütfen.
-Ama,
-Lütfen sus
.
Kafam karışmış, aklıma olmadık düşünceler gelmeye başlamıştı. Ne olduysa o andan sonra oldu. Ceyda karşıma geçip ellerini uzatarak iki elimi tuttu. Beynim durmuş gibi ona bakıyordum. Ceydanın söyleyeceklerini sanırım tahmin edebiliyordum.
-Ceyda, nolur dur, sakın bi şey söyleme.
-Arda seni seviyorum. Sevda'nın sevgilisi olmana, senin de onu sevdiğini bilmeme rağmen, seni seviyorum. Hem de her şeyden çok. Beni affedin. Ama bunu bilmen gerekiyordu.
Bu sözleri söyler söylemez gözünden dökülen yaşlarla boynuma atılışı
Allah kahretsin.
-Ceyda! Bunları söylememiş ol. Unutalım, hiç olmamış gibi olur mu?
Bu dilek için artık çok geçti. Sonra arkasını dönüp koşarak uzaklaştı.
Ceyda beni öyle büyük bir çıkmaza sokmuştu ki, çıkamadım düştüğüm kuyudan. Üstelik Sevda'nın kuzeni
Bunu bi türlü Sevdaya söyleyemedim. Onun yerine biraz düşünmeye ihtiyacım var demek, o an için doğru gibi gelmişti. Yanıldığımı anlamaksa bugüne kısmetmiş.
İşin kötü tarafı bunu şimdi de söylemek çok zor. Ama Sevdayı tekrar kaybetmek istemiyorum... Hem o zamanlar Ceydanın kafası karışıktı. Belki çoktan unutup, gülümsediği bir anı olmuştur. Tabi ya, o da çoktan unutmuştur. Güler geçeriz.
Bu karmakarışık halimle nihayet son dersi tamamlayabilmiştim. Şimdi sıra Mehmeti evine götürmeye gelmişti. Çocuklar dağıldıktan sonra bizde Mehmetle birlikte yürümeye başladık. Yaklaşık on dakika sonra çok şükür kimseyle karşılaşmadan evlerine vardık. Çocuğu evine bıraktıktan sonra bu yorgunluğun üzerine annesinin ikram ettiği bi bardak ayranı içip oradan ayrıldım...
Yeniden okula ulaştığımda saat üçü gösteriyordu. Kendime düşünmek için zaman ayırmadan yola devam ettim. Köye doğru yaklaşırken içimi korkunç bir heyecan sarmıştı. Beni gören herhangi bir insan halimdeki acayipliği anlayabilirdi. Köyün meydanına yaklaştığımda kahvehanenin önünde her zamanki gibi bana takılmayı alışkanlık haline getiren köylüler ellerine düşmemin tadını çıkarmaya başlamışlardı bile:
-Ooo öğretmen bey, sen hala burada mısın ya! Ha ha ha
-Burdayım abi buradayım.
-Öğretmen bey, seni kurtlar kapmış diye duyduk! Geçmiş olsun!
-Teşekkür ederim.
-La muhtar nerde! Bu hocanın gideceği yok, kesecekse şu horozu tam zamanı
Ne dersin hoca?
-Tabi tabi. Buralardayız. Yeriz bi horoz.
-Hocam geçmiş olsun!
-Eyvallah abi, sağ olasın.
-Hoca yettim. Ya millet! Bırakın hocayı. Bak gider diyodunuz çocuk kaçıncı gününü doldurdu.
-Doğru doğru. Hoca dayanıklı çıktı. Bu eziyete ben olsam iki dakka durmazdım.
-Sen ödleksen biz napalım Mustafa. Ha hah ha
-Arkadaşlar size doyum olmaz ama sağlık ocağı kapanmadan benim aşı olmam lazım. Malum, kurda kuşa yem olduk. Hadi hoşça kalın.
-Güle güle hoca, tekrar geçmiş olsun.
-Sağ olun.
-Hocam geçmiş olsun. Verilmiş sadakan varmış.
-Valla öyle, sağ olasın.
..
Kahvehanenin önünden geçer geçmez kendimi sağlık ocağının kapısında buldum. Daha bir adım bile atmamıştım ki Sevda tam karşımdaydı. Bir suçlu gibi sessizce içeri girdim.
-Hoş geldin Levent.
-Hoş bulduk
Sevda ben, seni tekrar gördüğüme sevindim. Çok zaman oldu.
-Evet.
-Ben aslında ne söylesem... Söze nereden başlasam, yani ben
Büyük bir hata yaptığımı biliyorum. Dün akşamki telefon da, zamansızdı biraz... Öyle işte... Kusura bakma
Kelimeler boğazımda düğümleniyordu. Karşısında ezildikçe eziliyordum. Bir bakış, bir gülümseme, beni affetme ihtimaline dair ufak bir umut
-Levent, geçmişi unutalım mı?
..
-Sevda, yani beni affedebilecek misin?
-Bütün bunlar çok geride kaldı Levent. Üzerine tekrar konuşmak ikimizi de üzmekten başka bir işe yaramayacak. Bunu sen de biliyorsun. Hadi bunları bırakalım da şu yaran ne durumda bi görelim. Aşıyı da unutmayalım tabi.
-Bi dakika yani geçmişi unutalım mı, ben ne diyeceğimi bilemiyorum.
-Hadi gel
Şimdi daha önemli bir işimiz var. Hala iğneden eskisi kadar korkuyor musun? Yine ortalığı birbirine katmayacaksın değil mi?
-Hayır, söz, ah bile demicem.
-Anlaştık o zaman. Dün yaşadıkların gerçekten korkunç. Canın çok yanmış olmalı.
-Biraz ama artık önemli değil
Sen buradasın ya
Sevda gözlerini benden kaçırıp düşünceli halini saklar gibi sözlerimi es geçti.
-Şey
Bağırıp çağırmam diyorsun ama hala ayaktasın.
Sonra elimden tuttu. Beni hafifçe çekerek aşıyı yapacağı yere doğru götürdü. Bu kaçamak cevapların nedenini anlayamamıştım ama her şey onun yanında o kadar güzeldi ki. Belki de ben abartıyordum.
-Hadi bakalım. Şimdi uzanıyoruz ve kendimizi sıkmıyoruz. Tamam.
-Tamam.
-Dünden beri seni rahatsız eden bi ağrın var mı?
-Sayılırsa başım ağrıyor.
-Peki, kolunda ya da karnında herhangi bir şişlik kızarlık oldu mu?
-Şey bilmiyorum. Aslını istersen hiç dikkat etmedim.
-Anladım. Peki baş dönmesi, kusma
-Hayır. Belki biraz baş dönmesi hepsi o.
-Dünden beri bir şey yedin mi?
-Pek fırsatım olmadı.
-Şu hale bak, hem öyle bir gün yaşıyorsun, hem kan kaybediyorsun hem de hiçbir şey yemiyorsun
İnanır mısın, ayakta kalman bile mucize
Şimdi de gözlerine bakalım. Bana bakar mısın?
Şimdi sadece gözlerine bakıyordum. Bana o kadar yakındı ki, tıpkı eski günlerdeki gibi
Parfümü bile hala aynıydı. Bir anda kendime engel olamadım ve bileğinden yakaladım.
-Sevda! Benim sana söylemek istediğim
-Levent lütfen, sonra konuşuruz
-Nasıl sonra, neden sonra?
-Önce şu aşıyı yapalım. Ondan sonra
.
-Aşıdan sonra konuşacak mıyız?
-Tamam konuşucaz. Şimdi kendini serbest bırak, tabi kolumu da.
-Özür dilerim. Afedersin.
Sonra Sevdanın kolunu bırakıp sakinleşmeye ve kendimi bırakmaya çalıştım. Bi de yapabilsem
-Levent, korkuyosan gözünü kapat!
-Hayır korkmuyorum da
-Eeee
..
-Tamam tamam kapatıyorum.
-Hiç değişmeyeceksin.
-Yanılıyorsun ben
Ahhh!
-Bi saniye
Az kaldı
. Beşe kadar say
Bitiyor
.
-Beş çoook
-Beşer beşer say o zaman
-Aaah!...
-Bit
ti. Tamam.
-Sevda... Canımı bilerek yakmıyorsun değil mi?
-Saçmalama Levent.
Bir doktor isteyerek hastasının canını yakar mı hiç?
-Hasta mı? Sevda senin için bu muyum, yani sadece bir hasta?
.............................
........
25. Bölüm Sonu...