Hikaye Türündeki Yazılarımız.

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.437
  • 16.128
  • 3.437
  • 16.128
# 18 Kas 2011 22:15:51
CİDDİ AŞK *Aşk Ciddi Bir İştir * - 32. Bölüm-

Selin hızla yanımdan uzaklaşırken, arkasından bakakalmıştım. Biraz toparlanır gibi oldum:

-Heey! Bi dakka dursana sen...Canının istediğini söyleyip, sonrada......Ahh!.........Kapıyı yüzüme çarpamazsın… Diyorumda kime… Gıcık bu ya!
 
Hem suçlu, hem güçlü. Sersem olan ben, tokadı yiyen ben, kapıyı çarpan o...cık cık. Bi dur, bi otur konuş, bi derdini anlat di mi ama nerdeee. :( İlla kızacak, bağırıp çağıracak, tokadı yedikten sonra da gidip sen özür dileyeceksin.  :-\ Olmaz ama. Özetle benim buradan ayrılma vaktim çoktan gelmişte geçmiş bile…Hem O da benden kurtulmayı hak ediyor. Taner Beyle konuşup, derhal istifa etmeliyim...
 
-Neee! istifa mı? O da nerden çıktı? Bütün bu yaşananlardan sen bu sonuca mı ulaştın?  >:(
-Seval abla,  :o Noldu abla? Ben bi şey demedim ki...
-Ay bi de deseydin. İyi ki şu evrakları getirmek için uğramışım. Selin'le konuştuklarınızı gördüm.
-Ablacığım, gördüm derken, yani ne kadarını... :-\
-Sence?
-Ya son bölümü?
-Offf! İşimiz var seninle.
-Seval abla, inan benim hiçbir suçum yok. Kesinlikle hiçbir şey yapmadım.
-A benim aptal oğlum, sorun da bu zaten, hiç bir şey yapmıyorsun.
-Nasıl yani?
-Gel hadi, bizim ofise çıkalım da şöyle rahat rahat konuşalım... Hey, kapının arkasındakiler siz de gelin.
-Kapının arkasında kim var ki?
-Biz yokuuuz….
-Ahmet abi… Metin abi…..Sizde mi?
-Murat, kusura bakma, ama zaten bağrışmalarınız koridorun sonuna kadar geliyordu. Biz de ne olduğuna bakalım, dedik. Ben bu Ahmet’e uydum.
-Abi,  siz ne kadarını gördünüz?
-Şey, birazcık. Yani, o dehşet verici tokat sahnesiyle, o sahnenin birazcık öncesi ve birazcık da sonrası…Yani küçücük, mini minnacık bi bölümünü.
-Evet, pek bi şey gördük sayılmaz…
-Ya, tutmayın beni, atlicam aşağıya. İnsan, aynı anda bi ofis dolusu adama rezil olur mu ya…
-Çocuk haklı…Valla ben de olsam atlarım…
-Ahmeet!…
-Öff! Tamam sustum işte...
 
-Hadi, sızlanmayı bırakın da çocuğa yardım edelim…
-Tamamdır Seval, ben şimdi hallederim..
-Ahmet, sen mümkünse sussan... 8)
-Aman iyi… Ben de meraklıydım zaten. Görücez sizin yönteminizi de.
……………………………………………
 Bir iki dakika sonra Seval ablanın ofisindeydik...

-Murat, seni kardeşim gibi severim bilirsin. Buna güvenerek sana soracağımız sorulara doğru cevaplar vermeni istiyorum…Anlaştık mı?
-Tamam…Elimden geleni yaparım…
-Peki, ilk sorumu dinle ve içinden geldiği gibi cevap ver. Tamam mı?
-Abla, böyle konuşma korkuyorum valla.
-Murat, bu durum ciddi. Şimdi söyle bakalım….Selin'den hoşlanıyor musun?
 
İşte tam bu soruyu duyunca boğazıma kocaman bi yumruk düğümlenmişti.
 
-Abla, neden en zor sorudan başlıyorsun? Bunun ısınma etabı falan yok mu?...  Eee, bu gergin ortama bakılırsa yok galiba. Yani bilmiyorum...
-Nasıl bilmiyorum?
-Yani, yaşadıklarımın , içimden geçenlerin,hissettiklerimin ne olduğunu bilmiyorum…
-Pekiii, bize biraz tarif et… Neler hissediyorsun?
 
-Nasıl anlatsam, ben Selin'i görünce içimde, taa yüreğimde garip bir sızı duyuyorum. Sanki bi damardan ince ince bi şeyler sızıyo. Her gün işe gelirken onu görme fikri bile heyecanlanmama yetiyo. Bana bi şeyler söylerken ya da anlatırken, çoğu kez tamamen ona kilitleniyor, söylediklerini bile duymuyorum. Sonra da o bunları anlamasın diye, rastgele tersliyorum. Selin bana ters cevap verdiğinde ise ona kızmak yerine içimden daha çok gülmek geliyo…
 
O bana baktığında dünyadaki hiçbir şey araya girmesin istiyorum. Hiç kimse bu anı bozmasın ve ben, ben sonsuza kadar ona öylece bakayım. Evde ya da işte ya da sokakta, olmadık zamanlarda kendimi onunla konuşurken buluyorum. Sanki yanımdaymış gibi… Bazen yolun ortasında saçma sapan gülümsüyorum….
 
Bazen Selin yanımdan geçerken kalbimin ritmi bozuluyo. Öylesine yüksek sesle, öyle güçlü atıyo ki, O kalbimin sesini duymasın diye nefes almıyorum. Erkeklerin çoğu ne zaman bi kıza ilgi duysa hemen evde sıcak bi çorba yaptığını düşünür. Ben istemiyorum, uğraşmasın. Ama kapıyı açsın. Açsın ki içeri girene kadar daha çok özlemeyeyim.
 
-Oooff!
-Vay be!....
-İtiraf ediyorum, ben bile bu kadarını beklemiyordum.
 
-Hıh, ne oldu, neyi beklemiyordunuz? Bana da anlatın.
-Murat, sen harbiden aşıksın be evladım…
-Ne? Gerçekten mi? Ben ne yapıcam şimdi?
-Neyi napıcaksın oğlum, gidip konuşacaksın.
-Konuşacak mıyım?
-Evet.
-Ne dicem peki?
-Valla havadan sudan konuş.
-Olur mu öyle?
-Murat delirtme beni!...
-Kızma  Seval abla, kafam öyle karışık ki iki kere iki beş desen itiraz edecek durumda değilim.  :-\
 
-Vay be, gençliğime döndüm bir an. Metin be ne günlerdi o günler değil mi?
-Yaa, gençlik işte.
-Beyler, burda Murat'ın derdine çözüm bulmaya çalışıyoruz. Sizin gençlik özlemlerinizi sonra konuşsak.
-Evet, Seval haklı.
-Seval abla, Ahmet abi, Metin abi, ben aşık olsam ne yazar? Selin'in ne düşündüğünü bilmiyorum ki.
-Murat beni kızdırmaktan vazgeç. Valla bi tanede ben çakıcam şimdi, iyiden iyiye aptal olucaksın.
-İyi Seval abla iyi sen de vur. Zaten canı sıkılan bana vuruyo alıştım artık.
-Sen Selin'in duygularının farkında değil misin?
-Yoo, hiçbir şey belli etmiyo ki.
-Ne yapmasını bekliyosan artık?
 
-Oğlum sen ne diyosun? Selin senin kaçırıldığını duyunca birden olduğu yere düşüp bayıldı. Zor kendine getirdik.
-Abi, bu söylediklerin doğru mu?
-Ne yani, yalan mı söyleyeceğim bu yaştan sonra?
-Abi…bunlar sahiden mi doğru?
-Bak hala doğru mu diyo…
-Abi…Beni öyle mutlu ettin ki, ver şu mübarek elini öpeyim…
-Git oğlum başımdan. Tövbe tövbe…
-Belki oda beni seviyordur ha.
-Bunu gidip öğrenmek sana düşüyo. Bizden bu kadar.
-Öyle. Gerisi sana kalmış.
-Bence de…
-İyi de ben ne yapıcam şimdi?
-Muraaaat!
-Tamam tamam…
 
Kendimle başbaşaydım.
............................. .

Selin ve ben.  Ne yapmalı, söze nereden başlamalı, Ona ne söylemeliydim.  Ya duygularım karşılıksızsa, ya ben kendi kendime gelin güvey oluyorsam. Belki de Seval ablalar yanılıyordur... Belki de Ona aşık değilimdir. Belki de onun arkadaşlığı beni çekiyordur....
 
Ya da kimi kandırıyorum ki...Tamam, İtiraf ediyorum işte, Ona aşık oldum. Kabul ediyorum. Artık tonlarca acı biber yemek zorunda kalsam da fark etmez. Bir daha söylüyorum. Ben onu seviyorum. Onu sevdiğimi biliyorum da bir de ne yapmam gerektiğini bilsem...
 
Düşünmekten başım dönmüştü. Şöyle bulunduğum yerden yükselip sakin bir kafayla olanları ve yapacaklarımı görmeye ihtiyacım vardı. Aklımdan geçenleri bi sıraya koya bilsem herşey daha net olacaktı. Kısaca beni bana anlatacak, bana yol gösterecek birini arıyordum.
.........................
Eveet, nasıl da daha önce düşünememiştim. Tabi ya, beni en iyi Hilal anlar. Bana ne acır ne de sözünü esirger. Gerekirse gözünü kırpmadan yerden yere vurur ama doğruyu söyler. Napalım dost acı söylermiş. Kardeşim ya...
 
Hilal benim en yakın arkadaşım, dostum, kankam. Okulu beraber okuduk. Okuldan sonra da ara sıra çay içtiğimiz bi kafe vardı, hemen onunla konuşmalıydım. Hilal'i arayıp, yarım saat sonra kafenin bahçesinde beklemeye başladım.  Ahh! işte geliyor.
 
 
-Merhaba Murat.
-Merhaba canım, nasılsın?
-Sağ ol iyiyim... Eee anlat bakalım. Bu kadar acil ve önemli olan ne?
-Yok canım, o kadar önemli değil de...
-Murat, uzatma hadi, belli ki senin için önemli.
-Peki, tamam anlatıcam, ama dalga geçmek yok.
-Tamam.
-Ben, aslında nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum. Yani, benim başıma gelmez dediğim bi şey. Hani, yok canım bana olmaz, dersin ya.
 
-Eeee.
-Şey yani, söyleyeceğim şey....
 
Bunalma kelimesinin tüm belirtileri vücudumda tavan yapıyordu.
 
-Eveet...
 
-Ama Hilal ya, sen de işimi hiç kolaylaştırmıyorsun.
 
-Tamam tamam. Şöyle derin bir nefes al bakiiim.
 
-Tamam alıyorum.
-Hadi al bakim, şöyle derin derin ama..Oluyooor, işte böyle... Nasıl şimdi daha iyi misin? Hah ha ha.
 
-Hilal, gülme ya...
 
-Peki peki gülmüyorum. Gel baştan başlayalım. Anlat hadi.
-Bak söz verdin, dalga geçmeyeceksin.
-Geçmicem.
-Söz mü?
-Söz Murat... Söööz... Hadi söyle.
 
-Hilal...Ben aşık oldum... Hesapsızca, ayarlamadan, istemeden ve çaresizce....Sanki her zaman yerini bildiğn ve asla düşmem dediğin bi çukura düşer gibi... Hala da düşüyorum ve çakılmaktan korkuyorum.
 
Hilal birden sessizleşti. Sanırım fazla tepeden inme söylemiştim. Şaşırmıştı kızcağız. Sessizce, sanki taa içinde bir şeyler arar gibi gözlerimin içine bakıyordu.
 
-Hilal, iyi misin? N'oldu kanka ya!
-Şey, bilmem, birden bi tuhaf oldum... Merak etme...Şimdi iyiyim, gerçekten..(Bir gün bunun olacağını biliyordum. )
 
-Yaa, kusura bakma, kendi derdimle boğdum seni. Tabi kankan için üzüldün.
-Yapma Murat, büyüdük artık. Şu kanka muhabbetini bıraksak mı?
 
-Olur mu öyle şey kanka?
 
-Sana da kankana da....
-Ne?
-Anlatsana diyordum.
-Ben anlatırım ya. Hiç sormadım sen ne yaptın? Hala o meçhul çocukla görüşüyor musun?
-Bazen...
 
-Sana bu kadar acı çektiren birini nasıl seve biliyorsun? Kendine işkence etmekten vazgeçmelisin.
 
-Bana acı çektirdiğini bilmiyor ki. Zaten farkımda bile değil.
 
-Olur mu öyle şey? İnsanın senin gibi güzel ve akıllı bir kızı farketmemesi için kör olması gerek.
 
-Sağ ol, belki de haklısın.
 
-Şu çocuğun adını bi söylesen, ben yapacağımı bilirim ama...
 
-Neden, gidip kendini denize mi atacaksın?
 
-Neden kandimi atayım, o çocuğu atar, sana da iyi birini bulurum.
 
-Sahi, niye kendini atasın, git o çocuğu at, iki iş birden aradan çıksın....
 
-Hıı!
 
-Boş ver diyordum. Zaten bu olay az önce bitti.
 
-Nasıl az önce, çocuk burda mı?
 
-Yok yok sakin ol... Biliyor musun yıllarca O'nun gözlerinde bir gün kendimi görür müyüm diye bekledim. Ama biraz önce, kendimi O'nun gözlerinde hiç görmediğimi farkettim.
 
-Adi herif, anlamadı değil mi?
 
-Ona haksızlık etme,
 
-Hala koruyor musun?
 
-Boş veeer. Hiç olmassa artık, benim olmayacağını biliyorum. Bu gün burda seninle konuşurken anladım her şeyi...
-Nasıl yani?
-Hani kafana gerçekler birden dank eder ya, işte o misal. "Zararın neresinden dönsen kardır." der hep annem. Hah, şu hale bak, ben sana yardım edecektim, sen bana yardım ettim. Yıllardır çözemediğim bu olayı bir anda çözdün...Neredeyse kendime gelip, hayata yeniden başlama zamanını kaçırıyormuşum. Tekrar sağ ol....
 
Ne kadar oldu görüşmeyeli
Eski yaralar depreşmeyeli
Farkında mıydın nasıl da sana
Ben bir zamanlar boşver aldırma......
 
Hilal'e tüm yaşadıklarımı arada nefes bile almadan anlatıyordum. Anlatırken de aslında kendimin bile farketmediği bir sürü detayı yakalıyordum. Kendi başıma düşünürken es geçtiğim bir sürü ayrıntı farketmeden dilimden dökülüveriyordu.
 
-Eee kanka, ne diyorsun?
 
Hilal'in başındaki bulutlar dağılmıştı. Aslında bayağı keyiflenmişti. Ara ara da dalga geçmese her şey mükemmeldi. Bana Pınar'la yaptıkları "Köy ekmeği ye Murat." esprisi bile yerine oturmuştu. O sırada Hilal'in telefonu çaldı.
 
Ne kadar oldu görüşmeyeli
Eski yaralar depreşmeyeli
Farkında mıydın nasıl da sana
Ben bir zamanlar boşver aldırma.
 
-Hala telefon zilinde bu şarkıyı çalıyorsun.
-Bu gün değiştireceğimden emin olabilirsin... Kanka...
 


 

Çevrimdışı culle

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.213
  • 13.951
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 4.213
  • 13.951
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 18 Kas 2011 22:31:21
Garibim Murat ne yapsın, bakalım başına daha ne işler gelecek? :D

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.437
  • 16.128
  • 3.437
  • 16.128
# 04 Ara 2011 22:10:03
CİDDİ AŞK *Aşk Ciddi Bir İştir * - 33. Bölüm-

-Aaa bak, Pınar arıyor.
-Kadro tamamlandı.

Hilal başımdan geçenleri bir bir Pınar'a anlatıyordu. Telefondaki kahkahalarından çok eğlendikleri belliydi.
-Bozuluyorum ama.
-Sen sus bakiim.  Var ya, bizim Murat kıza demişki..Hah ha ha....Kızdan tokadı yiyince.... :D
-Ooo, Kanka de, bağrına bas...  :-\
-Tamam tamam. Şimdi Pınar da geliyor. Çözeriz bu işi.

Az sonra üç eski arkadaş bir aradaydık. :)

-Pınar, sen ne dersin?
-Aslında sana, Allah akıl fikir versin demek lazım ya, neyse.
-Yapmayın arkadaşlar, acıyın bana.
-Murat ben ne yapacağımızı biliyorum galiba.
-Ciddi misin Pınar?
-Hı hı. Gelin şöyle. Bakın şimdi...........

Tekrar iş yerine dönmüştüm. Kızlar haklıydı. Önce kendime gelmeliydim. Bu ne yapacağını bilmez halim işleri büsbütün karıştırıyordu. :-\  Şu an tek korkum Selin'le karşılaşmaktı. Buna henüz hazır değildim ama sanırım korkunun ecele faydası yoktu zira masama doğru hızla ilerliyordu. :o Yanıma yaklaştı ve durdu. Yavaşça ayağa kalktım. Hala sinirli görünüyordu. Galiba ikinci tokadı atmadığına pişman olmuş, yarım kalan işini bitirmeye gelmişti. Yine de mutlaka onunla konuşmalıydım... ilk sözü söylemeye korkuyordum ki:


-Murat Bey! Selin Hanım! Patron sizi çağırıyo, acilmiş.

-Nee....

Berbat bi zamanlamaydı. Taner Bey nasıl oluyorsa en ters zamanları ayarlamış gibi bulup olaya bi noktadan dahil oluyordu. Çaresizce çakılı gibi durduğumuz yerden patronun odasına doğru yöneldik.

Az sonra patronun kapısında:

Tık tık!

-Geeel!

İçeri girdiğimizde Taner Bey kağıtlara bi şeyler yazıyordu. Sanki inandım. Boş işte hepsi, maksat muhabbet olsun, dostlar alış verişte görsün... Ne diyorum ya. Kendine gel Murat. Ama suç benim değil ki. :-\ Patron resmen beni bu saçma konuşmanın içine balıklama atıyo. Ne var şimdi yazı yazacak. Madem yazı yazacaksın, bizi niye çağırdın ha?

Selin'e de bakamıyorum. Ne zaman göğsümü gere gere başımı kaldırıp, şöyle bi etrafa bakıcam, merak ediyorum. Beklemekten sıkıntı bastı. Peki dışarı çıkınca ne diyeceğim Selin'e.

-Murat Bey!

-Neee!... Ö özür dilerim Taner Bey, birden boş bulundum da.

-Belli oluyor.  >:(

Zaten Selin'in yanında ezilmiştim, şimdi de patron silindir gibi üzerimden geçiyordu. :-\

-Sizi, daha önce de bu konuda dikkatli olmanız için uyarmıştım. >:(

-Haklısınız efendim. Tekrar özür diliyorum. Bağışlayın lütfen...

-Neyse neyse. Sizi buraya çağırmamın nedeni azarlamak değil. Geçen döneme dair...

Aman ne iyi, bir de azarlamak olsaydı. Daha ne diyecekse... Kendimi berbat hissediyordum. Patron bize oturun dememişti ve ikimiz de hala ayaktaydık. Selin gözlerini hiç kaldırmadan yere bakıyordu. Sanki O'nun da yüzü kızarmıştı. Canı sıkkın olmalıydı. Üstelik sebebi de ben. Onu teselli edebilmeyi çok isterdim. Hoş kelin ilacı olsa başına sürermiş. Maalesef doğru, dost acı söylermiş. Bu ne ya, atasözleri ve deyimler sözlüğü gibi...Bak bu da oldu. Yiğidi öldür hakkını yeme demişler... Kes Murat kes!

-Murat Bey!
-Efendim,
-Murat Bey, beni dinliyor musunuz?
-Evet tabi, tüm kalbimle efendim.
-Neyse ne diyorduk. Geçen seneye göre kar oranlarımız...

Selin, seni seviyorum. Seliiin seni çok seviyorum... Tabi, içinden böyle mertlik yapması kolay, söylesene hadi kıza. Hadi biraz daha cesaret. Nasıl olsa istifa edicem. Ne fark eder ki az önce, az sonra, söylüyorum işte...

-Arkadaşlar toplantı bitmiştir. Sormak ya da söylemek istediğiniz bir şey var mı?

İnanmıyorum. Gene yaptı. Taner Bey yine tüm planlarımı alt üst etti. Tam söyleyecektim...  :-\

-Selin hanım, sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?
-Hayır efendim.
Aslında ben sana ne söyleyeceğimi biliyorum da söyleyemiyorum ki.
-Murat Bey,
-Hayır Taner Bey, son derece aydınlatıcı konuştunuz.

Patron yine gözlüklerinin üzerinden bakıyordu. Bu adam böyle bakınca bana bi şeyler oluyor. Ciddi ciddi çocukluğuma mı inmek lazım? Hatırladııım, şu ikinci sınıftayken gittiğim dişçi... Ben korkuyla annemin arkasına saklanmaya çalışırken o da aynı böyle bakıyordu. Şu hale bak, adam tüm çocukluğumu mahvetmiş. Demek o yüzden patron böyle bakınca bi tuhaf oluyorum. Evvet, çözdüm işte. Artık hayatıma kaldığım yerden devam edebilirim. Sahiden çözdüm. Kaçar mı ya...

-Murat Bey, siz beni anladığınızdan emin misiniz?
-Elbette patron kelimesi kelimesine.
-O halde neden cevap vermiyorsunuz?

Hıı, ne sormuştu ki.

Selin birden araya girdi:

Taner Bey, biz bu konuyla ilgili olarak daha önce Murat Beyle konuşmuştuk. Sonucun size sürpriz olmasını istiyorduk. Murat bey bu nedenle tereddüt etti. İzin verirseniz raporumuzu sözünü ettiğiniz envanterleri de ekleyip sunalım.

Galiba bi pot kırmaktan Selin'in sayesinde kurtulmuştum.

-Öyle mi...güzel güzel. Ben de bi an beni dinlemediğinizi sanmıştım Murat Bey.

-Hiç olur mu efendim. Aklım ve yüreğimle sizi dinliyordum.
-Tabi tabi, ben de öyle olmasını diliyorum Murat Bey...

Bu adam bunu yutmadı ya neyse.

-Peki çocuklar çıkabilirsiniz. Sizden en kısa zamanda raporunuzu bekliyorum. Kolay gelsin...

Odadan çıkmıştık.

-Ne yaptığını sanıyorsun? Az daha bi çuval inciri berbat edecektin.
-Boş ver inciri şimdi. Konuşmamız gerek Selin.
-Ben, ben seninle konuşmak istemiyorum.
-Seliin, Seliiin, lütfen, böyle bırakıp gidemessin.
...................

-Yine gitti ya. İnatçı nolucak...
-Ne diyosun gene kendi kendine?
-Ahmet abi, ben mi... Hiiiç, öylesine, düşünüyordum.
-Bayağı kalabalık düşünüyodun galiba.
-Yaa, öyle oldu.
.....................

-Ahmet abi, ben bu işi beceremeyeceğim galiba.
-Konuşamadın değil mi?
-Ne konuşması abi, izin vermiyor ki...
-Yazık ki bu işler böyle. Sana bir tek şey söylicem oda şu, eğer vazgeçersen konuşmaktan değil sevginden vazgeçmiş olacaksın. Korkunu ve kaybedeceklerini bi tart bakalım, hangisi daha ağır gelecek. Belki bu netlik yolunu aydınlatır....

Şaşkınlıktan küçük dilimi yutmak üzereydim. İlk defa Ahmet abiden akıllıca sözler duyuyordum. Alışık olmadığım için de şaşkınlığımı gizleyemiyordum. :o
 
-Ahmet abi.... :o

-Efendim.

-Ahmet abi, sen neler söylüyorsun?

-Ne söylüyormuşum, haa, amaaan boş ver, bi kitapta okumuştum. Bence saçmalık. :P

-Oh! Ahmet abi, nihayet aramıza döndün. Valla beni epeyce bi korkuttun.

-Korkma! Ben inanır mıyım öyle zırvalara. Hadi gel de bişeyler yiyelim ya. Saate baksana altı oldu. Yengen de evde yok. Takılalım biraz... Murat, ben sana bizim baldızdan söz etmiş miydim?

-Evet abi evet, etmiştin. Hani ben de arkadaşım Ersin'den söz etmiştim. Hatırladın mı?

-Haa, hatırlamaz olaydım. Yani olmaz, diyorsun.

-Abi Allah aşkına başlamayalım gene.

-Bu Ersin'i nerden buluruz biz?

-Söz Ahmet abi, bulup o zavallı çocuğu sana getiricem. Ama bu akşam olmaz. Biliyorsun annem evde. Hemen eve gitmeliyim. Hadi iyi akşamlar.

......................

Eve doğru yürürken Ahmet abinin söylediklerini düşünüyordum. Aslında haklıydı. Nedense her zaman işin kolayına kaçmak, pes etmek daha kolay geliyordu. İşin aslı ben pes etmek için bile geç kalmıştım...

Nihayet evimin kapısındaydım. Annem kapıyı açınca hemen boynuna sarıldım.

-Canım annem, seni çok özledim. Sen annelerin en güzeli, en tatlısısın. Üstelik, kokulara bakılırsa en güzel yemek yapanı... :-*

-Deli çocuk, hadi ellerini yıka da, anlat bakalım bu gün neler yaptın?

-Bu gün mü?...Hiiiç.

-Yüzün mü kızardı senin?

-Yüzüm mü? Kızarmış mı? Eeee şey oldu, ofiste bi arkadaşla biraz tartıştık da biraz, ondandır.

-Aman yavrum, haklı olduğundan kesin emin değilsen, hiç kimseyi kıracak, gerçekten incitecek sözler söyleme. Gerçi haklı olsan da pişman olabileceğin kadar ileri gitme.

-Yok anne gitmem, merak etme sen. Hem ben hallederim.

-Gerekirse özür dile.

-Tamam anne, gerekirse özür de dilerim.

-Murat, gidiyorum ama aklım sende kalıcak.

-Sen hiç merak etme anneciğim. Hem ne olacak ki, koca adam oldum ben.

-Koca adama bak. Sakın ben dönene kadar evi ocağı kirletme koca adam, sonra külahları değişiriz. Şu köşeyi görüyor musun? Bak orda iki saat bekletirim seni ona göre....

-Tamam anne, tamam... Anne, bazen keşke öğretmen olmasaydım dediğin oldu mu hiç?

-Yoo, o da nerden çıktı?

-Ben sık sık diyorum da....Ahhh!....Of anne ya....Zavallı midem. Küçücük boyun var, nasıl ulaşıyosun bana. :-\

-Bak haylaza, öğretmen olmasaymışım, boyum küçücükmüş.

-Tamam anne kızma, şaka yaptım, valla bak... Annem,...Seni çok özlicem...Aaa!.... Ama ama anne!.. Yapma bak, beni de üzüyosun. Anne, anne ağlama, lütfen.
.........................
Sabah erkenden annemi uğurlamış, eve dönmüştüm. Bu gün cumartesiydi ve Selin'i görmeden geçecek iki uzun, upuzun gün vardı önümde. Peki bundan sonra ne yapacaktım...Bu günü böyle geçiremezdim. Hemen ani bir karar verdim. Selin'i aramalıydım.

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.437
  • 16.128
  • 3.437
  • 16.128
# 15 Ara 2011 00:32:12
CİDDİ AŞK *Aşk Ciddi Bir İştir * - 34. Bölüm-

Dışarı çıkıp yürümeye başladım. İki yıldır birlikte çalıştığımız halde bir türlü telefonunu isteyememiştim. Son çare Seval ablayı arıyordum.

-Alo, Seval abla, ben Murat. Yardımına ihtiyacım var.
-Yardım mı, yine ne oldu?
-Abla, bu gün mutlaka Selinle konuşmalıyım. Ama telefonu yok. Sende var mı? Lütfen....
-Tamam tamam var ama bu sana pahalıya patlar.
-Abla, yine çocuk mu baktıracaksın?
-E napim, böyle de yapmazsam kimse bakmıyo ki şu çocuğa. :-\

-Tamam abla, ben seni anlıyorum. Hadi ver artık şu telefonu.
-Tüm hafta sonu bakacaksın ama.
-Tamam.
-Söz mü?
-Söz.
-Bak, vazgeçersen,
-Ablacığım çekip vurursun o zaman. Hadi lütfen.
-Neyse acıdım sana. Bak veriyorum yaz hadi....0 539 51...

Nihayet telefonu elimdeydi. Peki telefonunu açınca ne diyecektim. :o Şu numarayı bi çevirebilsem....0 539 51... Ah, işte çalıyor... Hadi aç lütfen hadi.....Bir kez daha deniyelim......0 539 5... Acele yok, heyecan yok... Bu kez açıcak... 0 539... Hadi be Selin, bak şu telefonuna... :(

Hiç mi merak etmiyorsun bi arayan soran var mı diye. Bak arıyorum işte... :-\  Sonunda pes etmiştim.

Akşama kadar öylesine, amaçsızca dolaşıp tekrar eve döndüm.
.....................

Bütün gece uyuyamamıştım. Evin içinde ileri geri dolaşıp duruyordum. Selin'e bütün hissettiklerimi anlatmak için hiç gerçek bi fırsatım olmamıştı. Her şey yarım kalıyordu. Onun bana karşı ne hissettiğiyse bulmacanın eksik kalan en önemli parçasıydı.

Şu an Selin'in aklından geçenleri bilmek için canımı bile verebilirdim. Bir saatliğine bile olsa aklından geçenleri okusam.... :-\

Gecenin bu saati olmuş, hala onu düşünüyordum. Nasılda kapılmıştım. İnsan bu kadar kontrolsüz bırakır mı kendini, insan bu denli ne zaman kaybolur, ne zaman bu kadar zayıf düşer, çocuk muyum ben!... :-\

Sabaha doğru gücüm kalmamıştı. Çalışma masama gidip koltuğuma oturdum. Başımı duvara yaslayıp iki elimi boynumun arkasında birleştirdim. Oldukça rahatsız bir konumdaydım. Boynumdaki ağrıya rağmen şeklimi hiç bozmuyordum, gözlerimi kapattım....Bütün aklımdan geçenleri, bütün hissettiklerimi atlamadan, es geçmeden ve maalesef sonuçlarını göze alarak Selin'e anlatmalıydım. Belki de Onun da benimle ilgili şüpheleri vardı...

Belki de, belki de şimdiye kadar çoktan işten ayrılmış olmalıydım. :(
............................. ...............

Öyle ne kadar kaldım bilmiyorum...

Zırr zırrr zırrrr.

-Bu seste ne böyle, telefon mu çalıyo, saat mi? Telefon galiba. Bu yatak neden bu kadar ser.. t?... Of ya, yine mi sandalyede kaldım. Neyse, telefon da durdu zaten.

Zırrr zırrr zırrr.....

 :-\ Tamam anladık! Nerede bu telefon?

Zırrr zırrr zırrr.....

Tak tak tak......

-Noluyo, neden bu kadar popüler oldum bu gün anlamadım ki...Kapı mı, telefon mu? En iyisi telefonla birlikte kapıyı açayım...Alo, alo..

-Murat, açsana kapıyı.

-Aaa, telefondaki kapıyı nereden biliyo?
-Murat aç şu kapıyı diyorum.
-Tamam açıyorum. Aaa Seval abla, kapıdaki de telefondaki de sen misin?
-Benim tabi. İki saattir cebini arıyorum, ulaşılamıyo, diyo.
-Ha, şey dün şarjı bitmişti. Doldurmayı unutmuşum. Kusura bakma.
-Neyse, onu boş ver de hadi çabuk ol. Valla dayanamadım, kendim geldim.

-Seval abla, sana yalvarıyorum, neredeyse bütün gece uyumadım. Bana bugün izin ver. Sana söz gelecek hafta  iki gün boyunca sizin oğlanın emrindeyim.

-Sen neden bahsediyorsun Murat, ne izni, ne oğlanı? :o Az önce Selin aradı. Telefonunu ofiste unutmuş. Onu almaya gitmiş. Biraz çalışacakmış. Haber vermeye geldim.

-Neee?

Elimdeki telefon yere düşmüştü.

-Murat kendine gel de hadi çabuk holdinge git, hadi koş.

-Evet evet haklısın, hemen gitmeliyim. Hadi hoşça kal.

-Murat, böyle gidemezsin. Haline bak, indirmişsin kravatı, sıvamışsın kolları, böyle mi uyudun sen? Bildiğin kaçak liseliler gibi. :D

-Hı, şey galiba. Gidip kendime çeki düzen vereyim değil mi?

-Traş da ol!

-Ya Selin giderse...

-Gidemez. Ona beni beklemesini, benim de birkaç işim olduğunu söyledim.

-Vay be! Abla, abla sen, harika bir ablasın. Ver o mübarek elini öpeyim.
-Tamam tamam :D, şimdi hazırlan yoksa geç kalacaksın.
-Peki gidiyorum.
............................. ..........

-Abla nasıl olmuşum?

-Ooo, iyi iyi. Şu şeyde ki çocuğa benzemişsin. Hani vardı ya, telefonda konuşuyodu. neyse hatırlamadım şimdi. Hatırlarsam söylerim...Yalnız çorap da giymelisin.

-Hı, çorap mı?
-Hı hı.
-Hemen gidip giyiyorum.
-Murat!.. Aynı renk olsunlar!
-Emredersiniz.

..................
-İşte iki tane siyah çorap. Şimdi oldu mu?
-Oldu oldu. Hadi çık artık. Allah yardımcın olsun.
............................. ..............

Sonunda Selin'e gidiyordum işte. :)

............................

-Taksi!

Neee! Olamaz yine aynı adam. Binmesem mi acaba. Ama zaman kaybediyorum.

-İyi günler şoför bey, Karaaslan Holdinge lütfen.
-Derhal abi......Abiciğim, sizi bi yerden tanıyo muyum?

Eyvah! :-\

-Şoför bey kardeşim, sakın, sakın hiç birşey sorma!

-Neden?

-Bak şu arkadaki arabayı görüyor musun?

-Eveeet.

-İşte onlar sivil polis ve ben onlardan kaçmak zorundayım, anladın mı?
-Niye, bi suç mu işledin abi?
-Sayılmaz. Sadece az önce arabasına bindiğim taksi şoförünü öldürdüm.
-Nee!... Aaaaa, Sen o çocuksun. Hatırladım seni. Hani damat gibi giyinen, şu iş yerinden sevgilisi olan genç.

Yuh abi ya! Gene tanıdı. Tamam teslim oluyorum.

-Evet şoför bey, itiraf ediyorum...O genç benim. Hani iş yerinden sevgilisi olan. Hani geçen gün de damat gibi giyinmiştim. Eğer izin verirsen bugün de onunla buluşmaya gidiyorum ve eğer çabuk gitmezsek ona yetişemeyebilirim ve inan bu benim sonum olur.

-Abiciğim, desene ya! Ben şimdi seni yetiştiririm. Açılın, yolların fatihi Niyazi geliyor!

-Aman bi yolların fatihi eksik kalmıştı, şimdi o da oldu.
-Ne dedin abi?
-Hiiiç, hiç birşey demedim. Sen yoldan gözünü ayırma yeter. Yoksa bu hızla giderken arabanda can vericem galiba!
-Heh heh he. Korkma birşey olmaz. Sen mideni sağlam tut yeter.
-İnşallah başarırım. Hı, bu siren de ne?
..................
-Dikkat dikkat 34 MB 657 plakalı ticari araç, sağa çekin lütfen.

-Hoppala, oldu mu şimdi, geç kalıyorum.
-Napalım abi, yakalandık işte, polis bu. Mecbur durucaz.
-Haklısın.
............................. ....
-Beyfendi iyi günler, hız limitini aştınız. Ehliyet ve ruhsatınızı görebilir miyim lütfen.

-Memur bey, ben sadece yolcuyum ve işim de oldukça acele. İzin verirseniz gidebilir miyim?
-Maalesef beyfendi, şimdilik sizi de alıkoymak zorundayız... Ama siz…Ahmet bi baksana...Beyfendi arabadan iner misiniz lütfen?
-Nee! Niye ki? Ne oldu bi dakka!
-Soru sormayı bırakın ve aşağı inin lütfen...
-Ama memur bey, bi dakika, inanın ben ters birşey söylemek istemedim, gerçekten, sadece şey, yani özür dilerim.
-Arabaya yaslanın lütfen!
-Ama memur bey ben,
-Beyfendi zorluk çıkarmayın ve söyleneni yapın. Önce kimliğinizi verin, bi dakika bi dakika kıpırdamayın biz alırız, siz durumunuzu bozmayın.

-Ahmet, sen arkadaşın kimliğini çıkar, ben de merkezle bi görüşeyim.
-Ne merkezi, neler oluyor?
-Sussana kardeşim sen... Ellerini başının üzerine koy!
-Nee!
-Dediğimi yap hadi!
-Tamam yapıyorum.
Polis memuru ceketimin iç cebinden kimliğimi çıkarıp, üzerimi aramaya başlamıştı. Ne bulacağını sanıyor ki... Teröriste falan mı benziyorum ben.
............................. ........
-Ahmet bırak, adamımız o değil.
-Emin misin?
-Evet eminim o değil...Murat bey pardon bi yanlışlık oldu, kusura bakmayın. Sadece talihsiz bi benzerlik.
-Gidebilir miyim yani?
-Tabi tabi lütfen.
-Teşekkür ederim.
............................. ......
Neyse ki iş yerine çok yakındık...İşte, nihayet buraya kadar geldim.

-Hadi bismillah...

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.437
  • 16.128
  • 3.437
  • 16.128
# 18 Ara 2011 01:55:19
CİDDİ AŞK *Aşk Ciddi Bir İştir * - 35. Bölüm- ( Finale doğru...:) )

İçeri girerken Bekir efendi tam karşımdaydı. :o
 
-Bekir efendi günaydın. Ne işin var pazar günü burda?
-Günaydın Murat Bey, Selin Hanım aradı da, işleri varmış, onun için geldim.
-Selin Hanım içeride mi?
-Evet Murat Bey, ofise çıktı.
-Peki, ben de biraz çalışacaktım. Neyse görüşürüz, kolay gelsin.

-Murat Bey, bir dakika bekler misiniz?

-Hoppala noldu Bekir? Bak yine içeri giremezsiniz deyip önüme geçmeye hatta yakamdan tutup dışarı atmaya falan kalkacaksan bozuşuruz ona göre. >:(

-Estağfurullah Murat Bey, tam tersine ben sizden özür dileyecektim. Yani arkadaşlarınız ' Ne yap, et, yukarı gönderme' deyince.

-Sen de beni yaka paça... :)

-Valla özür dilerim Murat Bey.

-Tamam tamam şaka yapıyorum Bekir. Sen, sana söyleneni yapmışsın. Üzme kendini.

-Ama abarttım galiba. Tekrar özür dilerim.

-Tamam Bekir, önemli değil, canın sağ olsun.

-Valla Murat Bey, bir daha yapmam. Sizi öyle hırpalamak falan, olacak iş değil.

-Bekir!...Bir kelime daha söylersen, aynı özürleri ben de dilemek zorunda kalıcam, tabi kafayı attıktan sonra!

-Ne yapsanız haklısınız Murat Bey. Size karşı boynum kıldan ince.

-Bekir!... Bana engel olma ya!...Tamam, beni dışarı da atsan, kafamı da kırsan kızmıyorum oldu mu? İyi mi böyle?... Padişah mıyım oğlum ben? Yok kınmış, kılıçmış. Neyse işte...Cık cık... Dua et, acelem var.

-Tekrar özür dilerim. İyi çalışmalar Murat Bey.

-Sağ ol Bekir sağ ol!
............................. ..
 
Bu ne ya, elbirliği yapmışlar gibi. Mahsustan mı yapıyorlar bilmiyorum ki...  :-\
 
Demek Selin hala burda. İnşallah asansör çalışıyordur veee çok şükür... :D

............................

Nihayet ofise gelebildim... Elim ayağım birbirine dolaşıyor. Ama heyecanın hiç sırası değil ... :-\  Kalbim sana söylüyorum, duyuyor musun? Hoş duysan da dinlediğin yok ki. :-\  
 
............................. .

Sakin, çok  daha sakin olmalıyım. İşte tam odasının önündeyim... Bu sefer saymak yok... Hemen şimdi çalmalıyım kapıyı veee:
 
Tık tık!
 
-Girin.
 
-İyi çalışmalar, rahatsız etmiyorum ya.
 
-Murat, ne işin var burda? Seni görmeyi beklemiyordum. Gir içeri lütfen.
 
Sahiden şaşırmıştı. Öyle çocuk, öyle masum bakıyordu ki. Sanki geçen gün beni tokatlayan O değildi. Yok yok değilmiştir. O yapmaz öyle şeyler... :)

Geçip masasının karşısındaki koltuğa oturdum.
 
-Çalışmanı böldüm galiba.
 
-Sorun değil, yarım birkaç evrak kalmıştı, onlara bakıyordum... Bir çay alır mısınız? Şurada bir bardak olucaktı.
 
Ayağa kalkıp, bardağa doğru yönelmişti. Yanımdan geçiyordu ki ben de ayağa kalktım. İşte şimdi tam karşımdaydı... Gözlerine, gözlerinin taa içine bakıyordum...

-Selin konuşmamız gerek.
 
-Öyle mi, hangi konuda?
 
-Yapma Selin, lütfen.
 
Bu sözümün üzerine yerine geri oturdu. Son derece sakin görünüyordu. Aslında neler söyleyeceğimi tahmin etmiş olmalıydı ama işimi kolaylaştırmadığı kesindi.
 
-Peki, seni dinliyorum.
 
-Beni sonuna kadar zorlayacaksın değil mi?... Öyle olsun...  :-\ Bugün başlayıp bir türlü bitiremediğim, hep yarım kalan cümlelerimi bitirmek ve eğer yanıtlarsan bilmediğim birçok şeyin cevabını öğrenmek istiyorum.......Selin, ben, ben...Selin ben seni seviyorum... Sanırım bunu sen de biliyorsun... Ama senin duyguların hakkında hiçbir bilgim yok ve bu bilinmezlik kendimi son derece çaresiz hissetmeme neden oluyor.  Şu an yüzüne bile bakamıyorum ...Ve eğer böyle susmaya devam edersen kalp krizi geçirebilirim.
 

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 19 Ara 2011 22:53:09
Kardia öretmenim emeklerinize sağlık

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.437
  • 16.128
  • 3.437
  • 16.128
# 20 Ara 2011 23:17:14
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Kardia öretmenim emeklerinize sağlık

Çok teşekkür ederim zalim09 öğretmenim. Sağ olun.  :)

CİDDİ AŞK *Aşk Ciddi Bir İştir * - 36. Bölüm-

.............................

Hala neyi bekliyor... :-\ Bi cevap ver Selin, bir şey söyle, herhangi bir şey. Gözünü seveyim, süründürme beni...

-Murat!

-Ne! Afedersin. Ben, efendim diyecektim, yani efendim.

Gülümsedi. İnanamıyorum gülümsedi. Üstelik hala eline geçeni kafama fırlatmadığına göre belki de...

-  :) Murat aslında bu kadar açık konuşmanı beklemiyordum. Hazırlıksız yakalandım ve ne diyeceğimi bilmiyorum.

Evvet, olucak olucak.

-Beni sevdiğini söylüyorsun.

-Kesinlikle.

-Peki neden?

- Belki de hayatımdaki her şeyden daha değerli olduğunu düşündüğüm için.

-Üstelik sana karşı ne hissettiğimi bilmediğin halde içinden geçenleri anlatıyorsun öyle mi?
 
-Durumum oradan bu kadar net görülebiliyor mu?  

-Sanırım evet. Bunu neden yapıyorsun, yani neden riske giriyorsun? Sana duymak istemeyeceğin bir sürü söz söyleyebilirim, tersleyebilirim, hatta....

-Tokadı indirebilirsin.

-Ha ha, bunu söylemeyecektim. :) Onun için üzgünüm. Ama ama istemesem de seni incitebilirim. Bütün bunları neden göze alıyorsun?

-Zor sorular soruyorsun.

-Belki... Peki cevap verecek misin?

Bu soruyu sorunca başımı kaldırıp ona baktım. Konuşmamız benim bilmediğim bir sona doğru ilerliyordu. Selin'in yüzünde o masum ifade ve o şüpheli bakış. :-\ Onu kendime inandırmalı, her şeyi anlatmalıydım.  :-\

-Tamam, bu gün ne sorarsan sor cevaplicam... Sana bunları anlatıyorum çünkü yanlış anlamalarla geçen ve aslında öylemiydi diye merak edilen, mazide, çok gerilerde kalmış bir konu olmak istemiyorum ve her ne cevap verirsen ver, bana ne yapmış olursan ol, bir kere bile anlatmayı denemeden senden vazgeçemeyecek kadar çok sevi....

-Dur bi dakika Murat!...

-Neden?

-Murat, diyelim ki hepsi doğru... Bütün bu anlattıkların beni niye ilgilendirsin?

............................. .

Ne ne diyor bu kız?...  Bi dakika ya, doğru mu duydum... Olmasın, doğru olmasın... Oturduğum yerde iki elimi sımsıkı kenetlemiş, öylece kalakalmıştım.  :-\ Kendimi kaybetmek üzereydim. Hayatımda hiç bu kadar fenalaşmamıştım ki ben. Etrafımı doğru dürüst göremiyordum. Kendine gel Murat, erkek ol biraz, hadi! Hiç olmazsa gururunu düşün!  :(

Yıkılmıştım... Bi cevap vermeliydim. Aklımdan geçen yüzlerce kelime hiçbir şey ifade etmiyordu. Habersiz olduğu bir sözlüye kalkmış öğrenci gibiydim. Hocam vereceksen ver sıfırı da gidip oturayım diyebilmek isterdim.  :-\  Sesimdeki boğukluğu düzeltmeye çalışarak söze başladım.

-Şey, aslında, yani, bunu beklemiyordum. Yine de seni tebrik etmeliyim. Sonumu güzel hazırladın ve tam on ikiden. En hazırlıksız olduğu anda düşmanını indiriverirsin... Galiba öldürücü darbe buydu. Ve şunu da öğrendim, gerçekten incitebiliyormuşsun ve gerçekten canımı yakabiliyormuşsun. Ama hakettiğim bir son oldu galiba. Yine de keşke tokat atsaydın, yemin ediyorum bu kadar acıtmazdı.

Artık kelimeler düğümlenmişti. Sesim bi garip çıkıyordu. Karma karışıktım. Bi taraftan bir an önce burdan uzaklaşmak, bi taraftan da biraz daha yanında kalmak istiyordum. Allah kahretsin. Her şeyin son derece farkındaydım ve yolun bittiği son durak burasıydı. Burdan çıktığım anda herşey bitmiş olacaktı. Ama uzatmak da işkenceden başka bir şey değildi. Birden olanca süratimle ayağa kalktım. Şu Miroğlu'nun şimşek gibi kalkışı bile yanımda yavaş kalırdı. Kapıya doğru yürümeye başladım.

-Murat, bir dakika dur lütfen... Söylemek istediğim tam olarak bu değildi.

Yüzüne bakamıyordum. Arkamı dönmeden konuşmaya başladım.

-Yorma kendini Selin. Az önce almam gereken cevabı ve boyumun ölçüsünü fena halde aldım. Ama yine de değerdi.

-Murat, lütfen beni dinler misin?

Ama, Selin'in sesi titriyordu. Yoksa ağlıyor muydu? Birden olduğum yere çakıldım. Yavaşça arkamı döndüm. Selin masasının önüne kadar gelmişti, gözlerinde ki iki damla yaş. Galiba onu gereğinden fazla üzmüştüm. Yanına gitmek istiyordum. Ama kilitlenmiş gibiydim. Hareket edemiyordum. Neden sonra kendime gelip yanına gittim.

-Selin bak, ağlama lütfen. :-\  Eğer bu gözyaşları, söylediklerim, anlattıklarım yüzündense ne olur affet. Bir daha tekrarlamayacağıma söz veriyorum. İstersen burdan hemen şimdi giderim. Bir daha da seni hiç rahatsız etmem. Karşına hiç çıkmam. Olduğun her yerden uzak dururum. Sen de beni yok sayarsın olur mu?

Bu sözlerim belli ki yeterli gelmemişti. Ne demeliydim, ne yapmalıydım? Çaresizdim...  :-\

-Ya da buldum, istersen hemen yarın istifamı masana bırakırım tamam mı? Yalvarıyorum ağlama. Şu an sana karşı her zamankinden daha zayıfım ve ne istersen onu yapmaya hazırım.

-Ne, istifa mı?

-Evet. Ya da hemen şimdi, şimdi yazıp masana bırakıyorum. Artık üzülme olur mu? :-\

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.437
  • 16.128
  • 3.437
  • 16.128
# 22 Ara 2011 23:46:17
CİDDİ AŞK *Aşk Ciddi Bir İştir * - 37. Bölüm- (Final... :) )

-Ama ben onun için ağlamıyorum ki.  :'(

-Neden ağlıyorsun peki?

-Beni bu kadar sevdiğini bilmiyordum... Sadece emin olmak istemiştim. :'(

Selin şimdi daha çok ama bu kez omzumda ağlıyordu. Bir insanın hayatı saniyeler içinde bu kadar değişebilir miydi...Tam da bitti derken...

-Yani sen, sen şimdi...

-Ben sadece duygularından yeterince emin olamayacağını düşündüm. Seni üzmek istemedim... Gerçekten beni sevip sevmediğini beraber görelim istedim ve ben istedim ki... :'(

-Ama sana bütün duygularımı anlattım. Daha nasıl ispat edebilirdim ki. Diz çöküp yalvarmalı mıydım?

Selin birden başını kaldırıp, gözlerimin içine baktı.

-Yapar mısın gerçekten?

-Nasıl yani, bunu gerçekten istemiceksin değil mi?

-Hani her şeyi yapmaya hazırdın? >:(

-Ya ben ne kadar şanssız bir adamım, ne söylesem başıma iş açıyorum. Selin, sana hiç ne kadar inatçı olduğunu söyleyen oldu mu?

-İnatçı mı? Eee düşüneyim... Pamuk Prensesle Yedi Cüceler'de ki kötü kalpli üvey anne; mmm, Heidi de ki Bayan Rotenmayer ve bir de Daltonlar. Ama ııı, inatçı diyen olmadı.

-Selin!
-Tamam tamam, affettim. :) Çıkıp biraz yürüyelim mi?
-Biz mi?
-Evet biz. Yoksa korkuyor musun?
-Beeen,  korkucam. Ben hayatta hiç bir şeyden korkmam... 
-Bu söz sana da tanıdık geldi mi Murat?
Gülmeye başlamıştık. İkimiz birden:

-Ahmet abi!....deyip gülümsedik. Gülmek ona ne kadar da yakışıyordu. Üstelik gözlerinde hala biraz yaş vardı. Şu an yaşadıklarımı biri önceden söylese, ölsem inanmazdım ama yaşıyordum. Yoksa yaşamıyor muydum. :o Bütün bunlar hayal olabilir miydi. Yoksa yine sandalyede uyuyup kalmış mıydım. Yok artık... Eğer rüyaysa sonsuza kadar bu rüyayı görmek istiyorum.

Murat!... Murat!

-Efendim.
.................

-Dalmanın sırası mı, hadi gel.

-Geliyorum.

Ofisten Bekir efendinin şaşkın bakışları arasında çıkıp birlikte, yan yana yürümeye başladık. Yanımda onun olduğuna inanamıyordum.  :o

-Biliyor musun nereye gidiyoruz?

-Bilmiyorum ama seninle olduktan sonra her yere gelirim.

-Hani birlikte kahvaltı yaptığımız o küçük cafe vardı ya, oraya gidelim istiyorum.

-Neden?
-Çünkü ben, ben seninle gittiğimiz o günden sonra her gün oraya gittim.
-Nee, yani sen,
-Sus nolur, sadece gel!

İnanamıyorum. Beni seviyor, beni seviyor…Mutluluktan ölebilirdim.  :D

-Demek hep oraya gittin.
-Evet
-Yani hep beni düşündün. 
-Abartma istersen.
-Bu durumda beyaz atlı prensin de ben oluyorum değil mi?   
-Sus artık!
-Dur dur! Sen şimdi ağlarsın da…
-Ağlarım demeeek, bakıyorum hiçbir fırsatı kaçırmıyorsun. Ama seni de görücez.
-Beni mi, nerde?
-Tabi ki babamın karşısında.

-Baban mı? Ne yani, beni klasik damatlar gibi babanın karşısına mı çıkarıcaksın?

-Beyaz atlı prens olmaya bu kadar hevesli olduğuna göre mecburen çıkarıcaz artık.

-Selin, tamam özür diliyorum. Bir daha öyle şeyler söylemicem. Bana bu eziyeti etmesen, vazgeçsen olur mu?

-Iııı.

-Bak, özür de diledim, pişmanım yani.   :-\

-Olmaaaz.

-Selin, seni seviyorum.

-Mmm, bak bu olur.

-Peki sen.

-Nolmuş bana?

-Sen beni seviyor musun?

-Zor sorular soruyorsun.

-Belki. Ama sanırım cevaplicaksın. 

-Evet.

-Ne ‘evet’ i?

-Evet işte.

-Yani o kadarcık mı, şöyle kısacık bir ‘evet ‘mi…Keçisin kızım sen.

-Ne ne ne!

-Yok yok öyle demek istemedim yani şey… :-\

Hay aksi! Hiç keçisin denir mi kıza… Her ağzımdan çıkan felaketim oluyor.

-Duyduum.

............................. ...

-Tamam beni yakaladın. O zaman bunu da duy:

Seliiin, seni seviyorum. Seliiin, seni çok seviyorum!   Eeee! Sen söylemeyecek misin? :-\

-Neyi?

-Beni sevdiğini,

-Düşünmem lazım.

-Bu yaptığın haksızlık ama!

-Neden öyle olsun!

-Ne var bir kez söylesen.

-Iıımm, evet.

-Ne 'evet'i?...

-Evet, seni seviyorum. :) Evet, seni çok seviyorum.



-Son-

Çevrimdışı culle

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.213
  • 13.951
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 4.213
  • 13.951
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 22 Ara 2011 23:54:57
Çabuk biten mutlu son oldu. Teşekkürler kardia öğretmenim.

Finali okurken Ah bu kadınların hepsi aynı mı diye söylenmeden de edemedim.

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.437
  • 16.128
  • 3.437
  • 16.128
# 23 Ara 2011 00:05:48
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Çabuk biten mutlu son oldu. Teşekkürler kardia öğretmenim.

Finali okurken Ah bu kadınların hepsi aynı mı diye söylenmeden de edemedim.

 :D Çok teşekkür ederim culle öğretmenim. Kadın, erkek herkes aynı davransa renksiz bir yaşantımız olurdu herhalde.   :)

Çevrimdışı delikanlı

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 139
  • 652
  • 139
  • 652
# 23 Ara 2011 01:46:13
Ben bu yazıyı ilk defa gördüm ve 32. bölümden itibaren okudum ve çok beğendim.Kardiya öğretmenim eline sağlık çok güzel olmuş.İnşaallah başka yazılarınızıda okuruz.

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.437
  • 16.128
  • 3.437
  • 16.128
# 23 Ara 2011 17:22:22
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Ben bu yazıyı ilk defa gördüm ve 32. bölümden itibaren okudum ve çok beğendim.Kardiya öğretmenim eline sağlık çok güzel olmuş.İnşaallah başka yazılarınızıda okuruz.

Çok teşekkür ederim hocam. Sağ olun. :) İnşallah dediğiniz gibi olur. :)

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.437
  • 16.128
  • 3.437
  • 16.128
# 24 Ara 2011 22:45:42
*SABIR TAŞI*

Okulda öğrenci olduğumuz günlere ait ne çok olay vardır aklımızda kalan. Kimi hatırlayınca güldüğümüz, kimi acaba doğrusu bu muydu dediğimiz birbirinden farklı zamanlara ait ne çok anı... :) Yazık ki çok sabırlı bir insan değilim. Ama deniyorum. Deniyorum diyorum çünkü bunu başarmak o kadar da kolay değil. Bazen öyle muamelelerle karşılaşıyorsunuz ki, bu bana olmaz diyorsunuz, yapılmaz, yapılmamalı. Ama sadece siz diyorsunuz… Tabi o da yetmiyor. :D  
............................

Ortaokuldayken bir resim öğretmenimiz vardı. Yanlış hatırlamıyorsam eşi doktordu. O dönemde kırklı yaşlarda olduğunu tahmin ediyorum. Resim öğretmenlerimiz alınmasın ama hani onların kendi branşlarına has, hiçbir şeyi beğenmeyecek gibi görünen tavırları vardır ya, tabi istisnalar kaideyi bozmaz :),  bizim öğretmenimizde de bu tarz fazlasıyla oturmuş, belki ikiye, üçe katlamıştı. Sanki ne kadar çalışırsak çalışalım, ne yaparsak yapalım bir işe yaramayacak diye düşünür, arkadaşlarla bunu konuşurduk. İşin kötü tarafı sanırım onun için böyle düşündüğümüzü biliyordu. :-\  Bize bakışını hiç unutmam. Gülümsediğini hiç hatırlamıyorum. Derslerinde dakika değil, saniye saydığım zamanlar olurdu. :-\

Yine böyle bir gün, öğretmenimiz sınıfa geldiğinde çeşitli malzemeler, fırçalar, resim kağıtları ve birkaç boya çıkardı. Resim atölyesinden büyükçe bir leğen getirtti. Zaten içeri geldiğinde selam verip günaydın, iyi dersler gibi ifadeler kullanıp, israf etmezdi. O gün de hiç konuşmadan derse geçip hazırlıklarını yaptı. Sonra bize dönüp masasının başında toplanmamızı istedi. Toplanıp etrafında yarım daire oluşturduk. Sonunda konuşmaya başladı:  

-Çocuklar… Beni dikkatle izliyorsunuz. Sen! Baksana, arkadaki! Suyu leğene doldur.

Arkadaşımız hemen doldurdu.

-Kızım, gazyağını getir bakim.

Kız arkadaşımız koşarcasına getirdi.

-Dök bakim leğenin içine! Sakın eteğime damlatma!  >:(  

Ne cesaret… Öl dese ölücez ...  Herkes gergin. Hani her sınıfın yaramazları vardır ya, bizim de vardı ele avuca sığmaz arkadaşlarımız ama Nermin Hanımın dersinde onların bile sesi çıkmıyordu. Arkadaşımız dikkatlice gazyağını suya döktü. Sonra hocamız kalktı. Büyük resim fırçalarından birini aldı. Suyu biraz karıştırdıktan sonra fırçayı boyayla doldurup, suyun üzerine bir şeyler çizmeye başladı... Önce büyükçe bir yuvarlak, ya da daha çok dikey bir elips çizdi diyebilirim. Sonra yerine oturup, büyük yuvarlağın altına, bağcığı andıran iki yuvarlak daha çiziyordu ki, bir arkadaşımız dayanamadı ve hayatımda bir dönüm noktası olacak o talihsiz cümleyi kurdu:

-Aaaa, aynı kocakarıya benzedi.  

Keşke demeseydi ama dedi…  Hepimiz bir anda boş bulunup güldük... Öğretmenimizin elindeki fırçayı fırlatıp ayağa kalkışı, yüzündeki o kızgınlık ifadesi ve bize bakışı…  Nasıl oldu bilmiyorum, ilk önce biz göz göze geldik. Gülmeyi çoktan bırakmış, nefes bile almıyordum.  Ne olur bir şey demesin derken önündeki kâğıtlardan birini aldı. O anda beni vursa yemin ederim kanım akmayacak. Erkek arkadaşlardan birinden kalem istedi ve bana döndü:

-Adın ne!  

Yıkılmıştım. Bu soru bana sorulmaması gereken bir soruydu. Kötü olayların başlangıcı... İyi bir öğrenciydim. Şimdiye kadar hiçbir öğretmenimden kötü bir söz duymamıştım. Bu soru, bu soru beni öldürecek.  O anda aklımdan annemle babam geçti. Nasıl da üzüleceklerdi.  

-Adın ne!

............................. ........

Sonra birkaç arkadaşım daha… Sırayla adımızı söyledik. İşin garibi bu sözü söyleyen arkadaşımızın adını almadı. Sinirle fırlayıp sınıftan çıktı. Sanırım idareye gidiyordu. Ama neden… Neden…  

Yaklaşık on dakika sonra geldi. Bir bir adımızı okudu. Sonra eliyle işaret ederek kapıyı gösterdi:

-Muzaffer Beyin odasına! Çabuk!  

Olmaz, olmamalı, bu doğru değil… İçimdeki fırtına sadece beni boğuyordu. Hemen hemen sınıfın en yaramazları ve ben. Benim ne işim vardı bu arkadaşlarımın arasında... Hele ki Muzaffer Beyin odasına gidiyoruz vakit Kelime-i Şahadet getirme vaktidir...



                                                             Birinci Bölüm Sonu...   :)

Çevrimdışı kardia

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.437
  • 16.128
  • 3.437
  • 16.128
# 26 Ara 2011 21:30:53
*SABIR TAŞI-2*

Sınıftan, diğer sınıf arkadaşlarımızınn yarı üzgün, yarı acıyan bakışları arasında çıktık. Tam on bir kişi… Asılmaya gider gibi yürüyorduk. Erkek arkadaşlar pek bozuntuya vermemeye çalışsa da onların da korkusu yüzlerinden okunuyordu. Akif Bey ya da Murat Hoca olsa pek takmazlardı ama Muzaffer Bey söz konusu olunca onlarında yüzü asılmıştı.  :-\

Ben… Ben yüreğimde bir korku, bir sıkıntı, ellerim titriyor, dizlerimin bağı çözülüyordu. Ölücem artık…

............................. ........

Zaten Muzaffer Bey, her zaman kâbusum olmuştu. Bu olaydan önce de bir defasında okul bahçesinde arkadaşlarla gezerken iki öğrenci yanıma gelip, Muzaffer Beyin beni çağırdığını söylemişti. Kafamı kaldırıp yukarı baktığımda Muzaffer Beyi, müdür başyardımcısı odasının bir duvarlık camından, ellerini arkasına bağlamış, aşağıya doğru sinirli bir şekilde bana bakarken bulmuştum. Bin bir korkuyla yukarı çıkarken, Muzaffer Hoca da beni merdivenlerin ortasında karşılamış, sorguya çekmeye başlamıştı:

-Kızııım, az önce dersiniz beden eğitimi miydi !

-Hayır öğretmenim, matematikti, deyince, yüzüme şöyle bir bakıp,

-Kardeşin var mı bu okulda, diye sormuştu.

-Yok öğretmenim, dedim. Bir an durup, kılık kıyafetimde bir eksiklik bulmaya çalışır gibi incelemiş, omuz hizamı geçmediği için zorla örmeye çalıştığım saçlarıma da kusur bulamayınca yeniden konuya dönüp, az önce bulunduğumu söylediğim matematik dersi öğretmenimin adını sormuştu:

-İsmail Bey, öğretmenim.

-Haaa, İsmail Hoca… Haaa… Tamam… Tamam tamam git sen.

(Çok şükür… )

……………………………………..

Sağ olsun bize ara sıra böyle şoklar yaşatırdı. Çok sertti. Çok ciddi görünürdü. Ortaokulda Muzaffer Bey yüzünden hemen hemen okulun yarıdan çoğu kalp krizi tehlikesi atlatmıştır... Öyle işte… Şimdi onun yanına gidiyorduk… Odasının kapısına geldiğimizde arkadaşlardan hiçbiri kapıyı vurmaya cesaret edemiyordu... Burası sözün bittiği yerdi… Allah’ım yardım et! … İşte tam o sırada birinin bizi çağırdığını duyduk:

-Çocuklar! Nereye gidiyorsunuz?

Dönüp baktığımızda hem matematik, hem de sınıf öğretmenimiz olan İsmail Beyi karşımızda gördük. Öylesine çaresizdik ki, İsmail Beyi görünce kaybolup, ailesini bulmuş çocuklar gibi sevindik. Belki bizi o kurtarırdı...

O ana kadar dışarıda, başkalarının yanında asla ağlamicam sözümü, istemeden ve ilk kez bozuyordum…



                                                         İkinci Bölüm Sonu...

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 30 Ara 2011 14:29:45
Hayırlı günler dilerim.

CİDDİ AŞK * Aşk Ciddi Bir İştir*  başlıklı hikaye üzerine CİDDİ bir eleştiri

kardia öğretmenim başkalarıyla aynı fikirde olmak hiç hoşlanmadığım bir duygudur.
Hikayeniz konusunda herkesin olumlu düşünceler yazmış olması beni rahatsız etti ve onlarla aynı düşünde olmadığımı belirten
bir mesaj yazmak için ÖNYARGILI olarak hikayenizi başından sonuna kadar okudum.

1) Hikayeyi okumak için tüm bölümleri tek tek bir word dosyasına kopyala/yapıştır yaptım.
Yapıştırma işlemi bittiğinde sayfa sayısının 111 olduğunu gördüm. Yazı ile yüz on bir sayfa...
Rabbim bizleri yazacağınız romanları okumaktan korusun :)

2) Aziz Nesin üstat Türkçe'yi en kötü kullanan edebiyatçı olarak bilinir. Maşallah Aziz Nesin üstat elinize su dökemez.
Yazım hataları, kelime hataları, dilbilgisi hataları...
İnsan hiç değilse yazılarını word ortamında yazarda word programının uyarılarını dikkate alır.

3) Hikayede konuşma dilini bol bol kullanmışsınız.
25.Mart.2009 tarihinde Sudee öğretmenime doğum günü süprizi olarak bir e-kitap çalışması yayınlamıştım.
E-kitap içeriğini Sudee öğretmenimin Eylül 2006 tarihli ilk mesajından Mart 2009 a kadar olan forumdaki mesajlarıydı.
Sudee öğretmenimin çalışmamı incelediğinde tepkisi şu şekilde olmuştu:
- İlk mesajlarımda ne çok yazım hatası yapmışım.
Bilmelisiniz ki, bugünkü konuşma dili 5 yıl sonra çok saçma olarak değerlendirilecektir.
Bu nedenle yazılarınızda konuşma dilini kullanmayı asgari düzeyde tutmayı tercih etmelisiniz.

4) Yukarıdaki eleştirilerimi okuyuncaya büyük bir ihtimalle savunmaya geçip,
ben profesyonel olarak yazarlık yapmıyorum ki, eğlenmek/eğlendirmek için yazıyorum demek isteyeceksiniz.
İyi de, bu yetenek size eğlenin/eğlendirin diye mi verildi yoksa insanlara faydalı olacak şekilde değerlendirilmeniz için mi VERİLDİ?

5) Eserlerinizden daha çok kişi yararlanması ve kalıcı hale gelmesi için en azından e-kitap şeklinde düzenleyerek yayınlamanız gerekir.
Bu noktada bilgisayar bilginizin yetersiz olduğunu düşünürseniz yardımcı olmaktan memnuniyet duyarım.
Tavsiyem CİDDİ AŞK * Aşk Ciddi Bir İştir* hikayesini gözden geçirerek windows yardım menüsü formatında bir e-kitap olarak yayınlamanız.
Windows yardım menüsü formatında renk, resim, dinamik sayfa yapımı gibi özellikler kullanılabildiği için diğer e-kitap formatlarına göre daha fazla göze hitap edilebilmektedir.

6) Hikayenizin bölümlerinin merak uyandıracak şekilde sonlanması çok güzel ama bunun yanında hikayenizin her bir bölümünde okuyucuya bir ders, bir mesaj vermeye özen göstermelisiniz.

7) Murat bey ve Selin hanım karakterlerine yoğunlaşmışsınız ve bu iki karakteri çok iyi tanımlamışsınız ama yan karakterler olan soyguncular, polisler gibi kişilerin duygularını iyi yansıtamamışsınız.
 
8 ) Hikaye, şiir türü yazılar yazmaya pek yeteneğim yok. Genellikle makale türünde yazıyorum.
Makalelerimde bir düşünceyi savunurken DELİLLERLE desteklemeye önem veririm.
Bazen yazının sonuna doğru savunduğum görüşün tam tersini iddia ederek, bu sefer karşı görüş için deliller sunarım.
Bu durum okuyucuların aklını karıştırır, hangi düşünceye sahip çıkacağını şaşırır.
(Kasıtlı oluşturduğum bu düşünce karmaşasından büyük bir zevk duyarım :) )
Hikayenizi okurken çoğu zaman Murat beye acıdım.
Acıma hissinin yanısıra, kahkahalarla güler halde olduğumu fark edince sadist miyim diye düşünmeden edemedim.
Hikayenizi okurken insan ne HİSSEDECEĞİNİ/HİSSSETMESİ GEREKTİĞİNİ şaşırıyor.
Korkarım bu durum okuyucularda ruhsal bozulmalara yola açacak :)
Okuyuculara aynı anda birden fazla duygu yaşatmaktan vaz geçmelisiniz.

Benim akıl karıştıran yazılarımı, sizin duyguları karıştıran yazılarınızı okuyan bir toplumun ne hale geleceğini düşünebiliyor musunuz? :)
Toplumda ne kadar büyük tahribata yol açtığımızı görüyor musunuz?

Ne o? Niye gülümsüyorsunuz? Şurda CİDDİ CİDDİ eleştiri yazısı yazıyoruz siz gülüyorsunuz. :)


Neyse bu kadar ciddiyet yeter. Bir de GAYRİ CİDDİ bir soru yöneltmek istiyorum.
Yıllar önce forumda -Destinalila Öğretmenimin Şahsında Bayanlara Zor Bir Soru- başlığıyla bir mesaj yayınlamıştım.
Yazım müzeye kaldırılmış sanıyorum. :)

O konuda soruma tatmin edici bir cevap alamadığım için 26 Nisan 2010 tarihinde
Kişiler arasında yaşanan elektriklenmenin kaynağı nedir? başlığıyla
( [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.] )
yeni bir konu açarak sorumu yenilemiştim. Bu konu başlığı altında da soruma cevap alamadım.

Tüm Murat'lar adına sorumu Selin hanıma yöneltmek istiyorum.

Selin hanım bu sorunun cevabını biliyor mu acaba?
Daha açık sormak gerekirse, Selin hanım ve Murat beyin kankası Hilal hanımın Murat beyden elektrik aldığı anlaşılıyor.
İyi de Murat beydeki bu elektrik nasıl bir şey ki kendisi farkına bile varmıyor?
Hikayenizde bu sorunun cevabını bulamadım. Belki ben hikayeyi tam anlamamışımdır.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK