* ARKASI YARIN * -10. Bölüm- Okulun girişindeki merdivenleri koşar adımlarla çıktım. Arkamı döndüğümde çocuklar sıra olmaya başlamışlardı. Ohhh! Derin bir nefes aldım ve ilk söz:
-Günaydın çocuklar!
-Sağ oolll !
-Çocuklar ben yeni öğretmeniniz Arda Levent Kurtoğlu. Bu dönemi birlikte geçiricez. Birlikte güzel bilgiler öğrenicez. Ben size, siz de bana bilmediğim şeyleri öğreteceksiniz. Anlaştık mı?
-Anlaştııık öğretmeniiim!!
-Ama öğretmenim olmaz ki öyle
-Öyle mi, neden?
-Hiç öğrenciler öğretmene bi şey öğretir mi?
-Öğretmez mi?
-Ama öğretmenim, öğretmen her şeyi bilir zaten.
-Demek öyle. O zaman şöyle yapalım. Eğer olmaz ya, bir gün ihtiyacım olursa öğretirsiniz olur mu?
-Tamam öğretmenim.
-Peki adın ne senin?
-Yusuf öğretmenim.
-Öğretmenim! Yusuf sınıf başkanı.
-Ne güzel. Peki sen kimsin?
-Mustafa.
Bu günü hayatım boyunca unutabileceğimi sanmıyorum. Küçücük çocukların karşısında neredeyse bir yaprak gibi yalpalamıştım. Aldığım sorumluluk sandığımdan da büyüktü... Sonunda o göğsümü kabartan, içimde anlatılmaz duygulara ve gurura sebep olan ilk İstiklal Marşı ve Andımızın ardından çocukları sıra ile içeri aldım. Sınıfta üç grup sıra vardı. Herkes kendine göre bir yerlere oturdu. Henüz ayaktaydım. Öğrencilerle tanışmak, onların kafalarındaki soru işaretlerini azaltmak istiyordum:
-Çocuklar, burası kaçıncı sınıf?
Çocuklardan farklı farklı cevaplar gelmeye başlamıştı.
-4!
-3!
-5!
-Bir dakika çocuklar, bu böyle olmayacak. En iyisi ben her birinize tek tek sorayım. Siz de bana tek tek cevap verin tamam mı?
-Tamam öğretmeniiim!
-Güzel. Şimdi baştan başlıyorum. Sen kaçıncı sınıfa gidiyorsun?
-Üç öğretmenim.
-Peki sen?
-Beş öğretmenim.
-Beş. Yani sen beşe mi gidiyorsun?
-Evet öğretmenim.
-Peki sen kaça gidiyorsun?
-Dört.
-Dört mü?. Ama nasıl
Peki, şöyle yapalım. İçinizde beşinci sınıfa giden öğrenciler parmak kaldırsın
Dokuz kişi
Dördüncü sınıfa gidenler
Altı kişi. Üçüncü sınıfa gidenler...Beş kişi...
Peki, içinizde birinci ve ikinci sınıfa giden öğrenci var mı?
Çocuklara gözlerimi kısarak ve yalvaran gözlerle bakıyordum. Ne olur yok deyin. O da ne? Tam on bir parmak havadaydı.
-Çocuklar yani bu sınıfta bütün sınıflardan öğrenci mi var?
Çocuklar hep bir ağızdan cevap verdi:
-Evet öğretmenim.
Pes ediyorum. Yani birleştirilmiş sınıf dedikleri böyle bir şey miymiş? Anlayamıyorum
Tutmayın beni. Gidip o Mümtazı bulucam ve ve
İnsan hiç olmazsa uyarır
Ben ne anlatıcam bu çocuklara
Olayı anlayıp kabullenmek oldukça zordu ama kalıcam demiştim ve sözümü tutacaktım.
..........
Neyi ve nasıl yapmam gerektiğini bilmiyordum. Galiba öğrencilerimden ilk dersimi alma vakti gelmişti.
-Peki çocuklar, daha önceki öğretmeniniz nasıl ders yapıyordu? Kim anlatacak?
..........................
-Önce adını söyleyerek başlar mısın?
Yavaş yavaş bir şeyler anlamaya başlamıştım ama öğrendiklerim devede kulak misaliydi.
-Çocuklar şimdi birinci ders 1. 2. ve 3. sınıfa ders anlatıyorum 4. ve 5. sınıf Fen ve Teknoloji işliyor. İkinci ders 4. ve 5. sınıfa Türkçe dersi yaparken 1. 2. ve 3.sınıf
Eeee onlar napıcak?
-Öğretmenim onlar ödevli olacak.
-Yani kendi kendine mi çalışacak?
-Evet öğretmeniiim!
-Okula niye geldiler o zaman?
Kafam oldukça karışmıştı. Aslında bu beş sınıftan belki birine günde taş çatlasa iki ders ancak yapabilecektim. Bu şartlar altında ne kadar verim alınabilir ki?
-Eee Yusuf, daha ilk dersten bana öğreteceğiniz bir şeyler varmış değil mi?
-Ama öğretmenim
-Tamam tamam üzme kendini.
Zıırrr zıırr zıırrr!
Hiç olmazsa zil çalıyor.
-Peki çocuklar çıkabilirsiniz.
Heey! Heey!
Çocuk olmak buydu demek. Karşılarındaki biçare öğretmene rağmen onlar son derece mutluydu. Merdivenlerden aşağı inip bahçede aralarında dolaşmaya başladım.
Çocuklar amaçlı amaçsız her tarafa koşuşturuyordu. Sadece bir öğrenci bahçe kapısının yanındaki çam ağacının dibinde tek başına duruyordu. Yanına yaklaşıp elimle omzundan tuttum. İki damla yaş gözlerinden akmak üzereydi. Galiba çocukça bir korku yaşıyordu.
-Sen neden oynamıyorsun?
Başını kaldırıp, bükülmüş dudaklarıyla cevap verdi:
-Korkuyorum öğretmenim.
-Neden korkuyorsun peki?
-Öğretmenim beni öldürecekler mi?
-Ne, nasıl yani? Seni neden öldürsünler yavrum? Olur mu hiç öyle şey?
-Öğretmenim Hasan abiyle Salih abi söyledi. Bu okula gelirsem beni öldüreceklermiş.
Bu sözleri duyunca bir an dengemi kaybeder gibi oldum. Küçücük bir çocuğa böylesi sözler nasıl söylenebilirdi
Delirmiş olmalıydılar.
-Adın ne senin?
-Mehmet öğretmenim.
-Mehmet, sanırım yanlış anlamışsın. Hasan ağabeyler sana şaka yapmıştır.
Ben bunları söylerken Mehmetin gözlerinden inci tanesi gibi yaşlar dökülmeye başladı. Hem ağlıyor hem anlatabildiği cümlelerle bir şeyler söylüyordu.
-Öğretmenim, çocuklar ölünce cennete mi gider? Ninem öyle dedi.
-Yani, çocuklar, şey...
-Gene de çok korkuyorum öğretmenim!
Ne diyeceğimi bilemiyordum. Uygun sözleri bulmakta hiç bu kadar zorlanmamıştım. Yanına eğildim. O çaresizlik içinde dudaklarımdan tanıdık cümleler döküldü.
-Korkma! Ben buradayım ve sana bir şey olmasına izin vermem.
-Öğretmenim heptenlik mi?
-Nasıl yani?
-Hep mi, beni heptenlik mi koruyacan?
Bu küçücük çocuk bilmeden bütün hayatımı esir alıyordu... Bense fark etmeden boyumu aşan sözler vermeye başlıyordum. Gözlerim bir noktaya sabitlenmiş gibiydi. Sadece birkaç aylığına burada kalacağımı O'na nasıl anlatabilirdim.
.............................
...........
Mehmet yavaşça iki elini uzatıp sol elimi tuttu
Gözündeki yaşlarla ama gülümseyerek
-Burada olduğum sürece seni korumak için elimden geleni yapıcam Mehmet...
Zıırrr! Zııırrr!
Ama burada olduğum sürece
10. Bölüm Sonu...