KİMLİK 17. BÖLÜM
............................. .......
"Canım nereli olacağız... Söylesene Bahadır."
Geciken cevap, komşu teyzelerin tuhaf bakışmalarına neden olmuştu. Erkan da ne diyeceğini bir türlü kestiremedi.
"Ne diyeyim dayıcığım?"
"Canım desene, biz İstanbulluyuz diye."
"Haa, evet, İstanbulluyuz biz. İstanbulluyuz."
"Geç onu evladım, aslen nerelisiniz?"
"Eee dayıcığım, aslen nereliyiz desek doğru olur acaba?"
"Canım bunda doğrusu eğrisi olacak ne var? Biz aslen Erzurumluyuz."
"Ne! Yani evet, biz aslen Erzurumluyuz."
"Bilirim oraları. Bizim beyin tayini çıkınca orada yedi sene kaldık. Erzurum'un neresinden?"
17. Bölüm Sonu
KİMLİK 18. BÖLÜM
Sakallı adam atıldı. "İstanbul'a taşındığımızda Bahadır daha bebekti. Hatırlamaz o günleri. Erzurum merkezdeydik biz. İstanbul'a taşındıktan sonra akrabaların çoğu da bizim gibi sağa sola dağıldı. Üzerinden zaman geçince de gidip gelmeler kesildi. Çocukta n'apsın?"
Misafir teyze cevaptan pek memnun olmamış gibiydi. Dudak büktü:
"Zamane gençleri işte. Kim nerede, ne halde merak etmezler."
"Yaaa. Zamane gençleri."
Bu konuşmalar sürerken pek söze karışmayan derin mavi gözlü bir teyze gözlüğünü takıp Erkan'ı biraz daha dikkatle süzmeye başlamıştı. Sonra yanındaki arkadaşına dönüp: "Bizim Sevgi Hanımın oğlu Erkan'ın çocukluğuna ne kadar benziyor, değil mi Esma Hanım?" dedi.
Erkan konuşulanları tam anlayamasa da anladıkları telaşa kapılmasına yetmişti. Kalbi hızlı hızlı çarpmaya başladı. Daha önce alışık olmadığı korkuyla karışık heyecan duygusunu bu aralar o kadar sık yaşıyordu ki yine de her defasında kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpıyor, nabzı kim bilir kaçı vuruyordu. Duyduklarından emin olmak için göz ucuyla bakışlarını teyzeye çevirdi. Dikkatli bakınca o da fark etmişti. Bu Mualla teyzeden başkası değildi. Kadıncağız onca seneden sonra nasıl da tanımıştı Erkan'ı. Hemen bakışlarını aşağı indirip Mualla teyzenin daha fazla emin olmasına izin vermeden oradan uzaklaşmayı düşündü. O sırada Esma teyze de koca mercekli gözlüklerinin üzerinden Erkan'a bir kez daha dikkatlice baktı. Sonra da,
"Kız, neresi benziyor? Erkan şimdi kim bilir kaç yaşındadır? Hem onu doktor oldu diye duyduyduk. Baksana bu oğlana. Hem dayısı markette çalışıyor demedi mi? Yok yok, benzemiyor hiç." dedi.
"Bilemedim, sanki gözleri andırıyor. Baksana koca gözleri var."
"Yok yok, sana öyle gelmiş. Yaşlandın sen yaşlandın, ondandır o."
"Kim, ben mi yaşlandım? Ayol benim nerem yaşlı? Sen kendi yaşına bak Esma Hanım."
Yaş konusunun açılması teyzelerin dikkatini dağıtmıştı. Bunu fırsat bilen Erkan ayağa kalkıp mutfağa ilerlerken sakallı adamı da başıyla işaret edip yanına çağırdı.
Sakallı adam gelene kadar geçen otuz, kırk saniyede Erkan'ın ömründen ömür gitmiş, küçük masa etrafında neredeyse on beş, yirmi tur atmıştı. Sakallı adam geldiğinde de heyecanla konuşmaya başladı:
"Ne yapacağız şimdi?"
"Neyi ne yapacağız?"
"Neyi olacak, Mualla teyze tanıdı beni."
"Mualla teyze mi? O da kim?"
"Kim olacak, içerideki ikili koltukta yan yana oturan teyzeler var ya. İşte onlardan solda oturan. Gerçi ben onu hatırlayamadım ama yanındaki Esma teyze de beni her an tanıyabilir."
"Nasıl yani, gerçekten sözünü ettikleri çocuk sen misin?"
"Tabi ki benim."
"Bak bu iyi olmadı." Sonra sakallarını sıvazlarken Erkan'a döndü:
"Sen sakin ol. Büyük ihtimalle buradan çıkınca akıllarına bile gelmez. Olmazsa bir çaresine bakarız artık."
"Nasıl çaresine bakarız? Ne yapacağız ki!"
Erkan'ın durmadan hareket halinde ileri geri yürümesi sakallı adamın da dikkatini dağıtıyordu. Erkan'ı kolundan tutup durdurdu:
"Sen sadece sakin ol... Derin derin nefes al... Hadi ama, birkaç kez."
Erkan sakallı adamın söylediklerini yaparken, sakallı adam da devam etti: "Bu geceyi atlatalım. Sonra bir hal çaresine bakarız ama önce misafirlere çay vermemiz lazım. Bu tip ziyaretlerde çay içilmeden kalkılmaz. Ev sahibine ayıp olur. Zaten onlar kendi pastalarını, keklerini getirmişler. Sen de bir çay yaparsan bu iş tamam."
"Ben mi yapacağım? Neden ben yapıyorum? Zaten elim ayağım tutmuyor."
"Orası biraz karışık."
"Bu da ne demek şimdi? "
"İçerideki genç kızı görmedin mi? Kızı seni görsün diye getirmişler baksana."
"Abi saçmalama!"
Sonra içeridekilerin duymasından endişe ederek ses tonunu biraz düşürüp devam etti:
"Mehmet abi, şakanın sırası değil. Derhal bizi bu durumdan kurtaracak bir çözüm bulmalıyız."
"Tamam tamam, bulacağız bir çare ama önce teşkilatla görüşmem lazım. Birkaç gün idare edelim. Bakalım, neler oluyor."
"Peki, iş ne olacak?"
"Dediğim gibi şimdilik devam edeceğiz. Dikkat çekmemek lazım. Hem daha kesin bir şey yok."
Erkan derin bir nefes aldı. Gerginliği tüm yüzünden anlaşılabiliyordu. Kaşları çatık, gözleri kısık ve buruşturduğu yüzü durumdan hiç de memnun olmadığını gösteriyordu ama sakallı adamın söylediklerini yapmaktan başka bir çaresi de yoktu.
"Tamam, öyle olsun bakalım."
Yarım saat sonra Erkan çayları hazırlayıp getirirken, ortalıkta fazla görünmemek adına bir köşede gecenin bitmesini beklemek zorunda kalmıştı. Takılmış gibi ilerlemeyen zaman uzatmalı haliyle aleyhine işliyor, Mualla teyze sık sık dudak bükerek "Allah Allah, çok benziyor çok" diyerek Erkan'ın korkusunu daha da şiddetlendiriyordu. Arada bir göz göze gelmek zorunda kaldığı genç kızsa durumdan gayet memnun görünüyordu. Sonra da utangaç bakışlarını yere indirmesi Erkan'ın bu sahneyle tekrar karşılaşacağının ipuçlarını veriyor gibiydi.
İlerleyen vakitlerde herkes evine gitmek için yola çıktığında Erkan da nihayet rahat bir nefes aldı. Hem ruhen hem fiziksel olarak öyle yorulmuştu ki kendisini odasına zor attı. Gidip yatağına uzandı. Pijamalarını giymeye bile gücü yoktu. Yalnızca gömleğinin iki, üç düğmesini açıp boynunu rahatlattı. Yatağına uzandı. Ellerini başının arkasında birleştirdi. Tüm hücrelerine ulaşacak kadar derin biri iki nefes alıp, gözlerini kapattı ama bu akşam olanlar uyumasına engel oluyordu. Bütün gece dönüp durdu. Saatler neredeyse sabahı göstermek üzereyken hala uyuyamamış olmanın verdiği sıkıntıyla sağa sola dönmeye devam etti. Son baktığında saat altı olmak üzereydi. Son bir kez daha uyumayı denemek için gözlerin kapattı...
"Kalk hadi kalk!"
"Abi, ne oluyor, ne istiyorsun? Daha yeni uyumuştum, dinlenemedim bile. Bırak iki dakika uyuyayım nolur."
"Ne uyuması, işe geç kalıyorsun. Daha ikinci günden kovulmak mı istiyorsun!"
Sakallı adamın Erkan'ın uyumasına izin vermeye niyeti yoktu. Bir taraftan uyandırırken bir taraftan da üzerine eğilmiş, artık alışkanlık haline gelmeye başlayan tokatlarından atıyordu.
Erkan gözlerini açıp, "Abi n'apıyorsun?" diyene kadar üç beş tokat daha yedi.
Erkan iyice sinirlenmişti. Hızla yataktan kalktı. Sakallı adamın açıklama yapmasını beklemediğini belli eder tarzda bir bakış fırlattı:
"Bu durum seni eğlendiriyor öyle değil mi? Benim şu halim, başıma gelenler."
Sakallı adam ciddileşti.
"Saçmalama! Hadi çabuk hazırlan. İşe geç kalmaman lazım."
Erkan başını sağa sola sallayıp, durumdan hoşlanmadığını belli etmek ister gibi sakallı adama bir iki saniye baktı.
Sakallı adam Erkan'ın bu üstü kapalı isyanını görmezden gelmişti. Hazırlanması için odadan çıkarken hala bağırıyordu:
"Yarım saat içinde evden çıkıyorsun!"
Başka çaresi olmayan Erkan da yaklaşık yarım saat sonra duşunu almış, tıraş olmuş ve bir bardak çay, iki zeytin ve yarım dilim ekmekle yaptığı kahvaltısıyla işe gitmek için hazırlanmıştı. Saat sekiz otuzda da iş yerine ulaştı.
İşte gün yeniden başlıyordu. Saatin dokuz olmasıyla beraber market kapıları açılmış, içerisi de hareketlenmeye başlamıştı. Birbirinden farklı birçok insan aynı zaman diliminde farklı ihtiyaçlarını almak için market reyonlarında alış veriş yapıyordu. Kimi dalgın, kimi sıkılmış, kimi de telaşlı. Erkan şimdiye kadar insanları hiç böyle gözlemlememişti. Hep meşguldü, hep işi vardı. Şimdiyse oturmuş gelen geçene bakıyordu. Hatta kendi kendine bu düşüncelerine gülümsüyordu ki reyonların arasında tedirgin halde dolaşan on, on bir yaşlarında bir kız çocuğu dikkatini çekti. Erkan içinden 'Muhtemelen annesini arıyordur.' diye düşündü. Yakınında birileri yoktu. Belki de tek başına gelmişti. Erkan iki eliyle masasını iterken, yürüyen sandalyesinin de yardımıyla kendisini biraz daha geri çekip çocuğu görmeye çalıştı. Belki de aradığı şeyi bulamamıştı. Tam ayağa kalkıp, yardım etmek için küçük kıza doğru yöneliyordu ki içeriden bir kadının çığlığı duyuldu:
"Yüzüğüm, yüzüğüm yok!"
Bir anda herkes sesin geldiği yöne doğru baktı. Kadın ısrarla bağırıyordu:
"Yüzüğüm yok! Yüzüğümü çaldılar! İmdaaaat! Polis yok mu!"
Bir anda ortalık karışmıştı. Müşteriler, market çalışanları, müdür, herkes kadının etrafına toplanmıştı. Müdür kadını sakinleştirmeye çalışıyordu:
"Hanımefendi, sakin olun. Yüzüğünüzü burada kaybettiğinizden emin misiniz?"
Kadın oldukça sinirliydi.
"Tabi ki eminim. Az önce parmağımı sıktığı için çıkarıp cüzdanıma koymuştum."
"Anlıyorum. Öyleyse buralardadır. Siz lütfen oturup dinlenin, arkadaşlar bir baksın."
"Size yüzüğümü çaldılar diyorum! Elmas taşlı yüzüğüm çalındı! Ne dinlenmesi? Derhal polis çağrılmasını istiyorum!"
Müdür kadının sakinleşmeyeceğini anlayınca güvenlik şefine işaret etti:
"Polis çağırın. Çabuk olun biraz. Kapıları da kapatın."
Erkan bir anda kendisini hiçte yaşamaması gereken tehlikeli bir durumun ortasında bulmuştu. Birden aklına yalnız dolaşan kız çocuğu geldi. Etraftaki hareketlilikten korkmuş olmalıydı. Kafasını arkaya çevirip baktığında kızı göremedi. Hafifçe ayaklarının üzerinde yükselip, başını kaldırarak gözleriyle çocuğu aramaya çalıştı ama yoktu. Müdür içeriye yüksek sesle emirler yağdırıyordu:
"Personelden kimse bir yere ayrılmasın! Polis gelene kadar kimse marketten çıkmayacak!"
Sonra ses tonunu düşürüp müşterilere:
"Sayın müşterilerimiz, bu olağan dışı durum için hepinizden özür dileriz. Sorun en kısa zamanda çözülecek. Bir müddet sabrınızı rica ediyorum. Anlayışınız için teşekkür ederiz." dedi.
Müdürün sözlerine rağmen homurdanmalar devam ediyordu. O sırada yakınlardaki karakoldan gelen polisler de markete ulaşmışlardı. Erkan iki eli belinde, bu sinir bozucu durumu izliyordu ki arka reyonların arasında küçük kızı yeniden gördü. Çocuk olduğu yere çökmüş, gözlerini kocaman açmış, korkuyla içeri giren polislere bakıyordu. Durum sadece küçük bir çocuk için değil Erkan için de yeterince ürkütücüydü. İçinden "Ya polisler kimliğimin sahte olduğunu anlarlarsa, mahvolurum." diye geçirdi. Derin bir of çekerken gözlerini kapattı. Polis, her yere göz gezdiriyor, söylenmelerine rağmen müşterilerin, reyon görevlilerinin, kasiyerlerin, herkesin üzerini ve çantasını tek tek arıyordu. Polislerden birkaçının küçük kızın olduğu reyona ulaşmasına bir iki bölüm kalmıştı. Erkan daha fazla korkmasına engel olmak için yavaş adımlarla kıza doğru ilerledi. Tam elinden tutup korkmamasını söyleyecekti ki, küçük kızın elinde parlayan yüzük elini geri çekmesine neden oldu.
"Ne yaptın sen?" Sonra ses tonunu hemen düşürüp devam etti. "Yüzüğü sen mi aldın?"
Çocuk korku dolu gözlerle Erkan'a bakarken sadece başını sallayarak onayladı. Erkan ne yapacağını bilemedi. Polisler gittikçe yaklaşıyordu. Küçük kız saklanmaya çalışır gibi Erkan'ın arkasına doğru korkuyla bir iki adım attı. Bir eliyle Erkan'ın kolunu sımsıkı tutarken diğer elindeki yüzüğe rağmen tırnaklarını neredeyse yok etmek ister gibi kemiriyordu. Mutluluğun resmi çizilemediği gibi çocuğun yüzündeki korkunun bu hali de çizilemez ancak yaşanabilirdi. Bu yaşta bir çocuğun böyle adi bir suçtan yakalanması ve suçlanması olacak iş değildi. Birden elini kızın elindeki yüzüğe doğru uzattı:
"Sakın korkma. Hadi ver onu bana ."
18. Bölüm Sonu